22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
22 EYLÜL 2013 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 17 Geçen cuma günkü Cumhuriyet’in 3. sayfa manşeti, Türkiye’de artık kanıksamış olmamız gereken, ama kanıksayamadığımız bir dehşet haberiydi: “Adana’da katliam”. 18 yaşında bir genç kız, hem kendinden 10 yaş büyük, hem de evli ve iki çocuk babası bilmem kime kaçmış, hamile kalmış. Eh, hiç hoş bir durum değil. Hangi baba olsa isyan eder. Uygar bir adamsa, kızını reddeder, ömür boyu konuşmaz, acısını içine gömer, hatta üzüntüden ölebilir. Uygar değilse, katliam yapar. Bizim ellerdeki “erkek” ve “baba” figürü, geniş genelinde ikinci şıkka uygun olduğundan, bu genç kızın babası da geleneği bozmamış; hem kaçan kızını, hem kaçtığı adamı, üstüne komşusu ve komşunun oğlunu da öldürüp, kendisi de intihar etmiş. Erkeğin, kadın vajinasını namus zulası olarak kullandığı bir toplumda, dehşet mehşet; ama Adana’daki katliam, gerekçesi anlaşılana kadar olağan kabul edilebilir. Olağandışılık, gerekçesinde: Baba, kızını kaçtı diye değil, kaçtığı adam evli ve iki çocuklu diye de değil; kızına karşılık istediği 20 bin lira başlık parasının tamamı değil de 15 bini ödendi diye yapıyor katliamı. Derdi ne kızının, zaten ne de kendi namusu. Evladının Böyle şiir düzenin, şair düzeni de şöyle oluyor: “Adı Gülbeddin Hikmetyar, liderimiz bizim. Allah adıyla konuşur, Allah için savaşır en önde. Ona zor değil kafasını kırmak zalimlerin, daha çocukken başladı bu işe. Az yer, az uyur, örgütleyicidir, azimli gerçekçidir. Seviyoruz tüm ülke gibi biz küçük mücahitler de onu.” HHH Peki, Sovyet işgali olmayan Türkiye’de kime cihat açmalı, çocuklar? MEB, onun malzemesini de okullara “tavsiye ettiği” Ömer Asım Aksoy’un, açıklamaları özünden beter Atasözleri Sözlüğü’*yle tamamlıyor: “Tarlayı düz al, kadını kız al. On beşindeki kız ya erde gerek ya yerde. Erkeğin şeytanı kadın. Gelin olmayan kızın vebali amcasının oğluna. Oğlan doğuran övünsün, kız doğuran dövünsün…” Yukarda verdiğim mal ve malzeme örneklerine, ekleyin görüp yaşadıklarınızı, sonuç açık: Bireysel cinnetten toplumsal cinnete geçmeye çeyrek var. Ve bizler, ülkenin bu mal ve bu malzemeyle karılan vahşi geleceğine inat; hâlâ uygar çocuklar yetiştirmeye çalışıyor, o güzel çocukların insanca bir yaşam sürmesi için çabalıyoruz. Başarabilir miyiz? Bilmiyorum. *Odatv.com “Adem’den bu yana çok az sayıda iki ayaklı erkek adını ha k etti.” MARGUERITE YOUR CENAR Alman ordusunun 1915’ten 1945’e kadar kullandığı çelik miğferlere “Stahlhelm” denir ve çeşitli versiyonları vardır. Almanlar, Birinci Dünya Savaşı sırasında Türk askerleri için bu miğferlerin “namaz kılarken alnı secdeye değebilsin” diye siperliksiz olan M18 tipini üretmişler, ama sadece 1500 adedini müttefik Osmanlı ordusuna teslim edebilmişlerdir. Yenilince teslimi yasaklanan 5000 adet M18 (M harfinden Müslüman tipini anlayınız), 1919 yılındaki Berlin ve Münih ayaklanmalarını bastıran Freikorps birliklerine dağıtılmıştır. Dünkü Yurt gazetesinin haberine göre, meğer TSK’nin 1976’dan beri kullandığı Amerikan miğferleri bizim askerlerin antropometrik kafa kalıbına uymuyor, dengesiz duruyor, öne düşüyor, baş ağrısı yapıyormuş. TSK, şimdi miğfer kalıplarını Türk antropometrik kafa ölçülerine göre yeniden düzenliyormuş. Bence hiç zahmet etmesinler, NATO’ya bağlı bir ordunun kafasında “milli” miğfer zaten durmaz! TSK, arasın tarasın, Almanya’nın Osmanlı’ya teslim edebildiği 1500 adet Müslüman tipi Stahlhelm’lerden birini bulup kalıbını çıkarsın. Çünkü çelik miğfer tasarımında hiçbir ordu, Almanların eline su dökemez. 2013 Türkiye’sindeki kafaların, gelişe gelişe 1918’deki kafaya eriştiği düşünülecek olursa, Yeni Osmanlı askerlerinin kafasına, zaten “alnı secdeye değecek” biçimde tasarlanan M18 miğferi cuk oturur. GÖRÜŞ HİKMET ALTINKAYNAK Mal Bu, Malzeme Bu! Fotoğraf: ALİ ARİF ERSEN İstanbul Gerçeği... Geleceği gören toplumbilimci Emre Kongar ve gazeteci Aykut Küçükkaya, ortak imzalı Gezi Direnişi adlı kitaplarıyla Türkiye’yi sarsan otuz günü yazdılar ve “Artık Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak” dediler. Dedikleri oluyor, Gezi eylemleri her şeyi değiştirmeyi sürdürüyor. Sinema eleştirmeni Atillâ Dorsay da sinema değil, Gezi eylemlerinden yola çıkıp Quo Vadis İstanbul? adlı kitabında İstanbul’u masaya yatırmış ve bir zamanlar desteklediği yönetimi, Tayyip Erdoğan’ı sorgulamış. Kitabı, ünlü “Quo Vadis” filmine gönderme yapıyor olsa da Dorsay, asıl İstanbul’un ve Tayyip Erdoğan’ın “hal ve gidişi”ni irdeliyor, İstanbul’un 20 yıllık öyküsünü anlatıyor. “İstanbul, sevgili kentimiz almış başını, hangi meçhul akıbete doğru önlenemez biçimde koşuyor?” diye kaygılanıyor. Dorsay, 1994’te Refah Partisi’nden İstanbul’a belediye başkanı seçilen Erdoğan’a başta güveniyor, dahası 1995’teki bir yazısında “Tayyip Erdoğan yönetimi üzerine ne söylenirse söylensin, kentin sermayeye peşkeş çekildiği söylenemez. Yönetim üstelik üçüncü köprüye karşı tüp geçit veya baraj alanlarının korunması konularında çağdaş bir tavır içinde” (s. 28) diye yazıyor. Bununla yetinmiyor Şişli’deki “İETT otobüs garajını yeşil alan” yapacak diye seviniyor. Ama tam tersi oluyor. Garaj AVM oluyor, 3. köprü ihalesi yapılıyor. Binlerce ağaç kesilmeye başlıyor. Ancak Dorsay’ın gerçekle yüz yüze gelmesi biraz uzun sürüyor, ama olsun. İstanbul’u yönetenler yeşili gerçekten sevdiklerini de kanıtlıyorlar! İstanbul’un yeşil alanlarını paylaşamıyorlar! Deprem sonrası toplanma için 1999’da belirlenen 480 yerden yarısı kayboluyor. CHP İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin, mayıs ayında soru önergesi ile bu yerlerin ne olduğunu Başbakan Erdoğan’a soruyor. Tanesi 20 bin dolar olan konteynırlar, içindeki 960 parça malzemeyle nereye gitti diyor. Yanıt henüz yok! Yanıt alıp alamayacağı da belirsiz! Atillâ Dorsay’ın bu kitabında yayımladığı sinema dışı yazılar yanı sıra, Gezi sonrası bu kitap için yazdığı yazılar da var. İstanbul yazılarını kitaplaştırmayı da son yıllarda İstanbul’a yapılan saldırıya bağlıyor. Dorsay, “Çünkü bu kente âşığım” diyor. (s.177) Büyük düş kırıklığına uğrayan Atillâ Dorsay, bunu gidermek için de kendini borçlu sayıyor, siyasette aktif rol alma düşüncesiyle yazılar kaleme alıyor, Sabah’tan ayrılıyor, eylemlere katılıyor, demeçler veriyor. Dorsay kitabın son bölümlerinde, Gezi Parkı olayları sırasında yaptığı kapsamlı bir basın taraması sonucunda, Kemal Kılıçdaroğlu’ndan Şafak Pavey’e, Emre Kongar’dan Ertuğrul Özkök’e birçok siyasetçi ve yazarın demecinden, yazısından alıntılara yer veriyor. Hemingway’i anarak da “Çanlar artık İstanbul için çalıyor” diyor. Okurlarını göreve çağırıyor: “Önümüzdeki yerel seçimlerden başlayarak siyasal gündeme katılmak, kurumsal, mesleki ve bireysel düzeylerde, gereğinde bir sade vatandaş olarak yapılabilecekleri yapmak, en azından vicdani kanaatleriniz doğrultusunda oyunuzu kullanmak, bir büyük görev olmuştur. Ülkeye, vatana, doğaya ve tarihe karşı bir görev…” diyor. Keşke herkes Atillâ Dorsay gibi yürekli olup artık gerçeği gördüğünü söyleyip ortaya çıksa. Gerçeği dile getirse. Şimdi sanırım İstanbul ve Türkiye gerçeğini halkla paylaşma zamanı. Zaten Gezi sonrası “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” yargısı benimsendiğine göre, gerçeğin gücü İstanbul’u ve Türkiye’yi ayağa kaldıracaktır. (1) Emre KongarAykut Küçükkaya, Gezi Direnişi, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, Temmuz 2013 (2) Atillâ Dorsay, Quo Vadis İstanbul? Remzi Kitabevi, İstanbul, Ağustos 2013 satışından alacaklı olduğu 5 bin lira. İster para, ister namus odaklı olsun, bu ülkede her gün, her gerekçeyle atılan dayaklara, işlenen cinayetlere, yapılan katliamlara; ekleyin cinsel içerikli suçları ve kafadan çok genital organların konuştuğu siyasal tartışmaları... Memleket malı bu. HHH Bu malı, böyle biçimlendirmek için elbet özel bir malzeme ve özenli bir eğitim gerek. Onu da zaten sağlaması gereken kurum, Milli Eğitim Bakanlığı mebzul miktarda sağlıyor. MEB, benim kulağımda şiir yankısından çok yabancı dilden çevrilmiş nesir etkisi bırakan devrik tümce yazarı Cahit Zarifoğlu’nun adına, salt İslamcı şair olduğu gerekçesiyle okul açıyor. Bakan Nabi Avcı, ikinci sınıf çocuklarına yazarın Afganistan’a Sovyet müdahalesi konulu “Ağaç Okul” şiir kitabını dağıtıyor: “Uzak ülkelerden Müslüman çocuklar rica ederim savaşmaya gelin. Ablam gelinliğini çıkardı çeyizinden sargı yaptı mücahitlerin yaralarına. Siz de oradan rica ederim savaşmaya gelin. Harçlıklarınızı hiç olmazsa mermi alalım diye yollayın bize. Babam nişan yüzüğünü bile götürdü mermiler getirdi. Rica ederim, siz de oradan bir şey yapıp savaşmaya gelin.” KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK G NOKTASI behicak@yahoo.com.tr Yarım yüzyılı geride bırakan MuğlaDevrim gazetesi sayesinde bu “devrimci” kentimizdeki etkinliklerden haberimiz oluyor. Gazetenin emektar sahibi ve Başyazarı Ünal Türkeş’e Güney Ege’de olan bitenleri anında izleyebildiğimiz internet yayınından ötürü de “sağ olasın” diyoruz... Devrim’in 17 Ağustos manşeti dikkati çekmeyecek gibi değildi: “Cumhuriyet Gelinleri.” Kimlerdi bu gelinler; aynı isimdeki bir kitapta nasıl ve neden derlenmişlerdi? Hem haberi, hem de kitabın yazarı Ayten Taşpınar’ın açıklamalarını özetleyerek paylaşıyorum. ‘Cumhuriyet Gelinleri’ Kokuyor Park ‘Gezi’ Belediyenin 11’inci kültür yayını olan kitap, Belediye Parkı’nda düzenlenen bir sergiyle tanıtılmış. Cumhuriyetimizin ilk 30 yıldaki Muğla gelinlerini, aileleri ve yaşam öyküleriyle tanıtan kitabın hazırlanmasına önderlik eden “Cumhuriyet Kadınları Derneği Muğla Şubesi” eski ve yeni başkanları Tülay Kayar ile Jale Eren amaçlarının, “laik ve çağdaş bir toplumun doğmasında Muğla gelinlerinin payını ve katkılarını kanıtlamak” olduğunu söylüyorlar. Belediye Başkanı Osman Gürün de çok önemsedikleri kitabı şöyle tanımlıyor: “Cumhuriyet’ine, Atatürk devrimlerine sahip çıkan, bunu yaşam biçimi yapmış Muğlalıların siyah beyaz hikâyesi gibi..” Ayten Taşpınar kitaptaki fotoğrafları veren ailelere de teşekkür ettiği konuşmasında demiş ki “Bugün Belediye Parkı, Taksim Gezisi gibi kokuyor.” İşte böylesi bir heyecanı Muğlalılara yaşatan Taşpınar, 1967’den bu yana resim öğretmenliği yaptığı Muğla’ya, 1973’te Cumhuriyet’in 50 yılı anısına “Gazi Mustafa Kemal Atatürk” afiş tasarımını; 10 Kasım 2008’de “Gazetelerimizde Atatürk” sergisini armağan etmiş; hemen her yıl “çocuklar ve resim” çalışmalarını yürütmüş, sergilerini düzenlemiş… ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARBİ SEMİH POROY Sergiden... Atatürkçülerin Anaları Ankara ve İstanbul’daki sanat fuarlarına da katıldığı çalışmaları arasındaki “Cumhuriyet Gelinleri” için şunları söylüyor: “...adı ‘Muğla gelinleri’ olsaydı, sadece belgesel olurdu. Cumhuriyet gelinlerinde cumhuriyetimizin varlığı öne çıkıyor. Kadınlarımızın aydınlığa doğru değişimi var. Esas olan da bu kazanımların farkına varmak, sahip olmak, korumak, sürdürmek ve yükseltmektir.” Nitekim Cumhuriyet Kadınları Derneği Genel Başkanı Şenal Sarıhan kitaptaki yazısında diyor ki; “Cumhuriyetin harcında eşit emeği olan kadınların eşitlik mücadelesinin en önemli kazanımlarından olan medeni nikâhla düğünleri yapılmış gelinler, Cumhuriyet tarihine not düşüyorlar.” Bugünkü “halkçı ve devrimci Muğla”yı yaşatanların anaları, ninelerini olan gelinler hakkında Taşpınar şöyle devam ediyor: “Kitabımızdaki ‘fotoğraflarda yaşayan Cumhuriyet”in ilk kuşak gelinleri, Muğla ilinden, hatta köylerinden ileri gelen ailelerinden. Bugünkü kuşaklar ise onların çocukları, torunları...’ Kitabın her sayfası, eski fotoğrafların ve anıların yer aldığı bir afiş şeklinde... Fotoğrafların çoğu ise düğündernek ortamlarından. Bu nedenle giysilerin çağdaşlığından kadınerkek birlikteliğine kadar cumhuriyetin kültür tarihini de izliyorsunuz. Hem bunu belgeleyen Taşpınar’a, hem de toplumsal tarihimize kazandıran “cumhuriyet gelinleri”ne teşekkürlerimizle... Osman Gürün ve Ayten Taşpınar. UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Rüzgâr kor 1 kusu. 2/ Güreş 2 çi erkek deve... Bir ticaret se 3 nedinin üzeri 4 ne yazılan ke 5 fillik. 3/ Herke6 sin gözü önünde yapılan... Bir 7 etkinliğin geçici 8 olarak durdurul 9 duğu süre. 4/ En gelişmiş konuş 1 2 3 4 5 6 7 8 9 ma yeteneğine sahip 1 A D I Y A M A N papağan cinsi... İlen 2 D İ Ş Y AMA K me, beddua. 5/ Arı 3 I Ş I K K E F E ları inceleyen zoolo 4 Y K İ K İ R İ K ji dalı. 6/ Bir göster5 A Y K İ İ L me sıfatı... Yeniçe6 M A K İ O K E Y ri aylıklarına yapıÖ lan zam. 7/ Osman 7 A M E R İ K A U R lı Devleti’nin Kuzey 8 N A F İ L E Afrika’daki son top 9 K E K Y Ö R E raklarını da yitirdiği antlaşmanın adı... Kansızlık. 8/ Japon kökenli bir dövüş sporu... Arap erkeklerinin kefiyelerinin üzerine geçirdikleri kalın çember bağ. 9/ İskambillerle oynanan bir oyun. YUKARIDAN AŞAĞIYA 1/ Soyundan gelinen kimse... Nijerya’nın başkenti. 2/ Hiç, sıfır... Himalayalar’da yaşayan memeli hayvanların bedenini kışın kaplayan çok ince kıla ve kıldan dokunmuş değerli bir kumaşa verilen ad. 3/ Sevilen birinin ölümünden duyulan üzüntüyü anlatan lirik şiir... Düşünce. 4/ Kamuya duyurulmak istenen şeyleri yüksek sesle haber vermeyi iş edinmiş olan kimse... Önü hendekli siper. 5/ Ortodokslarda tahta pano üzerine yapılmış her türlü dinsel resme verilen ad. 6/ Bir nota... İmkân. 7/ Düz ve geniş arazi... Yunan abecesinde bir harf. 8/ Herhangi bir alanda başarıyı saptamak için gerekli olan sınır... Bir şeyin yapılmasını yasaklama. 9/ Tekke edebiyatı şiir türlerinden biri... Uluslararası Çalışma Örgütü’nün simgesi.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear