Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
? den duyumsattı bana. Temasızlığın, mekânsızlığın ve insansızlığın şiiri(!)ni düşündürdü... Bana göre bu kopuş ve soyutlanış şiirin kendi doğal gelişiminin ve deviniminin sonucu değil. Edebiyatta, özellikle de en etkin sanat dalı olan şiirde uçuculuğun önem kazanması sistemin işi. Düşünceden dili uzaklaştırma eylemi. Anlamsızlıkta anlam arayarak gerçekten uzak durma. Düşüncenin ve duygunun, gerçeğin dışında tutulması... Korkutulup, sindirilmiş toplumlardaki edilgenliğe neredeyse hiç işlevi olmayan ürünler sunarak sığ kültür ortamları yaratma... Tüm bu oluşumların sanatın iç devinimi ve değişiminden kaynaklandığını söyleyemeyiz. Kapitalist sistem, şiirimizin en büyük ustası Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı bile yaşarken yok saymakta.. Çoğunu yirmi otuz yıl içinde yitirdiğimiz şiir ustalarının ne basın yayın dünyasında, ne de okul kitaplarında adları geçiyor. Şiirin etkin ve yetkin sanat dalı oluşu sistemin tarihlerden tanıdığı bir şey. Bu tehlikeyi bildiği için de ilkin kendi kültürünü dayatarak değerli ve geçerli olanı unutturmak yoluna gitti, gidiyor… Ben unutturulmak istenilen şiiri, şiir ustalarını tüm güzellikleri ve yücelikleriyle yeniden anımsatmak istedim. Günden güne azalıp, sakatlanan Türkçemizin şairlerin dizelerindeki tazeliğini, akıcılığını yeniden duyumsatmak istedim. Bu hem bir özlem hem bir karşı duruş, hem de yanıt arayıştı birçok şeye... ORTAK İMGELER Senin şiirine katkıları oldu mu, olduysa… En azından daha önce yazılmışı aynen yazmamı engelledi. Örneğin: B. Necatigil incelemesi yaparken ‘Yangından önce kurtarılacak’ şiiri bana çok tanıdık geldi. Öyle ki ya bunu ezberleyip unutmuşum, ya da çok severek birkaç kez okumuşum. Derken bu aşinalığı buldum. Aynı başlıkla benim de bir şiir çalışmam olmuş. Eskizler arasında buldum. Hemen hemen temasıyla, imgeleriyle aynı. Bir öykünme şiiri değil. Aynı meslekte olan şairlerin ortak imgeler bulmaları, bazen aynı temayı işlemeleri bilinen bir şey. İkimizin de öğretmen oluşu ve okullarda her köşede aynı görüntünün olması benzer bir şiire yöneltmiş... Bu tür örnekleri bir dizede bile olsa görmem daha dikkatli olmamı gerektirdi.Başka bir konu ise bazı şairlerin beni şaşırtması. Örneğin İ. Berk’in ‘Galata’sı... Daha çok son şiirlerinden tanıdığım İ. Berk’i incelemeye başladığımda bir kent güncesi ya da kent tarihçesi görünümündeki bu kitabı şiir anlayışımı zorlamıştı. Galata yollarının, binalarının tasviri, bir kahvede içilen çayın fiyatı... Şiirin, düzyazıyla örtüştüğü bir anda bildiğim tüm şiir kuramlarını yeniden gözden geçirmeme neden olmuştu. Yine M. Eloğlu’nun ikinci döneminde dille çok oynamasını gereksiz bulmuştum. T. Uyar’ın ‘Akçaburgaz’lı Yekta’sını okurken aynı sayfada üstte Yekta’nın, altta ise gizli aşk yaşadığı kadının şiirinin denizdeki alt üst akıntılar gibi yan yana sürmesi beni şaşırtmıştı. Hatta bir ara sayfanın üst bölümündeki şiiri ayrı, alttakini ayrı okumayı denedim. E. Cansever’in vazgeçemediği ‘sıkıntı’sı yer yer dizelere de yansıyarak, okuyanı karamsar bir havaya sokuyordu. C. Süreya’yı okurken şiirde içtenliği ve erotizmi sorguladım. Erotizm dedin de son kitabın ‘Deli Bal’da ‘Silahımı Kuşandım’ adlı şiirinle C. Süreya’ya gönderme yapıyorsun. Şiirin ana temalarından birisi olan ‘kadın’ genel olarak nasıl görünüyor, bugün şiirin öznesi ve nesnesi olarak nerelerde? Evet, söylediğin şiir C. Süreya’nın 1954 yılında yani benim doğduğum yıl yazmış olduğu ‘Şu da var’ başlıklı şiirine gecikmiş olsa da yanıt niteliği taşıyor. Çoğumuzun bildiği gibi bu şiirde bakireliğini kaybetmekten korkan, evlenmek üzere olan bir kız var. Şair sevecen bir alaysamayla kızın korku ve utangaçlığını vermeye çalışır. Buna bir diklenişti belki... Hakları elinden alınmış bireyle oynama, oyalanma... Gerçekte bu amacı taşımasa bile, bu şiirin yazılışından elli yıl sonra bedenine sahip çıkan bir kimliğin sesini çıkarması olabilir. ‘Kadın’ toplumcu gerçekçi şiirde erkeğin yanında ana kimliği ve emekçi kadın olarak yerini alırken mücadelecidir. İkinci Yeni şiirinde edilgen bir durumda. Çıkmazlarıyla CUMHURİYET KİTAP SAYI savaşacak donanımı ve gücü yok. Aynı zamanda savaşmayı bilmeyen, bilmek de istemeyen erkek dünyasının hem hasreti hem korkusu, hem suçu, hem de günahı… Yaşamla baş edemeyen erkek, kadına acıyarak,aşağılayarak, iğrenerek bazen de kavuşulmayan sevgiliyi yücelterek bakıyor. ‘Hep kendi çıkarında/ Kaçardın, kaç/ Bu çocuklar bu kadın/ O sabahlar bu gece/ İşte gene karşımda/ nefret ya da acıma/Şimdi ne yapacaksın?..’ dizeleriyle B. Necatigil evlerden ve içindeki kadınlardan söz ederken; O. Rifat da: ‘Sözde/ Bir şarkı tutturmuş dalgın/Tövbe tövbe/ Bir gözü kedilerde çıfıtın/Bir gözü bende’ dizeleriyle fettan, baştan çıkarıcı kadının kurnazlığını işaret eder. A. Muhip Dıranas’ın ilk şiirlerinde geceleri bahçelerde buluşulan bir sevgili coşku ve tutkuyla dile getirilirken, son şiirlerinde belki aynı sevgili utançla, lanetlenerek anılır. C. Süreya sabahlara kadar ‘bol kirpikli’ kadınlarla uğraşır. Adları babalarının veya kocalarının adlarıyla anılan bu kadınların yaşamdaki duruşlarından çok bedensel görüntüleri, cinsellikleri ön plandadır. Evlilik kurumunu da eleştirdiği birçok şiirinde kadın çoğu kez aldatıcı ve davetkâr görünümdedir E. Cansever kadınları çoğunlukla suça meyilli tipler. Stephan’a Lusin: ‘Düşündüm de Stephan.. Düşündüm de daha önce de/ diyorum bir geneleve gitmeli..’ derken, Kürkçü dükkânındaki Anjel özellikle bacaklarını açar, Limonlukta üvey ana, üvey oğlunu ayartır. Bezik oynayan kadınlar açta, açıkta değildir ama sıkıntıları fazladır. T. Uyar’da ki ‘gün’ toplantılarında: yasak da olsa aşkı tanımış olmanın cesaretiyle Adile, kendisini üstü kapalı yermeye çalışan Faliha’ya, Necla’ya, Suzan’a karşı çıkar, bedenini ve arzularını savunur. G. Akın bu konuya kadının tarihsel gelişimi içinde yaklaşır. Kadının bastırılmış kimliğini, töreler ve inanışlarla çaresiz kalışını işlerken onun bireysel sıkıntılarına, özlem ve özeline inmez. Cinsellikten önce ana ve eş olan kadının kuşatılmış dünyası yansıtılır. ‘Kestim Kara Saçlarımı’ bir isyandır. ‘Ağıtlar ve Türküler’ ise kadının söz aracılığı ile sisteme kafa tutuşunun şiirleridir.. G. Akın kadınları, kendi mücadelelerinin yanı sıra çocukları, erkekleri de dünyayı değiştirmeye çağırır. Daha sonraki dönemde M. Gürpınar kadının cinsel meta olarak algılanışına karşı çıkarak; erkek dünyasını, kadınerkek ilişkilerini, aşk, sevgi ve ihanet kavramlarıyla sorgular… Böylesine genel ve önemli bir konunun şiirdeki gelişim ve değişimi elbette benim şiirimi de yönlendirdi. ‘Ben’den çıkarak öteki ‘ben’lere geçmeye uğraştım. Şiirin sevimli ve vazgeçilmez nesnesi iken, aktif bir öznesi olarak dünyayı yorumlamaya çalışıyorum… DOSTLUK VE PAYLAŞIM Eklemek istediğin başka bir şey var mı?… Evet. Belki de en önemli şey… Şairler hiçbir dönemde bu denli yalnız olmamışlar. Birbirlerine şiir yazmışlar. Şiirlerinde dost şairlerin adlarını anmışlar. Buluştukları yerlerde içmişler, şiir adına kavga etmiş, küsmüşler… Birbirlerinden etkilendikleri de çok olmuş. "Of ne kötü dünyaymış / bir Orhan Veli varmış / gel gel kardeşim Orhan / benim ellerimi al /benim gözlerimi kullan" diyen O. Rifat’ın yanı sıra, A. Damar Onat Kutlar’a, N. Akıncıoğlu’na, Nâzım’a, A. Kadir’e şiirler ada. Ş. Kurdakul ise edebiyat kahramanlarını (Hamlet, Carmen, Madam de Renal, Julius Caesar) ölümsüz kılmayı amaçlar. İncelediğim şairlerin tümünde, kavgadövüş içinde sürse de, dostluk ve paylaşım görülüyor. Bugün yitirilen en önemli şey belki de bu. Şairin şairi hiçe sayması. Şiirin paylaşılmayışı, üzerinde konuşulmayışı… Yapay ilişkilerin, çıkar ilişkilerinin öne çıkması… Yalnızlığın karesi, kulesi küpü…İşte böylesi bir ortamda kitabımdaki şairler beni yalnız bırakmadı… ‘Şiir Irmakları’ incelemelerimin sonu değil... Yeniden şiirimizin başka ustalarıyla buluşmaya başladım bile... ? Şiir Irmakları/ Arife Kalender/ Phoenix Yayınevi/280 s. 837 SAYFA 9