05 Kasım 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

O K U R L A R A Tahsin Yücel yine çok konuşulacak, çok tartışılacak bir roman yazdı: Gökdelen. Can Yayınları tarafından yayımlanan roman 17 Şubat 2073 sabahı başlıyor. Romanın kahramanı Can Tezcan, Türkiye’nin en önemli, en ünlü avukatlarından biri. Can Tezcan, İstanbul’u yalnızca gökdelenlerden oluşan, New York’a benzeyen ama ondan daha güzel, daha modern bir kente dönüştürmek isteyen zengin müşterisi Temel Diker’in yasal sorunlarını çözmek için bir tasarım ortaya atar: Yargının özelleştirilmesini sağlayacaktır. Gökdelen, Cihangir’de gökdelenler arasında kalmış son bahçeli evden yok edilmiş kedilere, dağda bayırda aç açık dolaşmak zorunda bırakılmış sefalet içindeki yılkı adamlarından, adına mekik dedikleri tek kişilik uçaklarından inmeyen zenginlere, hiç değişmeyen çıkarcı politikacılardan onların destekçisi medyaya kadar aslında bugün yaşadığımız çürümeyi anlatan, sürprizlerle dolu bir roman. Yergi ustası Tahsin Yücel’le bu son romanını konuştuk. "Kıbrıs'ta Aşk ve Ölüm" uzun yıllar Kıbrıs'ta çalışan Harry Blackley'in Kıbrıslı Türkleri anlattığı bir roman. Kıbrıs'a ve Türklere farklı gözlerle bakıyor Blackley. İlginç kitabını konuştuk yazarla. Yüksel Pazarkaya yeni şiirleriyle geldi okurun karşısına. Kitap, Pazarkaya'nın 'Mutluluk Şiirleri' kitabından sonra oluşan şiirlerinin bir toplamı ve 'Yol Dolayları' adını taşıyor. Pazarkaya ile yeni şiirlerini konuştuk. Bol kitaplı günler... TURHAN GÜNAY eposta: cumkitap@cumhuriyet.com.tr turhangunay@cumhuriyet.com.tr M ezzo kanalını dinliyorduk, yazar arkadaşım bana dönüp sordu: "Klâsik Müzik neden bitti?" Bir an şaşkınlığımı yenemedim: Yaşamının üçte birini Batı Avrupa başkentlerinde geçirmiş, müzik dinlemeye gündelik yaşamında yeraçmış birinden gelmeseydi soru o denli tökezlemezdim. Karşımda Debussy’yi, Mahler’i, Bartok’u, Ravel’i tanıyan biri vardı demek ki soru bugünü esas alıyordu. 1945 sonrası bestecilerinin yapıtları, özellikle bizimki gibi ülkelerde, müzik çevrelerinin dışında bilinmiyor, tanınmıyor. Stockhausen, Messiaen, Boulez ve benzeri birkaç bestecinin adına âşina olanlara rastlayabilir, son dönemin Philip Glass ya da Arvo Part gibi daha popüler bir çizgiden gelen bestecilerinin yapıtlarından sözedenlerle karşılaşabilirsiniz şüphesiz; ama, ülke çapında toplayabileceğiniz bütün ilgililerle CRR salonunu doldurabileceğinizi sanmam. 1945 sonrasının Kurtag, Ligeti, Berio gibi Batıda görece yaygınlık kazanmış ustalarına da, sonraki kuşaklardan öne çıkmış daha genç yaratıcılara da, olsa olsa bir avuç müzikseverin sokulabildiği kolaylıkla söylenebilir burada. "Klâsik Müzik neden bitti?" sorusunu yönelten yazar arkadaşımı biraz kurcalayacak olsam, aslında bir soru cümlesi sayılmayacak o "kanaat"ını sanırım Resim sanatından ya da Tiyatro’dan da esirgemeyecekti. Görebildiğim kadarıyla, bu alanlarda yalnızca içeriden ilgili olanlar bilgiliyse bilgili; böyle söylüyorum, çünkü içeridekiler genellikle bilgisiz, çünkü ilgisiz. Yazar arkadaşım, 1945 sonrası yazınıyla ne ölçüde tanışıyor bilmiyorum. İyi, güçlü yapıtlar vermek için bu bağlamda takipçi olunması gerekmediğini ikidebir ileri sürüyorum ya, açıkçası, bir ülkenin bütün yazarları gününün yayın ürünlerine uzak kalırsa, oradan ne çıkar, kestiremiyorum. * 1945 sonrası dediğimizde, kısa bir zaman diliminden sözetmiyoruz bugün: Şimdiki zamanımızın çehresini belirleyen en önemli dönem bu. Altmış yıl boyunca, yeryüzünün farklı bölgelerinde üretilen kültürün bir boyutuyla içiçe yaşamış, bir boyutundan bütünüyle uzak kalmış bir toplumsa bizimkisi, sonuçları gözden geçirmek gerekebilir. Türk insanı, 194580 arası belli bir gecikmeyle, 1980’den günümüze günügününe, şu kültürel alanlarla yoğun alışverişe sokuldu: İspanyol paçadan mini eteğe, bikiniye, Versace’den Marks and Spencer’a giyimkuşam alanı; hamburgerden pizzaya, viskiden suşiye yemeiçme alanı; Frank Sinatra’dan Rolling Stones’a, Metallica’dan Madonna’ya kulak terbiyesi; Dallas’tan, Kaçak’tan Seinfeld’e, Star Wars’a bakma ufku genişledi. Oscar ödül töreni, Güney Amerika maçları, NBA karşılaşmaları naklen yayımlanıyor burada. Bütün bunların gerçekleşmiş olmasını doğal bulan, globalizmi evrensel sorun sayan ortalama idrakli kanaat önderlerimiz, konu daha üst düzeyde kültürel ürünlere geldiğinde tırnaklarını çıkarıyor, basmakalıp suçlama sıfatlarını peşpeşe dizmeye koyuluyorlar: Ne halkından kopuk entelektüelliğinizi bırakıyorlar, ne de züppe seçkinciliğinizi. Tanımadıkları, tanışmadıkları, önlerine çıktığında kavrayamadıkları her neyse (bu bir sanat yapıtı da olabilir çünkü, bir düşünce de), iki türden tepkileri hazır: Bu, ya "bize göre" bir şey zaten değildir, ya da "öteki"lerin "anlamadıkları halde yücelttikleri", aslında caka satmak için kullandıkları bir şeydir. Ortalama idrakli kanaat sahibi, dünyanın her yerinde, kendisini aşan bir çıta yüksekliğini kabul etmemeyi, ona kin kus Enis BATUR Pervasız Pertavsız Sanat ya ölmüştür... mayı, bu çerçevede terör estirmeyi tek stratejisi sayıyor, bunu belirtmeli hemen. Hele ki, kanaat sahibi bir de söz sahibiyse, onay vermediği bir görüşe, yaklaşıma, ürüne ilgi duyulmasını bağışlaması ondan beklenmemeli. Gelgelelim, söz konusu yazar arkadaşım böyle biri değil kesinkes. "Klâsik Müziğin bittiği doğru değil" dediğinizde sizi dinlemeye, söylediklerinizle ikna olmaya, sorun kendisindeyse bunu kabullenmeye hazır değilse bile yatkın bir insan. Gene de, sorunun kendisinden kaynaklandığı görüşünden çok, karşısındakinin kendisiyle aynı görüşte olmasını duymak istediği kanısındayım, bakın neden: 1945 sonrası müziğine bir biçimde kapalı kalmışsanız, sorundan sıyrılmanın en kestirme ve sağlıklı yolu şu türden bir cümle kurmaktır: "Ben, 1945 sonrası müziğiyle ilişkiye giremedim". Bana kalırsa, bu cümle yüzünden kimsenin kimseyi yargılamaya, eleştirmeye, hor ya da küçük görmeye hakkı olamaz. Sorunsa, sorun kurduğunuz cümledeki açık ya da örtük anlam ya da imâ vurgusuyla faturayı 1945 sonrası müziğine kesmenizden doğar. Sizin bir alana kapalı kalmış, açılmak için gereken isteği, yatırımı, sabrı esirgemiş olmanız o alanın varlığını, içeriğini, temel ölçülerini bağlamaz, o alanda 60 yıldır emek vermiş sayısız insanın (besteci, çalgıcı, eğitmen, teknisyen, vb) ortaya koymuş olduğu bütünlüğü hafifletmez. Yazar arkadaşımın cümlesi beni hem şaşırttı, hem de üzdü. Yıllardır, "Matisse’den sonra sanat öldü", "Tiyatro Brecht’le bitmiştir", "XX. yüzyıl romanıMatisse nın XIX. yüzyıl romanı karşısında çok zayıf kaldığını düşünüyorum" (bu cümle, üstelik, LéviStrauss’a aittir!) türünden cümlelerin beni üzdüğü gibi. Bizi içinde yaşadığımız dünyaya, çağa hiçbir biçimde hazırlamayan, farklı kültürlerle alışverişe girmemizi kolaylaştırmayan, tam tersi tasalarla sağır, kör, temassız yönlendirmeye çalışan bir eğitim sistemi, bir medya düzeni, bir aile ortamından, sonuçta yaralı çıkıyor, her engeli kendi başımıza aşayım derken bitkin düşüyor, çaresizliğimize öfke ya da ironiyle çare arıyoruz. Belki de haklı yazar arkadaşım, seçtiği fiili seçerken: Biten, bitmeye yüz tutan ola ki biziz "biz" her ne demekse. ON FİSKE 1 Vücudum, üstünde taşıdığı baştan bıkmış. Biri öbürünü bunca yoklar, kurcalar, düşünürse, biri öbüründen kopup ayrılmak ister. 2 Bütün bütüne boş bir baş var mıdır, sözgelimi bitkisel yaşamda öyle midir durum?Soruyorum, tam bilemiyorlar. Demek Evren bir Kafa aslında. 3 Giyotin başı vücuttan ayırdığında, cellât ya da hekim, biri dinliyor kalanları. Vücudun hareketleri saniyeler, bazan dakikalar sürüyor. Gelgelelim, vücut acı çektiğini, başı koptuğu için algılamıyor. Ya baş? Kaç saniye sürüyor(dur), sönmesi?Sorsanız, tam bilmezler. 4 Saçın, tırnakların öldükten sonra bir süre daha uzamayı sürdürmeleri, sonuçta, bir yaşam etkinliği değil mi?Tam bilinmiyor. 5 Âlet çantaları nicedir hazır satılıyor. Gövdeye müdahale eden araçların tümü bir çantada buluşturulmalıydı: Saç kurutma makinesi, ustura, tırnak makası, bıyık burma kılıfı, kulak tıkacı, vibratör, gözlük… 6 Neden kol saatı da, bilek saatı değil?Kimbilir. (Ayak bileğine saat takan biriyle karşılaşmıştım). 7 Suya giren gövde değişir. O değişimi tanımlayamam, tam dile dökemem belki: Tanırım. Havaya giren gövde de öyle. Bir kez deniz paraşütüyle havalandım, beşaltı dakika boyunca bir ucumdan beni sürükleyen sürat teknesine bağlı alçaktan ‘uçtum’: Anladım. Bir de, çırılçıplak, yüzükoyun, toprağa uzanmak var. 8 Kışın büzüşüyor, kapanıyor; yazın açılıyor; iki bahardan ilkinde aralanıyor, ikincisinde çekiliyor. Gövdem her mevsimde ne yapacağını kendiliğinden mi biliyor, ben mi öğrendikçe öğretiyorum ona ne yapması gerektiğini, tam kestiremiyorum. 9 Ayarlarsam, ince ayarını yaparsam gövdemin saatı çalışıyor. Kronobiyolojik bir aygıt. Daha da ayarlanabilseydi, sistem nereye kadar dayanabilirdi?Bilirkişiler, insanın 150 yıl yaşamasının mümkün olduğunu söylüyorlar. (Hiçbirinin 100 yaşına ulaşamadığını görüyoruz). 10 Her organımıza isim koymuş, takmış olmalıydık. İşaret parmağı, Musa. Dirsek, Nobre. Pankreas, Muhittin. Solgöz, David. Penis, Napolyon. Maledicta dergisinin bir sayısında, cinsel organlara yakıştırılan isimlerle ilgili sıkı bir araştırma yayımlandığını anımsıyorum. Kibar insanlar, tanıştırmalıdırlar. ? İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk? Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız ? Yayın Yönetmeni: Turhan Günay ? Sorumlu Müdür: Güray Öz ? Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı ? Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. ?İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişliİstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64 ? Baskı: İhlas Gazetecilik A.Ş. 29 Ekim Cad. No: 23 Yenibosna İstanbul Tel:0 (212 454 30 00 ? Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden / Reklam Müdürü: Eylem Çevik? Tel: 0 (212) 251 98 74 75 0 (212) 343 72 74 ?Yerel süreli yayın ? Cumhuriyet Gazetesinin ücretsiz ekidir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 875 SAYFA 3
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear