25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Peter Ackroyd’dan ‘Victor Frankenstein’ın Vaka Defteri’ İyi misin, deli misin Frankenstein? Geçtiğimiz aylarda Peter Ackroyd’dan Poe: Kısacık Bir Hayat’ı okumuştuk. Önceki yıllarda hem romanları hem de yazar ve düşünürleri ele alan kitaplarıyla Ackroyd’un okur belleğimizde hep özel bir yeri oldu. Londra’nın o muhteşem kasvetinin satırlardan sızarak yazarın kaleminden zaman ve mekânla ilişkilenen hikâyeleriyle kitaplıklarımızda yer alan kitaplarına bir yenisi daha eklendi: Victor Frankenstein’ın Vaka Defteri. ? Selvi SERİN vet, Victor Frankenstein’ın Vaka Defteri, Mary Shelley’nin ölümsüz eseri Frankenstein’a bir saygı duruşu niteliğinde. Mary Shelley, 1818’de Frankenstein adlı romanı yazdı ve eser kült olma mertebesine erişti. Mary Shelley’nin romanında yer alan en yüzeysel fikir olan “insan cesetlerinden elektrik akımı vasıtasıyla yaratılan bir varlığın canavara dönüşmesi” teması Hollywood tarafından korku türünün vazgeçilmez klişelerinden biri haline dönüştürüldü. Üzerine birçok hikâye yazıldı ve filmler yapıldı. Hatta zaman zaman öyle bir hal aldı ki klişe üzerine klişeyle hem edebiyatta hem de sinemada kötü tekrar ve kopyalarla can sıkıcı bir hale geldi. Peki, ya bu kitapta durum ne? Bazı eleştirmenlere göre gerçekten bir saygı duruşu, bazılarına göre ise bayıltıcı... Önce romana bir göz atalım. BEN, VICTOR FRANKENSTEIN Victor Frankenstein’ın Vaka Defteri’nin anlatıcısı Frankenstein’ın ta kendisi. Frankenstein, Alplerdeki çocukluğu sırasında rüzgârların ortasında sevinçten yaşadığı coşkuyu anlatıyor önce. Evrenin Yaratanı’na “Ey, dağların, buzulların Tanrısı, ne olur esirge beni! Buzun ve karın ortasında senin ruhunu görüyor ve yalnızlığını hissediyorum” diye haykırıyor. Etrafını kuşatan evren içinde eriyip kaybolduğunu ya da evrenin benliği tarafından emildiğini hissettiğini haykırıyor. Tüm bunlara rağmen Frankenstein o zamanlar hiçbir ayrımın bilincinde olmadığını da söylemekten çekinmeyerek tabiatın şiiriyle kutsandığını ilan ediyor. Sanki geleceği görüyormuşcasına da şunları söylüyor: “Ben, Victor Frankenstein! Tabiatın sırlarını öğrenme yönündeki samimi arzumla kınkanatlı böceği, kelebeği inceleyecektim. Bugün hatırlayabildiğim ilk duygular (sırlar bir bir çözüldükçe yaşadığım) arzu ve sevinçtir. Babamın aldığı mikroskopla dünyanın gizli varlıklarını, tarifi imkânsız bir merakla inceledim. Kim incelemek istemez ki görünmeyeni, bilinmeyeni? Küçücük organizmalara nakşedilmiş, onları hareket ettirip bir araya getiren güç, içimi büyük bir merakla doldurdu.” Frankestein hemen daha sonra Londra’da Oxford Üniversitesi’ne gelişini ve burada şair Percy Bysshe Shelley ile tanışmasını anlatıyor. Yakın arkadaş olan ikili Shelley’nin müdavimi olduğu ateist ve agnostik çevrelerde takılıyor, Lord SAYFA 14 ? 1 ARALIK Evet, beklenmedik (yoksa bekliyor muyduk?) bir şekilde romanın ortalarında bir canavar peydahlanıyor. Frankenstein’ın bilim adına bir zafer anı olmasını planladığı her şey yıkıma dönüşüyor. Çevresine korku salan bu canavar, Shelley’nin genç eşini boğuyor. Peki, bu canavar adı gibi gerçekten korkunç ve kötü mü? Frankenstein gerçekte korkunç bir deli mi, yoksa bilime duyduğu müthiş tutkunun kurbanı mı? Bu söz konusu olan canavar hayata toplumsal ve dinî ahlak kuralları tarafından gölgelenmeyen bir bakış açısıyla nasıl yaklaşıyor? Romanın esas kötü adamı kim? Canavarın bedeni o kadar kötü, çirkinken ve aklı da o kadar temiz, berrakken bu söz konusu olan tuhaf çelişki okuru gerçekten nereye ve neyi düşünmeye götürüyor? Tüm bu soruların yanıtı Victor Frankenstein’ın Vaka Defteri’nde… 2009’UN EN İYİ ROMANLARINDAN BİRİ OLARAK GÖSTERİLDİ AMA... Gelelim romanla ilgili olarak yapılan eleştirilere: Romanın çatısında en kötü kararın Frankenstein’ın canavarını genç, veremli, neredeyse Keats karakterlerine benzeyen bir doktor olarak betimlemesi olarak görülüyor. Ackroyd karakterine mahcup bir şekilde Jack Keat adını vermiş. Gerçek ile kurmacanın çatışmasında kalan yazar aslında esas itibariyle Frankenstein’ın doğuşu ve bu doğumu mümkün kılan entelektüel zirve noktası hakkında yazmış. Mary Shelley’nin yaptığı gibi, Ackroyd da hikâyesini anlatmak için Frankenstein ile canavarı bir araya getirmiş. Burada canavarın, hızla insani öğrenme süreçlerinden geçtiğine tanıklık ediyor okur. Tabii kurmaca ile gerçek arasındaki çatışmanın ortasında kalmanız kaçınılmaz. Bu çatışmayı sevenler için elbette sorun yok. Bazı eleştirmenlerin ortak görüşü Ackroyd’un, hikâyenin entelektüel ve duygusal yoğunluğunu ve trajik idealizm atmosferini koruyarak Frankenstein efsanesine kayda değer bir katkıda bulunduğu yönünde birleşiyor. Tabii romanın New York Times tarafından 2009’un en iyi romanlarından biri olarak gösterildiğini de atlamayalım. Chatterton, Doktor Dee’nin Evi, Oscar Wilde’ın Son Vasiyeti, Londra Yanıyor gibi romanlarında yazar kurmaca ile gerçeğin çatışmasını ve dönemin Londra’sının büyülü coğrafyası ile birleştirerek gözler önüne seriyordu. Victor Frankenstein’ın Vaka Defteri içinde aynı zaman ve mekân gerçekliği kurgunun içinde yer alıyor. Diğer kitaplarına nazaran eleştirmenler tarafından en zayıf halka olarak görülmüyor değil aslında roman. Londra merkezli post modern romanları gözüpek ve eğlenceli bir şekilde yazan Ackroyd bu kez eleştirmenleri pek memnun etmedi. Independent’ta yer alan bir eleştiriye göre Vıctor Frankenstein’ın Vaka Defteri, saygı gösterisinde bulunduğu Mary Shelley’nin yapıtından muazzam farklılıklar gösteriyor. Şu çok açık Ackroyd bu romanla Frankenstein’ı yeniden yazmış değil, tarihi bir döküm yapmış ve kurmaca ile gerçeğin arasındaki gelgitleriyle bunu öyle bir başarmış ki pek bir şey söylemeye gerek yok. Yine de son söz okurun. Ama bu arada hatırlatalım; roman yakında Timur Bekmambetov tarafından da sinemaya uyarlanacak. ? Victor Frankenstein’ın Vaka Defteri/ Peter Ackroyd/ Çeviren: Duygu Akın/ Yapı Kredi Yayınları/ 284 s. E Byron ve ilk vampir hikâyesinin yazarı olarak nitelendirilen John Polidori gibi edebî şahsiyetlerle tanışıyor. Ackroyd’a göre, Victor Frankestein ile Shelley’nin dostluğu ikilinin öğrenci olarak bulundukları Oxford Üniversitesi’nde giriştikleri din üzerine bir tartışmadan sonra başlıyor. Romanın ilk bölümlerinde anlıyoruz ki, Victor Frankenstein hayat yaratmaya meraklıdır; Shelley ise dizelerine hayat vermeye ve okulun kurallarını çiğnemeye başlamıştır bile. Akademinin boğucu kurallarını delmeyi alışkanlık haline getiren Shelley, üniversiteden atılır. Londra’ya taşınma planları yaparken, o zamana kadar bir hayli bağlandığı yakın arkadaşı Victor’u da Londra’ya gelmeye ikna eder. Bu arada Victor Frankenstein doğanın sırları, yaşam özü, anlamı, doğası gibi felsefi sorunlarla ilgilense de çok geçmeden yeni keşfedilen elektrik akımının evrendeki bütün enerjinin kaynağı olup olmadığını sorgulaması üzerine ilgi alanını değiştirir. Shelley’le birlikte Londra’ya giden Victor Frankenstein “çalışmalarına” devam etmesi ve ilgi alanına yoğunlaşması için burası muhteşemdir. Çalışmalarına yoğunlaşmak üzereyken çok sevdiği kardeşi Elizabeth’in ölüm döşeğinde olduğunun haberini alır. Eve gider, ancak kardeşiyle çok az zaman geçirebilir. Kısa süre sonra da babası hayatını kaybeder. Ölümün olanca ağırlığı içine çökmüştür. Bu sonun başlangıcıdır belki de… Merakla başladığı çalışmalar, deliliğin sınırlarında sürdürmeye başlar. Londra’ya döndüğünde hem ruhsal yanını hem de bilgi açlığını gidermeye yarayan deneylerine devam eder. Yaşadığı ölümler yüzünden artık yaşam süresini uzatmaya yönelik çalışmalarına daha bir azimle sarılacaktır. DELİ Mİ, KÖTÜ MÜ YOKSA SADECE BİLİM İNSANI MI? Peter Ackroyd, romanında, kahramanımız Frankenstein sadece hayatını yeni kaybetmiş bir insanın cesedini diriltiyor. Bu açıdan Shelley’nin bizim bildiğimiz kült romanından ayrılıyor. 2011 Hayatını yeni kaybetmiş cesetler üzerinde çalışan kahramanımız için ceset bulmak aslında biraz zor. Bu aşamada Frankenstein’a yardımcı olanlar ise Kıyamet Adamları. “Diriltici” olarak anılan mezar hırsızları, Frankenstein’a deneyleri için ceset temin etse de Frankenstein’ın üzerinde çalışacağı cesetlerin birtakım özelliklere sahip olması gereki Ackroyd da hikâyesini anlatmak için Mary Shelley’nin yaptığı gibi, Frankenstein ile canavarı bir araya getirmiş. yor. Hayata döndüreceği ve ihtiyacı olan cesetlerin kafası ağır hasar almamış, parçalanmamış olmalı. Organların eksiksiz ve tam olması da diğer bir şart. Nitekim Kıyamet Adamları Frankenstein’a istediği gibi cesetleri getiriyorlar. Tuhaf bir şekilde bu gelen cesetlerin, nereden ve nasıl geldiği kahramanımız tarafından sorgulanmıyor. Sorun bu da değildir tabii. Romanın buradan sonrasını anlatmak tüm sürprizi bozabileceğinden okuru bu müthiş kurmaca macera okuma keyfinden mahrum bırakmayalım. Kurmaca ve gerçeğin nerede birbirine geçtiği ve nerede ayrıldığını gördüğün de, okur da Frankenstein gibi sürünceme de kalacak. Romanın en güzel yanı da bu tabii… Yine de okurların iştahını kabartacak birkaç ipucu vermekte masum bir şekilde sakınca görmüyoruz. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1137
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear