18 Haziran 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

10 kalıcı olma niyetinde olan göçmenlerin kendi kültürlerinden taşıdıkları özellikleri terk etmesi ve toplum içinde erimeleri beklenmektedir. Yurttaşın devletle olan ilişkisi nötrdür herhangi bir etnik veya dini kategorinin bu ilişkide yeri yoktur. Nitekim, Fransa’da resmi anlamda yurttaşların dil, din ve etnik kökenleri temelinde istatistik tutulması yasaktır. Fransız Jakoben geleneği kamusal alanda kültürel farklılıkları kabul etmez. Başörtüsü, haç gibi dini sembollere yönelik devlet okullarındaki (özel okullarda değil) yasak bu yaklaşımın belirginúú örneğidir. Fransa, göçmenler bir yana ülkesinde azınlıkların varlığını da kabul etmemektedir. Avrupa Konseyi’nin Ulusal Azınlıklar Çerçeve Sözleşmesini imzalamayan tek AB üyesi ülkedir. Chirac’ın Türkiye’den kültürel devrim talep etmesi bu asimilasyonist Cumhuriyetçi geleneğin yansıması değil mi? Cumhuriyet’in eşitliği öngören renkkörü tutumu göçmenlerin gerçeklerini görmesini engellemiş, pratikte iflas etmiştir. Bir yazarın dediği gibi, eğer insanlar önyargısız olsaydı Fransa’daki sistem belki işleyebilirdi. Oysa, gündelik yaşamın her noktasında yazılı kurallardan daha gerçek olan toplumsal ilişkilerdir. Fransa’daki ev sahibi toplumgöçmen ilişkileri, gizli bir eşitsizliğin doğduğunu ortaya koymaktadır. 2004 yılında gerçekleştirilen bir araştırma, sıradan bir Fransız ismiyle iş başvurusu yapan bir kişinin 100 başvurudan 75’sine mülakat hakkı kazanırken, aynı niteliklerle aynı işe ama Arap ismiyle yapılan 100 başvurunun sadece 14’ünün mülakata çağrıldığını göstermektedir.[11] Cumhuriyet yasalarının öngördüğü eşitlik Alain ve Bilal’e yönelik toplumsal bakış açısında geçerliliğini yitirmektedir. Zaten, Fransa’da yapılan bir kamuoyu yoklamasında da katılımcıların yüzde 40’ı kendilerini “biraz veya epey ırkçı” olarak tanımlamaktan çekinmemektedirler.[12] Çok kültürlü model çüncü modelin İngiltere, Hollanda ve İsveç gibi çokkültürlülüğü teşvik eden ülkelerde ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Yine de tam anlamıyla bu modeli oluşturmuş, göçmenleriyle sorunlarını çözmüş bir ülke bulunmamak C S tadır. İngiltere’nin İmparatorluk geçmişiyle, liberal politikalarıyla çokkültürlü modelin altyapısına sahip olduğu söylenebilir. Yurttaşlığı toprak esasına (jus soli) göre veren İngiltere’de ikinci ve üçüncü kuşak göçmenler yasal ve siyasi haklara erişmişler, göçmen topluluklarının kültürel özelliklerini muhafaza etmelerine izin verilmiştir. Ayrıca, insan akımları sonucunda ülkeye yerleşen göçmenlerin kalıcı olduğu düşüncesiyle politikalar üretilmiştir. Hollanda’da ise göçmenlere sosyal yardımlar aktırılmış, onların getirdiği farklılıklar hoşgörüyle kabul edilmiştir. Ama her iki ülke de entegrasyon sorununu aşamamıştır. Göçmenlerin istihdam ve barınma sorunları tam anlamıyla çözümlenememiştir. İngiltere’de Bradford’ın, Hollanda’da Amsterdam’ın kenar mahalleleri gibi göçmenlerin yaşadığı bölgelerde suç, işsizlik, okul kırma oranları oldukça yüksektir. Hoşgörü ise TRATEJİ sız kontrterör uzmanlarına göre bu gençlerin sadece küçük bir bölümü Avrupa’ya gelmeden önce fanatik bir ideolojiye sahiplermiş.[14] Bu arada, Fransa’da yaşananlara bıyık altında gülmek yerine entegrasyon sorununun Türkiye’nin de çözülememiş ciddi bir sorunu olduğunun farkına varmalıyız. Türkiye’de doğudan batıya, kırdan kente göç edenlerin büyük kentlerin kıyısında oluşturduğu varoşlar benzer sosyal bunalımları barındırmakta. Türkiye’nin farklı kentlerinde yaşanan son olaylar ne yazık ki ülkemizdeki entegrasyon sorununun boyutlarını ortaya koyuyor. Daha da kötüsü bizim sorunumuz yabancı göçmenlerle değil kendi yurttaşlarımızla. Öte yandan, AB ile tam üyelik müzakerelerini yürüten bir ülke olarak Türkiye’nin en fazla başını ağrıtacak başlıklardan biri serbest dolaşım konusudur. Avrupa’daki entegrasyon sorunu tırmandıkça, Türklerin serbest dolaşımına daimi kısıtlamalar getirilmesi her ne kadar Topluluk hukukuna aykırıysa da Avrupa kamuoylarında sürekli olarak gündeme gelecektir. Esasında entegrasyon sorunu dünyanın bir türlü çözemediği kaynakların adaletsiz dağılımıyla bağlantılı değil mi? Avrupalılar sömürgecilik döneminden bu yana paylaşmayı bir türlü öğrenemediler. Oysa, Avrupalı politikacıların, bu düzenin artık sınırlarına ulaştığını, toplumlarının patlamaya hazır bombalar barındırdığını idrak ettikleri anlaşılmakta. Ama, Chirac’ın ta 1995 yılında gayet güzel dile getirdiği hastalığın tedavisi için fazla bir şey yapılmadığı da ortada. Avrupalılar, Marsilya varoşlarındaki rapçilerin nakaratından pek vazgeçeceğe benzemiyorlar: “(Yine varoşlarda bir gün); Yine yapacak bir şey yok!”[15] [1] The Economist, 12 Kasım 2005, s.11. [2] Burak Erdenir, “Avrupa’nın Geleceği: Islamophobia?”, Cumhuriyet Strateji, 26 Eylül 2005, s.810. [3] The Economist, 14 Temmuz 2005. [4] Timothy Savage, “Europe and Islam: Crescent Waxing, Cultures Clashing”, The Washington Quarterly, Summer 2004, s.36. [5] Gerard Delanty, (1995), Inventing Europe, Macmillan Press, s.154. [6] Stephen Castles and Mark Miller, (1993), The Age of Migration: International Population Movements in the Modern World, MacMillan. [7] Burak Erdenir, (2005), Avrupa Kimliği, Ümit Yayıncılık, s.48. [8] Time, 21 Kasım 2005, s.31. [9] Flash Eurobarometer, No:155, 2004. [10] Burak Erdenir, (2005), Avrupa Kimliği, Ümit Yayıncılık, s.50. [11] Jonathan Freedland, The Guardian, 9 Kasım 2005. [12] The Economist, 6 Nisan 1999. [13] Time, 21 Kasım 2005, s.29. [14] Timothy Savage, “Europe and Islam: Crescent Waxing, Cultures Clashing”, The Washington Quarterly, Summer 2004, s.33. [15] Radikal, 11 Kasım 2005. ngiltere, Hollanda ve İsveç’in uyguladığı çok kültürlü İ model de başarılı olamıyor. Toplum içinde toplum gerçeğini ortaya çıkaran bu yaklaşım, sorunları da beraberinde getiriyor. Türkiye ise, doğudan batıya, kırdan kente göç eden kendi yurttaşlarıyla aynı entegrasyon sorunlarını yaşıyor. belli bir süre sonra ihmale dönüşmüş, göçmenler kendilerini toplum dışında bulmuşlardır. İngiltere’de 2001 yılında yaşanan Bradford olayları, Temmuz 2005’teki metro saldırıları, göçmenlere yönelik münferit ırkçı saldırılar, Hollanda’da ise öldürülen Pim Fortuyn’un göçmen karşıtı partisinin popülaritesi, geçen yıl film yönetmeni Van Gogh’un ikinci kuşak bir göçmen tarafından öldürülmesi sonrasında yaşanan kutuplaşmalar ve hükümetin yabancılara ilişkin son yasal düzenlemeleri entegrasyonun bir türlü gerçekleşemediğini ortaya koymaktadır. Her iki ülkede de göçmenler kendi kültürlerini yaşamaya devam etmişlerse de kendi okulları, mahalleleri, ibadethaneleri, dernekleri ile “toplum içinde toplum” oluşturmuşlardır. Bu süreç, çokkültürlülükten çok göçmenlerin dışlanmasına yol açan bir “pasif çokkültürlülük” ile sonuçlanmıştır.[13] ‘Yine varoşlarda bir gün’ vrupa ülkelerinin farklı entegrasyon modellerinin, nedeni ne olursa olsun, göçmenlerin dışlanmaya veya ayrımcılığa maruz kalmasına engel olamadığı anlaşılıyor. Sosyoekonomik koşulların düzeltilmesinden kültürel farklılıkların hoşgörüyle kabul edilmesine kadar geniş kapsamlı zihinsel ve ekonomik dönüşüme ihtiyaç olduğu ortadadır. Ya bu koşullar değiştirilmezse ne olur? Sadece Avrupa kendi içinde sosyal patlamalar yaşamaz; “Medeniyetler Çatışması” gibi büyük söylemlerin altyapısı için uygun koşullar hazır hale gelir. En basit örnek olarak, 11 Eylül saldırılarına karışan tüm teröristlerin Avrupa ülkeleri ile bir bağlantısı olduğunu hatırlamak gerek. Gerçekten de, ekonomik zorluklar içinden yaşayan, ev sahibi toplumlar tarafından dışlanmış göçmen çocukları terör örgütlerinin en iyi militan kaynağı olarak belirmekte, köktenciler de sosyoekonomik sorunlarla boğuşan binlerce Müslüman genci saflarına çekmekte zorlanmamaktadırlar. Oysa, Alman ve Fran A Ü Manıère De Voir Kasım 2005 Ocak 2006
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear