Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Sibel K. Türker'le 'Ağula'yı konuştuk… ‘Yazarlar terk edilmiş kişilerdir’ İlk öykü kitabı “Kalp'Y'azan” 2003'te yayımlanan Sibel K. Türker, geçen yıl şubat ayında yayımlanan “Şair Öldü” adlı romanın ardından yine öyküleriyle çıktı okur karşısına. 'Ağula' üzerine konuştuk Türker'le. Sayın Türker? Bazı çocukların oyuncaklarıyla bir alıp veremediği vardır. Rayları koparılmayan tren görmedim, kafası kırılmayan, gözü çıkarılmayan bebek. Benimki de böyle bir şey işte. Bu bebeğimizi ya da trenimizi sevmediğimizden değildir. Yıkıntı duygusu çok vardır çocuklarda ve bazı yazarlarda. Tamlığı bozar sonra geçer seyrederiz. Sonra eski haline getireceğimizi düşünür ama başaramayız. Kopuk rayları torbadan dökerek ve utanarak, arkadaşlarımıza göstermeye utanarak… Devam etmeyeyim isterseniz. AZİZ HAYAT Hayat memat meselesi mi yoksa bu? Yok yok, konu, hayatmemat meselesi (mi?)!.. Hayatta kalabilmek zorlu bir şey gibi geliyor bana. Şiddetli ve yorucu bir şey. Aynı zamanda hayret verici. Buna şaşırmayana, öyle su içer gibi hayatta gezinenlere oldum olası özendim ama aynı zamanda da ürktüm onlardan. Kaderlerini kendileri yazmış gibiydiler ama ortada yazı filan da yoktu. Ben bu kadar yazarak “yazgı”yla didişiyor olmayayım? Bak sen düşünmedin ama ben düşündüm der gibi. Ama üstünlük hep onda olacaktır, bunu da biliyorum. Bu kez öykülerinizde farklılığa gitmişsiniz ve okuru da dahil etmek istemişsiniz. Neden? Tabii bir nevi de kılıçlarını kuşanmaları mesajı da alttan verilmeye çalışılmış gibi, yanılıyor muyum? Yok, öyle “savulun” der gibi yazı şıklıkları benim edebiyat anlayışımla uyuşmuyor. Okuru zeki farz etmek, okuru aptal zannetmek, okuru kendi yazdığını sandığı sanal bir dünyaya sürüklemek... Okur senden o metni talep etmiyor ki, ama ortaya koyduğunda reddetmiyor da. Ortada bir savaş yok ki. Ama böyle bir görev verilse seve seve yapılır. “Ey zeki okur” diye imlendiğinde sayfanın içinden, üzerine alınmayan ben de dahil kaç kişi vardır? Ya da yalnız tezlerle yürütülen roman anlayışında savaş metotları vardır. Benim anlamlandırma çabama okuru dahil etmek gibi bir derdim olabilir olsa olsa. Öykülerinizin iki yazarı var, az önceki sohbetimizde de sözünü ettik, ortaklık! Ama bir de öykünün yazım amacı da hemen başta verilmek isteniyor! Biraz da yazarların dertlerine değinmek, yahut nasıl demeli, yazara sorulan saçma sapan sorulara ket vurmak, baştan mesajı vermek; sormayın bana, “YazdıkKİTAP SAYI ? Erdem ÖZTOP S ayın Türker, yeni öykü kitabınızla okurun karşısındasınız. Neredeyse her yıl böyle bir şölen yaşanıyor sizin adınıza, iki öykü kitabı, ardından roman ve şimdi gene öykü!.. Şölen dedim, ama bu arz'ı yazar kendine de biçiyor olabilir, söz konusu mudur bu, ya da okuru ne kadar gözetirsiniz? Şölen kelimesi çok iddialı gibi geliyor bana. Ben utanırım böyle şeylerden. Bakın eteğimde daha ne taşlar var diye bir gösteriye girişmekten. Üstelik de 'Ağula' demişken… Çok fazla yazdığımı ima ediyorsanız (!) bu doğru olabilir, üstelik ben yazı kirliliğine inanan bir yazarım. Ama neyse ki ince bir kitap bu. Yazmakla bitiremediğim, kuş kanadının kalem olduğu bir şeyler var demek ki. Sizce de ağrılı, sancılı ve bir o kadar da komik bir hayat yaşamıyor muyuz? Ya da en kötüsü yaşadığımızı sanıyoruz ki aldanışların en korkuncu. Okuru gözetmek öncelikle saygılı, iyi huylu yazarların, sonra piyasa huylu yazarların işi. Hangi anlamda sorduğunuzu pek bilemiyorum ama evet; okur gizli bir göz olarak hep vardır bende. Olmaması da düşünülemez. Yazının muhatabı vardır. İki yıl önce, Yunus Nadi Ödülü'nü aldınız, bu nasıl etkiledi yazarlığınızı? Daha doğrusu, bir etkiye yol açtı mı? Elbette sevindim böyle önemli bir ödül aldığım için, ilk ödülüm olduğu için. Ancak yazarlığımı ve yazı standardımı etkilemedi bu. Sadece çalışmak için biraz daha istek vermiş olabilir. Çünkü yazarlar terk edilmiş kişilerdir. Ancak sözcüklerle can bulan hayaletler gibi gelirler bana. Gerçek, gündelik, sıradan hayatta yazının ve yazarın karşılığı yok çünkü. Ancak yazarak varolduğunuz bir dünyada kelimeleri koşturmaktan başka meşgaleniz de yok. Yani çalışkanlığım sınıfın ön sırasından sürekli yükselen sinir bozucu parmak değil de arka, en arka sıralarda dersini anlayan ama çaktırmayan bir öğrenci SAYFA 4 edasında… “ROMANA DÖNÜYOR KALBİM” Kalp(Y)azan ve Öykü Sersemi'nden sonra, roman yazdınız! Neydi sizi roman yazmaya iten sebep; şimdilerde yeniden öykü kitabınızla bizleri selamlarken?.. Peki, aslında bir sürü sinir bozucu şey. Öyküye atfedilen sinir bozucu kutsiyetler; öte yanda aynı sinsilikte “ikinci tür” yakıştırmaları. Ne ulvilik sanıldığı kadar öyküde, ne de sıradanlık. İki bakış açısına da uzağım. Her öyküde, öyküye bakışımın farklılığını görerek yazmak bir keyif. Ama eğer roman yukarı dallarda bir meyveyse o ağaca çıkarım diye de düşündüm. Roman da yazan öykücü sıfatını aldım, kabul ettim. Ve kötü haber: Sanırım bundan sonra öykü yazmayacağım. Artık söylemek istediklerimin boyutları öyküyü biraz aşıyor. Romana dönüyor kalbim. İki öykü kitabı ve öykücü ünvanı paye edildikten, romanınızı yayınladıktan sonra, nasıl tepkiler aldınız? Hakkımda kötü bir şey duymadım desem? Duysam da ebediyen yazardım. Övgüler uçuyor, yazı kalıyor. Bir de çağımızın hastalığı, çabuk unutuluyor her şey. Metin kalabalığı var çünkü. Eskiden bazı metinlerin kurduğu hayatlara rastlamıştım. Şimdi yazı sadece kendisini kuruyor. Böylece övgü ve yergi yazının kaderine eklemlenmiş şeyler olarak ölüyorlar. Belki de böylesi iyi. Yeni kitabınızı konuşmak istiyorum. Konuyu hayat ekseninde tutma gayesindeyim: Nedir hayatla alıp veremediğiniz ? CUMHURİYET 909