Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Cuma Boynukara’nın ‘Yoksun’ oyunu üzerine Günümüze dair bir ahlak okuması Fotoğrafçı Kevin Carter’ın çektiği, açlıktan derisi kemiklerine yapışmış küçük bir Afrikalı kız çocuğunu ve oraya tünemiş bir akbabayı gösteren fotoğrafı bir sanat yapıtı olarak okuyabilir miyiz? Apartheid rejimi döneminde görev yapan ve çektiği fotoğrafla 1994’te Pulitzer ödülünü kazanan Kevin Carter’ı konu edinen Cuma Boynukara’nın ‘Yoksun’ adlı oyunu bu sorunun etrafında gelişiyor. Ë Neslihan YALMAN “ (…) Sahil, akıllarda hep coğrafi bir açlık sancısı olarak yer alır.” (Paul Salopek’in Sahilde Kaybolmak adlı yazısından, s. 112) alopek, National Geographic’te çevirisi yayımlanan yazısında(1) Sahra’nın bittiği yerdeki Sahil bölgesinden bahseder. Bu gazeteci, Çad sınırından gizlice Darfur’a girdiği için gözaltına alınmıştır. Bırakılınca, Sahil bölgesine geri dönerek bu makaleyi tamamlamıştır. Makale, “…Artık biz de tam anlamıyla Sahilli idik. Sahil bir çizgidir.” (s. 106) ifadesiyle açımlanmaya başlar. Darfur’a akın eden Kalaşnikof tüfekleriyle şekillenen yaşam belirtilir. Kabile yetkililerinin gücü bu biçimde yok edilmiş ve çevrede birtakım serenatlar da yeniden şekillenmiştir: “Keleş demek nakit demek/Keleş’in yoksa yok sana ekmek.”(s. 107) betin giderek hızlanmaya başladığını belirtebiliriz. Yoksulluk denizinde boğulan birçok Afrika ülkesinin, yeni dünya düzeninde piyon misali satranç tahtasına tekrar yerleştirildiğini de… Amerika’daki ilaç devleri tarafından kobay, İngiltere’deki zenginler tarafından yasadışı hizmetçi (köle) olarak kullanılan Nijeryalı çocukları da unutmayarak… Küresel yayılmacıların, nasıl besili canavarlar haline geldiklerini görebiliriz. Düşüncelerimizin yelkenlerini açtığımız şu noktada, Apartheid rejimi döneminde görev yapan ve çektiği fotoğrafla 1994’te Pulitzer ödülünü kazanan Kevin Carter’ı konu edinen Cuma Boynukara’nın Yoksun oyununa değinelim. Şu ifadelerin zemininde ilerlersek: “…Gözlemlemek, zaman açısından fazla bir süreyi gerektirir. Sanatçılar ve bilim insanları olay ve durumları kalp ve beyin gözüyle görmek durumundadırlar. Sanatçı sıradan bir insanın göremediği bir ayrıntıyı ortaya çıkarır ve sanatçılığını kanıtlar. (…) Farklı bakmak, farklı düşünmek, farkı hissetmek farkları, farklılıkları yakalamak ve gözlemlemek, aklın ve duyuların gücünü kullanmak, doğanın güzelliklerinin önündeki perdeyi aralar. Bizi yepyeni dünyalarla buluşturur.”(s. 20)(4) Yukarıdaki sorulardan hareketle, fotoğrafçı Carter’ın çektiği, açlıktan derisi kemiklerine yapışmış küçük bir Afrikalı kız çocuğunu ve oraya tünemiş bir akbabayı gösteren fotoğrafı bir sanat yapıtı olarak okuyabilir miyiz? Fotoğrafçı denklanşöre basarken kalp gözüyle mi, beyin gözüyle mi görmüştür? Fotoğrafla karşı karşıya kalan bir alımlayıcı, onu hangi görme biçimiyle okuyacaktır? Yoksun’u bu sorularla birlikte okumaya başlamak yerinde olacaktır. OYUN KİŞİLERİ Oyun kişileri; Kevin, onun ölen arkadaşlarından Dan’in eşi Mona, Mona’nın zenci ev arkadaşı Angel ve Kevin’in kızının annesi Bethy’den oluşmaktadır. Oyun, Kevin’in kapıyı çalması ve Angel’le karşılaşmasıyla başlar. Onun zenci oyun karakteriyle karşı karşıya gelmesi, çekilen fotoğrafa vurgu yapabilmek açısından isabetli bir başlangıçtır. Angel Kevin’ı tanıdığını belirtmiştir. Kevin, şu soruyu da sordurtur: Acaba, sanatın hakiki yüzü acıyla mı perçinlenmiştir? Öyle ki, en iyi kompozisyonlar, en iyi mizansenler dünyanın en yoksul ülkelerinden çıkar. Bu yüzden Afganistan’daki yoksul bir adamın, Endonezya’daki bir annenin ve Sudan’daki aç çocukların fotoğrafları çok şey anlatır. Aynı oranda fotoğraf olarak çok da değerlidir bu yapıtlar. Hayatın diyalektik yüzünü yansıttıklarından mıdır bu değerleri? Bu diyalektik, Kevin’in normlar çerçevesinde bir yaşam süremediğini ve daima farklı şeylerin peşinde koştuğunu anlatığı repliğinin sonunda görülür: KEVIN (…) Öyle ki ölen de öldüren de aynı kitaba inanıyor. (s. 