25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
2 EYLÜL 2013 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 13 Suriye Saptamaları Medrese Eğitimine Karşı Çocuklarımızı yeni eğitim yılında yine medreselere mi göndereceğiz? “Herkesin kendi dini ve felsefi inançlarına göre eğitim ve öğretim yapma hakkını kullanmasına destek ve yardım sağlamayı” temel misyonu sayan Ensar Vakfı kurucusu Ömer Dinçer’in Milli Eğitim Bakanı olduğu dönemde kurduğu gerici eğitim düzeni, ABD’ye sığınmış emekli vaizin dediği gibi çocuklarımızın “beyinlerinin elden geçirilmesi” işlemi sürecek mi? Çünkü işin özü bir insan haklarına saldırı. Niye? Çünkü, bu bir Cumhuriyet ile savaş. Çünkü Cumhuriyetin ardında insan aklı var. 4+4+4’ün arkasında ne olduğunu eğitimci yazar Dr. Niyazi Altunya özetlesin bize: “1914 yılında Mustafa Sabri Efendi’nin yaptığı medreseyi ıslah projesidir bu. Şimdi Sabri Efendi’den de geriye dönülüyor. Çünkü o zaman medreselerin alt kademesi mahalle mektepleri caminin dışındaydı, camiden ayrıydı. Şimdi cami okulun içine sokuluyor. Kuran dersleri, peygamberin hayatının okutulması, okullarda medrese açılması anlamına geliyor. Oysa, Cumhuriyet eğitiminin amacı, ümmet değil, milli egemenliğine sahip çıkacak yurttaş yetiştirmektir. Aklı özgürleştirmektir. Hak ve özgürlükler akla dayalıdır. Bugünkü gibi türbanını seç özgürlüğü değildir, insan aklını özgürleştirmeye dayanır.” Dr. Niyazi Altunya, medrese eğitimine, dolayısıyla akla yönelen saldırıya karşı mücadelede öğretmenlerin öneminin altını çizdi: “Her öğretmenin tek tek kendi dersinde çocukların aklını özgürleştirmek için ne yapabileceğini düşünmesi gerekiyor. İster resim, ister fen bilgisi, ister beden eğitimi öğretmeni olsun. Cumhuriyet ilkelerine sahip çıkan öğretmen örgütlerinin de frapan akımlara kapılmadan oturup düşünmesi gerekiyor. Hem siyasi muhalefetin, hem öğretmen örgütlerinin hem de Atatürkçülerin, hatta velilerin bir araya gelerek, öğretmenlerin yararlanacağı bir program yapmaları gerekiyor.” Emekli Büyükelçi Onur Öymen’den, özenle gözlerden kaçırılmak istenen kimi gözlemler: Suriye, kimyasal silahların imhasına yönelik uluslararası sözleşmeyi imzalamayan ülkeler arasındadır. Öncelikle yapılması gereken Suriye’yi bu sözleşmeyi imzalamaya zorlamaktı. Aynı sözleşmeyi onaylamayan İsrail’in bu durumu gündeme getirilmemektedir. Çünkü, ABD İsrail’i desteklemektedir. Bugüne değin kimyasal silah stoklarını imha etmesi gereken ABD ve Rusya, bu konuda girişimde bulunmamışlardır. İranIrak savaşında, Irak’ın kimyasal silahla 20 bin İran askerini öldürmesi, yine Irak’ın Halepçe’de benzer bir saldırı gerçekleştirmesi karşısında ABD, Irak’taki çıkarları yüzünden hiçbir tepki göstermemiştir. Suriye’ye yönelecek silahlı müdahalenin ne sonuç vereceği bilinmiyor. Bundan önceki benzer müdahalelerde, örneğin Bosna’da, Kosova’da çok sayıda sivil insanın öldüğü bir gerçektir. Esad yönetimi düşürülürse, yerine ABD’nin terör listesine aldığı El Nusra mı, El Kaide mi geçecektir? Ülkede büsbütün bir silahlı çatışma mı başlayacaktır? Bunlar da bilinmiyor. ARADA BİR Prof. dr. COŞKUN ÖZDEMİR Demokrasi ve Sandık Demokrasi ve sandık ilişkileri sık sık tartışılıyor. Ülkenin başbakanı ve onun destekçilerine göre demokrasinin ölçütü sandıktır. Sandıkta en yüksek oy alan partinin icraatı kayıtsız şartsız demokratiktir. Çünkü arkasında onu destekleyen bir halk kitlesi vardır. Bazı örneklerle bu konuya açıklık getirebileceğimizi sanıyorum... Türkiye İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığında çok partili düzene geçti ve 1946 yılında ilk seçimler yapıldı. Böylece demokrasiye bir başlangıç yapıldı diyebiliriz. O yıllarda Türkiye’nin demokrasiye hazır olmadığı sanırım tartışma götürmez... Bakınız; daha seçim öncesindeki gelişmelere göz atacak olursak demokrasi sözü gündeme düşer düşmez, köy ağalarının ortaya çıktığını, onların partilere girdiğini ve bu ağaların baskısı ile büyük eğitimci Hasan Âli Yücel’in Hakkı Tonguç ile birlikte görevden uzaklaştırıldığını görürüz. Gelişmeler bundan ibaret kalmaz. Kinyas Kartal adlı büyük ve güçlü bir Doğu ağasının başını çektiği çabalarla ve muhafazakâr milletvekillerinin etkisiyle bir büyük eğitim devrimi sayılması gereken Köy Enstitülerine karşı suçlamalar ve iftiralar başlar. Bunlar açıkça daha başlangıcında demokrasiye vurulmuş ağır darbelerdir ve ülkemizde demokrasiyi, çağdaşlaşmayı amaçlayan Cumhuriyet devrimlerinden geriye dönüşün bir aracı olarak kullanılmış, Köy Enstitüleri ve Halkevleri, adı demokrat olan bir iktidar tarafından yok edilmiştir. Cumhuriyetin kuruluşundan 70 yıl kadar sonra göstermelik demokrasimizin AKP isimli partisinin başkanı açıkça demokrasinin kendileri için binilip inilecek bir tren olduğunu söylemiştir. Bu görüşünü değiştirdiğine ait bir ifadesini hatırlamıyoruz. İktidara geldikten sonra bunu izleyen söylemleri de icraatı da kendisinin aslında hiç de öyle gerçek bir demokrasi taraftarı olmadığını ortaya koymuştur. O dindar ve kindar bir gençlik yetiştirmek istiyor. Onun amacı ülkede siyasal İslamı geçerli kılmaktır. Bu onun kutsal bir görevidir. Bu politikalar AKP milletvekilleri tarafından yıllardır alkışlarla kayıtsız şartsız onaylanmakta ve desteklenmektedir. Türkiye örneğini Arap ülkeleri örnekleri ile çoğaltabiliriz. Şimdi gündemde olan Mısır’daki çalkantıları ve çatışmaları yaşanan kaosu izliyoruz. Kim Mısır’ın demokrasiye yakın olduğunu söyleyebilir? Erdoğan’ın Mursi ısrarı demokrasi özlemi midir? Tarafların çatışmasına yol açan darbenin de demokrasi sağlayacağı söylenebilir mi?.. Şu gerçeği iyice görmek lazım. Azgelişmiş, aydınlanmadan uzak kalmış, laikliği benimseyememiş, halkın büyük çoğunluğunun birey olamadığı, bilinçlenemediği bir ülkede sandıktan demokrasi çıkamaz. Ancak bizde olduğu gibi ağır kayıplara yol açan demokrasi mücadelesi verilir. Siyasal İslam demokrasi üretemez. Böyle toplumlarda seçimi kaçınılmaz bir şekilde demokrasi karşıtları kazanır. O halde sandık = demokrasi kesinlikle yanlıştır. Azgelişmiş ülkelerde, halk, eğitim yoksunu olarak kaldıkça demokrasi şansı olmayacaktır. Bocalamaya mahkumdurlar ve toplum iyi eğitim görmüş, çağdaşlık, uygarlık değerlerini benimsemiş insanları ile feodal değerlere, dogmalara bağlı milyonlar arasındaki çatışmalardan kolay kolay kurtulamayacaktır. Buna bir de böyle bir ortamda, çıkarcı dönek, riyakâr, ikiyüzlü okumuşların oynadığı rolü ve emperyalizmin bundan yaralanarak oynayacağı oyunları eklerseniz, bu ülkelerde demokrasiyi kurmak ve yaşatmanın ne kadar zor olduğunu teslim edersiniz. Türkiye Arap ülkelerinden elbette farklıdır. Bizim Atatürk ve onun eseri olan Cumhuriyet devrimleri ve aydınlanma gibi bir mirasımız ve avantajlarımız var. Gezi gençleri bu mirasın boşa gitmediğini, özgürlükleri ve gerçek bir demokrasiyi savunacak kuşaklara sahip olduğumuzu gösterdiler. Kırılan umutlarımız yeniden yeşermiştir. AKP’nin dış politikası tümüyle duygularla kurgulanmış bir Esad düşmanlığı üzerine kurulu. Neden? Çünkü, Gezi olaylarından sonra ABD nezdinde de Recep Tayyip Erdoğan’ın itibarı zedelendi. Bu durum, “AKP kalsın, Erdoğan gitsin” yorumlarıyla yabancı basında kimi köşelere de yansıdı. Erdoğan, ABD’nin gönlünü yeniden kazanmak için ABD’nin Suriye operasyonunu sonuna dek destekleme çabasında. Serbesti GÖRÜŞ Teyyip’in piyasa anlayışı: “Pala ve zam serbesttir.” Madenler, anayasaya göre “devletin hüküm ve tasarrufu altında.” AKP’ye göreyse hiç de öyle değil. Maden Mühendisleri Odası Başkanı Mehmet Torun’un da saptadığı gibi, neoliberal politikalarla maden ve tarım alanları çok büyük yıkım gördü, özelleştirmelerle ulusun dişinden tırnağından artırarak oluşturduğu kamu işletmeleri; amacı ve kaynağı belli olmayan yabancılara, yerli işbirlikçilerine satılarak elden çıkarıldı. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” düşüncesi madencilikte de egemen oldu: “Ülkemizin sanayileşmesinin engellenmesi ve buna bağlı olarak mamul madde üretiminin yeterince gerçekleştirilememesi, madenlerimizin hammadde olarak ihracına neden Madenler oluyor. Madenlerimizin hammadde olarak ihraç edilmesi ise yeraltı kaynaklarımızın ülke ekonomisine katkısını engelleyerek bir daha yerine koyamayacağımız bu kaynakların açık bir sömürüye sunulması anlamına geliyor. Hiçbir ülkede toplumun bütün ihtiyaçlarını karşılayacak kadar yeterli kaynak olmadığından, üretimde kullanılacak kıt kaynaklar konusunda doğru bir planlama ve tercih yapmak bir zorunluluk olmaktadır. Bu nedenle, tüm ekonomik faaliyetlerde olduğu gibi, her maden için alternatif maliyet analizleri yapılmalı ve bu verilere göre tercihte bulunulmalıdır. Yapılacak tercihlerde sosyal maliyetlerin de gözetilmesi gerekmektedir.” Gözetilir mi? Hiç sanmıyoruz... KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr PROF. DR. ERDENER YURTCAN Ağlayan / Gülen Adalet Ağlamak insanlar içindir öncelikle. Hayvanlar da ağlarlar, çıkardıkları seslerden anlaşılır ağladıkları. Ağaçlar ağlıyor mevsimi geldiğinde, diyorlar bizim sitenin bahçıvanları, çamlar zamklarını akıttıkları zaman. Adalet ağlar mı? Ağlar elbet; insanlar adaleti ağlattıklarında, hem de için için. İnsanlar adaleti niçin ağlatır? Bunun değişik nedenleri olabilir. En başta geleni eksik bilgidir. Konu hukuk ise adalet dağıtmakla görevli ve yükümlü olan yargıçlar ve savcılar eksik, yetersiz hukuk bilgisine sahip iseler, verdikleri kararlarla adaleti ağlatırlar. Bu iki yönlü olur, hem adalet ağlar hem de ağlayan adaletin ağlattığı kişiler. Fakat bunun daha da kötüsü olabilir. Bu hiç istenmeyen, istenmeyecek bir sonuçtur. Adalet kasten ağlatılırsa, bunun bağışlanacak yönü yoktur. Bu, insana yapılacak olan en ağır muameledir, can yakar, vicdanda derin yara açar. Bu yarayı hiçbir ilaç iyi edemez. Ülkemizde son dönemlerde adaletten çok büyük şikâyetlerin olduğunu elbette biliyorum. Saçlarını ağlamayan/gülen adalet için ağartmış bir hukukçu sıfatıyla söyleyebilirim ki, söz konusu şikâyetlerin büyük çoğunluğu haklıdır. Hukuk ve adalet hizmetinin içinde yer alan herkesin bir hususta dikkatini çekmek isterim. Hangi ülke olursa olsun, her insan ülkesinin adalet hizmeti ile ilgili düşüncesini açıklarken, tek bir şeye dayanır. Bu tek şey kendisinin başından geçmiş olan bir olayda adaletin ağlayıp ağlamadığıdır. Şayet onun için adalet ağlamışsa, kendi olayının dışındaki tüm olaylarda adaletin gülmüş olmasının o insan için en küçük bir önemi ve değeri yoktur. O yalnızca kendi adaletinin peşindedir. Siz bin dereden su getirseniz dahi onu ülkede adaletin ağlamadığına ikna edemezseniz. Sonuçta bu tavır insani bir tavırdır ve insanın yapısına da uygundur. Çağımızda devletin üstlendiği görevler ve ödevler o kadar çoktur ki, saymakla bitmez. Bu nedenle devlet ferdin haklarına ve özgürlüklerine sürekli müdahale eder. Bu nedenle çağımızda liberal özgürlük yaklaşımları gerilerde kalmıştır. Bu sözlerim lütfen yanlış anlaşılmasın. Devletin müdahaleciliği sonuçta ferdin hak ve özgürlüklerini güvence altına alma amacını taşımalıdır. Bu yaklaşımla modern anayasalarda devletin fert hak ve özgürlüklerine gerekli müdahaleleri yapabileceği, fakat hak ve özgürlüklerin temeline saygılı olmak zorunda olduğu, bunları asla sınırlandıramayacağı söylenir. Bu düşüncede mutlak haklılık söz konusudur. Devletin üstlendiği görevler ve ödevlerden söz ederken bir noktanın dikkatten kaçırılmaması gerekir. Devletin bu ödev ve görevlerinde bir önemlilik/daha az önemlilik kriteri elbette geçerlidir. Bu yaklaşımda hemen herkesin üzerinde uyuştuğu dört görev, milli savunma, sağlık, eğitim ve adalet görevidir. Hangi ülkenin anayasası olursa olsun, açtığınız her anayasada bu konular düzenlenirken yazılan metinlerde bu dört görevin öneminin vurgulandığını mutlaka okursunuz. Ancak bir ülkenin hukuku yazılırken bilinen bir gerçektir ki, norm yazmak, hatta iyi norm yazmak yeterli değildir. Önemli olan her normu iyi uygulamak hedeftir ve amaçtır. Bu hedef ve amaca ne ölçüde ulaşıldığı ortaya konulabilirse, o zaman o ülkede hukuk devletinden, fert hak ve özgürlüklerinden ve bunların güvencelerinden söz edilebilir. Bu düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istedim, çünkü 2 Eylül günü adli tatil bitiyor, adliyelerin kapıları açılıyor. Dilerim, o açılan kapılardan hep gülen adaletler çıksın, ağlayan adaletler gün yüzü görmesinler. HARBİ SEMİH POROY BULMACA SEDAT YAŞAYAN UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ “Yakın arka 1 daş, dost” anla 2 mında argo sözcük... Üzerinde 3 maden dövülen 4 demir araç. 2/ 5 Eski Türk gü6 reşlerinden biri... Kadınların 7 omuzlarını ört 8 mek için kul 9 landıkları geniş atkı. 3/ Bir sa 1 2 3 4 5 6 7 8 9 lon dansı... İslam 1 S I Y I R T M A Ç da geçici evliliğe ve 2 O L U R R İ B A rilen ad. 4/ En kısa 3 K I Ğ M A L A Y zaman süresi... Kü 4 E S B E K E çük erkek kardeş... 5 T U B A İ T A K Hicap. 5/ Dünyanın A Y E T G A ilk nükleer denizal 6 R O K tısının adı. 6/ Çok 7 K A L A K A U R A konuşan, geveze. 7/ 8 A S İ T 106 taşla oynanan bir 9 S I Ğ I R T M A Ç oyun... Sivas’ın bir ilçesi. 8/ 21 yaşın altındaki oyunculardan oluşan spor takımları için kullanılan sözcük... “Benden gayrısına gönül verirsen / ola yolların bağlana dostum” (Pir Sultan Abdal). 9/ Yerfıstığı... Fas’ın plaka imi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Argoda bir işi birine yüklemeye verilen ad. 2/ Kastamonu’nun bir ilçesi... Bir hastalığın özel yöntemlerle tedavisi. 3/ Hizmet hayvanlarının ayağına çakılan demir... İslam bilginlerine verilen ad. 4/ Övme, övgü. 5/ “Gönül tandırında bir pişiyor / Yanan ciğer midir yürek mi bilmem” (Seyrani)... İzmir’in Kemalpaşa ilçesinin eski adı... Boru sesi. 6/ Nişastayı parçalayarak şekere çeviren bir enzim.. 7/ Argoda civalı zara verilen ad... Nuri Bilge Ceylan’ın bir filmi. 8/ Bir şeyi zihinde biçimlendirme ve kurma. 9/ Büyük bir ün kazanmış sinema ya da müzik sanatçısı... Kütahya’nın Simav ilçesinde bir kaplıca.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear