Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
¥ konjonktürel karmaşanın etkisiyledir ki; “Türkiye Malezya olur mu?” gibi sosyolojik alt yapılardan yoksun bir biçimde tartışılan bir konu, Malezya’daki başı örtülü kadınların fotoğrafları aracılığıyla temsil edildi. Görüntü ve imajlar, sözün ve ağırlıklı olarak da yazının önüne geçmiştir. İnsanlar fotoğraf aracılığıyla, bir konu hakkında yorum getirmekte ve ahkâm kesmektedirler. Eline cep telefonunu alan fotoğrafçı/haberci kesilmiştir. “Ruh kirlenmesinin” hat safhalara ulaştığı noktada, modernizmin handikapının ne olduğu da Kevin Carter üzerinden tartışılabilir. Onun çektiği fotoğraf, bu handikapın dişlileri arasında hâlâ sıkışmaktadır. Mona’nın Kevin hakkında yürüttüğü bu yorumu okuyucu/seyirci olarak kendimize de yöneltmemiz, dekor olarak arkada bulunan o fotoğrafı bir kez de kendi akıl süzgecimizden geçirmemize neden olacaktır: KEVIN Güldürme beni... Benim gördüğüm ölümler, tabiatın yarattığı felaketlerin neticesi değildi. Bir afet, ne bileyim sel kasırga deprem değildi. Bu ölümler yaratıkların yarattığıydı. (s. 19) PİŞMANLIK DENİZİ Mona’yla Kevin arasındaki atışma süratle devam eder. Mona, her konuşmasında ölen eşi Dan’den referanslar alır. Onun, Kevin hakkındaki görüşlerini aktarır. Kendisi de bir fotoğrafçı olan Dan, Kevin’ı kollamıştır zamanında. Şimdi pişmanlık denizinde sürüklenip giden bir dal parçası vardır Mona’nın karşısında. Kevin sürüklenip gitmektedir. Artık, onu kimse kurtaramayacak gibidir. Bitkin bir halde, çektiği fotoğrafın önüne gelir. Ödülü nasıl aldığından bahseder. Sonunun geldiğini anlamaya başlayan fotoğrafçı, kendisini terkeden Bethy’yi görmek ister. Angel araya girerek, Mona’yı uyarır. Tanrıya olan bağlılığı bunu yapmasını gerektirir. Ne olursa olsun, Kevin’ı suçlayamaz. Bunda, inancıyla birlikte zenci olmasının etkisi de olabilir. Kendisine telefon açılan Bethy önce telefonu dinlemeden kapatır; daha sonra eve gelir. Sürekli değişen bir rolle; kimi zaman Bethy, kim zaman Mona fotoğrafçı olur. Duvarda asılı duran o fotoğrafın etrafında Kevin çapraz sorguya tutulur gibidir. Üstelik; birisi kendisini terkeden Bethy, diğeri de arkadaşı Dan’in dul eşi Mona’dır. Herkes karenin içine kendince dahil olur. Kevin, giderek geçmişini anımsamaktadır: KEVIN (…) Gary bir defasında kutlamaların zor olduğundan bahsetmişti, neden diye sorduğumda, ‘‘buruk oluyorsun’’ demişti. Soweto’da beş kişi tarafından tren hareket halindeyken, çekilip sonra dövülüp taşlanan, gaz dökülüp yakılmadan önce de kafasından bıçaklanan kurbanı kurtaramamıştı. ‘‘Şoke oldum, tiksindim, korktum, heyecanlandım, dehşet hissettim, hep dehşet’’ demişti. Ama işini yapmak zorundaydı. (s. 35) Yukarıdaki replik, bir insanın aynı anda birçok duyguyu nasıl yaşadığını göstermesi açısından hayli mühimdir. Öyle ki günümüz dünyasının insanı, 2007’de internette en çok çocuk pornosu skandalarını, kavgaları, küfürlü/hakaretamiz görüntüleri tıklamıştır. Youtube sitesinde dünyada en çok izlenen CUMHURİYET KİTAP SAYI 960 görüntülerin başında; geyik sürüsünden bir av yakalayan kaplanlarla, sudan fırlayan timsahın arasındaki yemek mücadelesinin gelmesi tesadüf değildir. Paris Hilton’un gayrı ahlaki görüntülerinin ülkemizdeki erişim ağıyla birlikte güncellenmesi de… Hilton’un Türkiye’de havalimanına indiğinde, bir vatandaşın “Paris Hilton nasılsın?” diye Türkçe bir soru sorması da bunun sebebidir. Günümüz insanı, şizotipal sarmalın etkisiyle savrulmakta ve çeşitli duygu durum bozukluklarını daha sık yaşamaktadır. Irak yahut Afganistan gibi savaş bölgelerinde görevini ifa etmeye çalışan fotoğrafçıları/gazetecileri düşünürsek, durumun çarpıcılığı gözler önüne serilir. Kevin de, yaşadığı duygusal çalkantılarla birlikte çantasından Pulitzer sertifikasını çıkarıp Mona’ya verir. Kevin alması için ısrar eder. Ödül olarak verilen fotoğraf makinesini de Bethy’ye uzatır: KEVIN (…) Bunu bana ödül aldığım zaman vermişlerdi. Senin olsun istedim Bethy. Pek beğenmiştin. (s. 57) Oyunun perde bölünmesine gidilmeden ayrılan ikinci ve kısa olan bölümünde, Kevin’ı arabasında görürüz. Kulağındaki walkman ile birlikte kendi kendisine konuşmaktadır. Kendi ölümünü tıpkı bir fotoğrafı çekercesine anlatmaya başlar. Fotoğraf giderek kızıla boyanmaktadır: KEVIN (…)Zavallılar. Çocuğu neden kurtaramamışım. Bu fotoğraf bir zorlama. Akbabanın oradan gitmesini ben sağladım. Bir yandan da işimi yapmak zorundaydım. Siz olsanız ne yapardınız? (…) (ss. 5859) Bu soruyla birlikte, okuyucuya/seyirciye bir projeksiyon tutulur. Kişi, soruyla ve fotoğrafla birlikte baş başa kalmıştır. Kevin Carter’ın(6) kestiği hortumu arabanın egzosuna bantlamasıyla birlikte ölümüne tanık olarak… Fotoğrafın bir parçasıdır artık. Çünkü dünyanın bir parçasıdır!.. İstese de istemese de…? Yararlanılan Kaynaklar ve Dipnotlar: (1)Bkz: Salopek Paul, ‘Sahilde Kaybolmak’, National Geographic, Nisan 2008, No:84, ss. 94125. (Fotoğraflar: Pascal Maitre tarafından çekilmiştir.) (2)Bkz: Aydınlık, 3 Şubat 2008, S: 1072, s. 41. (3)Bkz: Aydınlık, 23 Mart 2008, S: 1079, s. 52. (4) Bkz: İpekoğlu Funda, Atar A.Pervin, Tokur Pınar, Yürümezoğlu Kemal, ‘Bakmak, görmek, gözlemlemek’, Cumhuriyet Bilim Teknoloji, 4 Nisan 2008, Yıl: 22, S: 1098, ss. 2021. (Koyulaştırılan vurgular şahsıma aittir.) (5) Cuma Boynukara, Yoksun, MitosBoyut Yayınları, 1. Basım, 2008. (6)Kevin Carter’ın yaşamına atfen, birkaç yönetmenin çektiği kısa filmlerden oluşan GÖRÜNMEZ ÇOCUKLAR filmine değinmemek olmaz. Bu filmlerden biri de, JONATHAN’dır. Jonathan, Afrika’daki siyah insanları da çekmiş, panik atak geçiren bir fotoğrafçıdır. Geçmişiyle yüzleşmeye giren adam, çocukluğuna döner ve boynundaki makineyle birlikte arkadaşlarıyla bir ormandan savaş alanına geçer. Orada savaşı, açlığı, mülteciliği yaşayan başka çocuklar vardır. Onları görür. Oradan ayrıldığında tekrar eski haline döner. Artık, hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Çocukluğu bile… SAYFA 19