Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Nezihe Meriç’ten ‘Çisenti’ Bir öykü risalesi tapta. Bu nedenle, adlandırmanın içeriğe yetmediği duygusundayım. Bilim ya da sanat eğitiminde öğrenimi kolaylaştırmak için, tanımlama, sınıflama, adlandırma gibi yöntemler kullanılır zorunlu olarak. Şemalar oluşturulur, türler arasındaki ayırımlar, kurallar ezberlenilir; dosyalar, projeler, tezler hazırlanırken bu sınırlara abartılı bir özen gösterilir. Sonra, bilgi yaşam ile temas eder. Bilgi ve yaşam birbirlerini etkileyip dönüştürdükçe bu her zaman olmuyor, sınırların önemi azalıyor; en dipteki öze varmak için, öykü, roman, deneme, mektup, günce, şiir, masal apoletlerini söküp, isimsiz birer nefer gibi yalnızca amaca odaklanıyorlar. Amaç: ‘insan’. ‘Çisenti’ye yine de ısrarla bir niteleme yapmak gerekiyorsa, ‘öykü risalesi’ demeyi yeğlerim. ‘Risale’, bir ilme dair yazılmış küçük kitap demekmiş. ‘Çisenti’, öykü yazma ilmine dair 114 sayfalık bir kitap. Sekiz öykü ve on bir ‘Çisenti’den oluşuyor. Kitabın arka kapak yazısında "birbirinden farklı ama birbiriyle ilintili on dokuz öykü" denilmiş. Söz edilen ilinti, bir yazım tekniğinden çok, bir yaratıcılık biçemi olarak göründü bana. Nezihe Meriç, anı kitabı ‘Çavlanın İçinde Sessizce’de şöyle diyordu: "(...)Ne çok usta var. Benim için de söylerler bunu zaman zaman yapılan röportajlarda, yazılarda falan. Kanıma dokunuyor. Yolunu bulsam da şu işin, istifa etsem diyorum. "İstemiyorum canım, usta musta değilim," desem. Sadece sevdalıyım. Öykü yazma sevdalısı. O kadar. (...)Öykücü olmak başka, yazmak başka. Ben bir saatlik yürüyüşten bin öyküyle dönerim." ‘Çisenti’, bu yaklaşımın bir kez de edebi yapıtla dile getirilişi. Hikayecilik, öykücülük, sözlü edebiyat geleneği, metinler arası ilişki, postmodernizm, yazarın yapıta doğrudan ya da dolaylı girmesi gibi konular kuramsal tartışmalarda sıkça gündeme geliyor. Nezihe Meriç, örneğin 7 no’lu Çisenti’sinde, bu kavramların tümüyle adeta satranç oynuyor. Çocuk, deniz, ağaç, taş evler, kent, renkler, ansızın beliren sokaklar Nezihe Meriç’in vazgeçilmezleri. Gözleri her şeyden önce bunları görüyor sanki, duyulmaz seslerini duyuyor, okuru elinden tutup gösteriyor: "Deniz denizdir. Suyun gizi, suyun sonsuzluğudur." Ya da, "Bir sokağa saparsın birden dünyan değişir." Zaman içinde değişen dünya manzarasıyla açılıyor kitap. İstanbul’da Boğaziçi’nde bir ahşap yalıdaki (‘Ahmet Adında Bir Çocuk’ kitapları dizisinde yayımlanan bir öyküden) çocukluğunu bildiğimiz Yeşim çıkıyor ilkin karşımıza. Nezim, "öykü çocuğunuz gibidir, ona zaman ayırıp, koruyup kollayacaksınız" demez mi hep, dediğini yapmış, kulağını ahşap döşemeye dayayıp evin sesini dinleyen küçük kızı arayıp sormuş, n’apıyor, nasıl bir insan oldu? Yeşim artık genç bir kadın, o da öykü yazıyor. Bir öykücüyü oluşturan duyarlılıklar... Bilinenle yaşanabilen arasındaki uçurum... Geçmişi hiçe sayarak, zaman akışını katleden düzen... Haddeden geçmiş incelikler... Boğaz sularının dibinde öykü ışıldıyor. Kimi gün kendimizle konuşuruz. İçimizde iki ses var gibidir: biri, olduğumuzu sandığımız kişinin, diğeri gerçek iç dünyamızın sesidir. ‘Ormanın İçinde Yeşil Gezer’ adıyla, ipucunu en başından veren öykü, öznenin dış ve iç gerçeklik olarak ikiye ayrılmış halini dillendiriyor. Herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği, asimetrik bir tablo çıkıyor ortaya. Öykü, tiyatro oyununu çağrıştıran bir replikle sonlanıyor: "Hadi eyvallah!" Mustafaaaaa! Nereye lan! Öykü nasıl yazılır? Nezihe Meriç, kitabın üçüncü öyküsü ‘Kimin Kimsesi Kim’de bu konudaki yaklaşımını uygulamalı olarak gösteriyor. Sanatını öğretmek için yanına aldığı yetenekli çırağa işin inceliklerini sabırla gösteren bir mücevher sevdalısı gibi, cümle cümle, sözcük sözcük süren bir ustaçırak (Nezim ‘usta’ sözcüğünü sevmiyor, yine de kullanmam zorunlu) çalışması ile öykü örülüyor. Okuyan, bu öyküyü beğenir, sever, taa yüreğinde hisseder ama; yazma işine soyunanlar, bu kadarıyla yetinmeyip, sular seller gibi yutmalılar tüm ayrıntıları. ÜÇ DÜZLEM... Öykünün üç düzlemi var. Birincisi, öykü yazarı, "Asıl yazmak istediğim, beni zorlayan, bu kızın öyküsü. Ama, çevresini, onu, anlatarak bir kez daha görmeden, öyküyü kuramıyorum. Bu, ya, benim iyi bir öykücü oluşumdan, ya da, bir eksiğim var. Var ki, sözümü iyi damıtamıyorum. Dur bakalım." İkincisi ustanın değerlendirmeleri: "Buraya, çarşının Rüstem babası girmeli. Sigaradan sararmış beyaz bıyıkları, kısık mavi gözleri, iri cüssesinden umulmayan bir yumuşaklıktaki kalın sesiyle. Saçları da beyaz, dalgalı, temiz, kabarık. Hamamı da unutma. Asıl o. Yoksa, temiz sözcüğü açıkta kalır. Beyaz, dalgalı, kabarık tanımlaması da bir sıradanlık kazanır." Üçüncü düzlem de öykünün kendisi. Öykünün krokisini çizersek: Merkezde öyküsü yazılmak istenen kız (bir göl diyelim); çevresinde, her biri ayrı tepeden doğup, türlü akarlardan geçerek göle ulaşan dere misali yan karakterler; bunların tümünü örten ve her bir karaktere başka görünen gök yüzü, gece, gündüz, ay ve yıldızlar. KİTAP SAYI Nezihe Meriç elli yedi yıldır hızını hiç yitirmeden akışını sürdüren edebiyat çavlanında, ısrarla aynı soruyu soruyor: Ne yapmalı? Kurduğu öykü dünyasında gezinirken, tükenen insanın karşısına, yanıt olarak, yaşamına sahip, kendine egemen insanı koyduğunu görüyoruz. Zamanı, toprağı, kentleri, sokakları, evleri, çocukları, savaşları, yalnızlıkları, sevdaları, hepsini, yaşamına sahip, kendine egemen olan o insanın ellerine teslim ediyor öyküler. SAYFA 4 ? Birsen FERAHLI H er insanın içinde kristal bir prizma taşıdığını düşünürüm kimi zaman. Gökyüzü, dağ, deniz ve sayıya sığmaz bin türlü algının o prizmadan süzüldüğünü, bu karmaşık işlem dizisi sonucunda, ‘kimlik’ denilen kavramın belirdiğini kurgularım zihnimde. Kimi prizmalar sıra dışıdır, bilgedir, dünyayı özümser ve varoluş sınırlarını genişleten yanıtlar yansıtır. Nezihe Meriç, prizması farklı olan insanlardan. Düşlüyorum, yazgı onu okuma yazma bilmeyen birisi olarak bir dağ köyünde konumlandırsa, o yine böyle olacaktı. Gökyüzüne, tarlalara, yeni doğan kuzuya bakıp öyle bir laf edecekti ki, duyanların aklı karışacak, içleri bir hoş olacaktı. Nezihe Meriç 1949 yılından bu yana öyküler yazıyor. Son yayımlanan kitabı: ‘Çisenti’. ‘Çisenti’ bir öykü kitabı ama; sanki daha başka bir ‘şey’, öykünün ulaşacağı sınırların ötesinden sesler var bu ki ? CUMHURİYET 837