24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

DİLHAN ADANIR Metin Çulhaoglu ndan "Binyıl Eşiğinde Marksizm ve Türkiye Solu" 11 S osyalist insanın bireyscl tarihinde dc, sosyalist sistcmin sıyasal tarihinde de bir süıeklilik vardır. I ler ikisi de, kendi tarihlerini olumlu ve olumsuz yanlarıyla sahiplcnmck zorundadır. Mirası reddetme lüksleri yoktur. Rcddettiklcri an, çöküş, bunalım ve dejenerasyonun ipuçlarım da vermeye başlarlar. Oysa, burjuvanın vc bıırjuvazinin tarihindc hcp kopuşlar sözkonusudıır. Bireysel kurtıılıışıınu düşünen burjuvanın erdenıli olması olanaksızdır. Yine kaEitalist sistemde her bıırjuva hükümct, ir öncekinden çöküntü devraldığını söylemeden edemez (bizim ülkemizde bu durum çok daha açık ve belirgindir). Hükümet etmenin meşruiyet zemini hep böyle kurgulanır. ITerşeyin silikleştiği, hedefsizleştiği, keskinliklerin törpülcndiği postmodern dünyanın (!) ideoloji yiikJü sisinin ardından görünen şeyin, kapitalizmin zafcri olduğu ilan edılmektedır. Reel sosyalizmin çözülmesıyle de cesaredcnen buğulu gözlük sahipleri, Marksizmin büyük bir bunahmda olduğunu iddia ediyorIar. Mikro hedeflere endeksli teoıilerle "yeni toplumsal hareketlerin" ön plana çıkarıldığı bu süreç, asıl olarak büyük teori fikrini, Marksizmi hedef alıyor. Ama aynı yönelim, oklarını aynı zamanda bilime (aydınlanmaya) da yönelterek, farkında olmadan, kapitalizmin mezar kazıcılıöına da soyunmuş oluyor. Marksizm, veniden" divenlere "Binyd Eşiğinde Marksizm ve Türkiye Solu"nun yazarı Metin Çulhaoğlu'na göre "...aydınMarksizm ilişkisinde, asıl çözülen ve gerileyen, Marksizm değil aydının kendisidir. Aynı şcyi başka türlü söylersek, aydın, Marksizmin krizi yüzünden savrulmamış, kenaisi savrulduğu için Marksizme hep kriz tanısıyla yaklaşmıştır... Yenen egemen ideoloji, yenilen ise aydındır." vc ckonomik ilişkilerinin üzerine ayak basacakları gerçek toprağın, somut toplumsal formasyon olması gerektigi vurgulanıyor Kitabın 3. bölümünüde, buriuva ideolojisi ile egemen ideolojinin farldılığı teması işleniyor. Burada, "egemen ideoloji", "burjuva ideolojisi" ve "resmi ideoloji" kavramları, ilişki ve geçişmeleri içinde irdelenmektedir. Burjuva ideolojisinin bir amorflaşma süreci ya^adığı iddiasını çeşidi örnek ve çözümlemelerle dayanaklandıran yazar, konuya ilişkin olarak şunları dile getiriyor: ' Egemen ideoloji, egemen olabilmek için, dar anlamda burjuva ideolojisini aşan, bir yanda bireylerin, topluluklann ve sınıfların kcndi ürettikleriyle, diğer yanda da resim ideolojinin girdileriyle beslenen bir esnekliğe ve kapsayıcılığa ulaşmak zorundadır." Yine aynı bölümde, zaman zaman or Peki, bunalıma gircn gcrçektcn Marksizm midir. "Binyıl Eşiğinde Marksizm ve Türkiye Solu nun yazarı Metin Çulhaoğlu'na eöre "...aydınMarksizm ilişkisinde, asu çözülen ve eerileyen, Marksizm değil aydının kendisidir. Aynı şeyı başka türlü söylersek, aydın, Marksizmin krizi yüzünden savrulmamış, kendisi savrulduğu için Marksizme nep kriz tanısıyla yaldaşmıştır... Yenen egemen ideoloji, yenilen ise aydındır." Yazann, bu yaklaşımı ve yeni yayımlanan kitabıyla, "ortodoks Marksizm muhafızı" sayılmayı kabul ettiği anlasılıyor. Bununla birlıkte, belirtmek gerekiyor: Kitapta "bu boyledir, şu şöyledir" türü, bütün kapıları kapatan bir tarz yok. Yazar, daha çok, dinamik ve gelişkin bir sistem olan Marksizmin doğru yorumlanabilmesi ve özünün kavranabilmesi icin gcrckli çerçeveyi çizme çabasındadır. Çalışmada, MarKsizmin bitmcdiğini, ifIas etmediğini kanıtlama gibi bir girişim de yok. Dahası, bu rürden iddiaları ciddiyc almıyor yazar. Yapılan şu: üncelikle, Marksizmi hedef tahtası haline gctiren clcştirilcr bir sınıflandırmaya tabi tutuluyor. Yazar, sistematik ve tutarlı bulmadığı Marksizm eleştirilcriyle uğraşma gibi bir derdi olmadığını en başında belirtiyor. Çünkü, Çulhaoğlu'na görc, Marksizme yönelik birçok eleştiri, cidcliye alınmayacak keyfilikler barındırmakta, buyüzden atılan oklar Marksizme teğet bile geçmemektedir. Bu arada, Marksizmi gerçekten ciddiye alarak ona katkı yapma amacıyla geıiştirilen bütünlüklü efeştiriler, yazar tarafından sistematik biçimde değerlendirilmçktc ve gereküğinde eleştirilmektedir. Örneğin kitabın 6. bölümünde Lukacs, Gramsci ve Althusser, aynlıkları ve benzerlikleri bağlamında, rarine denilebilecek bir kategorilcştirmeye tabi tutulmaktadır. Yazar, "Marksist yöntem", "diyalektik yaklaşım", "diyakronisenkroni", "ckonomizm", "indırgemecilik" gibi kavram ve eleştiriler üzerinden oturmuş bir eksen kurmakta, yoluna buradan devam ederek tutarlı irdelemelere yönelmektcdir. Çulhaoğlu, kitabının 4. bolümünü oluşturan "Marksizm ve Siyaset Kuramı"nda, sınıfsiyaset ilişkilerı alanında önemli sorunsallar ya da bosjuklar olduCUMHURİYET KİTAP SAYI 415 Marksbmin sonmtarı: HMgleri reel? ğuna işaret etmektedir. Tcorı sorunusal bağlantısı, yazar tarafından, Marksizmin 70'lerden bu yana bunalım içinde olduğunu ileri süren Althusser'in ağzından aniatılmaktadır. "Kuram, kendi mantığı içinde belirli bir sorunsalm varlığına işaret eder, sonra, bu sorunsala ilişkin açılımlar kuramı etkiler ve geliştirir." Bu bağlamda Çulhaoğlu, Marksizmin asıl sorununun, son noktasının konulmamış ya da daha bütünlüklü olmamasından kaynaklanmadığını savunmakta, asıl sorunların teori ile siyaset arasındaki boşluktan doğduğunu ileri sürmektedir. Gelgelelim yazar, bu boşluğun, Marksizm ve teori adına ille de giderilmesi gereken mutlak anlamda eksikli bir yan olduğunu düşünmüyor. Siyasetin, temel ile üstyapı arasında nereye ve nasıl yerleştirileceği, Marx'tan sonraki Marksistler için de hep sorun olmuştur, diyen yazar, söz konusu boşluğu Luxemburg'un "kitle grevi"yle, Lenin'in ise "dışardan bilinç" ve "öncü örgüt" kavramlarıyla doldurmaya çalıstığına değinmektedir. Gramsci ise, hemen hemen tüm entelektüel yaşamını bir siyaset teorisi oluşturmaya yöneltmiştir. Ama, ilginç ve anlamlıdır. Aynı çaba, Marx'ta görüfmez. Kitabın " Marksizm ve Siyaset Kuramı" başlıklı 4. bölümünde de belirtildiği gibi: "...Marx'ta ve Engels'de siyaset, hangi etkiye sahip olursa olsun, temelin bir yansımasıdır; bir biçimdir. Tartışılması gcrcken de budur. Böyle bir tartışmada sınanmaya değer bir sav şu olabılir: Siyaset, üstyapılar alanındaki formel kurumlaşmalarla birlikte ve bunların yani sıra, temele, yani üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çelişkiye içsel bir olgudur; ayrıca siyaset, temel çelişkinin belirlediği sınıf mücadelelerinin aldığı özel bir biçim değil, bu mücadelenin bizatihi kendisidir.' Yukarıdaki ömekte de görüldüğü gibi, ideolojiyi, siyaseti ve ekonomiyi temel üstyapı ılişkısi bağlamında yerli yerine oturtmaya çalışan yazar, Marx'ın özgütı teorisinde yer alan kimi sorun ve nosluklara da yine aynı bağlamda yaklaşmaKtadır. Yani, Marksist teoriye özgü yöntemlcr açımlanırken, hem yöntemsel anlamda yaşanabilecek birtakım sorunlara set çckilmekte; hem de teori bütünlüköz bağlamında, ekonomi, ideoloji ve siyaset ilişkilerinden harckedendirilerek bir sosyalist mücadele kurgusuna gidilmektedir. Bu kurguda, ideolojik, politik kteoloji tartışmalan Kitabın son bölümlerinde ise, daha çok Türkiye toprağı tarif edilmeye çalışılıyor ve Türkiye soluyla aydını konu alıruyor. Evet, biraz abartılı da olsa, Kadro hareketinin uğradığı hezimetin de, Türkiye insanının, "baba devlet" imajını ya da anlayışını sahinlenmesinin de köKeninde, kuramsal geleneği olmayan, soyutlama yetene^i kıt Türkiye aydınının yattığı söylenebilır. Bilindiği gibi Türkiye aydını geçmişinde, kendisini, yüklü soyutlamaiarla dolu Alman felsefesinden ÇOK, pragmatist ve mutlakçı Fransız pozitivizmine yakın hissetmiştir. Bu gclenekten kaynaklanan mutlaklaştırma anlayışına yatkın olan Türkiye solu, sosyalist sistemi ve Marx'ı da mudaklaştırdığından, reel sosyalizmin çözülüşüylc binikte ciddi bir teorik ve duygusal sarsıntı geçirmiştir. Daha garibi, reel sosyalizmin çözülüşünün faturası da Marx'a çıkartılmıştır! Yazar, kitabının son bölümlerinde "elveda proletarya" deyip "gelişkin birey" olmaya soyunan Türkiye aydınına (solun) ironik biçimde yaklaşırken, "Türkiye topraklarında nasıl?" sorusuna ilişkin önemli ipuçları vermekten de geri durmuyor. Türkiye'de Marksist damar var mı? bu ülkede sosyalist ve devrimci bir damarın olduğundan kuşku duymayan yazar, "Marksist damar var" diye kestirip atmayı zorlama bularak, bu damarın ancak özel bir dönemde yaratılabileccğine ve yaratılması gerektiğine vurgu yapmaKtadır. Kitabın geneline içkinleşmiş olan soğukkanlı ve katcgorizasyon tutkusu, Sonsöz'de doruğuna ulaşıyor. Son paragrafta "Türkiye'de bugün için Marksistlerin yapabilecekleri müdanalenin başında bunarlaşanı ya da öyle görüneni yeniden katılaştırmak gelmektedir" deniliyor. Evet, buharlaşanı katılaştırmak için belki de bir çelik kadar sağlam ve soğukkanlı olmak gerekiyor. Ancak "şiddetini hiç yitiımeyen bir cağlayan kadar heyecanlı ve coşkun" olmayı da birlikte^ötürmek kavdıyla... "Binyıl Lşiğinde MarKsiznı ve Türkiye Solu" yazann sıradışı önsözüyle de dikkati çeken bir çalışma. Kitabın, okurlardan hak ettiği ilgiyi göreceğini düşünüyoruz. • Bin Yıl Eşiğinde Marksizm ve Türkiye Solu / Metin Çulbaoğlu / Sarmal Yayınevi /311 s. SAYFA 13 Marksist damar var tnı? taya çıkan milliyetçi söylemi ve yönelimleri yüzünden Stalin'i yargılayanlara, ülkcnin özgüllüğünün ve verili bir tarihsel birikim üzerinde şekillenme zorunluluğunun hatırlatıldığı çıkarsanabilir. Dikkatli bir okur, ilgili bölümde, konuya ilişkin önemli göndermelcrin yer aldıg'ını fark edecektir: "...Mekanizmanın nasıl işlediğini görebilmek için, öncelikle, sürecin en başında bir tabula rasa olmadığını kabul etmek gerekiyor. Hiçbirbirey, topluluk ve sınıf, kendi ideolojik yönelişlerini, salt kendi pratik deneyimlcrinden hareketle ve sıfırdan başlayarak biçimlendiremez. Sürcçtcki özne her kimse, ideolojik yöneli^, o öznenin kendi deneyiminden çıkarsadığı sonuçların yani sıra, o deneyimi önceleyen ve onunla eşzamanlı olan genel ideolojik ortamın bir sentezi olarak ortaya çıkar?"
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear