05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

organının sıkıdüzeninde “muhalif tavır” içinde olmaya hangi parti önderi katlanabilir? İnce eleyip sık dokuyarak uysal kişilere yer vermek belki de bu yüzdendir. BİR GERÇEK OZAN Mustafa Şerif ONARAN Değinmeler Siyasetin kapısında bir ozan: Şükrü Erbaş Şükrü Erbaş örgütün gücüne inanan bir ozandır. Ama siyaseti yüceltmesi gereken örgütler yozlaşmışsa bağımsız olmanın ayrıcalığı vardır. Nitelikli insanların unutulduğu, görmezden gelindiği bir siyaset ortamında insanın kişiliğini koruması kolay değildir. “Siyaset bilgeliktir. Bilebilme, bilinmeyenleri bilinir duruma getirirken topluma yarar sağlama becerisidir. Bu sözümle şunu belirtmek istiyorum ki, bilgelikle verilen karar doğru, gerçekçi olabiliyorsa, topluma yarar sağlayabilir; tutarlı, güvenilir, yararlı ve geçerli olması olasılığı doğar. İşte bu nitelikteki kararlara varmak ve varılan o kararı uygulanır duruma getirebilmektir siyaset.” Yönetim erkini ele geçirenlerin görevi, yönettiği insanları mutlu kılmak olmalıdır. Bu mutluluk yaşamayı kolaylaştırmaktan geçer. İş bulamayan, geçim sıkıntısı çeken insan mutlu olabilir mi? Siyasetçi kendini kurtarmaya bakıyorsa, yurdun geleceğini güvende görmek olanağı bulunabilir mi? Sokrates diyor ki: “Siyaset, toplum için, toplum adına, toplum ile birlikte iyiliği, esenliği, mutluluğu yaratma becerisidir. Bu beceriyi sergileyecek kişiler, kendi çıkarlarını gözetir ve siyaseti çıkarlarının aracına dönüştürürlerse, o zaman uğraş biçimi siyaset olma niteliğinden uzaklaşır. Öylelerine ‘siyaset bezirganı’ diyebiliriz. O kişilerde ahlak eksikliği vardır. Kendilerinin toplum karşısında saygın olabilmeleri olanaklı değildir.” (İki ayda bir yayımlanan TÜRKİYE SORUNLARI kitapçığının başında şöyle bir not var: “Kitap dizimiz bir halk hizmetidir. Edinmek için bedel ödemek de gerekmez. Yazıyla ya da telefonla açık adresinizi bildirmeniz yeterlidir. Bu halk, bu ülke hepimizin. Tel.: 0312 490 66 81) Siyaset organları görüntü aldatmacasıyla daha geniş toplulukları kendilerine çekeceğini umuyorlar. İlkelerine bağlı olmak yerine, kimi ilkeleri kullanarak parti içinde yönetimi ele geçirmeye bakıyorlar. Parti içi yönetimde nitelikli olana değil, bağlılık gösterene yer veriliyor. Bu kısırdöngü sürüp gidiyor. “Muhalif tavır” içinde olan Nâzım Hikmet gibi bir ozan, parti çıkarlarına ters düşeceği için dışlanabilir. “Ozan taifesi”nden her zaman korkulabilir. Gerçek ozan “muhalif tavır” içinde kişiliğini korur. Ozan bir simgedir. Kişiliğini korumak, sesini yükseltmek isteyen herkes partiden dışlanır. İnanmadığı halde bir öndere sığınanlar, önce parti içinde, sonra yönetimde belli yerlere gelirler. Her insanın geçimini sağlamaya yarayan para aynı değildir. Bunun bir üst, bir alt sınırı olabilir. Alt sınır, “sadaka siyaseti”ne gereksinim duymayacak şekilde insanı işinde mutlu edebilmelidir. İnanç özgürlüğü ile o inancı bir siyaset simgesi haline getirmek aynı şey değildir. Ama parayı da, inancı da yönetimi ele geçirmede kullanılan bir güç haline getirirseniz dengeler bozulacaktır. Bir siyasetçi aldığı parayla geçinemeyip de ticaret yapmaya kalkarsa, onunki “nüfuz ticareti” olur ki, siyaset ahlakını yozlaştırır. Ağızda sakız olan bu sözleri bir kez de benim söylemiş olmam neyi değiştirir? Bir siyaset B üyük Millet Meclisi’ne 550 milletvekili seçileceğine göre; partilerin gösterdiklerinden başka bağımsızlar da seçime katıldıkları için binlerce milletvekili adayı söz konusudur. Bu binlerce aday arasında kaç ozan var? Özel yeteneğine inanıp geleneğin bir yerinde oyalanan, keşfedilmeyi bekleyen nice gizli ozan olabilir. Onları bilemediğimiz için eksikli sayılırız. Sınırlı bilgi birikimimizle her ozanı tanımak kolay değil. Ama önde görünen birkaç parti, kendi anlayışına uyan birkaç ozanı listesinde aday gösteremez miydi? Ozanlar partilerin görünümüne güç katan kişiler değil mi? İşçi Partisi’nden Hüseyin Haydar’ın aday gösterilmesi anlamlı sayılmaz mı? Ama parti sıkıdüzenine uymayan, “muhalif tavır” içinde görünen ozanlar, hep siyasetçilerin yadırgadığı kişiler olmuştur. Nâzım Hikmet Komünist Partisi’ne girmekle övünürdü. Ama “muhalif tavır” içinde olması, çok daha önemlisi ondaki “büyük insan”, siyasetçinin güvenilmez kişiliğiyle bağdaşmadığı için, Komünist Partisi’nden dışlandı. Gönlü partisindeydi ama kendi uzaklardaydı. Demirtaş Ceyhun’un anımsattığı, İşçi Partisi’nde yer alan Hüseyin Haydar gibi nitelikli bir ozanın dışında, bağımsız olarak siyaset savaşımına girişen bir gerçek ozan var: Şükrü Erbaş. Binlerce aday arasında bağımsız bir gerçek ozan bulunmasının anlamı nedir? Şükrü Erbaş her zaman; özellikle “Edebiyatçılar Derneği”nin başkanı olduğu dönemde, barışçı, dürüst tutumuyla edebiyatçıların gönlünü kazanan bir ozandı. Edebiyatçılar yönetilen insanlar değildir. Ama Edebiyatçılar Derneği Başkanı olmak, hükümeti yönetmekten daha da zordur. Şu Anadolu coğrafyası üzerinde 10.000 yılı aşan bir uygarlık birikimi var. Biz Türkler bu coğrafyayı yurt edineli 1000 yıl bile olmadı. Önce şunu bilmek gerek: Çok kültürlü bir ülkede yaşamak, o coğrafyanın gücünü oluşturur. Ama Anadolu toprağını yurt edinmek demek, o kültürler arasında barışı sağlamasını bilmek demektir. Yüzyıllardır yönettiğimiz insanları barış içinde mutlu edemiyorsak, o ülkeyi yurt edinmiş sayılabilir miyiz? “İnsan insanın kurdudur” derken birbirimize yaptığımız kötülüğü, “insanın acısını insan alır” derken birbirimize yaptığımız iyiliği anımsamalıyız. Şükrü Erbaş, Dostoyevski’nin şu sözünün her zaman bilincinde oldu: “Bu dünyada her insan, olup biten her şeyden, herkese karşı sorumludur.” Ama sorumluluk sevgiyle, hoşgörüyle beslenmelidir. O sevi ilişkisi taşı bile sevmeyi kolaylaştırır: “Yemyeşil bir yalnızlığı İçim dışım uzaklık Kimseye anı olmadan geçtim. Taşı bile severdim Birisi tüy kadar dokunsaydı bana.” Yazının gücünü şiirin gücü olarak yorumlarsak Jean Paul Sartre’ın sorumluluğunu taşıyan Şükrü Erbaş’ı siyasete yakıştırabiliriz: “1. Özgürlüğü savunmak. 2. Zorbalığı, ezilen sınıflar açısından kötüleyecek bir duruma geçmek. 3. Zorbalığın her türlüsüne, bu hiçbir şeyi durdurmasa da, hemen kendi adına karşı çıkmak” (GÜLÜN SESİ GÜL KOKAR, Yazının Gücü/Yazarın Sorumluluğu, Everest Yayınları 2004). Edebiyatçı ancak bağımsız olarak siyasette yer alabilir. Şükrü Erbaş diyor ki: “Edebiyatçının, diğer bütün disiplinlerde emek veren insanlardan çok, dünyaya, insana ve zamanına karşı en yüksek derecede sorumlu bir insan olduğuna inanıyorum. ...edebiyatçı bütün hayatı ve insan hallerini işleyen, kurgulayan bir insandır. Edebiyatçı yalan söylemeyecek. Zorun, şiddetin yanında yer almayacak. Yaşadığı ger çekliği, insanı büyütme yönünde derinleştirecek, boyutlandıracak. Yazdığı dili yıkıp yıkıp yeniden kuracak. İnsanın temel varoluş haklarını, dilini, kimliğini, kültürünü her koşulda savunacak. Hiçbir otoriteyle uzlaşmayacak” (YELKOVAN, “Senin Kabın Küçükse Deryanın Günahı Ne?”, NisanMayıs 2007). ADAM SEÇMEK Şükrü Erbaş örgütün gücüne inanan bir ozandır. Ama siyaseti yüceltmesi gereken örgütler yozlaşmışsa bağımsız olmanın ayrıcalığı vardır. Nitelikli insanların unutulduğu, görmezden gelindiği bir siyaset ortamında insanın kişiliğini koruması kolay değildir. İnsanın iyi günü de var, kötü günü de. Dost olduğunu sandıklarımız kötü günlerde uzaklaşır, insanı yalnız bırakır. Nâzım Hikmet, avukatı İrfan Emin’e yazdığı bir “akrostiş”te, kötü günde kendini yalnız bırakanlara aldırmaz, gerçek dosta inanır. Şiirin ikinci bölümü şöyle: “Ey! daha iyi be bunun böyle olduğu! Minnetlerim ve borçluluğum yalnız sana kalsın. İyi günlerimde benim, unuttuğum büyük insan eli, Nasılsın?” Şükrü Erbaş, insanlığın kurtuluşu savaşımı için yola koyulmuş. Çıkar gözeten, kısır sürtüşmelerden yardım uman kişilere aldırdığı yok onun. Umudun, barışın, sevginin, iyi günlerin ozanı o! Ancak bağımsız bir ozan baş koyabilir böyle bir yola. Oyumuzu kullanırken Şükrü Erbaş’ın sözlerini belleğimizin bir yerine iliştirelim: “Ben, her koşulda ölümün değil, yaşamın; bireyciliğin değil, dayanışma ve paylaşmanın; savaşın değil, barışın; zorun değil, özgürlüğün; yalanın değil, inceliğin ve içtenliğin; paranın değil, sevginin, gerici politikaların değil, sosyalist değerlerin yanında olmayı kendim için bir ödev ve onur bildim. Ve bu dünya ile yazarak ödeşmeyi seçtim. Acısı da sevinci de benim.” Fazıl Hüsnü Dağlarca “Adam Seçmek” gerektiğine inanıyor. ARDIÇKUŞU’nun gagasında taşıdığı şiiriyle son verelim yazıya (ARDIÇKUŞU, Kadın olsun, Erkek Olsun, Adam Seçmek, Haziran 2007): “Hayır Seçimlerde ellerimiz işe karışmamalı Selam veren onlar İşi yapan onlar İmza atan onlar Kilitleri kullanan onlar Kapıları açıp kapayan onlar Silah çeken onlar Para sayan onlar Ceplerde saklanan onlar Nasıl güvenebiliriz ellerimize Seçimler ayakların dediğiyle sonuçlanmalı.” ? Bu sayfayla iletişim kurabilmeniz için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz. “MUHALİF TAVIR” Seçim öncesi siyaset ortamını nasıl görüyorsunuz? “Celal sahibi” siyasetçilere bakıp “cemal sahibi” olanları özlemiyor musunuz? Öfkeli olanlar kendi eksiğini gizlemeye, bilge olanlar kendinin gerisinde durmaya çalışıyorlar. “Sadaka siyaseti” ile “yiğitlik siyaseti” insanı küçültüyor, yoksul düşen insan hıncını nereye yönelteceğini bilemiyor. SOKRATES DİYOR Kİ: Ali Nejat Ölçen Türkiye Sorunları’nı 2 ayda bir yayıma hazırlıyor: “Bu sayımızda, niçin siyaset üzerine söyleşi yaptığımızı tahmin ediyorsunuzdur. Siyaset denilen erdemli uğraş alanı bu denli yozlaşmamış, ilkesizleşmemiş ve çıkar düşkünlerinin eline düşmemişti. Sokrates’in söylediklerini merak etmiyor musunuz?” (TÜRKİYE SORUNLARI, Haziran 2007). Ali Nejat Ölçen arafta Sokrates ile düşsel bir görüşme yaptığını varsayarak, onun 2500 yıl öncelerden yankılanan sesini duymamızı ister: SAYFA 28 MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sk. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 Şükrü Erbaş CUMHURİYET KİTAP SAYI 909
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear