18 Haziran 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

18 A C S nkara neyin müzakeresine hazırlanıyor? kamuoyunu tedirgin edecek biçimde ayrıca yolun sonunun "imtiyazlı ortaklık" (imtiyaz sıfatı olumlu bir ayrıcalık değil, doğru bir ifadeyle 2. sınıf olmaktır..) olacağını açıkça belirtmenin gereği yoktu. Ama 3 Ekim öncesi yaratılan yapay krize de ihtiyaç vardı. AB açısından geçmiş deneyimler göstermiştir ki Türkiye ile olan ilişkilerde "iyi polis" "kötü polis" oyunu her zaman işe yaramaktadır. Bu defa "kötü polis" rolü oynayan Avusturya’ya bir süre sonra ikna edilmiş ama geriye kötü bir belge kalmıştır. Siyasi koşullar üzerine müzakere er şeye rağmen belgede size tam üyelik vermeyeceğiz denilmiyordu ya, önemli olan da buydu. Zaten yine bayram yapmaya hazır bir medya vardı ve bir dizi laf kalabalığı arasında bardağın hem boş hem de dolu tarafları olduğu söylenecekti. Böylece zor da olsa tam üyeliğin mutlaka gerçekleşeceği izlenimi verilecekti. Hatta AB üyesi olmuş gibi de davranılabilirdi. Zaten bazı gazetelerin başlıkları da önceden hazırdı. Bunun için "yapay krizin" sona erdiğini öğrenmek yeterliydi. Belgenin sorgulanmasına ise hiç gerek yoktu. Böylece "AB müktesebatı" ile ilgili olmayan siyasal koşulların müzakerelerin temel dokusunu oluşturacağı bir kez daha gizlenmiş olacaktı. Oysa MÇB’de, ülkesiyle kavgalı olmayan sorumluluk sahibi her yurttaşın kaygı duyması gereken ifadeler yer alıyordu. Hatta AB’ye tam üyeliği savunanların bile böyle bir belgeyle bu yol tamamen kapanıyor demesi gerekiyordu. Öyle ya yıllardır Türk halkına tam üyeliğin gerçekleşeceği söylenmemiş miydi? AB tam üyeliğiyle Türkiye’nin zenginleşeceği ve medenileşeceği düşüncesi yerleşik kılınmaya çalışılmamış mıydı? Şimdi 2014 hatta 2020’lere dek "katılımı" unutun, bu süre içinde parasal yardımlara da bel bağlamayın, her şeyin sonunda serbest dolaşımı hayal etmeyin diyen bir AB’ye herkesten önce AB’ye tam üyeliği savunanların karşı çıkma TRATEJİ ‘Türkiye ile hesaplaşma belgesi’ Doç. Dr. Yaşar Hacısalihoğlu BTürkiye ilişkisinde 3 Ekim 2005 tarihi ne ifade ediyor? Türkiye gerçekten tam üyeliğin mi müzakere sürecine başlıyor? Bu soruların cevapları aslında artık öylesine açık ki, bunun için en basit yol yazılı belgelerin okunması. Gerek 15 Aralık 2004 AB Parlamentosu Türkiye kararı gerekse 17 Aralık zirve kararları 3 Ekimden sonra müzakerelerin niçin başlayacağını, nasıl bir süreç yaşanacağını ve sonucunun ne olacağını açıkça ortaya koyuyordu. A abul edilen Müzakere Çerçeve Belgesi, Gümrük BirliK ği ile ‘sorgusuz tek taraflı bağımlılık’ uygulamasının sürdürülmesi anlamını taşıyor. Türkiye ile yapılacak müzakereler, diğer üyelerle yapılanlardan farklı olarak siyasi koşullar üzerine oturtulacak. sı gerekmez miydi? Bu olmuyorsa bilin ki ortada bir maskeli balo sergileniyor. Bu gerçeklerin taraflarca bilinmesine rağmen maskeli balo sürdürülüyorsa, AB sopasıyla bir hesaplaşma süreci başlatılıyor demektir. Müzakerelerde neyin tartışmaya açılacağına ilişkin başka ipuçlarından da söz edilebilir ama artık önümüzde bir Müzakere Çerçeve Belgesi (MÇB) bulunmaktadır ve bu belge müzakerenin rengini ,tonunu,niteliğini yeterince yansıtmaktadır. MÇB’de neler var? ÇB’nin özellikle 2, 3, 4, 6, 7, 10 ve 11. paragrafları müzakere sürecinin amacını ele vermektedir. 2. paragrafta, aynı cümlelerin yer aldığı 17 Aralık zirve kararına göre eklemeler yapılmıştır. Müzakerelerin açık uçlu olduğu, sonucunun önceden garanti edilemeyeceği, müzakerelerde başarısız kalınması halinde mümkün olan en güçlü bağlarla AB yapısına sımsıkı demirlenileceği, tıpkı 17 Aralıkta belirtildiği gibi yine yer almaktadır. Ancak bu cümlelerin geçtiği paragrafa bir sözcük eklenmiştir. Bu sözcük AB’nin "hazmetme" (emme veya sindirmede denilebilir..) kapasitesidir. Yani Türkiye müzakerelerde başarılıda olsa önemli olan AB’nin "hazmetme" kapasitesidir.AB Türkiye’nin büyüklüğünü açıkça sorun saymaktadır. Türkiye’den vazgeçmesi de mümkün değildir. Çünkü 1995 yılında Gümrük Birliği ile sağlanan yararlardan vazgeçilmesi, bu düzeneğin tartışılması, sorgulanması AB’nin katlanacağı bir durum değildir. Bu tek taraflı ilişkinin sürdürülebilmesi, kalıcı karakter kazanabilmesi için müzakerelerin ucunun açık olması ve sonucunun önceden garanti edilmemesi gerekir. AB’de bunun gereğini yapmaktadır. Bu arada uzun ve yıpratıcı müzakerelerin AB açısından hazım problemi yaratan büyüklük sorunun çözümüne yarayabileceği beklentisi vardır. Bu noktada vurgulanması gereken bir başka durum "hazmetme kapasitesi" nitelemesinin 15 Aralık Parlamento kararında yer almış olmasıdır. Yani kimi Sorgusuz tek taraflı bağımlılık Ekimin getirdiği yenilik; 2004 Aralık ayında ortaya konulanların zemininden kopmadan müzakere koşullarını daha da ağırlaştırmakla sınırlıdır. Tıpkı 17 Aralık belgelerinde olduğu gibi Müzakere Çerçeve Belgesi’nin de (MÇB) hiçbir yerinde Türkiye’nin tam üyeliğini garanti eden herhangi bir hüküm yoktur. Aslında belgede tam üyelik vurgusu bile geçmemektedir. Sadece müzakerelerin ortak hedefinin "katılım" olduğu yazılmıştır ama bu katılımın niteliği belirtilmemiştir. Bu yaklaşım, AB açısından titiz davranmayı gerektiren bir durumu ortaya koymaktadır. Hem Türkiye’ye tam üyeliği garanti etmemek, hem de Türkiye’nin AB kapısından kopmamasını sağlamak gerekiyordu. Bu çabanın özü; 1995 Gümrük Birliği üyeliğiyle gerçekleşen tek taraflı bağlanmanın sorgulanmaması adınadır. Aslında zaten katılımın nasıl bir katılım olacağı paragrafların okunmasıyla anlaşılması mümkünken bunu Türk 3 H M ne göre bağlayıcı olmadığı söylenen AB Parlamento kararlarının nasıl birer referans kaynağı olduğunun açık göstergesidir. MÇB’nin 3. paragrafında karşımıza "hazmetme kapasitesi" yine çıkıyor. "……1993 Kopenhag Zirvesi Sonuçları doğrultusunda, Avrupa entegrasyonu ivmesi muhafaza edilirken, Birliğin Türkiye’yi hazmetme kapasitesi gerek Türkiye gerek Birliğin çıkarları açısından göz önünde bulundurulması gereken önemli bir husustur. Komisyon, bu üyelik koşulunun karşılanıp karşılanmadığına ilişkin olarak Konsey tarafından yapılacak değerlendirmeye ışık tutmak amacıyla, Türkiye’nin üyelik perspektifinden kaynaklanan sorunlara ilişkin Ekim 2004 tarihli kâğıdında yer alan tüm hususlar açısından değerlendirmek suretiyle, müzakereler sırasında bu kapasiteyi izleyecektir." Öyle anlaşılıyor ki, AB "hazmetme kapasitesini" müzakerelerde temel bir dayanak noktası olarak kullanacaktır. Azınlık ve sınır sorunları ÇB’nin 4. paragrafında azınlık vurgusu geçmektedir. Belgede; "AB azınlık haklarıyla ilgili hükümlerin uygulanmasında mevzuatı ve uygulama tedbirlerinin pekiştirilmesini ve genişletilmesini beklemektedir…….." denilmektedir. AB’nin Lozan Antlaşması’nda tarif edilen azınlık kavramından farklı bir arayış içinde olduğu, yazdığı ilerleme raporlarıyla daha önce anlaşılmıştı. AB’nin bu arzusu, Türkiye’nin ulus devlet kurgusunu zedelemeyi hedefleyen yeni azınlıklar üretme çabasına yönelikti. Bu paragrafla anlaşılmaktadır ki, AB bu konudaki çabalarını yoğunlaştıracaktır. MÇB’nin 6. paragrafında, Türkiye’nin hem bugününü hem de geleceğini derinden sarsabilecek olumsuzluklar üretmeye aday ifadeler bulunmaktadır. Belgede; "Türkiye’nin iyi komşuluk ilişkileri konusunda açık taahhüdü ve Birleşmiş Milletler şartı doğrultusunda uyuşmazlıkların ve önemli sınır uyuşmazlıklarının gerekirse Uluslararası Adalet Divanı’nın zorunlu yetkisini de içeren barışçı yollarla çözülecektir" ifadesi yer almaktadır. Buna göre Türkiye’nin sınır sorunlarının çözümünde Uluslararası Adalet Divanı’nın adres gösterilmesi mevcut durumda öncelikle Yunanistan ve Ermenistan için sevindiricidir. Ancak sevinenlerin sayısı süreç içinde artırılabilir. Türkiye ile sınırları olan başka ülkelerde Türkiye ile sınır anlaşmazlığı olduğunu ilan edebilir. Bu noktada ilk ak M Le Monde 13 Ekim ?
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear