18 Haziran 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

C S M’nin terör konuB sundaki kuralları ve kararları, çoğu zaman ağır işliyor. Güvenlik Konseyi’nin karar alması üyelerinin olaylara, tanımlara çıkarları gereği farklı yaklaşımları sergileniyor. Hukuk kurallarının etkin işletilememesi, devletlerin kendi başlarına uygulamalarına neden olurken, terör sorunun gelecek kuşaklara miras kalmasına yol açıyor. de güç kullanılmasını engelleyen genel hükümlerine rağmen kendisine yönelik bu tehdidi savuşturmak için silaha başvurma hakkına sahip midir? Bu gibi ve yakın gelecekte çokça karşılaşılması olası durumlarda, mağdur ve devlet destekli terörist saldırıya uğrayan bir devletin silahlı yaptırıma başvurma hakkına sahip olup olmadığı konularında genel bir uzlaşma bulunmadığının altını çizdikten sonra var olan hukuki yaklaşımları özetle irdeleyelim. Uluslararası hukuk alanındaki Neorealist ya da yeni gerçekçilik akımlarına göre, bir devlet, bir başka devletin desteğinde, siyasal rejimi ve toprak bütünlüğüne yönelik terörist bir faaliyete muhatap olduğunda, BM kolektif güvenlik sistemi, daimi üyelerden birisi ya da birden fazlasının vetosu nedeniyle çalışamaz duruma gelirse münferiden kuvvet kullanması mümkün hale gelir. Çünkü böyle bir durumda BM Antlaşması’nın 2. madde 4. fıkrasının getirdiği kuvvet kullanma yasağının bir anlamı kalmamakta, münferiden kuvvet kullanılmasını engelleyen yasaklar, BM’nin kolektif savunma sistem ve kalkanının siyasi nedenlerle yürürlük kazanmaması ve tıkanması nedeniyle, saldırıya maruz kalan ülkeye ‘meşru müdafa’ çerçevesinde güç kullanma olanağı tanımaktadır. Klasik hukuk anlayışını savunan çevreler ise bu konuya iki farklı açıdan yaklaşmakta, bir grup hukukçu; BM kolektif güvenlik sisteminin tıkanması halinde devletlerin güç kullanımı konusunda doğal hakları bulunduklarını savunurlarken bir başka grup bu hakkın kullanımının son derece sınırlı olması gerektiğini ifade etmektedirler. Günümüzde, yaşayan uluslararası hukuk özellikle 11 Eylül sonrası görünürdeki tüm aykırılıklara karşın özellikle bir kavramı ön plana çıkartmıştır; ‘Uluslararası barış ve güvenliğin korunması ve sürekli kılınması.’ Barışı küresel anlamda koruyarak, barış atmosferini sürekli kılmanın ön koşulu ise uluslararası toplumu şiddetten arındırmak ve şiddete başvurulmasını yasaklamak olmalıdır. Bu bağlamda, uluslararası hukuk ve ilişkilerde ön koşul; devletlerin ikili ve çoklu ilişkilerinde üçüncü devletlerin toprak bütünlüğü, egemenliği ve siyasal bağımsızlıklarına karşı, meşru müdafa hali istisna olmak üzere kesinlikle güç kullanmamaları gerektiğidir. Bu noktada meşru müdafaa halinin hangi koşullarda ortaya çıktığı ve kabul edilebilir olduğunun ayrıca irdelenmesi gerekmektedir. Örneğin Gürcistan’da, sonra sırası ile Ukrayna ile Kırgızistan’da yaşanılan ki yakında bu tür eylemlerin kimi Ortadoğu ve Orta Asya ülkelerinde yaşanması beklenmelidir ‘sivil itaatsizlik eylemleri’, ortaya çıktıkları devletlerin siyasal bağımsızlıklarını ve yaşanacak gelişmelere göre o devletlerin egemenlik ve toprak bütünlüklerini hedef alan hareketler olmakla birlikte, muhatap devletler açısından güç kullanımına başvurulmasını gerektirecek bir meşru müdafaa halini doğurmakta mıdır? Bu noktada BM Antlaşmasının 51. maddesi; meşru müdafaa hakkının hangi koşullarda oluşabileceğini açık bir biçimde tanımlamış ve; ‘Devletler silahlı saldırıya uğramaları halinde meşru müdafaa hakkını kullanmalarına BM Antlaşmasının engel hiç bir şeyi yoktur.’ denilerek, devletlerin meşru müdafaa haklarının doğması için kendilerine karşı mutlaka silahlı saldırı şartının varlığına işaret edilmiştir. Dolayısı ile, örneğin Türkiye’nin yakın geçmişte ve bir yönü ile günümüzde maruz kaldığı ve silahlı saldırı biçiminde gerçekleşen PKK terörist faaliyetlerini destekleyen üçüncü ülkelere karşı meşru müdafaa hakkı, BM Güvenlik Konseyi’nden bir başvuru halinde karar istihsal edilememesi halinde var olmakla birlikte, Ukrayna’nın, sivil itaatsizlik eylemleri ile rejiminin değişmesini hedefleyen bir faaliyete, bir üçüncü ülkenin açık desteğinin varlığı yadsınmaz bir biçimde ortaya konulsa bile meşru müdafa hakkı bulunmamaktadır. Yaklaşım farklılıklarının sonuçları TRATEJİ sağlayan silahlı saldırının BM tarafından bir tanımının yapılmış olması gerekliliği ortada iken belki şaşırtıcıdır ama böyle bir tanım mevcut değildir. Bir devletin bir başka devlete açık silahlı saldırısının, tanımı gerektirecek bir yönü bulunmamakla birlikte örneğin Irak’ın Kuveyt’e saldırmasının açık bir silahlı saldırı niteliğini taşımasıdevlet destekli terörist bir faaliyetin silahlı saldırı olarak kabul edilmesindeki ölçüt ne olmalıdır? İş bu noktada tekrar BM Güvenlik Konseyinin, önüne getirilecek olayı nasıl algılayacağı konusuna odaklanmakta ve sübjektivite yeniden devreye girmektedir. Kaldı ki bir devlet, bir başka devletin kendisine yönelttiği ya da desteklediği silahlı bir terörist faaliyetin; siyasal bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünü tehlikeye düşürdüğü konusunda kendi algılama ve ölçüleri içinde karar vereceğinden, meşru müdafaa temelinde değerlendirilen bir karşı silahlı güç kullanımı, başka devletlerce aynı önemde görülmeyebilir ve uluslararası platformlarda kabul görmedikten başka, meşru müdafa hakkını kullandığını ileri süren devlet kınama ve yaptırımlara maruz kalabilir. Nitekim, Türkiye benzer bir örneği yakın geçmişte yaşamış olduktan başka bunun siyasi, hukuki ve askeri yansımaları süregelmektedir. Türkiye’nin; siyasal bağımsızlığı, egemenliği ve toprak bütünlüğü ile üniter yapısını tehlikeye düşürdüğü temelinde algıladığı PKK terörist faaliyetlerini engellemek için kendi iç hukuku ve egemenlik anlayışına göre aldığı karşı önlemler, bilindiği gibi kimi Avrupa ülkelerince sürekli olarak kınanmış, temel insan hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği gerekçesi ile Türkiye aleyhine AİHM’de davalar açılmış, Avrupa Parlamentosu ve AB organlarınca kınama kararları alınmış, bazı Avrupa ülkeleri Türkiye’ye silah satışını yasaklamış ve yine bazı Avrupa ülkeleri, Türkiye’nin NATO’ya tahsis ettiği silah, araç ve gereçleri amaç dışı kullandığı gerekçesi ile konuyu siyasal zemine taşımışlardır. Yine; Türkiye’nin, bir NATO üyesi olması hasebi ile, Kuzey Atlantik İttifakının, ‘bir üye ülkenin saldırıya ma 11 ruz kalması halinde bunun diğer tüm üyelere yapılmış sayılacağını’öngören 5. maddesinin, PKK terörüne Suriye tarafından verilen destek konusunda işlerlik kazandırılması yönündeki talebi (1) yanıtsız kalmış (saldırının dış kaynaklı olmaktan çok içeriden kaynaklandığı gerekçesi ile) ancak 11 Eylül sonrası ABD’nin, kendisine yönelik saldırının Afganistan’dan geldiği yönündeki talebi kabul edilmiştir. 11 Eylül saldırısını düzenlediği ileri sürülen El Kaide’nin Afganistan’da üslenmiş oluşu ve Taliban rejimi ile organik ilişkilerini, 5. maddenin çalıştırılması için yeterli gören NATO’nun; geçmişte Suriye’nin başkenti Şam’da, Baas rejiminin güvencesi altında yaşayan Öcalan’ı ve bu ülke tarafından PKK’ye verilen açık desteği görmezden gelişi, meşru müdafa kavramına da bakış açılarının yanlı olabildiğinin en açık ve somut örneği olmalıdır. 1Türkiye aslında PKK için NATO’ya 5. maddenin çalıştırılması için resmen başvurmamış, başvurması halinde ne gibi bir yanıt alacağı konusunda ön araştırmalar yapmış, başvurusunun reddedileceği izlenimini aldığında bu konuyu resmi platformlarda gündeme getirmemeyi yeğlemiştir. (EÇ) Kaldı ki; meşru müdafaa halinin ortaya çıktığı ve uluslararası zeminde kabul gördüğü hallerde başvurulacak bir karşı silahlı güç kullanımı eşliğinde başkaca sorunları da taşımakta, bu noktada savaş ve insani hukuk kuralları devreye girmektedir. Meşru müdafa hakkını silahlı güce başvurarak kullanan bir devlet, bu kararını uygulamaya başladığı andan itibaren; terörist bir faaliyeti engelleme ve yok etme pratiğini, savaş hukuk ve kurallarına uyarak; örneğin aşırı güç kullanmamak, sivil halka ve kamuya açık sivil hedeflere (hastaneokulibadethaneler, vb.) zarar vermemek gibi kısıtlamalarla yerine getirmek durumundadır. Burada ortaya çıkan bir başka tartışmalı nokta da, bir başka ülke sınırları içinde yakalanan teröristlerin yargılanmalarında hangi statüye tabi tutulacakları ve yargılama usulleridir. Özet olarak verilmesine çalışılan bu bilgiler, günümüzün en büyük asimetrik tehdidi olarak adlandırılan terörizmin bırakınız tanımında bir uzlaşma sağlanması, uygulanacak yaptırımlar konusunda da uluslararası alanda var olan antlaşma, sözleşme ve kararlara karşın ciddi anlamda boşluklar bulunduğunu göstermekte ve bu boşluklar bir yandan küresel terörizmi özendirirken bir yandan da kimi devletlerin güçleri oranında ‘de facto’uygulamalarına zemin hazırlamaktadır. Hal böyle olunca da; devlet destekli terörizm ister istemez günümüzden geleceğe doğru uzanan aktör kimliğini güçlendirmekte, küresel gelişmelere koşut olarak devletlerin küçülüp güçlerini devlet dışı organlara devretmeleri ile birlikte bu aktörü kullanacak güç odaklarının sayılarında da tehlikeli artışlar meydana gelmektedir. B u noktada, meşru müdafaa hakkının kullanılmasına olanak İsrailFilistin çatışması yıllar süren karşılıklı terör eylemlerine çözüm üretilemedikçe dünya ölceğindeki yaygınlaşmanın sonu geleceğe benzemiyor. (6 Eylül tarihli İsrail askeri operasyonundan)
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear