Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
? mek, hiç de dürüst bir tutum değil. Nasıl yazılması gerekiyorsa, öyle yazılmalı: Olduğu gibi, sapına kadar, mertçe... AŞK ADI ALTINDA BİR KATLİAMIN BİLANÇOSU... Dişi kahramanınıza da buzul çağları kadar uzak kalmış bir aşk sezinlenmekte. Hatta bazen, örneklerini gördüğümüz, yaşadığımız gibi, kalkanını sürekli dik tutan kadınların siciline aşk adı altında bir katliamın bilançosu da eklenebiliyor. Kahramanınız da bunlardan biri mi? Zeynep'i değişik değerlendiriyorsunuz geliyor bana. “Kuzguncuk'taki Konak” bir “femme fatale” öyküsü değildir. Sizin söz ettiğiniz gibi kadınlar var elbette, ama benim amacım burada onların öyküsünü yazmak değildi. Bu öyküde Zeynep “kurban” rolündedir, Selim “kötü adam”ı oynar, Serdar ise arka planda “saf mağdur” olarak görünür. Zeynep için kullandığınız “buzul çağları kadar uzak” deyimi, belki onun romantik aşkı için değil, ama cinselliği için geçerlidir: Zeynep sevişemez, cinselliğe “soğuk”tur. (Öyküde bu soğukluğun nedenine değinilmez, konu bu değildir, ama bu soğuk duruşun büyük olasılıkla birtakım yaşam deneyimlerine dayanan psikolojik sorunlardan kaynaklandığını düşünebiliriz.) Selim, Zeynep'le yaşadığı ayrıksı tinsel macera içinde tek defalık bir fırsat, bir açıklık, bir “niş” görür ve kafası çalışan her işadamı gibi bu seyrek fırsatı kaçırmaz, üzerine atlar, ondan olabildiğince yararlanır. Tuhaftır, Zeynep sonuçta hem zarar görmüş, ama hem de bir anlamda kazançlı çıkmış olur: Artık Selim tarafından “açılmış”tır ve cinselliğe soğuk duruşu nedeniyle ayrılmak zorunda kaldığı eski sevgilisine geri dönüp onunla mutlu bir ilişki yaşayabilir. Zeynep'in klitoral ve vajinal orgazmdan dem vurması, sofistike bir çeşitleme arayışından değil, bir ikame zorunluğundan kaynaklanmaktadır. Erkeklerle doğru düzgün cinsel ilişki kurabilmeyi elbette o da arzu eder. Bu bağlamda, Selim bu kilidi açan maymuncuktur. Öte yandan aynı şekilde Serdar da “bu yolda” hem mağlup, ama hem de galip sayılılır: Boynuzlandığının farkında olmamasına karşın (günahını almayalım, belki de Zeynep daha sonra ona bu kaçamaktan bahsetmiş, o da Zeynep'i bağışlamıştır), sevdiği kızla nihayet birlikte olma şansını elde eder. Bu arada, onlara bu kadar iyiliği dokunan Selim'i de unutmayalım tabii: O da büyük olasılıkla bir daha yaşama fırsatı bulamayacağı bu tek defalık hırsızlama ilişkiden sıradışı zevkler devşirir. Üstelik az çok tanıdığı bir kişiyi boynuzlamaktan aldığı keyif de cabasıdır, daha ne olsun? (Yaşam bana insanların tanıdıklarına kazık atmaktan inanılmaz zevk aldıklarını öğretti. Nedenini ancak tahmin etmeye çalışabilirim.) Zeynep'le uzun süreli bir ilişki Selim'in aklının ucundan bile geçmez. O henüz uzun süreli ilişkiler iklimine girmemiştir, yakalayabildiği tekgünsinekleriyle yetinmektedir. Bir anlamda, yaşadığı hayatın ve çevrenin gereğidir bu; bildiğiniz gibi “iyi yaşamak, hızlı yaşamak, yüksek yaşamak” başlıca ilkeleridir, sadık kalınması gereken ve belki de birlikte yaşacak bir kız arkadaş (aman tanrım!) bu ilkeler manzumesiyle çelişir. Zaten büyük olasılıkla Selim'in “resmen görüştüğü” bir en az bir! kadın, bir sözlü ya da kimbilir belki bir nişanlı vardır. Geleceğe matuf, henüz hayal aşamasında planlardır bunlar. Aşk, SeCUMHURİYET KİTAP SAYI terdim, inanın, ama bunun için fazlaca lim için telaffuzu ve aynı şekilde unugerçekçiyim, gerçek kahramanlar oldutulması çok kolay bir sözcüktür. Dolağuna inanabilecek denli romantik değiyısıyla siciline “aşk adı altında bir katlilim. Bir kahraman mükemmeldir, çünamın bilançosu eklenen”, sizin ima ettikü mükemmel olmak zorundadır, yoksa ğiniz gibi Zeynep değil, Selim'dir. Peki gülünçleşir (atından düşen bir şövalye sonuçta ne olur? Ya da, daha iyi bilinen gözünüzün önüne getirin, bu yalnızca deyimiyle söylersek, “kıssadan hisse” Don Quijote olabilir!) ki bu da kahranedir? Bilemem, herkesin yorum hakkı manlık yanılsamasının sonu olur, yani saklıdır. Kimbilir belki de olur a! yalbaşka bir büyübozumu, başka bir ginızca bir düzüş / düzülüş / boynuzlanış zemsizleştirme... öyküsüdür söz konusu olan... Hem, bu Kahramanlarınızın sözcüklerini nun hisseli bir kıssa olduğunu kim söy“gündelikten”, gündelik konuşma dilinledi? den seçiminizin özel bir nedeni var mı? Kuşak yazarlarına, bir anlamda elit Niçin kahramanlarınız repliklerinizi tabakayı yazmak daha mı çekici geliyor gündelik hayattan seçiyorsunuz? acaba? Bunu tartışmak “hikâyeci” olarak Nihilist okuyucunun iltifatına mazsizin de sorununuz olabilir. Bu konudaki har olduysam, ne mutlu bana! Ama fikriniz nedir? yazdıklarımın dilini özellikle gündelik Hitap etmek istedikleri okur kitlesi yaşamdan seçmek gibi bir saplantım hiç açısından, kimi yazarlara elit tabakayı olmadı. Dil kolay kolay ele avuca sığyazmak daha çekici görünüyor olabilir, mayan, çokkatmanlı bir medyumdur. bu “tamamen duygusal” bir sorun! Bir Araba sürerken, hep gaza basmazsınız, de, sizin deyiminizle “elit tabaka”, beyol durumuna göre bir hızlı bir yavaş nim deyimimle zeki, eğitimli, duyarlı, gidersiniz, direksiyonu da zaman zayaratıcı, kısacası “özel” kişilerin, örneman sağa sola kırarsınız, hep dümdüz ğin sanatçıların, iç dünyası kimilerine ilerlemezsiniz, aksi takdirde yol üstüngöre daha ilginç bulunabilir. Bu elbette deki bir ağaca toslamak mukadderdir. bütün yazarlar gibi benim için de tartışDil de, aynı bunun gibi, bir araçtır. maya değer bir konu. Ben öykü ve roOnu doğru yerde doğru biçimde kulmanlarımda genellikle sıradan kişileri lanmak gerekir. Ben yazdığım öykünün odağa alırım. (“Kuzguncuk'taki Kodilini, kafamdaki genelgeçer önbelirlenak” öyküsü bu açıdan da benim genel nimlere göre değil, öykünün gerekleritarzıma aykırı düşer.) Benim için ilginç ne göre seçerim. Aynı kitaptaki öyküleolan, sıradan insanın olaylar karşısındarin herbirinde farklı bir dil kullanılabilki duygu ve düşünceleri, tepkileridir, mesinin yanı sıra, aynı öykünün değişik çünkü sıradan insan aslında evrenseldir, bölümlerinde kullanılan dil de farklı herkesin içinde ondan bir parça vardır. olabilir. Hiç unutmam, bir yayınevi ediBirisi getirip bacağınıza bir bıçak saptörü, ciddi ciddi, Pervaneler adlı öykü larsa, acıyla haykırırsınız, sıradan ya da kitabımın “Osmanlı edebiyatı” [sic!] sıradışı bir kişi olmanız fark etmez. Taolduğunu söylemişti! (Sonuçta söz kobii “sıradan” kişi derken, “sıradan nusu kitabın bu yayınevince basılmadıkentli” ya da “küçük burjuva” (politik ğını, bilmem, söylemeye gerek var mı?) üstanlamlarından yalıtık olarak) demek Bu muhterem zatın “Osmanlı edebiyaistediğim açık. Eğer “halk” yalnızca kırtı” konusundaki derin bilgisini bir kesal kesimde yaşayan ya da kırsal kökenli nara bırakırsak, evet, bu kitapta kimi kişiler olarak görülüyorsa, ben elbette Eski Türkçe sözcükler kullanılmış ol“halkçı” bir yazar sayılamam. Zaten kırduğu doğrudur, çünkü böyle olması gesal kesimi yazmam doğru da olmazdı, rekiyordu. Öykülerdeki karakterler, ayçünkü ben doğma büyüme bir kentliyaşlar, serseriler, meczuplar, yarı bunak yim, kentte yaşıyorum, yaşayabilmek yaşlılar, kısacası toplumun kıyısına düşiçin kentin sorunlarıyla boğuşmak zomüş kişilerdi. Öyküler genellikle bu rundayım. Kişi kendisini cidden ilgikişilerin bilinç akışı olarak yansıtılılendiren sorunlar yordu, dolayısıyla günümüz Türkçehakkında yazmalısiyle anlatılmaları düşünülemezdi. dır, aksi takdirde Ama karakterlerin “normal”, eğisırf yazmak için timli, genç kişiler olduğu öykülerde yazmış olur. Eğer dil daha güncel, daha düzgün, daha yanmazsanız, yakakitabî bir hal alır. Sözgelimi “Kuzmazsınız da. Ayrıca, guncuk'taki Konak” gibi bir öyküben insan varoluşunün eski dille yazılması için hiçbir nun geleceğini kırsal geçerli gerekçe yoktur. Eğer bunu kesimde değil, kentte yaparsanız, en iyi olasılıkla bir görüyorum: Kentli Tanpınar öyküsü elde edersiniz, insan, geleceğin “moki bunun örnekleri var. del” insan tipidir, bu (Sakın Tanpınar'ı küçümyüzden onun yaşam “Zaman ve sediğimi filan sanmayın, koşulları, onun düşükullanılan dilin metni nanüş tarzı, onun kültürü aşk, aynı düzeyde, sıl etkilediğini daha iyi ve onun sorunları esastır aynı önemde, aynı gösterebilmek amacıyla tabii bana göre... Kakarmaşıklık derebu örneği veriyorum.) Ve rakterlerimi sıradan kişi cesinde sorunlar dil, içeriği etkiler, çünkü lerden seçmemin diğer değildir. Zaman bir nedeni, bunların hebence aşktan daha ona farklı bir açıdan bakmanıza neden olur. Bir de men hemen herzaman temel, daha çok şu var: Yazdığım öykülerkusurlu ve gülünç kaboyutlu, daha andeki diyalogları, konuşrakterler olması. Yaşamlaşılmaz ve dolayıma sekanslarını, sizin deda da bu böyle değil misıyla anlatılması da yiminizle karakterlerin dir? Kişiler hem de fazdaha zor belki de “repliklerini”, genellikle lasıyla kusurludurlar, yatümüyle olanak(bu çekinceyi koyuyonılırlar, hata yaparlar ve sız! bir kavram. rum, çünkü bunun tersi sonuçta ister istemez durumlar da söz konusu) kendilerini gülünç duZamanı anlamaya bir tiyatro oyunu gibi düruma düşürürler. Ben ve anlatmaya yakşünürüm, konuşan karakyaşamda ne yazık ki!laşmayı deneyebiterlerin yalnızca mealen gerçek kahramanlar göliriz ancak. değil, gerçekten neler remiyorum. Görmek is914 söylemiş olabileceklerini hayal ederek kâğıt üzerinde yakalamaya çalışırım. Bu da karakterlerin dil özelliklerinin öne çıkmasına neden olur haliyle. Aslına bakılırsa, her bireyin kendisine özgü bir söyleyiş tarzı vardır. Mesele onu yakalayabilmekte. Tabii bunun dozu da önemli. Yarattığınız karakterin söyleyiş özelliğini yakalayacağım diye, bütün metni bir “chat” mesajına çeviremezsiniz. Bu zevksizlik olur. Şu anda yapmakta olduğumuz gibi bir söyleşide gerçek kişiliğimle söz almam gerektiğinde ise, gördüğünüz gibi, güncel bir Türkçe kullanıyorum, çünkü ben çağımın insanıyım. Yazarın saydamlaşmasını gerektiren 3. kişi anlatısında da benzer bir durum söz konusudur: Dil olabildiğince duru, saydam, özelliksiz, makinemsi olmalı, dikkati üzerine çekmemelidir. Yalnızca anlatı kişilerinin, yani kurmaca karakterlerin özellikli bir dili olabilir, yazarın ise önceden belirlenmiş bir dili olamaz, çünkü yazar anlatının içinde değildir, okuyucuya fark ettirmeden kuklaların iplerini elinde tutan kişidir. Kuklacı, perdenin arkasından görünmeye başlarsa, kukla sahnesinin gerçekliği ortadan kalkar ya da en azından farklı bir gerçekliğe dönüşür. (Bunun özellikle istendiği anlatılar da olabilir, ama bu ayrı mesele.) Eğer amaçlanan özel bir etki yoksa, yazar aradan çıkıp okuyucuyu anlatıyla baş başa bırakmalı, anlatının “büyü”sünü bozmamaya özen göstermelidir. Ve bu da bizi yine bakış açısı sorunlarına getiriyor galiba... Ve tik taklar… Sanırım her şeyi hayata çeviren zaman, aşkın yanılmaz geometrisine çarpınca insanı daha çok kanatıyor… Melih Cevdet'in dediği gibi “saatler dar ve sığmıyor”. Size göre de “saatler çoktandır bozuk”. Benzerliği kastetmiyorum elbet. Sorunum, saatlerle... Ve her şeye iyi geldiği söylenen (!), ve aslında bizi kanatan Zaman'la… “Giriş/Sessizlik” bölümünde nefes alıp veren kahramanı da Zaman kanatıyor... Tıpkı bizi, tıpkı kuşağımızı olduğu gibi... Doğru mu sizce? “Zaman” benim için temel sorunlardan biridir ve bütün yazdıklarımda önemli bir yer işgal eder. Kafam sürekli onunla meşguldür, diyebilirim. Bunun nedeni, daha önce de biryerde belirttiğim gibi, zamanın bizim anladığımız anlamda varolmaması olabilir. Zaman yalnızca bilincimizde vardır. Bireysel bilinç ise nedir ki? Tümüyle kaypak bir yetidir. Zaman ve aşk kavramlarının doğrudan bir bağı olduğu düşüncesine ise eğer kastettiğiniz buysakatılamıyorum. Zaman ve aşk, aynı düzeyde, aynı önemde, aynı karmaşıklık derecesinde sorunlar değildir. Zaman bence aşktan daha temel, daha çok boyutlu, daha anlaşılmaz ve dolayısıyla anlatılması da daha zor belki de tümüyle olanaksız!bir kavram. Zamanı anlamaya ve anlatmaya yaklaşmayı deneyebiliriz ancak. Bu bağlamda ben onu akılla anlamaya çalışmaktansa, sezgiyle kavramanın daha doğru olacağı kanısındayım. Zamanı bir öykünün ya da bir romanın içinde anlatmayı denerken, bence bunu doğrudan yapmamak, bir biçimde dolayımlamak, okuyucunun zamanı alttan alta hissetmesini sağlamak gerekir. Aksi takdirde, anlatı olarak tasarladığınız şey, kolaylıkla felsefî bir diskura dönüşecektir tıpkı bu söyleşinin şu anda başına gelen gibi! ? artbulutsuzluk@gmail.com Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı/ Ali Teoman/ Sel Yayıncılık/ 88 s. SAYFA 17