Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
? düm. Hazır olmak, yanık acısının önce sızıya, sonra fantom sızıya dönüşmesi anlamına geliyor her şeye alışmak, her şeyi kabul etmek anlamına. Bir gün, dostluğun hikâyesini yazacak gücü bulur, ne yazıktır, o mesafeyi, dinginliği, soğumayı tanırım ola ki. Burada, daha fazla “biz”den, “dörtlü”den ve “ikili”den söz etmek gelmiyor içimden. Dostluk, biribirilerine benzeyen insanlar arasında kurulur düşüncesini taşımadım hiç: Dostluğun biribirilerinin boşluklarına, noksan bölgelerine giren, yerleşenler arasında gerçekleştiğine inanırım. Anadolu'da hâlâ rastlanan manzaradı: Genç erkek arkadaşlar el ele tutuşarak yürür, söyleşirler. Ben o bildik sahneyi bir Atina'daki iki bin beş yüz yıllık görüntülerle birleştiririm kafamda, bir de Samih'le ikimize yakıştırırım şimdi burada olsa, kahkahalarla gülerdik, şüphem yok, bu benzetmeyi duyacak kimi aklıevvellerin yapacağı yorumları düşünüp. Samih'le ilişkimizi, dedim ya, bir gün yazmayı düşünebilirim belki de. Burada, uzun bir girişin ardından, bundan böyle olabildiğince geride durarak anlatmak istiyorum: Samih, nasıl Samih olarak kendini inşa etti, nasıl Sokrates gibi öldü. KANBAĞINDAN ÖTESİNE SOYKÜTÜĞÜ HAKKINDA Yaşarken de öyle ya, yaşam serüveni tamamlandığında, ansiklopedik bakış, az ya da çok kamuya açılmış kişiyi çerçevesine oturtmaya, koordinatlarını somut işaretlerle desteklemeye yönelir. Kendince doğru bir değerlendirme biçimidir, doğru yapıldığında. Gelgelelim, bütün bu tarz veri depolarında, künye dökümlerinde, biyografik kadrajlamalarda tarihlerin, yerlerin, yapıtların dizini yapılır da, “biyo”, yani insan sırra kadem basar. Açın herhangi bir iyi ansiklopediyi, sözgelimi Bach maddesini okuyun, somut bilgilerin en önemlilerine o an ulaşırsınız, ama Bach'ın kendisine sokulamazsınız. Orada amaç, hedef, yalpalama, kayboluş, hülya, riziko, zaaf, erdem, tutku, sancı görünmez. Gene de vazgeçemeyiz anahatları içeren bakıştan ve dökümden. Samih Rifat'ın, derin ve dallı budaklı bir aile ağacından, kimilerinin sırasında, bu hümanist sol anlayışın en genç temsilcisi olarak görevi devralmaya hazırlanmıştı. O günden bugüne bütün yaptıklarında damgası görülen zihniyetin, yakınlık duyan bireyden beklediği bazı özellikleri yürekten benimsemişti: Alçakgönüllülük, dolayısıyla “şişinik ego”dan uzak duruş, Eski Yunan uygarlığından yeni Cumhuriyet'in devrimlerine varan çizginin her aşamasına (hem Yunus Emre'ye, hem Dante'ye, ama Ayasofya'ya, ama Divriği'ye) sevgiyle ve saygıyla eğiliş, altüst kültür ayrımı yapmaksızın kültürün geniş alanına olabildiğince sokulmak, bu değerlere uygun bir yaşam tarzı kotarmak ve elden geldiğince bireysel marifetin yerine imece usulü gerçekleştirilecek projelere ağırlık vermek dönüp bakıldığında, Samih Rifat'ın hayat felsefesinin olduğu kadar pratiğinin de olmazsa olmaz birimleriydi. Son on yılında biraz, ama gerçekten biraz gözükmeye güç bela ikna edildiği işlerle tanınıyor şimdi o oysa, iki avuç tanıyanı bilirse bilir, koca buzdağıydı. HEZARFENLİĞİ HAKKINDA Tam bu noktada, hezarfenliğine gelebiliriz sanırım. Sahiden de “bin sanat” sahibiydi Samih: İlk bakışta, ikinci bakışta, yüzüncü bakışta görülmezdi bu. Birkaç kez değindim LéviStrauss'un sözlüklerinde “sanat” sözcüğü yer almayan yerlilerine: her şeyi ellerinden geldiği kadar iyi yapmaya çalışırlarmış. Samih'e uygun düşen tanımlardan biridir: Tek bir alanda sivrilmeyi, görünmeyi, öne çıkmayı ilk günden yadsımış, pek çok alanda hüner sahibi ve öğrenci olmayı ve kalmayı, bunu yaparken de neredeyse gizlenmeyi yeğlemişti. Bilmeyen anlamayan, ola ki onun “yarışma”dan çekindiğini sanabilir, açıkçası kendine, çünkü yatırımına güvenirdi; buna karşılık, toplum katında “bir şey” olma hırsını küçümser, duruma göre alayını esirgemezdi. Şiirlerini kimse görmedi, bundan sonra okunabilecek onlar; gitar çalışını ancak mahremindekiler bildi; onca ısrarın arasından çaktırmadan geçti, fotoğraf sergisi açmamanın yolunu buldu; Fransa'da yayımlanan, Anadolu evlerinin çatı donanımları üzerine doğrudan Fransızca yazdığı uzmanlıküstü metni üç kişiye göstermişse, bunun nedeni, o toplu yayının dudak uçuklatıcı, söylemekle inanılmaz cüssesiydi; bilemiyorum ufarak resim ve kolaj çalışmalarını kaç kişi tanımıştır saymakla bitmezdi örtünmeleri. 60'ına yaklaşırken eski yazıyı söktü, kendi ülkesinde taşa kazınmış yazıları okuyamama durumuna katlanamadığı için. Yoksa Osmanlıcayı sevmezdi, dar çevremizde dillere destandı bitmez tükenmez ozanşair tartışmamız. Hemen ardından Eski Yunancaya girişti, genç bir öğrenci gibi dersine çalıştı, bir gün en eski düşlerinden birini, kendi Homeros çevirisini gerçekleştirmekti hedefi. Tedavisi sırasında derslerinin aksamasına canı sıkılmıştı. Bireysel etkinlik alanlarında bunca kabuğuna çekilen birinin kolektif üretim söz konusu olduğunda da tutuk olması beklenir, yanılıyor muyum? Oysa orada, öteki Samih girerdi devreye, birlikte çalışmak tamıtamına şölendi. ? KİTAP SAYI 914 ONU BİR YERE OTURTMA GÜÇLÜĞÜ HAKKINDA Başka uğraş alanlarında da sanırım öyledir, Türkiye'de, kültür dünyasının bir üyesi çekip gittiğinde, eşit paylarla olmasa bile, ikiye bölünür kamuoyu: Gidenin değeri üzerinde kolay kolay anlaşamaz bizim insanımız; karşıdakilerin, karşılarındakiler hakkında görüşlerini, duygularını “Kör ölür badem gözlü olur” atasözü özetler. Pek ender rastlarız, bir gidenin ardından oybirliğinin oluşmasına: Samih Rifat o örneklerden biriydi, arkasında kalanların hiçbirinin zihninde “kıymet”iyle ilgili bir şüphe kırıntısı var olmamıştır bana kalırsa kesin bir gerçek. Samih Rifat eşi Nesrin’le... Kıymeti, kıymetliliği konusunda oybirliği sağlanması, hemen ardından gördük ki, “tanım”lanması, bir yere oturtulması söz konusu olduğunda sıkıntılar doğmasını engellemeye yetmedi. Kimileri 'fotoğrafçı, çevirmen, yazar, mimar' gibi üçlüdörtlü tamlamalara başvurmuş, kimi “gerçek bir entelektüel” demeyi yeğlemişti. İşin açığı onu bir kalıba sığdırmak, zorla deli gömleği giydirmeyi çağrıştırıyor yakından tanıyanlara. Cami avlusundaki tablo türdeş olmanın en uzağındaydı: Şairler, yazarlar, fotoğrafçılar, ressamlar, yontu“Boğaziçi Aşireti” mührünü vurduğu cular, sinemacılar, çevirmenler, yayınbir soykütükten geldiği doğruydu. cılar, tasarımcılar, mimarlar, restoraNâzım Hikmet'ten Mehmet Ali Aytörler, müzeciler, akademisyenler, gabar'a, dilci Samih Rifat'tan Oktay Rizeteciler, televizyoncular, iş dünyasıfat'a, bir ucu Trabzon'a ötekisi Polonnın kültürlü temsilcileri, bilim adamları ya'ya giden kolların katıldığı bir akaroradaydı. Böylesine geniş bir 'kadro' suyun deltasında doğmuştu. Onlarbaşka kimin uğurlama töreninde bir dan ne almışsa almıştı da, mavi kan araya gelebilirdi bilemiyorum, ama merakı hiç yoktu; ailesiyle gurur duher bir alanın, her bir uğraşın üyeleriyar, övünmezdi. Birkaç kez, ne de olnin gelmiş olması, doğrudan doğrusa iyi tanıdığımız konuydu, “baba yüya, Samih Rifat'ın bana göre sahici kü” sorununa sokulmuştuk. Kim etkitanımı ve kimliğiyle, bir o kadar da si olmamıştır diyebilir, olmuştu, ne ki buna bitişik kimliğiyle bağlantılıydı: O, bir kimlik ezikliğinden söz edilemezdi bir Hezarfen Çelebi'ydi hem hezaronun durumunda. Büyükbabadan fen, hem çelebi. gen kalıtı dil sevdası, babadan akan SAYFA 4 poetik gusto bir yana, geniş bir aile dostları çemberinin içinde pek çok usta kılavuzu olmuştu çocukluk ve ilkgençlik yıllarında. Samih, her vakit onlara borcunu ödemek için uğraştı. Daha önemlisi, erdemlerinin ve değerlerinin inançlı izsürücüsü oldu. Sessiz ama dirençli bir kavga adamı olduğunu bilmeyenler vardır. ÇELEBİLİĞİNİN KÖKENİ HAKKINDA Bu çemberin merkezinde, Samih'in dünya görüşünün ve estetik anlayışının oluşmasında birinci dereceden etkisi olduğunu gizlemediği, hümanist bir sol çekirdek yer alıyordu. Köktenci sosyalistlerin birçoğunun “tatlı su solculuğu” diye küçümsedikleri, yerine göre seçkinciliğini, yerine göre de, paradoksal biçimde halkçılığını eleştirdikleri çevrenin, oysa, ciddi ve kalıcı bir kültürel üretim ortaya koyduğunu bugün tartımlı hiç kimse yadsıyamaz. Tam tersine, Anadolu insanı ve kültürüyle son önemli köprü kurma anlayışının bu koldan geldiğini görürüz. Samih Rifat, daha başlangıç yıllarında, ortaöğrenimini gördüğü SaintBenoit döneminde ve onu izleyen İTÜ Mimarlık öğrenciliği CUMHURİYET