9) GEÇMİŞE DÖNÜŞ... Diyalog tanrıdan yola çıkarak devam etmektedir. Angel, tanrının kendilerini imtihan ettiğini söyler. Kevin, içine düştüğü buhranla birlikte tanrıya olan inancını da yitirmektedir; geçmişine dönmeye başlar. Bang Bang Kulübü’nde dört kişi olduklarından bahseder. Kendisine ‘kaffir boetie’(zenci aşığı) dendiğini de vurgular. Bu lakap, Carter’in üzerindeki çelişkiyi de gözler önüne serer. Hem zencileri insan olarak görmekte, hem de savaş ortamının etkisiyle zaman zaman onlara uzak açıdan bakmaktadır. O açı, kendisiyle denklanşör arasına sıkışmış ‘öteki’ insanların trajedisidir. Çekilen fotoğrafla birlikte, bu trajedi dondurulur. Fakat; sona ermez. Çelişki tam da burada ortaya çıkar. Önce beyazların, sonra siyahların infazcı olduğuna dair vurgu Kevin tarafından yapılır. Sosyolojik arka planlı bu repliğin üzerinde de durmak yerinde olacaktır. Kevin, bu ifadeyi fotoğrafçı kimliğinin de ötesinde, Güney Afrika’da yaşamını sürdüren biri olarak kullanmıştır. Ardından Mona eve gelir. Kevin o arada içeride kusmaktadır. Geldiğinde Mona’yı görür. Onu görmesiyle birlikte, giderek kötüleşir. Lanet adamın biri olduğunu ve artık küçük kızı Megan’ı görmek istemediğini söyler. Onu bu fikrinden vazgeçirmeye çalışırlar. Belki de, Kevin o küçük Sudanlı kızın yüzünü görmektedir Megan’da? Belki de, bu ıstıraba dayanamamaktadır artık? Mona onun bu halini farkeder: MONA (…) Hep o haplar. Bir kiliniğe gidip tedavi olmayı dene. Sizin meslekteki birçok insan bunu yapıyor. Ruhunu iyileştirmen gerekiyor. Kendin için bunu yapmalısın. (s. 18) Bu replik, özellikle savaş bölgesinde görev yapan fotoğrafçıların durumlarını anlatmaktadır. “Ruhu iyileştirmek” ibaresinin üzerinde durulmalıdır. Bugün her birimizin gerek internet, gerek diğer kitle iletişim araçları vasıtasıyla ruhları kirlenmektedir. Pakistan’daki rejim ve seçim problemi, Türkiye’yi de yakından ilgilendirmiştir. Dünyadaki ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 960 S Ulusal İslamcı Cephe lideri el Turabi şeriat rejiminin ideoloğu olarak Sudan’a Adalet ve Eşitlik Hareketi’ni sokmuştur. Antlaşmanın uygulanmadığı, hükümet taraftarı Arap Cancavidler’in (atlı adam) Darfur’da etnik temizliğe giriştiği belirtiliyor(2). Amerika’nın, yeni kolonyal stratejileriyle birlikte bölgeyi karıştırdığı da aşikârdır. Mali’nin önemli merkezlerinden biri olan Timbuktu’da yaşanan durum Salopek’in gözünden de kaçmamıştır: “ABD Özel Kuvvetleri, tozlu arazi cipleriyle kasabadan geçiyordu. Afganistan’da dersini alan Washington –yoksulluk, şiddet ve ihmalin yoğrulmasından ölümcül bir öfke doğar Müslüman siyahi Afrika’yla yeniden ilgilenmeye başlamıştı. Pentagon, Sahil’deki yoksul orduları terör karşıtı taktikler konusunda eğitmek için yılda yüz milyon dolar harcıyordu. Afrika ülkelerinin pek çoğu ev sahipliği yapmak istemese de, Ekim 2008’de yepyeni bir Afrika kumanda merkezi, AFRICOM kurulacaktı.”(s. 121). 55 milyon dolarla, Sudan’a en çok silah satanın da Çin olduğu belirtilmektedir(3). Küresel rekaSAYFA 18 Carter’ın çektiği, açlıktan derisi kemiklerine yapışmış küçük bir Afrikalı kız çocuğunu ve oraya tünemiş bir akbabayı gösteren fotoğraf’tan yola çıkmış Cuma Boynukara bunun şaşkınlığını yaşar ve sonra bundan vazgeçer. Çünkü fotoğrafın yarattığı ünden dolayı rahatsızdır: KEVIN (…) Beni nereden tanıyorsunuz Bayan Angel… Yoo yoo, merak etmiyorum. Ne yapıyorsunuz öyle?(s. 7)(5) Angel’la konuşurken Kevin’ın durumu kötüleşmektedir. Vehimlere mi kapılmaktadır? Psikosomatik belirtiler mi tezahür etmektedir? Yoksa, artık geçmişiyle yüzleşmekten sıkılmaya mı başlamıştır? KEVIN Afedersiniz... Ben konuşurken sesimi neden yükseltiyorum? Yoo...Yine o iğrenç görüntüler…(s. 8) Diyaloglar giderek Kevin’in kaderi haline gelmiş o fotoğraf üzerine odaklanır. Angel’ın repliği, düşünülmesi gereken bir soruyu tartışmaya açar. Angel, çekilen o fotoğrafın ülkesinin ne durumda olduğunu anlatması açısından önemli olduğunu söyler. Bu ifade bize,