28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Ölümünün ellinci yılında bu tam edebiyat insanının unutulmuş görünmesi, kişiliğimizin gelişmesinde onun da etkisi olduğunu anımsamayışımız, kendi bencilliğimiz içinde, kendimizi gereğinden çok önemsediğimiz anlamına gelmiyor mu? Oysa daha nice edebiyatçının Ataç’tan alacağı dersler var. taç 17 Nisan 1957 tarihinde ölmüştü. Demek ölümü üzerinden 50 yıl geçmiş. Ölümünün ellinci yılında; çağdaş edebiyatımızın, dilimizin, özellikle eleştirel denemenin gelişmesindeki etkileri üzerinde durulmalı, Ataç’ın önemli tartışılabilmeliydi. “Benim önemim yaşarkendir” diyen Ataç, edebiyatımızın çalkantılı akışı içinde, yeni oluşumlarla oyalanan ozanlarla yazarların gönül bağından uzak, yalnızca kendilerini önemsediklerini dokundurmak istiyordu. Ataç’ın ölümünden sonraki elli yıl içinde edebiyatımız ivme kazanarak genişledi. Yenilik anlayışlarının önünü açan, düzyazıda özleşme Türkçesinin genç yazarlar arasında kullanılmasını özendiren, çeviri diline Türkçe düşünme yorumunu kazandıran, Külebi’nin dizesinden bakarak, “Hızır gibi boyuna genç olan” bir kültür insanını ölümünün ellinci yılında anmamız gerekirdi. YELKOVAN Edebiyat Dergisi “Eleştiri Sorunları” üzerine bir dosya düzenliyor. Ben de onların sorularını yanıtlarken anımsadım Ataç’ı unuttuğumuzu. VARLIK’ta “Boş Zamanlar” başlığıyla yazdığım bir yerim var; oraya “Ölümünden 50 yıl sonra Nurullah Ataç” başlıklı bir yazı hazırladım. Yarım yüzyıl sonra gene güncelliğini koruyor. Cumhuriyet KİTAP’ta yeniden Ataç üzerinde duruşumun nedeni başka. Mustafa Şerif ONARAN Değinmeler A Ataç’ın önemi noğlu görünse de; Orhan Kartal, Halim Spatar, Emin Aktuna, biraz da ben kendimizi derginin mutfağında görerek ilgilenirdik. Baki Kurtuluş, Pazar Postası’nın herşeyiydi. Yalnız yazı işleri değil, yönetim işleriyle parasal işler de ondan sorulurdu. Rüzgarlı Sokağın alt ucundan girdiğiniz zaman; sağdaki genişçe arsanın bir kıyısında SON HAVADİS ile PAZAR POSTASI’nın hazırlandığı basım yeri, öteki kıyısında yönetim yeri olarak kullanılan birer salaş yapı bulunurdu. Cemil Sait Barlas yazısını bırakır, başka da bir işle uğraşmazdı. Baki Kurtuluş yazı işlerinin ayrıntılarına girişmezdi. Hep bilirdik ki Muzaffer İlhan Erdost’un Pazar Postası’nda bir ağırlığı vardır. “Erdost yönetime geçmeden önce de derginin mutfağındaydı” deyişim bu yüzdendir. YÖNTEM AYRIMI Ataç’la Erdost arasıdaki tartışmanın ayrıntılarına girmek gerekmez. Ataç’ın şiirden anlamak için Türkçeden başka bir dil bilmek, eski edebiyatın gizlerine varmak gerektiğini öne sürmesi, tartışmada üstünlük sağlaması anlamına geliyordu. Veteriner Fakültesi öğrencisi Edost bu niteliklerden yoksundu. Ama Erdost’un sağlam bir mantık anlayışı vardı: Başka dil bilmeyen nice ozan iyi şiir yazsın da, onları seçmek için neden başka bir dil bilmek gereksin? Üstelik bilimsel çalışma içinde olan nice yazar var ki şiir beğenisi gelişmemiştir. Nice öğretiyi çevirilerden anlamak olanağı vardır. Dil bilenler o öğretiyi okumamışlarsa neyi öğrenecekler? Ayrıca telif haklarına Varlık’ın yeterince özen göstermediğini eleştirmesi de, Erdost’la Ataç arasında tartışmaya yol açmıştır. Erdost her iki yazının aynı dergide yer alması öyküsünü şöyle anlatıyor: “Böyle günlerden birinde, Baki Kurtuluş, Ataç’ın beni eleştiren kırıcı bir yazı bıraktığını söyledi. İstersen al oku dedi. Aldım, okudum. Ataç’ın konumu farklıydı, biz “yeniyetmeler” yanıtlayabilir miydik Ataç’ı, gene Pazar Postası’nda yayımlanabilir miydi yanıtımız! Ataç’ın yazısına yanıt yazacağımı söyledim Kurtuluş’a. Kurtuluş duraksamadı. “Buyur yaz!” dedi. Ben de orada oturdum, yazdım yanıtımı. Kurtuluş’a verdim. Ataç’ın yazısıyla benim yanıtım aynı sayıda yayımlandı. Ataç’ın yazısıyla benim yanıtımı aynı sayıda yayımlayacağını söyleyen ve yayımlayan Kurtuluş. Ben yanıtımı orada yazmış, Kurtuluş’a bırakıp çıkmıştım. Ataç, kendi yazısıyla benim yanıtımı aynı sayıda görünce küplere binmiş. Bu nedenle Pazar Postası’nda yazmamış” (EDEBİYAT ve ELEŞTİRİ, Anımsamalar ve Ataç, TemmuzNurullah Ataç laması şaşırtıcı olmuştur. Oysa Ataç, Turgut Uyar’ın “Türkiyem” adlı şiir kitabına bir “önsöz” yazmış, zarını onun için attığını söylemişti. Ne var ki “Türkiyem”deki şiirler gerçek Turgut Uyar şiirleri değildi. Turgut Uyar ozan kişiliğini daha sonra kazanmıştı. “Sanmam” derken Ataç’ın o şiiri göremediğini dokunduruyordu. Ama zarını atmada o şiiri sezen bir güç yok mu? Turgut Uyar bu sözünü şöyle düzeltmeye çalışır: “Ataç gerçekten anlar mıydı şiirden? Gereksiz bir sorudur bu bana kalırsa. Bir adam şiiri seviyorsa anlıyordur da. Çünkü şiiri anlamanın tek ölçüsü şiiri sevmektir. Bu, O’nun da düşüncesiydi” (TÜRK DİLİ, Ataç Şiirden Anlar mıydı?, Mayıs 1967). “İkinci Yeni”deki şiirsel gizi anlamadığını söylemesi de Ataç’a yakışan bir tavırdır. Turgut Uyar, Ataç’ın “İkinci Yeni” karşısındaki durumunu da şöyle açıklıyor: “Ölümünden çok kısa, belki bir iki hafta önce son konuşmamızda “İkinci Yeni” denilmekte ısrar edilen ve şimdiye kadar hiçbir eleştirmecinin gerçek temsilcilerini bulup çıkaramadığı şiirin yeni yeni belirmeye, konuşulmaya başladığı günlerde, bana, çok hüzünlü bir vazgeçişle, “galiba siz haklısınız” dedi, “ben artık yaşlanıyorum, ayak uyduramıyorum bunlara.” Öte yandan Muzaffer İlhan Erdost, anlamsızlığa kadar ozanların özgür olduğu bir şiirin kuramcılığını yaparken “yeniyetmelik”ten çıkmış, şiirbilim üzerine öne sürdüğü yeni görüşlerle ilgi odağı haline gelmişti. Ama Ataç, düşünce dizgesini etkileyen bir tartışma ortamı hazırlamasıydı, Erdost’un bağımsız bir sıkıdüzen içinde kendini geliştirmesi beklenemezdi. BİR AYDINLANMA SAVAŞIMCISI Aydınlanma eyleminin öncülerinden biri olması Ataç’ın önemini daha da artırmaktadır. Dil devrimine inanması, çağdaş ozanlarla yazarların bu devrim doğrultusunda dili işlemesini sağlamıştır. Dili bilimsel yollarla geliştirmek yetmez, ustaca uygulayarak edebiyat dili ile bilim dili haline getirmek gerekir. Ataç’ın özendirmesi olmasaydı nice sözcük, sözlüklerde ölü olarak kalacak, kullanılmayacaktı. Daha önemlisi, eytişimci anlayışıyla edebiyata bakmak, değişik görüşlerin karşılaştırılmasıyla gerçeği anlamayı kolaylaştırmış olacaktı. Kendiyle bile kavgalı olması, inandığı doğrulardan ödün vermeyeceği anlamına gelmelidir. Dizgeli bir eleştiri yöntemi yerine, eleştirel denemenin bağımsız yöntemlerini kullanmak, ona daha özgür bir yazar kişiliği kazandırmıştır. “Benim önemim yaşarkendir” demek, yaşayan edebiyatçılara neden önemli olabileceklerni öğretmeli. İnandığı, doğru bildiği gerçekleri yazdı. Gençlerle tartışmaya girişmesi, onlara güven duygusu, kendilerini aşma çabası aşıladı. Divan şiirine güncel bir yorumla bakmasını bildi. Muzaffer İlhan Erdost, Pazar Postası yıllarından kalma eski bir tartışmayı gündeme getirirken, ölümünün ellinci yılında, Ataç’ın hâlâ güncelliğini koruduğunu da anımsatmış oluyor. Hazır yargılardan yola çıkmayıp da hep yeniyi araması, kendiyle bile kavgalı olması, devrimci kişiliğinin özelliği sayılmalı. Ölümünün ellinci yılında bu tam edebiyat insanının unutulmuş görünmesi, kişiliğimizin gelişmesinde onun da etkisi olduğunu anımsamayışımız, kendi bencilliğimiz içinde, kendimizi gereğinden çok önemsediğimiz anlamına gelmiyor mu? Oysa daha nice edebiyatçının Ataç’tan alacağı dersler var. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmeniz için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz. PAZAR POSTASI’NDA BİR TARTIŞMA Özgen Kılıçaslan’ın yönetiminde HAYAL, edebiyatımızda yeri olan bir dergi özelliği kazanıyor. “Dergi Belgeliği” bölümüyle eski dergilerimizin serüvenini ele alması günümüz dergiciliğine de ışık tutuyor. PAZAR POSTASI’nın incelendiği sayıda Muzaffer İlhan Erdost’un “Pazar Postası İçin Notlar” başlıklı bir yazısı vardı. Pazar Postası, özellikle “İkinci Yeni”nin doğum yeri olması bakımından edebiyatımızda işlevi olan bir dergiydi. HAYAL’in “Dergi Belgeliği”nde Pazar Postası dosyasına bakarken, Nurullah Ataç’la Muzaffer İlhan Erdost arasındaki bir tartışmaya da değinmiştim (Cumhuriyet KİTAP, Pazar Postası Yılları, 1 Şubat 2007). “Pazar Postası Yılları”nı anlatan yazım daha çok “İkinci Yeni” oluşumu üzerine olsa da, kesin bir yargıda görünmemek için sorar gibi davranıyordum: “Ölümünden bir yıl önce Nurullah Ataç’ın Pazar Postası’yla ilişkilerini kesmesi Muzaffer Erdost yüzünden değil miydi?” Ataç’la Erdost arasındaki tartışmada Erdost’un yanıtı bekletilmeden aynı sayıda çıkmıştı. Ataç bu durumu edebiyat töresi bakımından yakışıksız bulduğu için Pazar Postası’ndan ayrılmıştı. Muzaffer İlhan Erdost, Ataç’la giriştiği tartışmanın ayrıntılarını belirterek bu konuya açıklık getiriyor (EDEBİYAT ve ELEŞTİRİ, Anımsamalar ve Ataç, TemmuzAğustos 2007). Muzaffer İlhan Erdost’un daha Veteriner Fakültesi öğrencisi olduğu yıllardır. Ben demiştim ki: “Erdost, yönetime geçmeden önce de derginin mutfağındaydı.” Böyle düşünmeme yol açan iki neden var: Biri, FİKİRLER dergisi İzmir’de 1947’de yeni bir anlayışla yayımlanırken dergiyi yöneten her ne kadar Halil DumaSAYFA 28 Ağustos 2007). Erdost her ne kadar, “Bu karşılıklı tartışmaya neden olan benim ve Ataç’ın yazıları yayımlandığı sırada Pazar Postası’nda çalışmıyordum. Onaran’ın söylediği gibi, mutfağında da değildim” dese de; Pazar Postası, Muzaffer İlhan Erdost’la bütünleşmiştir. Burada “telif hakkı” konusunda Baki Kurtuluş’un bir titizliğini anımsatmak isterim. Ataç yazı paralarını birikmiş olarak almak isterdi. O gün “telif hakkı”nı almaya gelmişse, bir açığın kapatılması gerekiyor da ödenemiyorsa, Baki Kurtuluş parayı denkleştirir, Ataç’ın evine gider, gönlünü alarak ödeme yapardı. ŞİİRDEN ANLAMAK Kendinden sonra gelen şiiri anlamak, o şiirin gelişmesini sağlamak, çağdaş edebiyata ivme kazandıran Ataç gibi bir eleştirmen için de kolay değildi. ŞAİRLER YAPRAĞI için ayaküstü sormaca düzenleyen Tarık Dursun K. ozanlara soruyordu: “Ataç şiirden anlar mı?” Turgut Uyar’ın “sanmam” diye yanıt MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sk. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 910
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear