25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

O N âzım Hikmet, çağdaş Türk şiirinin en önemli şairlerinden. Hakkında çok araştırma yapılmış, şiiri, siyasi görüşleri, özel hayatı hakkında çok konuşulmuş bir şair. Özel hayatı ve siyasi görüşleri en ince ayrıntısına kadar incelenirken eserlerine daha çok ideolojik olarak yaklaşılmış, öyle değerlendirilmiş. kuduğum Kitaplar MET N CELÂL Kayıp Destan’ın İzinde dizelerini eser dışında bırakmış. Erkan Irmak yaptığı karşılaştırmadan Kuvâyi Milliye’nin alt başlığına yakışır şekilde destan tanımına uyduğunu kahramanlarını yücelttiğini oysa manzaraların hem biçimsel olarak hem de yazılışı, kahramanlarını işleyişi ile “bir modern epik” olduğu sonucuna varıyor. Erkan Irmak’ın Kayıp Destan’ın İzinde’si Nâzım Hikmet’in iki büyük eserine getirdiği edebiyat içi ve eleştirel yaklaşım açısından dikkate değer bir çalışma, Kuvâyi Milliye Destanı’nı ve Memleketimden İnsan Manzaraları’nı yeniden okumaya, üzerinde düşünmeye, tartışmaya çağırıyor. Erkan Irmak Çağdaş Türk şiirinin akışını değiştiren, halen çok okunan ve çok sevilen Nâzım Hikmet’in şiirlerini edebi ve estetik açıdan inceleyenlerin sayısı ise çok az. Bu işi kitap boyutuna getirebilenler ise parmakla sayılır sanırım. Bunda kuşkusuz akademisyenler siyasi çekincelerle büyük şairden uzak durması, tutulması önemli bir etken. Erkan Irmak, Kayıp Destan’ın İzinde’de de (2011, İletişim Yay.) kitabın “Kuvâyi Milliye ve Memleketimden İnsan Manzaraları’nda Milliyetçilik, Propaganda ve İdeoloji” altbaşlığından da anlaşılabileceği üzere Nâzım Hikmet’in bu iki önemli eserini inceliyor. Yeniyazı dergisinden tanıdığımız, biyografisinden akademisyen olduğunu öğrendiğimiz Erkan Irmak, “2009 Memet Fuat Eleştiri/İnceleme Ödülü”nü kazanan Kayıp Destan’ın İzinde de Kuvâyi Milliye Destanı’nın yazılış öyküsünü araştırarak işe başlıyor. Nâzım Hikmet 1937’de hapisten çıktıktan sonra hiçbir yerde iş bulamıyor, bulduğu işlerden de ayrılmak zorunda kalıyor. Bunun nedeninin resmi kişilerce işverenlerin siyasi durumu hakkında uyarılması olduğuna inanıyor. “Yetkilileri artık yasadışı örgütlerle ilişkisi kalmadığına” inandırabilmek, iş bulmasının engellenmemesini sağlamak amacıyla Ankara’ya gidiyor. Şevket Süreyya Aydemir’in evinde verdiği bir akşam yemeğinde Kurtuluş Savaşı’nı, Milli Mücadeleyi konu alan bir destan yazması önerisini alıyor. Öneriyi getiren dönemin Emniyet Umum Müdürü Şükrü Sökmensüer’dir. Nâzım Hikmet, Sökmensüer’in önerisini rejimle barışmasını sağlayacak gayri resmi bir bildirim olarak algılıyor. O dönem rejimle ya da devletle barışmak amacıyla şairlerin, yazarların, sanatçıların bu tür eserler verdiklerini biliyoruz. O nedenle Nâzım Hikmet’in böyle bir teklif almış olması şaşırtıcı değil. Ama Nâzım Hikmet bu öneriyi ancak 1938’de, 28 yıla mahkum edilip tekrar hapis edilince hatırlıyor ya da ciddiye alıyor. Çünkü tüm hayatını hapislerde geçireceğine inanmaya başlamıştır artık. 1939’da Kuvâyi Milliye Destanı’nın ilk versiyonunu yazıyor. Destan’ın ilk versiyonundan parçalar mektuplar aracılığıyla dolaşmaya başlıyor, hatta şairin bilgisi SAYFA 12 14 TEMMUZ dışında bazı dergilerde basılıyor. İlk versiyon, Atatürk’ün Nutuk’undan alıntılarla bezenmiş, resmi tarih görüşünü izleyen bir bakış açısıyla yazılmış. 1941’de destanın beklenen etkiyi yapmadığını, durumunda bir değişiklik olmayacağını anlayan Nâzım Hikmet Kuvâyi Milliye Destanı’nı elden geçiriyor ve bugünkü haline yakın bir metin ortaya çıkıyor. Destanı basmak üzere gazetelerden, yayıncılardan tekliler alıyor ama kabul etmiyor.1950’de hapisten çıktığında yine iş bulamayan, üstelik yazdıklarını da bastıramayan Nâzım Hikmet, bir çıkış yolu olarak basılmak istenen tek eseri Kuvâyi Milliye Destanı’nı telifini peşin alarak İnkılap Kitabevi’ne satıyor. Bir süre sonra da öldürülme, askere alınma, tekrar hapis edilme gibi tehditlere dayanamayacağını anlayınca yurtdışına çıkıyor. Destan 1968 yılına kadar basılamıyor. Nâzım Hikmet, 1942’de destanı tekrar ele alıyor ve bu metni Memleketimden İnsan Manzaraları içinde değerlendirmeye karar veriyor. Yazılışı 1947 sonuna kadar süren ve tamamlanamayan Memleketimden İnsan Manzaraları şairin şiir anlayışında büyük bir değişimi ifade eden bir yapıt. Şiir yapısı içinde tiyatro, senaryo, roman, mektup gibi birçok türden yararlanıyor, türler arası ilişki kuruyor. Manzaralar, ideolojik olarak mevcut düzeni eleştiren, yeni bir dünya öneren toplumcu bakış açısıyla yazılmış, uzun bir zaman aralığını kapsayan, iki yüze yakın karakterin ve onlarca olayın yer aldığı beş yüz sayfalık dev bir eser. Erkan Irmak’ın yaptığı karşılaştırmalardan ve örneklemelerden Memleketimden İnsan Manzaraları’nın Kuvâyi Milliye Destanı ile “tümüyle çatışan ideolojik bir arka plana sahip” olduğunu görüyoruz. Nâzım Hikmet, destannı manzaralara katarken ideolojik olarak da ana metne uyumlu hale getirmiş. Destanın resmi tarih anlayışını yansıtan 2011 BİR ÖMRÜN KIYILARINDA Orhan Suda hem siyasi çevrelerde hem de edebiyat dünyasında genç kuşaklarca ismen bilinen ama pek tanınmayan biri. Bunda kuşkusuz onlarca yıldır yurtdışında yaşamak durumunda kalması büyük bir etken olmuş. Yeni basımı yayımlanan Bir Ömrün Kıyılarında (Haziran 2011, Literatür Yay.) ve Orhan Suda Halim Spatar Mektuplar (Haziran 2011, Literatür Yay.) ile yıl başında yayımlanan Nezihe Meriç Orhan Suda AixLondraİstanbul Mektupları (Ocak 2011, Yapı Kredi Yay.) moda deyimle Orhan Suda’nın görünürlüğünü arttırdı. Bir Ömrün Kıyılarında ailenin öyküsü ile başlıyor. Cumhuriyetin ilk yıllarında, Ankara’da yaşanmış çocukluk anıları ile sürüyor. Şefkatli üvey babanın sevgisini hissederek büyüyor. Ankara’nın ünlü Taş Mektep’inde Türkçe öğretmenine duyduğu gizli aşk, Nurullah Ataç’ın Cevdet Kudret’in edebiyat dersleri okuma tutkusunu iyice arttırıyor. 16 yaşında bir lise öğrencisiyken Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu’nda çalışıyor. Sabahattin Eyuboğlu, Melih Cevdet Anday, Orhan Veli, Oktay Rifat gibi şair ve yazarlarla iş arkadaşı oluyor. Suut Kemal Yetkin’in Sanat ve Edebiyat dergisinde çalışıyor. Kısa bir süre Devlet KonserOrhan Suda vatuvarı Tiyatro Bölümü’nde okuyor. Liseye Edebiyat ve Latince Bölümü’ne dönüyor. Orhan Suda ketum biri. Tarih vermeyi hiç sevmiyor. Biyografisinde doğum tarihi yok, kitapta da hemen hiç tarih vermiyor. İlk verdiği tarih 1949. Kuyumcu babası alkolik olup evi geçindiremez hale gelince dayısının yanına Gölköy’e gidiyor, Kastamonu Lisesi’ne yazılıyor. Gidip gelmek zor olunca yatılı oluyor ve bir sabah okulun duvarlarına yazılmış komünizmi öven sloganlarla uyanıyorlar. Beş zanlıdan biri Orhan Suda. Orhan Suda dayısı dahil kimseyi duvarlara yazı yazmadığına inandıramıyor. Kastamonu’dan ayrılıp İzmir’e annesinin ve kardeşlerinin yanına gidiyor. Okuldan kopuyor, çok yoksul ve sıkıntılı bir yıl geçiriyor. Ankara’ya dönüyorlar, İstatistik Genel Müdürlüğü’nde çalışmaya başlıyor, İsviçre’ye öğrenci olarak yollanması söz konusu. O sırada tutuklanıyor. Yıl 1952 Eylülü, Orhan Suda ünlü 1952 Tevkifatı kapsamında tutuklanıyor. Suda şimdi biz okurlarına bazı şeyleri açıklamak durumunda. Tatlı tatlı çocukluk, ilk gençlik hatıralarını anlatırken siyasi faaliyetlerini es geçmiş. Ankara’da Atatürk Lisesi yıllarından itibaren TKP üyesi olduğunu bu tutuklama ile birlikte öğreniyoruz. Sansaryan Hanı’nda sorgulanmasını, Harbiye Askeri Cezaevi’ndeki günleri, daha sonra dost kalacağı ve mektuplaşmalarını okuyacağımızı Halim Spatar’ı ve Ruhi Su, Ahmed Arif, Enver Gökçe gibi TKP’lileri anlatıyor ama nasıl partili olduğunu, ne gibi eylemler yaptığını ne bize ne de sorguculara anlatmıyor. Sadece diğer tüm hücre arkadaşlarının itiraf ettiğini öğrenince o da TKP üyesi olduğunu kabul ediyor. Tahliye sonrası İzmir’de, Ankara’da gazetecilik, 27 Mayıs darbesi olurken “sakıncalı” askerlik, Aziz Nesin’in Düşün Yayınları’nda çalışması. Suda Yayınları’nı kuruşu. Orhan Suda aşklarını, evliliklerini de birer cümleyle geçiyor. Eşi Sevgi Hanım birdenbire beliriyor kitapta. Siyasi dönüşümünü Troçkist olmasını da anlayamıyoruz. 1978’de yayınevini kapatıp Fransa’ya gidişi de bir bölüm başında aniden oluyor. Halim Spatar’a yazdığı bir mektuptan Troçki’nin Lenin kitabını çevirip yayımlaması nedeniyle ceza yediğini öğreniyoruz. Bu arada karşılıklı mektuplaşmalardan ve Orhan Suda Halim Spatar Mektuplar kitabında yer alan parçalardan Halim Spatar’ın da kaleminin kuvvetli olduğunu, yazsa anılarından çok şey öğrenebilecğimizi fark ediyoruz. Bakalım Spatar kuşağının ketumiyetini yıkacak mı? Bir asra yaklaştığını (!) tahmin ettiğimiz hayatı öylesine renkli ve dolu dolu geçmiş ki Orhan Suda’nın tüm ağzı sıkılığına rağmen kalemi kuvvetli olduğu için keyifle okunan ama ayrıntıları merak edilen bir yapıt ortaya çıkmış. Keşke önemli dönemeçleri atlamadan, kendini gemlemeden yazsaymış diyorum. Böylece Cumhuriyetin önemli yıllarına dair kıymetli bir tanıklık da ortaya çıkacakmış. Neyse ki anılardaki eksikleri Nezihe Meriç ve Halim Spatar’la mektuplaşmaları bir nebze tamamlıyor. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1117 CUMH
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear