25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 4 HAZİRAN 2013 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 27 Mayıs Bir Masal mı? 27 Mayıs bir bayramdı. Gerçek bir devrimci eylemdi! Bu kez de geçti gitti kimse görmeden, anımsamadan. Bizler yaşamadık mı o günleri, o coşkulu günleri? Zaman sanki düşman, güzel, iyi, doğru olanlara. Nedense on yıldan beri iktidarda olan bir parti, daha doğrusu onun güçlüleri böyle şeyler unutulsun, hatta kötülensin diye uğraşıyorlar. 27 Mayıs bir dikta yönetimine son verilmesidir. Ancak Menderes’leri, Bayar’ları izleyen bir kadro 27 Mayıs’ı tarihe gömmek için yapmadıklarını bırakmadılar... On yıldır iktidarda olan bir gerici anlayış ulusalcı bayram günlerini bir bir yok ettirmek istiyor. Örneğin 19 Mayıs bir gençlik bayramıdır. Yurdun dört bir köşesinden atlet gençler kentlerinin topraklarını taşırlardı devlet başkanına armağan olarak... Nerde öyle şeyler? Bayram olması nerde, sıradan bir gün bile değil onlara göre! 19 Mayıs, 23 Nisan, 10 Kasım hepsi o kafalara göre anlamsız, uydurma şeyler! Gerçek bayramlar ise kurban ve şeker bayramı. Onu da ramazan bayramı yaptılar ya... On yıl, Menderes rejimi vardı. Şimdikiler de Menderes’lerin sürdürücüleridir. Cumhuriyet devrimlerinde ne istenmiş, ne yapılmış, neler başarılmışsa hepsini temelinden yıkmak mıdır istekleri. Benim gibi yaşını başını almış olanlar üzüntüyle, acıyla o güzel anları yeniden yaşıyorlar ve yaşatmaya çalışıyorlar. Bizleriz, sizlersiniz, belki çoğunuz o güzel devrim günlerinde yoktunuz, ama babalarınız yaşadı gördü. Şimdi niye bu gençlik suskunluğu? Atatürk’ün mirasçısı gençlik ne oldu? Birdenbire sindirildi mi? 19 Mayıs bayramsız geçti. Şimdi 29 Ekim geliyor. Cumhuriyetin kuruluş günü! Hadi onu da geçmişte bırakalım, unutalım, unutturalım öyle mi? Kimsiniz ki siz bu kadar cüreti kendinizde buluyorsunuz? Biber Gazı: İnsan Hakları İhlali Biber gazına maruz kalan vatandaşların önce derhal hastaneden bir rapor alarak savcılığa suç duyurusunda bulunmaları, ondan sonra da savcının takipsizlik kararından itibaren bir ay içinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapmaları olanağı var. Anayasa Mahkemesi başvuruyu reddederse, 6 ay içinde AİHM’ye başvurabilirler ve manevi tazminat talep edebilirler. Rıza TÜRMEN/ CHP Milletvekili, Eski AİHM Yargıcı aksim olayları gösteriyor ki, insan haklarına önem veren devletimizde ve polisimizde, biber gazının güzel koku saçan bir sprey gibi serbestçe ve gelişigüzel bir biçimde kullanılabileceği, silahsız, barışçı gösteri yapan insanların yüzüne sıkılabileceği gibi yaygın bir kanı var. AİHM’nin Ali Güneş (10.04.2012) kararı ve Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesi raporları bunun böyle olmadığını söylüyor. T Ali Güneş bir öğretmen. 2004 yılında Mecidiyeköy’de bir grup arkadaşı ile birlikte oturarak barışçı bir protesto eylemi yapıyor. “Dağılın” uyarısına karşın eylemi sürdürünce, polis göstericilere biber gazı sıkıyor ve güç kullanıyor. Arkasından Ali Güneş polis merkezine götürülüyor. 11 saat sonra serbest bırakılıyor. Ali Güneş serbest bırakıldıktan sonra, Haseki Hastanesi’nden doktor raporu alıyor. AİHM, biber gazının, solunum yolu sorunlarına, Ali Güneş davası kusma, göz rahatsızlıkları, göğüs ağrısı, alerji, deri hastalıklarına yol açabileceğini, yüksek dozda kullanılırsa solunum ve sindirim yollarında hücre hasarı ve akciğerde sıvı toplanmasına, iç kanamaya neden olabileceğini belirtiyor. Biber gazının sağlık açısından doğurabileceği bu sakıncaları göz önünde tutarak başvurucunun yüzüne biber gazı sıkılmasının ve bundan kaynaklanan fiziksel ve zihinsel acının kötü muamele oluşturduğu ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3 maddesini ihlal ettiği sonucuna varıyor. AİHM ayrıca, başvurucunun, savcının soruşturma yapmadan 48 saat içinde takipsizlik kararı vermesine ilişkin şikâyetini inceliyor. Takipsizlik kararının devletin etkili bir soruşturma yapma yükümlülüğüne aykırı olduğuna, dolayısıyla Sözleşme’nin 3 maddesinin bir de bu nedenle ihlal edildiğine karar veriyor. Sonuçta devleti 10 bin Avro manevi tazminata mahkum ediyor. AİHM’nin de kararında gönderme yaptığı Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (İÖK) raporunda, biber gazının tehlikeli bir madde olduğuna ve özellikle kapalı yerlerde kullanılmaması gerektiğine önemle işaret ediyor. Oysa son olaylarda, polis CHP’nin Ankara İl Merkezi ve başka kapalı yerlerde bol miktarda biber gazı kullanmaktan çekinmedi. yasaklamalı. l Biber gazının kullanılması konusunda güvenlik güçleri özel bir eğitime tabi tutulmalı. Gezi Parkı olaylarından, Türk makamlarının ne AİHM’nin kararını, ne de İÖK’nin tavsiyelerini okumadıkları, okuduysalar da kulak asmadıkları anlaşılmakta. Nasıl ki Başbakan bile güvenlik güçlerinin biber gazını orantılı bir biçimde kullanmayı bilmediğini kabul etti. Ancak bu kabul, güvenlik güçlerinin biber gazı kullanma yöntemlerini değiştirmedi. atandaş ne yapabilir? Biber gazına maruz kalan vatandaşların önce derhal hastaneden bir rapor alarak savcılığa suç duyurusunda bulunmaları, ondan sonra da savcının takipsizlik kararından itibaren bir ay içinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapmaları olanağı var. Anayasa Mahkemesi başvuruyu reddederse, 6 ay içinde AİHM’ye başvurabilirler ve manevi tazminat talep edebilirler. Bu arada belki de ilgili makamlar AİHM kararına ve İÖK’nin tavsiyelerine uyarlar ve demokratik toplumlarda barışçı gösterilerin karşılığının biber gazı değil “halkın sesini” dinlemek olduğunu kabul ederler. Erdoğan’ın Öfkeli Psikolojisi Ülkenin Kaderi midir? Başbakan Erdoğan tam bir “Öfkeli Tek Adam Yönetimi” kurdu ülkede: Yasamanın, yürütmenin ve hatta yargının bütün karar mekanizmalarını kendine bağladı… Merkezi yönetim gibi elbette yerel yönetimler de bundan nasibini aldı; ülkeyle birlikte kentleri, belediyeleri de yönetiyor… Sivil ve asker bürokrasi, ayrıntılarda bile, doğrudan ona bağlı; her karar ona gidiyor, ona sormadan hiçbir iş yapılamıyor… O isterse, yasama organı bir gecede kanunlar çıkarıveriyor, kimseye danışmadan… Yargı, olaylar karşısında, onun tutum ve davranışına uygun olarak harekete geçiyor… Medya zaten tam denetimi altında… Hiçbir demokratik ülkede görülemeyecek, hayal bile edilemeyecek bir merkezi otorite! Her konuyu biliyor… Çok da öfkeli… Her konuda derhal bağırarak tepki veriyor: Dış politika, iç politika, aile yapısı, çocuk sayısı, kürtaj, sezaryen, giyim kuşam, içki, sigara, eğitim, sağlık, ekonomi… Kimse onun dediğinden çıkma cesaretini gösteremiyor… Zaten boş bulunup, önceden de olsa, biraz farklı konuşan Bülent Arınç gibi en yakın arkadaşları bile azarı yiyip susuyor! HHH Söylemi sert, üslubu kavgacı, yargıları acımasız; adeta çatışmayla besleniyor. Peki kamuoyundaki imajı nedir, halk, seçmen onu nasıl algılıyor… Halkın algısı konusunda iyi bir gözlemci olan Ahmet Hakan, pazar günü şöyle yazıyordu: “ O geri adım atmaz. O pişman olmaz. O böyle olacak dedi mi, öyle olur. O sözünün üstüne söz söyletmez. O başkalarının ne dediğine bakmaz, kendinin ne dediğine bakar.” HHH Taksim olayında da aynısı oldu; oluyor: Ona göre, ağaçları ve yeşili korumak isteyenler, halk, vatandaş, seçmen değil, çapulcu! Gezi Parkı’na Topçu Kışlası’nı yapmakla kalmayacak… Atatürk Kültür Merkezi’ni de yıkacak… Camiyi de yapacak… Taksim olaylarını görmezden gelen iktidar destekçisi medyaya reklam vermeyen firmaları da cezalandıracak! Demokrasi bu mudur… Barış süreci bu mantıkla mı işleyecektir… AKP, parti ve iktidar olarak, bu öfkeli, çatışmacı tutum ve davranıştan artık zarar görmeye başladığının farkında değil midir? Türkiye, tek bir kişinin bu öfke dolu çatışmacı psikolojisine mahkum mudur? İÖK raporunda, açık yerlerde de biber gazının çok istisnai durumlarda kullanılması gerektiğini, kullanıldığı zaman da sağlığa verilecek zararı giderecek önlemlerin alınmasını, örneğin biber gazına maruz kalanların derhal doktora ulaşmasının sağlanmasını ve etkilerini ortadan kaldıracak ilaç verilmesini tavsiye ediyor. İÖK’nin tavsiyeleri arasında şu hususlar da yer alıyor: l Biber gazının hangi durumlarda kullanılacağı hakkında güvenlik güçlerine açık talimat verilmeli ve bu talimat mutlaka kapalı yerlerde kullanılmasını İÖK’nin tavsiyeleri V Türkiye’nin Yazgısı Kendi Elinde Olmalıdır Daver DARENDE Emekli DiplomatYazar ürkiye’nin yazgısı ABD’nin iki dudağının arasındaysa, Türkiye bu durumda ulus devlet yapısını nasıl koruyacak?” Aydınlanma bilgesi İlhan Selçuk 29 Ocak 2009 tarihli yazısında can alıcı sorusuyla günümüzün güncel sorununu gündeme getirmiş… Türk dış politikası, günümüzde, küresel güçlerin etkisi ve denetimi altında sancılı bir dönem yaşıyor. Etnik ve dinci coğrafyanın ortasında kalan Anadolu yaşamsal önemde gelişmelerle karşı karşıya… ABD’nin kendi güvenliği için Türkiye’ye ihtiyaç duyduğunu, ülkemizi kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirerek baskı altında tuttuğunu kabul etmek zorundayız. Türk dış politikasının manevra alanı her geçen gün daralırken ülkemiz için öngörülen yeni yol haritasında ulusal çıkarlarımız küresel güçlerin çıkarları ile örtüşmemektedir. Türkiye, karşılığını almadan ödünler vererek baskılara açık olduğunu ilan eden bir konuma getirilmiştir. Ödün vermekle sorunlar çözümlenmiyor. Türkiye’nin ulusal çıkarlarını ve geleceğini yakından ilgilendiren uluslararası görüşmelerde elimizdeki kozları yitirmişsek, bu görüşmelerden ülkemizin çıkarlarına uygun sonuç almak olanaksızdır. 16 Mayıs günü Washington’da yapılan görüşmelerden somut bir sonuç alınamamıştır. ABD Başkanı Obama’nın Türkiye’nin uçuşa yasak bölge, Suriye’de güvenli alan oluşturma, muhaliflere silah yardımı ve NATO’dan güçlü destek taleplerine geçiştirici yanıtlar verdiği, Türkiye’nin Suriye konusunda beklediğini alamadığı görüşmeler sonunda yapılan açıklamalardan anlaşılmaktadır. ABD ve İsrail diplomasisinin Türkiye’yi elinden kaçırmamak için ağırlaştırılmış koşulları ustalıkla gözden uzak tutmaya çalıştığı fark edilmektedir. Hiçbir ulus geleceğini ilgilendiren yaşamsal önemdeki haklarından vazgeçemez. Vazgeçtiği takdirde Sevr, yani Türkiye’nin bölünme planı yeniden uluslararası gündemin başköşesinde yer alır. Türkiye, ulusal bütünlüğünü ve ulus devlet yapısını tehdit eden tehlikeli bir süreçten geçiyor. Küresel güçlerin ileriye dönük hedeflerinin ne olacağı yavaş yavaş belli olmaya başladı. ABDİsrail ittifakının Ortadoğu’yu egemenliği altına aldığı bu duyarlı dönemde, Suriye’de Türkiye’yi yakından ilgilendiren iç savaş yoğunlaşırken ülkemizin geleceğini düşünerek çok dikkatli ve hazırlıklı olmak zorundayız. Türkiye’nin yazgısı kendi elinde olmalıdır. “T
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear