28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

YAPITA BİÇİM VERMEK mokinli Berduş’un girişinde, Memet Fuat’la aramda geçen bir konuşmaya değinmiştim yazarın, aynı yazı gövdesinden farklı bütünlükler kurma sorunu. Dileyen, bir tür ‘seçme’ diye de bakabilir yaratılan her toplama. Şurası gerçek: Sıralamak önermektir, her farklı sıralama, bir araya getirme işlemi, Vertov kurgusunda olduğu gibi, apayEnis rı vurgular doğurabilir. En doğrusu, öte yandan, bir yazarın baştan kitaplar kurması. Gelgelelim, özellikle deneme alanında, çeşitli yayın organlarına çeşitli konularda yazılar veren yazarlar, bir noktada o ürünleri topluyorlar: Sorun bu toplamalar bağlamında doğuyor, bazı örneklerde çetrefilleşiyor. Cemal Süreya’nın durumuna bir seferinde değinmiştim. Erken ve beklenmedik ölümü, arkasında bir yığın bırakmasına yol açtı. Sağlığında derlediği birkaç toplam vardı gerçi; ama onların son çözüm olduğu söylenemez. Kaldı ki, yayımlanmak üzere yanyana getirilen ‘parça’lar bin sayfayı buluyor: Kim, neye göre toplayıp sıralayacak onları? Kim, ne türden ‘bütünlük’ler kurma yetkisini kullanacak?Benzeri bir sorunu Tanpınar’da yaşıyoruz. Ekrem Işın çekici bir öneri getirmişti bir gün: Kimileri kitaplarına girmiş, kimileri yayın organlarında unutulmuş resim yazılarından bir kitap oluşturmak, gereken görsel malzemeyi de ekleyerek. Böyle bir kitap yapmamış Tanpınar. Böyle bir kitap yapmayı sağlığında aklından geçirmemiş olabilir, geçirmiş ama olanak bulamamış olabilir, geçirmiş ama beklemeyi yeğlemiş olabilir. Bu kitabı gerçekleştirme yoluna gitmenin etik davranış sayılamayacağını düşünenler, Baudelaire’in ölümünün ardından, sanat yazılarının nasıl kitaplaştırıldığına bakmalı. Cemal Süreya, Tanpınar ya da düzyazılarıyla Ahmet Hâşim: O ‘yığın’lar bir biçimde yayımlanıyor, yayımlanacak. Kronolojik sırayla, daha önce kitap haline gelmemiş parçaları yanyana getirmenin en doğru, belki tek doğru çözüm olacağını düşünenlere katılmıyorum. Yayıncı, anlamlı bütünlükler kurma, sağlam kitaplar oluşturma yönüne sapabilmeli. Yazarın sağlığında yayınını gerçekleştirdiği derlemeleri hiçe saymayarak. Oğlak Yayınları, yayın hakkı kamu malına dönüşen Hâşim’den tek bir cilt hazırladı: Yalnızca Hâşim’in kitap haline getirdiği toplamlar yer alıyor o ciltte. Dergâh Yayınları, daha önce, gazete ve dergilerde kalan parçaları da toplamıştı. Orada, Hâşim’in olağanüstü denemeleri var. Farklı bir toplama mantığıyla bir deneme kitabı kurmak, görsel destek vermek (sözgelimi Frankfurt Seyahatnâmesi’ni 1940 öncesi fotoğraflarıyla bezemekHâşim, şimdi yok olmuş bir kenti anlatıyor kitabında), beni çok çekiyor sözgelimi. Uzun ömürlü yazarlar, yaşarken çözüm yolu önerilerini yayıncılarıyla paylaşabilmişlerdir. Ataç, bugün yaşıyor olsaydı, kitaplarının hamuruyla oynamayacak mıydı S BATUR Pervasız Pertavsız nu, sevdiği yemekleri, hobilerini de sıralayalım mı arka kapakta?Hayır, sıralamayalım. Onları bir biçimde öğreniyor okur, zamanla. Hele yazar öldükten sonra: Biyografi yazarları, gazeteciler sağolsun, hiçbir yazarın özel hayatı otopsi çalışmalarından kendini kurtaramıyor. Zaman zaman yayıncılarıma bıraktım künye kurma işini, açıkçası dalağını yardıklarına tanık oldum. Çaresiz, kalemi elime aldım sonunda. En iyi çözümü bulduğumu söyleyebilir miyim, hayır. Çok sık kitap yayımladığım için, bir ara künye bölümüne iki kitap arası gelişmeleri düşmekle yetindim. Aynı yayınevinde yayımlanan farklı türden kitaplarımın künyelerinde, kitap hangi türe aitse, o güzergâhı çizme yolunu tuttum. Kararı yayıncının vermesi demek ki en uslu tutum. Kitabın etrafı acaba? Kimi gençlik dönemi ürünlerini başka toplamlarda eritmeyi yeğlemeyecek miydi?En doğrusu, yazarın, özellikle doğrudan kitap kurma yoluna sapmadığı kesitlerde, parçalardan bütünlükler oluşturulması çerçevesinde, arkasında bir tür ‘vasiyet’ bırakması. Böylelikle, ölümünün ardından, başkalarının kendisi hakkında paylaşmayacağı kararlar almasını bir ölçüde engelleyebilir. Birden fazla yazımda, vasiyetlerin çiğnendiğine değindim öte yandan. Olsun, bir yazar bize, yazdıklarına ilişkin kalıp önerileri, bütünleme listeleri, eksiltme ve arttırma düşünceleri bırakmışsa, kim ne yaparsa yapsın, ona kulak kesilebiliriz. Yapıt, uzun ömürlü olmak için durma biçimlendirilsin ister. NE OKUYORLARDI? YAZARIN KÜNYESİ Avrupalı yayıncıların pek çoğu yanılgı içindeler. Kitap yayımlarken, yazarı ya hiç tanıtmıyorlar orada, ya da çok silik bir siluet çizmekle yetiniyorlar. Gallimard’ın kitaplarına bakıyorum örneğin, çoğunda yazarla ilgili tek bilgi kapaktaki adı. Hangi dönemin yazarı, yaşıyor mu ölmüş mü, özellikle ‘yerli’ yazarlar için bir muammâ muamelesi yapılıyor. Şüphesiz okur yan kaynaklara başvurabilir, ama bir kitapçıda bunu yapamazsınız sözgelimi, dörtbeş satırlık bilgi neden çok görülüyor, bir anlasam. Türkiye’de, yazarın kitabının girişinde tanıtılması geleneği enikonu oturdu neyse ki. Çok kolay bir iş değil bu, itiraf etmeli. Bütün bir künye bilgisini sığdıramazsınız oraya. Özellikle de, benim gibi hayli verimli, etkinlik alanı dallı budaklı bir yazarsa karşınızdaki. Çözüm aramak gerekir. Çözüm, bu konuda, bir ekonomi yaratmaktan, bir de yayınevinin bir düstura bağlanmasından geçiyor bana kalırsa. Doğumölüm tarihleri bence önemli, buna karşılık yaşamöyküsel veriler sınırlı tutulabilir: Öğrenim durumu, yaşadığı şehirler, medeni durumu gibi. (Oysa İngilizler bazan bu bilgileri kullanmayı seviyorlar: Craig Rain’in künyesinde eşinin adı ve üç kızçocuğu babası olduğu bilgisi yer alıyor). Yazarın yazarlık dışı mesleği, uğraşı önemli mi? Bir şairin hayatını postacılık, ormancılık ya da hekimlik ile kazandığını kitabından öğrenmek isterim; umarım aşırı bir merak sayılmaz. Dikkat çekici bir nokta: Hiçbir yazara kitabından hareketle ulaşılamaması. Tabiî Günter Grass ya da Tahsin Yücel gibi bir yazarın ev adresinin ya da telefon numarasının içkapakta yazmasından söz etmiyorum. Çoğu yazar kendisine ulaşılmasından, mahremine izin alınmadan sokulunmasından hoşlanmaz. Ama, okurlarıyla iletişim kurmak isteyenleri yok mudur? Bugüne dek, hiçbir yazarın kitabına posta kutusu numarası koyduğunu (böylelikle adresini de mahfuz tuttuğunu) görmedim. Şimdi eposta adresi öne çıktı, bazı şairler ve yazarlar kitaplarına ekliyor onları. Kitapların, yazarokur ilişkisi bağlamında kullanılması çok kişiyi yadırgatabilir. Yazara ille de ulaşmak isteyen okurun yayınevi adresi üzerinden bunu denemesi daha uygun bir çözüm olarak görülebilir, bir şey diyemem. Dediğim şu: Yazarın bir seçme hakkı olmalı.Yazardan çok kitabının öne çıkması gerektiğini düşünenler ironiye başvurabilirler elbette: Kan grubunu, boyunu posu ‘Yazarların ne okuduklarını incelemek gerekir’ yalınkat bir önerme gibi görülmemeli: Eleştiri için, Akademi için oturaklı bir program olabilir bu. Yazarların hangi kitapları okumuş olduklarını bilmek, öğrenmek kolay işlerden sayılamaz. Kitaplıkları ilgi alanlarını (o da bir bölüğünü) gösterir, okuduklarını değil. Gerçi okumaya niyetlendikleri de işaret olarak ele alınabilir, ama zora koşmamak gerek. Adamakıllı çalışılan bir üniversitede, öğrencilere dönem ödevi olarak verilebilir, bir yazarın yazdıklarından çıkabildiği kadarıyla okudukları. Kimi örneklerden hiçbir sonuç çıkmayacaktır, ama belli bir çerçeve kurulabilecek örnekler de bulunabilir. Sözlü tarih çalışması yapılabilir biraz, mektuplara gözatılabilir. Deşilmeye başlandığında bir ufuk çizgisi belirecektir. Aklıma gelen dört örneği sıralayacağım hemen: Salâh Birsel’in "okuma listesi"nin genel hatlarına yazdıklarından hareketle, bir; başta Jâle hanım olmak üzere çevresindekilerle söyleşi yaparak iki, ulaşılabilir. Yusuf Atılgan’ın kitaplığına değindiydim: ‘Notlayarak’ okuduğu Naima tarihine. Yazarların derkenara elyazısıyla düştüğü notlar dikkate alınabilir. Sait Faik’in Burgaz’daki kitaplığını taradığımda, son döneminde okuduğu yazarları saptamıştım: Gide, Malraux, Camus, Genet. Ayrıntılı bir çalışmaya gidilebilir. Elde dörtdörtlük bir ‘malzeme’ var: Bilge Karasu’nun okuduğu kitapları listelediği defter Mustafa Arslantunalı’da günışığına çıkarılabilir. Bütün bu çaba, yalnızca ‘kişi’ye yönelme diye görülmemeli. Karasu’nun defteri yaşamöyküsel bir çalışmada da yararı yüksek olacak bir kaynaktır gerçi, ama işlevini bununla sınırlayamayız: Bir döneme eğilecek yorumcu bakışı da besleyecektir. Karasu’yu 1971’de tanıdım; Borges’in, Calvino’nun, Cortazar’ın, Yourcenar’ın çoktan okuru olmuştu. Bu yakın takibi kaç kişide bulabiliriz o dönemde? Ferit Edgü’yü, Tahsin Yücel’i, bir iki okuryazarı daha güç belâ katabiliriz o listeye. Neyi gösterir, gösterebilir bu ilişkilendirmeler? Bir dönemin yazarları aracılığıyla nasıl bir değişime hazırlandığımızı. BAŞKA KOMŞULAR Bir sabah konuşmasından: “ Hayrola Necati, ne yapıyorsun damlarda? Bakkalın papağanı kaçmış abi, ona bakınıyoruz.” Mahalle folkloru. Bizim edebiyatımız, özellikle genç yazarımız, ‘yeni edebiyat’ımız geniş ölçüde terk etti bu alanı; televizyon dizilerinin basmakalıp okumasına bırakıldı mahalle. Kültür toplumbilimcisi "eski mahalle öldü" açıklamasına sığınacaktır büyük olasılıkla. İlişkilerin değiştiği doğrudur şüphesiz; gene de, bizimkisi gibi toplumlarda mahalleliğin hepten yok olduğunu söylemek güçtür olsa olsa farklılaştığı söylenebilir: Artık Haldun Taner gibi yaklaşması beklenemez yazarın, sanatçının, konuya; ama, bütün bütüne kopmuşsa bakışı bu alandan, bir tuhaflık var demektir işin içinde. Aynı insanlar, çünkü, Seinfeld’e ya da Almadovar’ın filmlerine bayılıyorlar. Onlarda işlenenin ‘mahalle’den çok ‘dar çevre’ olduğu söylenebilir gerçi; gene de, aradan görünür mahalle: Asıl dekor odur. Sorulsa, Madrid’in yakın, New York’un uzak olduğunu savlarız bir çırpıda demek öyle değil: Neresinden bakılsa komşuluk ilişkileri sürüyor hâlâ. Gelgelelim, edebiyat, ortam’ını değiştirdi bir kere, "Fahriye Abla"sı olmayacak bundan böyle. ‘Modernite’nin buraya varacağı belliydi. Ahmet Hâşim Haftanın Kitabı: Aslan Asker Şvayk/Yaroslav Haşek Can Yayınları/712 s. SAYFA 14 CUMHURİYET KİTAP SAYI 837
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear