05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

D H eğinmeler MUSTAFA ŞER F ONARAN Adnan Binyazar’ın Öyküleri er yazarın biçemi kendine özgüdür. Aynı yazar öyküde oluşturduğu biçemi denemede de kullanabilir mi? Kendine özgü biçem neyse yazı onu arar. Adnan Binyazar’ın öykülerini okurken, yalın anlatıyı yorumlu ayrıntılarla derinleştiren, gereksiz bezekler yerine, iç gerçeklerin belirmesine yer veren bir biçem özelliğiyle karşılaşıyoruz (BOZKIR AYDINLIĞINDA AŞK, Can Yayınları, 2011). Böylece gerçeği daha yoğun yaşamak, ayrıntılardaki gizleri görmek kolaylaşıyor. Her öykünün olay akışı birbirine benzemediği için ayrıntıların yorumu değişik gerçeklere ulaştırıyor bizi. O zaman bilinen bir olayı değil, olayların arkasındaki gerçeği görmüş oluyoruz. ÇOCUKLUKTAN OLGUNLUĞA Adnan Binyazar, ergenliğe doğru, 7 yılı Kocamustafapaşa’nın dar sokaklarında geçen, “bir ölünün kaputa sinmiş ter kokusunu” soluyan, cumbalı bir evin sesine tutulduğu kızına kendini kanıtlamak ister gibi, “duygu günahı” işleyen bir çocuğu anlatırken; aslında, anı yüklü sokakların öyküsünü anımsatıyordu (Üç Sokağın Kimsesizi). Adnan Binyazar öyküleri, kendinden yola çıkarak anlatılsa bile, artık kendini aşan, üzerine üzgünlüğün gölgesi düşmüş öykülerdir. “Ulufeci Sokağı”nın çocuğu aşçı dükkânında çıraktır. Sevdiği kıza gösteriş yaparken 90’lık Karnik Ağa’yla uğraşır. Adnan Binyazar, “vicdan acısı belleğin güzellik görüntülerini köreltir” anlayışıyla, “zaman dediğimiz uzamsızlıkta”, anılar arasında eriyen gerçeği anlatıyor. Kitaba adını veren “Bozkır Aydınlığında Aşk” öyküsü, cinselliğin kıyılarında dolaşan, ama birbirine dokunamayışın büyüsünde yaşayan iki sevgiliyi anlatıyor. Geri dönmenin eşiğindeki insan o sevi ilişkisini yitirecek mi? Yoksa o sevgiliyle sonsuza dek yaşayacak mı? Adnan Binyazar bu duyarlığı şöyle yorumluyor: “Dönüşsüzlüğün karanlığında bir yitiriş olduğunu bilmeseydim o ayrılışın, saydam bedenini, sesin nergis kokan tınısını canıma sokup sonsuza değin saklamaz mıydım?” “Dönüşsüzlüğün karanlığı”, “sesin nergis kokan tınısı” gibi yoğun anlatımlar düşlem gücünü çoğaltan incelikler içeriyor. İnsan kalabalığının uğultusu, görkemli yapıların göğe tırmanışı insanı kendinde eksiltiyor. “Bacaklarını edep soylusu hanımlara özgü bitiştirip oturan” o kadın: “Uçak saatine kadar benim konuğumsun. Bir öykünde ‘Ayaklarım beni hep bozkıra sürüklüyordu. Uzaklara baktıkça; gün ağarırken de, gün kararırken de bulutların bozkırı yuttuğunu görüyordum’ diyorsun. Oraya, bozkıra, bozkırın aydınlığına götüreceğim seni” diyordu. SAYFA 22 11 AĞUSTOS bezekler yerine, bir durumu, bir insanı yoğun bir dille anlatmasına dayanıyor. Bu dil yoğunluğuna nasıl vardığını Rozerin Doğan’a şöyle anlatıyor: “Bu dili ben yakalamadım. Tam tersine, ağıtlardan, deyişlerden “Binbir Gece Masalları”na “Evliya Çelebi Seyehatnamesi”ne, Yaşar Kemal’e, o beni bulup biçimlendirdi” (Cumhuriyet KİTAP, Duygu Günahı İşleyenin Bağışlayanı Yok, 7 Temmuz 2011). Yazının bir yaratı işi olduğunun ayrımına varmayanlar biçem özelliğinin gizlerini bilemez. Adnan Binyazar diyor ki: “Sanat, varlığı sonsuzluğa erdirme edimidir. Yaratma tutkusu, dostu da, zamanı da öteler. Bunun bilincinde olmayanlar, tutkuyla hevesi birbirine karıştırır, sanatı oyalanma sayarlar” (Toplum ve Edebiyat, Yaratma Tutkusu, Can Yayınları, 2010). Bozkırda değişik bir sevi ilişkisi mi yaşanacaktı? Belirsizlikler içindeki yakınlaşmaları tetikleyen bir söz, bir bakış, bir davranış olmalıydı. “Sevda çekenler, çok uzaklarda da olsalar birbirlerinin içinden geçenleri bilirler” diyordu kadın. Bozkır doğasının dinginliğinde onlar daha mı yakın olacaklardı birbirlerine? Yakınlaşmayı kıran engeller mi vardı? Oysa kadın arkadan sarılmıştı adama. Yumuşacıktı: “Sırtımda bir kedi başı ılıklığında ak memelerinin yumuşaklığını duydum.” Onlar, biri coşkulu, biri düşsel ruh ikizleri miydi? Dönüş uçağını kaçırma kaygısı mıydı adamı sevi yakınlığının gerisinde tutan? YARATMA TUTKUSU “Sağ kalabilmek fırsatı”nı yakalayan insan uzun yaşamanın gizlerine varabilir. O kusursuz denge bozulmaya görsün; genç ölen bir sevgilinin gönül ıssızlığına dalması, ölüm gibi sessizliğin sesiyle yoklar sizi (Eğri Göl). Aldatıcı çağrışımların sunduğu sevi yorar insanı. O sessiz gülümsemedeki dinginliği özlersiniz. Adnan Binyazar kendinden yola çıkarak anlatır öykülerini. Ama o artık kendi değildir. Kendini aşmış, yeni bir yaratının izlerini sürmektedir. Yazının büyülü dünyasına giren insan kendinden kurtulmanın çabası içindedir. Adnan Binyazar bu durumu şöyle yorumluyor: “Yazarlık, sözcük avcılığıdır. Uzakta iken daha da uzaklaşan bir sevgilinin izini sürüyorsanız, gönüllü olarak sözcük tanrısına kulluk eylersiniz. Yazının engin denizlerinde kulaç atmaya kalktın mı da, sen “sen” olmaktan çıkar, sözcüklerin güdümüne girersin. Yazacaklarını belleğinde aramayagör, kafatasında dünya yuvarlağı kadar büyük beynin, yüreğinde lavlar patlar” (Yol Özlemleri). Adnan Binyazar’ın biçem özelliği, gereksiz 2011 layışını getirse bile, Prometheus ile Sisifos birer umuttur (Buluntu Bebek). “Ateşi çalıp insana armağan eden” Prometheus, “cehennem kuyularından yüklendiği bir kaya parçasını dağın doruğuna çıkaracakken onu tekrar aşağılara düşüren Sisifos insanlık için birer umuttur. Kendinden vermenin, insanlık için çalışmanın umudu. Romana bile bir büyük deneme gözüyle bakılırsa, iç gerçekleri anlatan öykü, denemedeki soyut derinliğin olanaklarıyla bütünleşir. Umudun öyküsünü anlatıyor Adnan Binyazar. Umut yarınları yakınlaştıran bir güç mü, insanı avutan bir boş hayal mi? Adnan Binyazar umutsuz görünüyor: “Oysa umut öyle kalleş bir duyguydu ki, en umutsuz insan bile dara düşünce ona sarılıyor.” YALNIZLIK Yalnızlığa çekilerek kendini iyileştirmeye çalışan insan da var, yalnızlığa bırakılıp içten içe tükenen insan da. Adnan Binyazar, genç yaştaki eşini yitiren insanın yalnızlığını şöyle tanımlıyor: “Öyle bir duyguydu ki yalnızlık, Tanrıinançgüvenkişilik sağlamlığıbenimsemebenimsenmeinsan sevgisibir sevgiliye tapınçla bağlanıp onu yaşamsal umuda dönüştürmeintikamihanet; hangi duyguya hangi güce sığınılırsa sığınılsın, yalnızlığa ilaç bulunamıyordu.” Kentin uzağında, bir bitpazarının çöplüğünde, ela gözlü bir taşbebeğin bakışlarındaki yalnızlık öykü kahramanının içine işler. Onu çöplükten kurtarır. Evine getirip bir güzel yıkar. Ona yeni giysiler alır. Demek bir taşbebek bile insanı yalnızlıktan kurtarmaya yetiyor. Metin Eloğlu’nun ilk şiirlerinden biriydi: “Yalnızlık koyar insana Toprak ölür, su ölür. Eski Robenson, hani şu bildiğimiz Aşktan ve gayeden uzak.” Taşbebek bir simgedir artık. İnsanı yalnızlıktan kurtaran bir simge. Anılarla iletişim kurmayı, yaşamayı kolaylaştıran bir simge. “Bozkır Aydınlığında Aşk”taki denemeyle bütünleşen bu yoğun öyküler toplamında belki de tek bir konuya ilgimizi çekmek istiyor Adnan Binyazar: Çocukluktan yaşlılığa doğru bir büyük yalnızlık içinde olduğumuza, Çocukluk oyunlarından taşbebeğin yüzünde donan üzgün gülümsemeye kadar bir büyük yalnızlıktır yaşadığımız. Yalnızlığa çekilmenin dinginliği içinde değiliz. Kalabalıklar arasında bile yalnız kalmanın boşluğu içindeyiz. Ölüme sığınarak, o gerçek yalnızlıktan silinip gidecek miyiz? Yeni bir sevi ilişkisinde kendimizi sınayarak o yalnızlıktan kurtulabilecek miyiz? Adnan Binyazar’ın usta kalemi, yoğun bir biçem özelliği içinde bizi kendimizle baş başa bırakıyor. O öykülerdeki yalnız insanla kendi yalnızlığımızı sınamamızı istiyor. Bizi düşündüren, içimizde çoğalan öyküler... Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: BULANIK BELLEK Geçen zamanı anımsamak, o yitik zamanı yazıda yaşatmak isteriz. Ama bellek unutkandır. Belleğe tutunmaya çalışarak geçen zamanı yeniden kurgularız. Belleğin o karanlık odalarını Adnan Binyazar şöyle anlatıyor: “Son günlerde en yakınlarımın bile adını unutup zamanla mekânı birbirine karıştırıyor, “Hep böyle olursa ne yaparım, dört bir yanımı saran bu bilinçsizlik çemberinden nasıl kurtulurum!..” diye hüzünlenip çaresiz duygularla kendimi belleğimin karanlık odalarına sürüklüyorum.” (Metroda Bir Kırmızı Pabuçlu). Öyküyü anıların derinliğinde aramanın anlamı kalmadı artık. “Her yüz bir öykü yazar” diye boşuna söylenmemiştir. Metroda, karşınızda oturan “Kırmızı Pabuçlu” kadına da bir öykü uydurursunuz. Düşlem gücümüzdeki gerçek arayıp da bulamadığımız gerçektir belki. Çünkü inanılması gereken sözcüklerin gücüdür. İster bir çocukluk anısından yola çıkın, ister bir sevi ilişkisinin alışmadığımız ayrıntıları üzerinde durun, ister günün ince bölümleriyle kendinizi denetlemeye çalışın, alıştığınız bir olay öyküsü karşısında değilsiniz. Adnan Binyazar küçük bir ayrıntıyı kendince yorumlarken yaşamaya değişik bir kapı aralar. Belki asıl öykü içinizde sürer gider. Öykülerin birinci kişi ağzıyla anlatılmış olması yazarın kendinden söz açtığı anlamına gelmez. Bir yazar kendinden yola çıkabilir. Ama artık o kendi değildir. Belki kendine bile uzak düşen bir öykü kişisidir. ÇÖZÜMSÜZ KARMAŞA Bir yazar ne anlatacağının bilincinde olmalıdır. Bir olaydan yola çıksa bile, insanı, yaşama düzenini kendince yorumlamalıdır. Önemli olan insana, yaşamaya nasıl baktığıdır. Adnan Binyazar için “Hayat, çözümsüzlükler karmaşasıdır.” İnsan en çok kendini tanıyabilir ama, “belleğini karanlık rüzgârlara kaptıran bir yalnız adam” kendini nasıl yorumlasın? Düz anlatımdan kendini kurtarmak, anlatılmayanın izini sürmek gerekir. Adnan Binyazar için Edgar Allan Poe’nun “Kuzgun” şiiri, umudu körleştirse bile, insandan daha tutsak bir yaratık olmadığı an Mustafa Şerif Onaran Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1121
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear