05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Seray Şahiner'den bir ilk kitap: Gelin Başı Kısa film tadında öyküler ? Fadime USLU “B ir insanın kişiliğini, ancak o insanı çevresi ile birlikte ele aldığımız ve dünya içerisindeki özel durumuna göre değerlendirebildiğimizde anlayabiliriz” der, Alfred Adler, bireyi sosyal varlık olarak tanımlarken. Nedir bu özel durum? Kişinin çevresine karşı takındığı tavrı, mücadeleleri, başka insanlarla ilişki kurma ve işbirliği yapma gibi insani varlığa sıkı sıkıya bağlı olan hayat problemleri karşısındaki tutumudur. Hulki Aktunç'un önsözünü kaleme aldığı Seray Şahiner'in Gelin Başı adlı öykü kitabında yer alan on öykü, (Can Yayınları, Mayıs 2007) bireyi, çok katmanlı algı boyutuyla, her katmanı yalın, cesur, sivri bir dille anlatıyor. Seray Şahiner kahramanları, tüm olanakları kullanarak, okurla iletişim kurabilmeyi başarıyor. Etkili bir iletişim; karakterler özellikleriyle, duruşlarıyla kendilerini unutturmuyor. Kitap özenle hazırlanmış. Birbirine yakın duran kısa öykülerin arka arkaya verilmesi,okuru metinler arası yolculuğa çıkarıyor. Ortak bir izleğe sahip olan öyküler, iki temel noktada birbirinden ayrılıyor; bireyin varolma var etme mücadelesi ile sınıf mücadelesi. Birbirinden uzak duramayan bu ilişki, derinlikleriyle öyküleri farklı platforma taşıyabiliyor. Özellikle üç öykü ( Yedi Ağlı Don, Tanga Don Hissi, İlk Öpüşte Aşk) sosyolojik çözümlemelerle genişliyor. İşlenen tema ve karakterleriyle birbirinden bağımsız olsa da onları birleştiren toplumsal travmalar; ki bu öyküler de kitapta birbirine yakın konumlandırılmış. 'Gelin Başı' ise her iki durumu içinde eşit ağırlıkta barındıran bir öykü; denge unsuru niteliğinde; bir buluşma noktası. Diğer altı öykü psikolojik açılımlarla zenginleştirilmiş. Öykülerde pek çok ortak nokta var, en önemlisi, bu öykülerin gören ve gösteren yanı. Seray Şahiner'in 'Gelin Başı' adlı öykü kitabında yer alan on öykü bireyi, çok katmanlı algı boyutuyla, her katmanı yalın, cesur, sivri bir dille anlatıyor. EVRENSEL SORUNLAR 'Sorumlu ile Sorunlu' adlı öykü için Hulki Aktunç, “… ne büyük / ne küçük /ne aydınlık /nekaranlık bir dünyaya giriyoruz” diyor. Öyle bir dünya ki, anlatılan karakterler ve onların sorunları tüm yaşamlarda karşılığı olabilecek kadar evrensel. Bugüne kadar sayfalarca üzerinde durulmuş, bundan sonra da durulacak olan “iletişimsizlik”, “yalnızlığın getirdiği çaresizlik”, “sınır koyma”, “etiketlendirme” sorunsalları, sekiz sayfalık akıcı, mizahi bir dille özetlenmiş (Öykünün adı da etiketlendirilmiş kimliklere gönderme niteliğinde). Öykünün dramatik biçim almasını sağlayan yapısı klasik anlayışla, italik dizilişle verilen iç sesler, geri dönüş ve çağrışımla ifade bulan çağdaş yaklaşım ustaca harmanlanmış. Öykünün odağında yer alan 'sorunlu' SAYFA 16 anketör Zeynep, daha ilk paragrafta, sorunlarıyla betimlenmektedir. Otuz yaşına yeni giren kahramanın artık beli kalınlaşmış, “ilk beyaz saç teli”yle karşılaşmıştır. Üniversite eğitimi almış ve işine özen gösteriyor olmasına rağmen “ikinci kata” bir türlü “çıkamamıştır.” Sorumlu müdürüyle yaşadığı kısa süreli birlikteliği üç yıldır unutamamaktadır. Zeynep'in işi, yaşı, arkadaşları, kardeşi,sorumlu müdürü, onun karısı, hatta “barda” karşılaştığı ve iletişim kuramadığı adamlarla sorunu vardır. Daha çok iç sesleriyle duyduğumuz karakter, kendini ve çevresini acımasızca eleştirir. Yaşamına keskin sınırlar çizmiş olmasına rağmen kafası karışıktır. İşini anlatırken sorumlu müdüre oradan yaşına, medeni durumuna geçer. Zeynep şöyle der:(s.17,3.paragraf) “ ...Yirmi yedi yaşındaydım ve hâlâ “genç” diye nitelendiriliyordum…Henüz evde kalmamıştım… Sorumlu müdürümüzün evlenmesine ise “daha” birkaç ay vardı. Bütün mesailere birlikte kalıyorduk, çok hızlı ilerliyordum işyerinde, herkes benim birkaç aya kalmaz ikinci kata çıkacağımı söylüyordu.” (Zeynep otuz yaşına yeni girmiştir. Üç yıl içinde yaşlandığını ya da artık genç olmadığını, evde kaldığını söylüyor. Üç yıl tüm bunlar için çok kısa bir süre değil mi?) Karakter, yargılarla;'diğerleri'nin bakışıyla kendine ambargo koymakta, kendini eti ketlemektedir. Yine on yedinci sayfada: “…Bizim sorumlu müdürümüz bana hiçbir şey vaat etmedi” deniyor. Bu cümlede kullanılan birleşik eylem on dokuzuncu sayfada da geçiyor. Bir işi yerine getireceğine söz vermek anlamında kullanılan fiil; “vaat etmek” ya da “vaatte bulunmak” olarak kullanılmalıydı. On sekizinci sayfada; “… Siz de gittiğiniz barlarda, aylak aylak yürüdüğünüz sokaklarda “tanıdık biriyle karşılaşsam da iki lafın belini büksek” diye sürekli etrafınıza bakınırsınız”cümlesinde “lafın beli” bükülmez, kırılır. Çocukluğun duygu yoğunluklu izlerini yaşamın geri kalanına taşıyan, vazgeçilmez bir yazgı gibi tekrarlanan saplantılar, 'Buzdolabı Süsü Misali' öyküsünde açığa çıkıyor. Tek ve dar zamanlı olmasına rağmen, benanlatı ile verilen çağrışımlar ve işlevsel ayrıntılar, öyküyü zenginleştiriyor. Üniversite öğrencisi iki genç aynı evi paylaşmaktadır; Samet ve Sibel. Aralarında geçen bir “kavgadan sonra” evi terk etmek üzere olan Sibel'in eve olan düşkünlüğü, psikolojik açılımlarla işlenmiş. Öykü boyunca daha çok iç seslerde duyduğumuz “ev” sözcüğü sık sık tekrarlanırken (Yedi cümlelik bir paragrafta altı kez “ev” denilmiş.s.23, 2.paragraf); finalde anlam kazanıyor. Sibel ile Samet'in diyaloglarında (s.25), Sibel; “Ben seni görmek istemiyorum artık, zaten “Dekorasyon yapayım eve, daha öğrenci işi olsun” diyordun, yaparsın artık, dantelleri de atarsın” demektedir. Ön plana çıkan “dekorasyon yapmak” eylemi.( Dekorasyon: Dekor yapma işi. Dekorasyon yapmak; dekor yapma yı yapmak, ki doğru bir kullanım değil. Dekore etmek: Bir yere süsleme amacıyla düzen vermek) Cümle, evin dekorunu değiştireyim ya da evi dekore edeyim şeklinde başlasa(!) anlam bozulmazdı. SAĞLAM KARAKTERLER Kısacık bir öykü '“Tel”siz Duvaksız'. Konfeksiyonda çalışan overlok işçisi Mercan, nerede durduğunun farkında. Kenar semtlerin dar odalarını, sevdalarıyla süslemeyi görev edinmiş Mercan gibi kadınlar, kendilerini anlatmak için çok konuşmaz, konuşamaz ki. Elleriyle yaşamlarını kurup yeşertmek için uzun sözlere ayıracak zamanları yok. Mercan dimdik duruşuyla isyanla kabullenişi, hüzünlüyken gülümseyebilmeyi, küçücük pencerelerden ufka bakabilmeyi gösteriyor, dolaysız. Öyküyü defalarca okudum. Şu iki cümle hep aklımda; “…Ayağına basamadım Selman'ımın; nikâhlarda gelin damadın ayağına basar, herkes alkışlar. Ben şimdi bassam Selman'ımın ayağına, kim alkışlayacak?..” Ben alkışlıyorum sizi Seray ŞahiKİTAP SAYI ? CUMHURİYET 909
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear