22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
2 EYLÜL 2013 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA HABERLER 7 Cemaatten öğrenci avı Üniversite kayıtları bugün başlarken, cemaat üyeleri şehir şehir gezerek Demokratikleşme (2) kendilerine bağlı öğrenci evleri ve yurtlarda kalacak öğrencilerle görüşüyor Paketi Kimleri es geçeceği kimlere yarar ALİCAN ULUDAĞ ANKARA Fethullah Gülen’in liderliğini yaptığı “cemaat”, üniversite sınav sonuçlarının açıklanmasının ardından öğrencilerin kendi yurt veya evlerinde kalması için yoğun bir çalışma içine girdi. Cemaat evlerinin “ağabeyleri”, bulunduğu ildeki üniversiteyi kazanan öğrenciler ile görüşmek için Anadolu kentlerini karış karış gezerek ikna faaliyeti yürütüyor. Bu kapsamda Ankara’daki bazı cemaat üyeleri, Ege illerinde çok sayıda öğrenci ile görüştü. Yeni gelecek öğrenciler ile birlikte cemaat evlerinin sayısı da artacak. Örneğin Ankara’nın Gölbaşı ilçesinde şu an cemaate bağlı 40 öğrenci evi, 3 tane de yurt bulunuyor. ğrenciler telaş sardı Temmuzda ÖSYM’nin üniversite sınav sonuçlarını, önceki gün de Kredi ve Yurtlar Kurumu’nun yurt sonuçlarını açıklamasının ardından öğrencileri “nerede kalacağım” telaşı sardı. Fakat, aynı “telaş”a cemaat de “ortak oldu”. Cumhuriyet’in bizzat bir “cemaat ağabeyinden” aldığı bilgiye göre, eğitim konusunda Türkiye genelinde örgütlü olan cemaat, üniversiteyi yeni kazanan öğrencileri “Işık Evleri” olarak bilinen evler ve yurtlarda barındırmak için çalışma başlattı. Bu konuda, cemaat evlerinde uzun süre kalan öğrenciler görevlendirildi. Sistem şu şekilde çalışıyor: Ö Örneğin Gazi Üniversitesi’nin Ankara’nın Gölbaşı ilçesindeki kampusunu kazanan öğrenciler için, cemaatin bu ilçedeki “talebeleri” devreye giriyor. Bunun için üniversiteyi kazanan öğrencinin bulunduğu ildeki cemaat üyeleri, Ankara’daki kişilerle bağlantıya geçiyor ve cemaat evinde kalma konusunda istekli olanların listesi veriliyor. Öğrenci evlerinin ağabeyi konumundaki kişiler, bulunduğu yeri kazanan bu öğrenciler ile görüşmek için illere gidiyor. Çünkü, cemaatin de evlerinde kalmak için belli kriterleri var. Cumhuriyet’in konuştuğu “öğrenci evi ağabeyi” bu konuda, “Öncelikle bizim kriterlerimize ve kurallarımıza uyması gerekiyor” dedi. Kriterler konusunda fazla ayrıntı vermeyen bu kişi, bir Ege kentine giderek 8 öğrenci ile görüştü. Görüşme sonucunda ikna edilen öğrenciler, okullar açılınca bizzat AŞTİ’de cemaat üyeleri tarafından karşılanacak. Cemaat evlerinin finansmanı ise burs paralarının yanı sıra “harekete” yakın işadamları tarafından sağlanıyor. Örnekteki bu sistem ve örgütlenme, şu an tüm Türkiye’de uygulanıyor. Sadece Ankara’nın Gölbaşı ilçesinde cemaate bağlı 40 öğrenci evi, 3 tane de yurt bulunuyor. Bu yerlerde 200’ün üzerinde öğrenci kalıyor. Bu evlerden her birinin bir “ağabeyi” veya “ablası” bulunuyor. Tüm evler ise üniversite mezunu bir kişiye bağlı. Bu kişi de direkt cemaatin Ankara sorumlusuna bağlı bulunuyor. Cemaat evlerinin “ağabeyleri”, bulunduğu ildeki üniversiteyi kazanan öğrenciler ile görüşmek için Anadolu kentlerini karış karış gezerek kendi yurt veya evlerinde kalması için yoğun bir çalışma içine girdi. Düz liselerin kapatılması MEB’in sorunlarına sorun ekledi SİNAN TARTANOĞLU ANKARA Düz liselerin kapatılarak Anadolu lisesine dönüştürülmesi ile SBS’yi kazanamayan 580 bin öğrencinin meslek ve imam hatip liselerine zorunlu olarak yönlendirilmesinde, öğrencilerin akademik lise öğrenimi taleplerinin göz ardı edilmesi sorununa, sınıf ve öğretmen açığının kat kat artması sorunu da eklendi. Eğitim Sen’e göre 580 bin ek öğrenci için Türkiye genelinde 16 bin 571 sınıf gerekecek. Bu öğrenciler meslek ve imam hatip liselerinde ortak müfredat görecekleri için fazladan 22 bin 881 öğretmenin görevlendirilmesi gerekecek. SBS’yi kazanamayarak meslek liselerine ve imam hatip liseleri ne yerleştirilmek zorunda kalınan 580 bin öğrencinin “akademik lise” taleplerine karşı Milli Eğitim Bakanlığı’nın geliştirdiği, 9. sınıfta ortak müfredat çözümünün, yeni bir kaos daha yaratacağı öğrenildi. Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın yalnızca “göç alan ve büyük kentlerde” geçerli olduğunu kabul ettiği sınıf sorunu, 580 bin öğrenciye kapılarını açacak meslek liselerinde ve imam hatip liselerinde daha da büyüyecek. nı okulların açılmasına kısa bir süre kala gerçekleştirecek. Bu kapsamda eylül ayında yaklaşık 40 bin ilk atama yapılması bekleniyor. 40 bin öğretmen atamasının tamamının SBS sorunu nedeniyle ortaya çıkan 22 bin 881 öğretmen açığı için kullanılıp kullanılmayacağı belli değil. Ancak bu kadar öğretmen için hiçbir okulda normlar hazır değil. Bu yüzden okullarda görevlendirilmesi gereken minimum öğretmen sayısı anlamına gelen “norm kadro” listelerinin de yenilenmesi gerekiyor. Çünkü hiçbir okulda bu gelecek yeni öğretmenler için norm kadro açısından yer yok. Atansalar bile yer yok bin atama yapılacak ama... MEB, 2013 yılı ikinci ataması 40 Okurlardan kısa kısa Astroloji size yakışmaz Sayın Öz, geçenlerde size Cumhuriyet Portal’daki CBTAstroloji tutarsızlığını hatırlatmıştım; gazetede değindiniz ama portal hâlâ öyle. Aslında astrolojinin Cumhuriyet’te yeri yok, olamaz! Öte yandan 25/8 tarihli gazetenin 5. sayfasının ortadan biraz aşağıda, resmin altındaki kırmızı yazıyı dikkatle okuyup hatayı kendiniz bulun. Belki o sütunlar Aydın Üniversitesi’ne ait, dizgi hazır geldi ama DÜZELTİLMELİYDİ! Ömür Akyüz Editör ve yayımcı Sayın Öz, emekli öğretmenim ve yaklaşık elli yıldır Cumhuriyet okuruyum. Sizin Okur Temsilcisi olmanızdan sonra, nicedir ben de gazetemizde gördüğüm bazı olumsuzlukları kendimce dillendirmek istiyordum, kısmet bugüneymiş. 26 Ağustos 2013 tarihli gazetemizin Okur Temsilcisi köşesinde yayımlanan Sayın Prof. Dr. Erdener Yurtcan’a ait iletide belirtilen görüşlere de bir katkım olsun istedim. Evet, “Türkçeleşmiş Türkçedir.” çoğu kesimlerce yerinde bulunan bir bakış açısıdır. Çoğu zaman ben de doğru bulurum. Ancak, kökeni belli olan ya da olmayan, dilimize yerleşmiş kimi yabancı sözcüklerin (Batı ya da Arapça, Farsça kökenli olsun olmasın, fark etmez) kullanılmasını doğru bulmak başka bir şeydir. Yerine; kuralına ve dilimizin işleyişine uygun olarak türetilmiş Türkçe (Öztürkçe) sözcüklerin kullanılmasına, dilde fakirleşme yaratıyor diye karşı çıkıp tümden reddetmek bambaşka bir şeydir. Karşı olunması gereken zihniyet, örneğin: “Editör sözcüğü dilimize yerleşmiş bir yabancı kökenli sözcüktür, Türkçeleşmiştir, kullanılmasında bir sakınca yoktur” deyip “yayımcı” sözcüğünü görmezden gelmektir. (Kaldı ki pırıl pırıl yayımcı sözcüğü varken editör sözcüğünün de kullanılabileceğini söylemek bana pek doğru gelmiyor.) Elbette bunun tersi de doğrudur. Örneğin; isteyen vazife der, isteyen görev ya da ödev. Ama şu da unutulmamalıdır ki, bugün artık hemen hiç kimse tayyare sözcüğünü kullanmıyor. Uçak diyoruz. Çünkü dil yaşayan bir varlıktır. Eskiyeni atar. Zorlamayı kabul etmez. Mustafa Kemal Erken Kısa not: Okurumuzun görüşlerine katılıyorum. Ancak editör sözü gazete dilinde değişik kaynaklardan, haber merkezinden, muhabirlerden gelen haberleri, yazıları gözden geçiren, içerik olarak denetleyen, sayfalardaki son şeklini verenlere deniliyor. Yayınevlerinde çalışan editörler de yayımcı değildirler. Kitap taslaklarına son şeklini veren, alanlarında uzman yayınevi çalışanlarıdırlar. Medyada Nefret Söylemi Hrant Dink Vakfı “Medyada Nefret Söylemi” konulu araştırmasını açıkladı. Medyada nefret söyleminin izlenmesi çalışmasının genel amacı, “Türkiye’de ırkçılık, ayrımcılık ve hoşgörüsüzlükle mücadeleye katkı sağlamak. Çalışma, medyanın sivil denetiminin önemini gözeterek, ırkçılık, ayrımcılık ve ötekileştirmenin üretilmesi ve yeniden üretilmesinin en önemli araçlarından biri olan medyada insan hakları ve farklılıklara saygının güçlendirilmesini, belli kimlik özellikleri üzerinden hedef alınan kişi veya gruplara yönelik ayrımcı dil ve nefret söylemine dikkat çekmeyi ve bu konuda farkındalık yaratmayı hedeflemek” olarak açıklanmış. Ne yazık ki ulusal ve yerel basında nefret söyleminin yaygın olduğunu ve giderek arttığını saptamak durumundayız. Araştırma sonuçlarının bu konuya özen göstermeyen, tam tersine nefret dilini, ayrımcılığı doğal dil kabul eden ve kullananlara etkisi olur mu bilmiyorum. Kanımca, iş, nefret dilini hoş görmeyen okurların denetimine ve baskısına kalıyor. Cumhuriyet gazetesi Okur Temsilcisi olarak ortaya çıkan sonuçları çok önemsediğimi belirtmek isterim. Cumhuriyet gazetesi açısından ise sonuçların sevindirici, gurur verici olduğunu da söylemeden geçmemeliyiz. Araştırmainceleme sonuçları, Cumhuriyet gazetesinde nefret söylemine, ayrımcılığa yer olmadığını bir kere daha açıkça ve net olarak gösteriyor. Yazıişlerini ve editörlerimizi kutlamaktan sevinç duyuyorum. Merhaba, Gazetemizin birkaç gün önce arka sayfada PETA’cıların Avustralya Sidney’de yaptıkları eylem haberinde, Sidney, Avustralya’nın başkenti olarak yazılmıştı. İyi çalışmalar. Nurhan Tenes Merhaba, Mustafa BALBAY’ın başkente taşınmasına, ailesi adına memnun oldum; ancak, Silivri direnişinin kırılacağı, bunun da bölücü hegemonyasının işine yarayacağı kaygısıyla buruk ve ümitsizim. Mustafa BALBAY’ın Mısır’la ilgili yazılarını takip etmekteyim. Yaşamının 20 yılını bir Ortadoğu ülkesinde aralıksız geçiren bir yurttaş olarak, BALBAY’ın da vurguladığı gibi, bu coğrafyanın en büyük “yoksunluğu”, ATATÜRKÇÜ düşüncenin en temel ürünü olan hür bireylerin yetişememesi, evrensel düşüncenin ve örgün laik eğitiminin olmayışıdır. Selam ve saygılarımla. Kerim Caferzade Avustralya’nın başkenti neresi Hür birey olamamak Eleştiriler öneriler Sayın Öz, Cumhuriyet gazetesi aksatmaksızın okuduğum tek günlük gazetedir. Zevkle, keyifle ve haber yorumlarını büyük beğeni ile takip etmekteyim. Ancak diğer gazeteler ile tirajını mukayese ettiğimde niçin Türkiye genelinde sadece 50.000 kişiyiz diye kendi kendime sorgulama yapmaktayım. İşte bu sorgulama sonucunda şu bulgulara ulaşmış olup bunu da sizin aracılığınız ile Cumhuriyet gazetesi yönetimine naçizane olarak iletiyorum. 1) Gazetenin köşe yazarları hususunda ciddi anlamda eskimişlik ve yetersizlik olduğunu, bugünkü jenerasyona hitap edebilecek yazar sayısının tatmin edici olmadığını gözlemlemekteyim. 2) Gazete bana göre hiç de ağır, okunması zor bir gazete değil. Ancak kamuoyunca okunması zor ve ağır bir gazete diye algılanmakta. Bu durumun da Türkiye’nin okuryazar oranı ve eğitim düzeyi ile ilgili sosyolojik bir konu olduğu aşikârdır. Zaten okuma özürlü bir toplum yapısı olduğu için, gazetelerin bu Türkiye gerçeğini göz önüne alarak bazı hafif patinajlı (içeriğinden hiçbir taviz vermeksizin) manşetler ve vurgulamalarla okuyucuya rahat bir görüntü vermesi gerekir diye düşünmekteyim. 3) Gazetenin okuyucu tarafından psikolojik olarak daha rahat algılanmasının başında da zannederim biraz daha renkli ve resimli olması önem arz ediyor. Saygılarımla Serdar Karaalp sağlayacağı henüz bilinmeyen Demokratikleşme Paketi çalışmaları sürerken, gelelim TBMM raflarında yatan ikinci kuzuya. HHH 4 Aralık 2004 günü kabul edilerek yenilenen Ceza Muhakemesi Yasası, 47’nci maddesinde “Devlet sırrı niteliğindeki bilgilerle ilgili tanıklık” başlığıyla devlet sırrından söz ediyor. Tanımını da şöyle yapıyor: “Açıklanması devletin dış ilişkilerine, milli savunmasına ve milli güvenliğine zarar verebilecek; anayasal düzeni ve dış ilişkilerinde tehlike yaratabilecek nitelikteki bilgiler, devlet sırrı sayılır.” Bu madde yasalaştığında daha AKP’nin cicim yıllarıydı. Hem sayısal çoğunluğunu istediği gibi kullanma niyetini abartmamıştı hem de ekonomi sorunlarıyla baş başa kalmamıştı. 57’nci hükümetin kendisini yok eden ama ekonomiyi düze çıkaracak olan ilkeleriyle idare ediyordu. Anayasanın bir maddesinde “devlet sırrı”ndan, başka bir maddesinde ise “gizli bilgiden” söz ediliyordu ama ne oldukları bilinmiyordu. AKP ilk kez 22 Nisan 2008 tarihinde “Devlet Sırları Kanunu Tasarısı”nı TBMM’ye sundu. Tasarıyla devlet sırrına gizli belge de eklenmişti. Tanım da “ekonomik çıkarlar, idari ve adli soruşturma ve kovuşturmalar, ikili ve çok taraflı anlaşmalar” eklenerek genişletilmişti. Kısacası, iktidarın duyulmasını istemediği bilgiler sansür edilebilecekti. Kadük olan tasarı 21 Ekim 2011’de yenilendi. Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ile Adalet Komisyonu’ndan geçerek 2 Nisan 2013’te TBMM gündemine geldi. Komisyonlarda yapılan değişiklikler ve tanım maddesinde “Birinci fıkra hükmü demokratik toplum düzeni ve hukuk devleti ilkesinin gereklerine aykırı biçimde yorumlanamaz ve uygulanamaz” denilmesi, sansürü önleyecek bir değer taşımıyor. HHH Bugünkü uygulama ve tasarı, devlet sırrı ile gizli bilgi sayılacak belgelerin önceden belirlenmesini zorunlu kılmıyor. Savcılar soruşturma açtıktan sonra ilgili kamu kurumuna “Bu belge gizli mi” diye soruyor. Kurum da adamına göre ya “gizli” ya da “gizli değil” yanıtını veriyor. Değil dediyse takipsizlik kararı veriliyor, gizli dediyse dava açılıyor. Ya belge daha önce ya da iddianame ile hukuk deyimiyle aleniyet yani açıklık kazanmışsa. Orası da biraz kuşkulu. HHH İsmet Paşa Koalisyonu 2 Haziran 1964’te Türklere yönelik saldırılar nedeniyle Kıbrıs’a çıkarma yapma kararı almıştı. ABD Başkanı Johnson, 5 Haziran’da İsmet Paşa’ya yakışıksız bir mektup gönderdi. Bununla ilgili haberi o dönemde Hürriyet’te çalışan ustamız Cüneyt Arcayürek haber yapmıştı. İsmet Paşa’nın Johnson’a yanıtını da Ankara Temsilcimiz rahmetli Kemal Aydar haberleştirdi. Aynı haber, son baskısında Akşam’da da yayımlanmıştı. Savcı iki haber için de dava açtı. Akşam’ın avukatı savunmasında, “Biz haberi Cumhuriyet’ten aldık. Onun vermesiyle aleniyete kavuşmuştu; sır olmaktan çıkmıştı” savunmasını yaptı ve beraat kararı aldı. HHH Benzer durum günümüzde de yaşanıyor. İddianame ekinde yer aldığı için aleniyet kazanmış belgeler “devlet sırrı” sayılıyor. Hatta Sevgili Mustafa Balbay, arşivinde bulunan belgeler için “Ben onları daha önce yayımlanan kitaplarıma da koymuştum” diye ısrarla belirtiyor ama kimse dinlemiyor. HHH Araştırmacı gazeteciliği de hapis tehdidiyle yapılamaz duruma getiren yasasızlık, ifade özgürlüğünün, halkın bilgiye ulaşmasının ve kişilik haklarının önündeki bir başka önemli engel. Demokratikleşme Paketi’nin önceliğine “devlet sırrı” tasarısı da eklenmeli. Ama yorumu ve uygulaması değil, suç tanımının kendisi demokratik toplum düzeni ve hukuk devleti ilkesine uygun duruma getirilmeli. YAZ KURAN KURSLARI Ünlemler arasındaki fark Noktalama işaretlerimiz arasında, “!” ve “(!)” işaretleri bulunmaktadır. (İkincisinin yaklaşık da olsa, ne zaman işaretler arasına katıldığına ve yaygınca kullanılmaya başladığına ilişkin bilgim bulunmamaktaysa da, yazı dilinde bir zenginleştirme sağladığına ve önemli bir işleve sahip olduğuna inanmaktayım.) Ancak son yıllarda bu işaretler arasındaki anlam ve amaç farkının ortadan kalktığına veya bunun kullananlarca gözetilmediğine; genellikle “!” yerine de, “(!)” yerine de “!” işaretinin kullanıldığını üzüntüyle görmekteyim. Örneğin, Sayın Ahmet Cemal’in gazetenin 26 Ağustos sayısında yayımlanan yazısının başlığında “(!)” işareti kullanılsaydı, daha güzel ve doğru olmaz mıydı? Düzenli olarak izlediğim yazarlar içinde, bir tek Orhan Erinç’in “!” ile “(!)” arasındaki farkın bilincinde olarak, bu işaretleri kullanmakta olduğunu görmekteyim (doğal ki, gözümden kaçan başka yazarlar da bulunmaktadır). Beğenilerimi ve teşekkürlerimi belirtir; iyi dileklerimi, saygılarımı ve sevgilerimi sunarım... Mehmet Özyıldız Seferberlik amacına ulaştı Haber Merkezi Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Kuran kurslarına katılımı artırmak için başlattığı seferberlik amacına ulaştı. “Gel bu yaz, Kuran’ı gönlüne yaz” sloganıyla gerçekleşen yaz Kuran kurslarında, 72 bin 439 mekânda, 115 bin 183 kişi tarafından 3 milyonu aşkın çocuğa ders verildi. AA’nın haberine göre, Diyanet İşleri Başkanlığı Eğitim Hizmetleri Genel Müdürü Ali Erbaş, “Gel bu yaz, Kuran’ı gönlüne yaz” sloganıyla başlatılan ve her biri üçer haftadan oluşan 3 dönem halinde devam eden programda; 72 bin 439 mekânda, 115 bin 183 kişi tarafından üç milyonu aşkın öğrenciye eğitim verildiğini söyledi. Erbaş, “Bu yıl yaz kursları için yapmış olduğumuz açılış programları ve 250 bin afiş, billboard, sinevizyon, kamu spotu, çocuk şenlikleri gibi tanıtım etkinlikleri öğrenci sayısının geçen yıla göre kimi yerlerde iki katına varan artışlara ulaşmasını sağladığı görüldü” dedi. Erbaş, kurs kapsamında 10.5 milyon Kuran elifbası ve üç ayrı kitaptan oluşan Temel Dini Bilgiler serisiyle 500 bin adet Kuranıkerim’in öğrencilere ücretsiz olarak ulaştırıldığını da söyledi. TV sayfası Otuz üç yıllık Cumhuriyet okuruyum. Beni çok rahatsız eden bir konuyu iletmek istiyorum. Gazetenin standart bir TV sayfası olamaz mı? Ne kadar yer kaldıysa o kadar TV sayfası mı olur? Bu önemsiz bir ayrıntı mı? Yoksa bunu yapmak çok mu zor? Nazım Arslan
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear