Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
? larınız ne kadar sizsiniz” diye söylenmek!.. Aslında o yazının amacını baştan vermek derdi değil. Öyküye uygun ve güzel bir giriş sağlamak için yapılmış bir şeydir. Kastettiğiniz öyküde anlamlar iç içe geçerek gerçeği deforme ediyor. Gerçekle yalan bir noktada karışıyor. Yazar gerçeği söylemek isterken buna kararlı; dahası yeminliyken yazısı yalan olup çıkıyor. Ve sonunda bunun bir yazar hastalığı olduğunu kabul ediyor. GÖRME VE GÖSTEREBİLME YETENEĞİ “Söz olmadan, yalan kurmadan bir hiçiz biz” diyor anlatıcınız. Finalde de, “Yazarın hastalığı doğruyu söyleme saplantısıdır” deyiveriyor. Okura hep yalan mı söyledi yazarlar? Ya da oyun mu oynadı okurla? Ben yazının büyük ama yalan ve çoğu kez saçma bir evren olduğunu bilerek gönüllüsü oldum. Yani okur bağlamında. Hâlâ da öyleyim. Yazar tarafına geçtiğinizde ise oyun oynayan sizmişsiniz gibi gözükse de aslında hayatın çok yönlü gerçeğidir bu. Yazarların görme ve gösterebilme yetileri vardır. Tek sebep bu. Geçmişe dönüşler yapılıyor öykülerinizde; özellikle de çocukluk eşelenir. Nedir bundaki gayeniz? Düşünsenize, hayatı bir yol olarak farz edip yürüyor... yürüyorsunuz. Bir şey taşıdığınızı da sanıyorsunuz üstelik. Dönüp ardınıza baktığınızda çocukluk denen o kısa boylu varlık size el sallıyor. Yüzü yabancı, giysileri, duruşu... Her şeyi yabancı. Siz onu taşımamışsınız, o size refakat etmemiş. Kopup gitmiş. Dönüp “Derdin ne senin” diye soruyorsunuz, “Neden benimle gelmedin?” Cevap da vermiyor. İşte öykü, hayal, düş böyle bir şey. Gittikçe de uzaklaşıyorsunuz. Yan yollara sapabilirsiniz belki ama asla geri dönemezsiniz. Kaybettiniz. Çocukluğunuza yetişmek karabasanı. Karamsar bir gençlik ya da seçilen karakterlerin yaşamdan umulanları erken nasiplenmeleri... İkinci sonuç birinci sebebi oluşturur mu? Geçenlerde Angelopulos'un “Kaçış” filmini izledim. Çocukları vakitsizce büyütüp öldürüyor bu adam diye düşündüm. Bir an önce büyü, kötülüğü gör ve öl. İçim acıdı. Dünya böyle bir yer aslında. Şimdi daha da öyle, kötü bilgi ekranlardan gözlerimizin içine sokuluyor. Reddetmek ne mümkün. İnsan kendi gerçeğinin dışına çıkmak istemeyebilir, bir tür ısrarlı otizm içinde olabilir. Ama iletişim kararlılığı bu reddi bozdu çoktan. Mutlu kalmak ısrarını bozdu. Artık kötülükle haşır neşiriz. Kapıyı kapatsak bacadan giriyor gözlerimize, kulaklarımızın içine. Dolayısıyla benim karakterlerimin karamsarlığı çok göze batmayabilir. Bu dünyanın bir parçası olarak algılamak mümkün onları. DİDİŞEN YAZARLAR!.. “ 'Beyaz kâğıdın boşluğu beni her zaman heyecanlandırır, önümde yaratılmayı bekleyen bir dünya vardır' diye saçmalayan yazarlara hiç inanmamışımdır.” Bu ironiyle anlatmak istediğiniz nedir? Yazarlar her zaman birbirleriyle didişmişlerdir. Her dönemde, her ülkeCUMHURİYET KİTAP SAYI de. Her yazar diğeriyle aynı soydan olmadığını düşünmüştür. Ben de naçizane karakterimle didiştim. Onunla aynı soydan gelmediğimi, onun daha “beyaz” olduğunu düşündüm. Başarıları parıltılıydı. Bir tanrı, yukarıdan sıkıştırıyordu; yaş icabı. O kadar olur. Ben de beyaz kâğıtlardan çok sıkılırım aslında. Al sana bir boşluk, otur ve doldur. Ama bu ikiyüzlü bir tavırdır düşünüldüğünde. Kâğıt söz söyleme yeri ve zamanıdır, imkândır. AÇILAN GEDİKLER 60'ına gelen yazara yitik bir kahraman payesi biçilir mi sık sık? Hayatında yazarların, gedikler açılır mı zamanla, sizde de başladı mı? Evet bazen tuhaf, umarsız, sıkıcı şeyler hissediyorum. Gerçi ben o yaşa ve konuma gelmedim ama. Büyük yazar olmak da çok sıkıcı ve sıradan. Hayatlarını yazıya adamış olan yazarlar, ondan karşılığında bir şey isterler. Ağır bir şey. Hayat verir mi bilmiyorum. Sonuna kadar sımsıkı saklı da kalabilir, umursamazca diretebilir. O zaman inançsızlık ve yorgunluk başlar sanırım. Hepimiz yorgun ve büyük yazıcılarız. Birilerinin bizim adımıza yazması bunu değiştirmez. Hem yaşayacak, yaşarken de harfler, kelimeler düşüreceğiz. İz bırakmak istemeden bırakacağız. “Ağula”nın anlamı nedir? Ağula bir üst isim. Bütün üst isimler gibi de hem bir ağırlık, hem de bir hafiflik taşıyor. Her şeyle ilgisi var, ama ilintisi yok gibi. Ağu, kelime anlamıyla zehir. Ben de buradan bir kelime türettim. Ağula da bir emir kipi gibi, yazara mı, öykülere mi, hayata mı yönelmiş… Emin değilim. Tek bildiğim öykülerime denk düştüğü ve bir sözcük olarak sahip olduğu sesin güzel olduğu. ? Ağula/ Sibel K. Türker/ Doğan Kitap/ 134 s. “Hayatta kalabilmek zorlu bir şey gibi geliyor bana. Şiddetli ve yorucu bir şey. Aynı zamanda hayret verici. Buna şaşırmayana, öyle su içer gibi hayatta gezinenlere oldum olası özendim ama aynı zamanda da ürktüm onlardan” diyor Sibel Türker. 909 SAYFA 5