29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Ertan Mısırlı'nın şiirlerinde göze çarpan o incelikle yazılmış kelimeler belli ki sokaklardan, meydanlardan, hayattan, itina ile evlere, sanki şiirin çalışma odasına taşınmış ve kelimeler, dizeler masada kontrol altında tutularak beklemeye ve damıtılmaya bırakılmıştır. Ertan Mısırlı'dan'Cinnet Yazı' Düş yağmurlarından yapılmış sorular geçmenin henüz erken olduğunu düşünür. Şair 'dizeci şair' midir, bence değil. O özgürlüğün, başkaldırının, devinimin, çağdaş olanın peşindedir. Sanki tek bir 'şiir anlayışına' bağlı kalmak istemez. Özkan Mert'i ve İlhan Berk'i bir arada sevebilir. Türk müziğini esrik bir halde dinlerken bir bakmışsınız bir yerinden Neşet Ertaş fışkırıyordur. Dağlarca, Behçet Necatigil, Cemal Süreya'dan nasıl tat alıyorsa, Ahmet Arif ve Nâzım'dan da öyle tat alıyordur. Bir yanı Natking Cole ve tangolar dinliyorken, öbür yanı Zonguldak'ta maden ocaklarının dibinde, kömürün kalbindedir. Ertan Mısırlı kendini uçurtma sanan bir 'ev'dir de! Ve biriktirdiği gül gibi yalnızlığına iki gözü gibi bakar, kitaplarını çiçek ve kuş desenli kap kâğıtlarıyla kaplar, ince uçlu kalemleriyle, o ay parçası bir kız gibi güzel yazısıyla her şeyin tarihini düşer. Hayat karşısındaki sevdavi duruşunun fotoğraflarını çeker ve yazıp da gönderemediği mektuplarının arasında saklar şiirlerinin hayatını! Yıllar önce böyle şeyler söylemişim şair kardeşim hakkında. Sevgili Haydar Ergülen bir yazısında onun için şöyle yazmıştı: “Ertan Mısırlı, şiirinin içinde bir adam, içinde şiir olan bir adam. Hani söz işçisi derler ya şair için, bazen düşünürüm 'başka ne işçisi olacaktı' diye. İşte Ertan da o işçilerden.” Bence sözü fazla yormadan, sözü uzatmadan, senin dizelerinle, karanlığı, kötülüğü ve umutsuzluğu 'dize' getirerek sorularımıza geçelim mi ne dersin? “… eski bir ıslık kadar eskiydi kalbim çocuktum…” Ben ne zaman bir 'şiir'e doğru yola çıksam, Jacques Brel 'L'enfance' (çocukluk) şarkısıyla eşlik eder bana. 'Mâzi Kalbimde Yara'dır yol boyunca. Çocukluk, bir düş kurabilmektir bir kez daha…Bir düş kurabilme hakkıdır hâlâ “Yazılmayan her şeydir aslında…” Çocukluğu en çok yazmış, en çok anlatmış, en çok söylemiş bu adam, çocukluğun bir şiir olduğunu öğretti bana. Çocukluğumun soğuk ırmaklarını nasıl sevdiysem, seni de öyle Jacques. Bir hayali öpmenin tadını, cıvıltılı bir kuş sürüsünü, bir yaz gününün mırıltısını, o anne ninnilerini, o çocuk dualarını nasıl sevdiysem, seni de öyle… “… öldükten sonra unutacağım kelimeler yüzünden kaybettim hep rüyasını görmediğim her dize noksandı biraz.” Kime adresini sorsam “www” diye başlıyor söze, beni ilgilendiren sadece 'iki V'vardır; birincisi 'Vefa', ikincisi 'Vicdan'… Vefa duygusu gelişmemiş, vicdanından şüphe duyduğum insanlardan hızla uzaklaşıyorum; hatırladığım her şey acı veriyor, yeni hatıralar oluşturmak istemiyorum bu yüzden…Söylentiye göre, bir fıçı içinde yaşamış, güpegündüz elinde fenerle çarşıya giden (ne aradığını soranlara, ‘insan arıyorum’ diyen) Dijojen, kendisinden ne istediğini soran Büyük İskender'e de “Gölge etme başka ihsan istemem!” diyebilme cesaretini göstermiştir. Eli kalem tutan dostlar için benim sadece bir adresim vardır: P.K 77 Üsküdar / İST. “… solardı yakamdaki beyaz karanfil” Yaralı bir askerin elinde solan çiçek gibi bir kez göğün mavisine karıştığında görünmez olur her şey… Yaralıdır şiire soyunan, küçük bir yürek çarpıntısıyla kolay şair olunamayacağını bilir…Yine bilir ki, şiir duygusu yanında şiir bilgisi ve şair görgüsü taşımak zor iştir! Şiir yazmak, bir ağustosböceği gibi şarkı söylemektir aynı zamanda... “... ağzını suya gömmüş şair, sözcükleri bekliyor” Ahlâkını Savunma' günüdür bugün Sokratik tavır. Kendi ilkelerini yaşamak, yani ahlaklı olmak zorundayız. Değişimi yaşamamış olmak hüzünlendiriyor beni. Çoğu zaman bilincim zorlanıyor bu hızlı değişim karşısında. “Geçmiş ölmedi, geçmedi bile” diyen W. Faulkner'e inanıp, 'buzdan kral' olmaya karar veriyorum ta ki Tanrı gelip eritme düğmesine basıncaya kadar… “… kalbimde oturuyor zaman tamircisi” “Var olmama süresi eşittir herkesin” diyor Lucretius. Hayata hiçbir şey eklemeden geçip gitmek istemiyorum dünyadan. YuHer kelimenin içinde bir 'yanma'noktası varlanıp giden bir tekne tıkırtısı gibi anılvardır. Sözcükleri, kendini bile tutuşturmamak istemem…Uysal paranoyak satranç yanlar, nevrotik bir güvenlik ihtiyacıyla çöoyuncuları gibi iradenin hammaddeleriyle reklendikleri çamurda 'şiir' adına 'geviş' gedeğiş tokuş yapılan nostaljilerin yerine, şairtirmeye mahkumdur. 'Masa' kelimesi sadeler ruhların kemik uzmanlığına soyunmalıce 'masa'yı anlatıyorsa şiirde, o adam olsa dırlar; eğer onları tamir edersek, hayatı da olsa 'marangoz' olabilir Özkan Mert'e göre. tamir etmiş olmaz mıyız? İçinde yaşamadığımız bir 'kültür'ün diliyle, “rivayete göre taş olmuş yani 'dublaj Türkçesiyle karşı karşıyayız. Şasürgüne gönderilmiş çocukluk anılarım tarih defterleri kurumuş gözyaşı deresi” Ertan Mısırlı Kendimi acıya karşı eğittiğimi sanıyorum. Şiir yazdığımda karanlık tarafım temizleniyor. Mutluluğu hiç tatmadıysanız, kendinizi hiçbir zaman mutsuz hissetmezsiniz. Sözcükler yalanları yaratır. Hep daha derine. Mutlu olmamak, mutsuz olmakla aynı şey değil. Bugün dünyayı altüst eden şey 'delilik' değildir; vicdanımızdır. Nefes almamızı önleyecek kötü bir koku var. Yalnızlaştırma, kimliğinizden arındırma, üç kapı üç kilit arkasında bilinciniz yerinde olsun ya da olmasın gerçek anlamda ölene kadar seni hayatta tutmaya çalışan zamana yayılmış bir şiddet var. Yaşamak, ölümü kabullenmenin bir başka çeşidi gibi sunuluyor insanlığa. “… taşıyorsa ruhunu yüzünde bildiğim bir sırra benziyor insan, k e l i m e y e arzulu” irler, incelmiş bir dil kültürüyle eğitmek zorundadırlar okurlarını. 'Kelime Terbiyecisi'dir şair, ama kırk gâvura bir Müslüman ne yapsın! “… acıyı sev Frida ben sevdim…” Evet, acıyı hissetmek cesaret verir insana. Aradığımızı bulmaya öyle şartlanmışız ki, aramadıklarımızın farkına varamıyoruz. Hayatta kalbimizle aklımızın aynı şeyi söylediği anlar o kadar az ki; yaşarken farkında olmayı beceremiyoruz. Günlük hayatın üzerine çöken bu sis içinde, acı çekmekten korktuğumuz için, ölü taklidi yaparak yaşıyoruz. Şair, uçuruma geri dönen adamdır; atlayamaz , öylece düşüverir… “… Nefes almayı unutmuş bir ölü nasıl sevdiyse vedalarını ben de öyle sevdim tarihin kaprislerini sevdim müsveddelerimi” 'Gül Tekniği'ni kullanıyorum: “Sağlıklı ve doğru olanı ayır; kuru olanı kopar at!” Ahmet Cemal'in dediği gibi: 'Yaşadığının Neden 'Cinnet Yazı'? Yazı yüksek bir kelime, Tanrının son yarattığı şeylerden ilki, 'ışık halindeki kalem'miş: kalem yarılmış ve Allah kaleme 'yaz!' diye buyurmuş, kalem 'Ey Rabbim ne yazayım' diye sorduğunda ise, 'yarattıklarımın ilmini yaz! Kıyamet gününe kadar var olacak her şeyi yaz!' demiş... Yüzlerce yıl önce yazanlar, Latince: 'Verba volent, scripta manent!', 'Söz uçar, yazılar kalır' diyerek kutsamışlar 'yazıyı'. Peki kalır da ne olur? Hiç. 'Cinnet Yazı' işte. Victor Hugo'nun sevgilisi Juliette Droquet, tanıştıkları ilk günden başlayarak tam elli yıl boyunca her gün bir mektup yazmış Victor Hugo'ya. 1 Ocak 1883 tarihli son mektup şöyle bitiyor: “Taptığım sevgili, gelecek yıl bugün nerede olacağımı bilmiyorum. Ama sana, yaşanmamış geleceğin belgesini şimdiden imzalamaktan gururlu ve mutluyum. Belgem yalnızca iki sözcüklü: Seni Seviyorum.” diyor, yani, aşkın bile yazılısı kalıcı…Benim 'Cinnet'im 'muhalif' ve 'muhtelif'…Eğer, gerçekten 'bir ihtimal daha var'sa, 'vefa' ve 'vicdan' bir defalığına da olsa kalplerimize geri dönsün; yoksa, cinnet geçirene kadar okul defterlerimize bu iki kelimeyi yazmaya mahkum olsun herkes! ? Cinnet Yazı/ Ertan Mısırlı/Hera/ KİTAP SAYI 914 ? Engin TURGUT S evgili şair arkadaşım Ertan Mısırlı, sana, aslında bir şaire soru sormak bana biraz tuhaf gelir hep. Çünkü şaire soracağınız soruların bütün cevapları aslında biraz da şiirlerinde gizli değil midir? Senin bu 3. kitabın. İlk kitabın “Eski Islık”, ikincisi, “Ölüm Beyaz Gölge” ve yeni çıkan kitabının adı ise “Cinnet Yaz'ı”. Ne yapalım biliyor musun? Ben sana senin dizelerinle soru sorsam ve sen de cevaplasan nasıl olur? Bütün kitaplarını okumuş ve sevmiş bir şair kardeşin olarak şunu söylemek istiyorum. Bütün şiir kitapların şiirimizin yüzünü güldüren ve şiirin kalbine sevgiyle sokulan kitaplar. Bence sen kıymeti yeni yeni anlaşılan has şairlerimizden birisin. Ortalıkta fazla gözükmek istemediğin için, kendi kuytunda şiir ve yazıyla yıllardır kendi halinde yaşadığın için, kırk kapının mandalını çalmadığın ve 'Ben iyi bir şairim'diyerek editörlerle flört etmediğin ve 'yalakalık' yapmadığın için, okur seni pek tanımıyor olabilir. Dilsiz, sağır, kör ve kendine yabancı bir dünyaya şiirler yazıyorsun. İnsanın kalbine ve ruhuna el değmemiş bir sürgünün ışığıyla dokunuyorsun. Bütün şairleri kardeşin biliyor ve kardeşlik duygusuyla, incitmeden kullanıyorsun sözcüklerini. Yalındır, sessizdir şiirlerin fakat suyun akışıyla ilerlerken şiirlerin, bir bakmışız çağlayan olmuş ve ne varsa sürüklemiştir yanında. Senin için hayatla şiirinin arasında uçurum olmasa da; 'tutarlılık' denilen tutkunun, o şahsi esrik olanın kulağını çoktan bükmüş, ehlileştirdiğin 'dünya görüşünü' itina ile sürekli devreye soktuğun bilinir. Şiirlerin sessizliği yeğlemiş fakat şiirin gibi ruhun da hep muhalefet bir tavrı içeriyor. Yine de: “Bir dilsizin can cekişen konuşma isteğiydi içimde duyduğum gürültü” diyecek kadar yaralı, maskesiz, yalnız ve kırılmış bir sesi var şiirlerinin. Her şeye rağmen ağzının kenarında hep bir umut lekesi durur, göğsündeki beyaz karanfili tamamlayan…Senin şiirlerini başından beri takip ettiğim için biliyorum. Şiirin bulutlarına çarpa çarpa hayattan ve kendinden uzaklaşmadan, dünyaya yabancılaşmadan bildiğin yolda ilerliyorsun. Şairler üzerine yazılar da yazıyorsun. Ve yazı yazarken inanılmaz bir şekilde ayrıntılara dikkat ediyor ve hiçbir yazını çalakalem yazmıyorsun. “Eski Islık” bugün meydanlara inecek kadar çığlık oldu ve sevginin, aydınlık bir geleceğin şarkılarıyla yıkanıyor sokaklar. Ya “Ölüm Beyaz Gölge” adlı kitabına ne demeli? O kitabın kıymeti belki de yıllar sonra daha iyi anlaşılacaktır diye düşünüyorum. Bilirim ki iyi şairler hep yalnızdır. Ve şairin şiirinden başka da kimsesi yoktur. Ertan Mısırlı'nın şiirlerinde göze çarpan o incelikle yazılmış kelimeler belli ki sokaklardan, meydanlardan, hayattan, itina ile evlere, sanki şiirin çalışma odasına taşınmış ve kelimeler, dizeler masada kontrol altında tutularak beklemeye ve damıtılmaya bırakılmıştır. Şair burada dünyaya eğilirken her şeye toplumsal bir coğrafyadan insani değerlerden bakmaya çalışır. Anlam ve dil onun için önceliklidir. Sessiz ve içinden konuşur adeta. 'Özne sorunsalını' şiirlerinde cesurca kullanırken bundan rahatsızlık duymaz. Şair Ertan Mısırlı kendi dilinin tadını çıkarmakla meşgulken yeni arayışlara SAYFA 6 CUMHURİYET
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear