17 Haziran 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 28 ŞUBAT 2012 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Düşten Kâbusa... On yıldır hep aynı şeyleri yazıyoruz! Yalnız ben değil, hemen bütün köşe yazarları da... Kimimiz eleştiri, uyarı, anımsatma, doğru yolu kendimizce gösterme!.. Kimimiz de körü körüne ya da çıkar hesabıyla iktidara destek olma, övme, yüceltme... Gazete okurları niye okuyor hep aynı yazıları? Okuyor mu? Orası da şüpheli... Bakıyor şöyle başlıklara göz atıyor, belki biraz da köşelerdeki yergilerin, övgülerin başına sonuna!.. Ben dört gazete alıyorum. Ayrıca bilgisayarda, hemen hepsine bir göz atıyorum... İlle de okumak istediğim yazarlar var. Acaba daha kötü nasıl yazılır, daha yakışır övgüler nasıl yapılır diye düşünerek! On yıldır bu böyle! Her sabah okuyuşlarında ülkemizin yerinde saydığını, hiçbir düzeltmeden geçmediğini, bu gidişle geçemeyeceğini, hatta daha da kötülere gideceğini görerek... ??? Bu Cumhuriyet nasıl kuruldu, nasıl seksen dokuz yaşına geldi diye kendimce bir tarihsel bilanço çıkarmak istedim. Önce ilk on yıl!.. Benim gerçekten yaşadığım zaman parçası! Yaşadığım diyorum, bilerek, duyarak, anlayarak, severek... Hadi bir on yıl daha!. Derken, savaş yılları... İsmet Paşa’nın büyük çabasıyla savaş dışı kalışımız. Sonra da birdenbire demokrasiye geçişimiz, geçme hevesimiz... Tek parti iyiydi kötüydü tartışmak uzun sürer, bir sonuca varılmaz. Tek parti CHP, 1950’lere kadar belirli bir kişilikteydi. Son günlerde bozulmaya başladıysa da önemli hamleleri yapmaktan vazgeçmemişti daha... Örnek mi? Toprak Yasası’nı çıkartmak, köylüleri toprak sahibi kılmak, ağalara beylere çıkar kapılarını kapatmak!.. Oysa ağalar, beyler CHP’de de çoktu! İşlerine gelmiyordu “Toprak işleyenin su kullananın” ilkesine boyun eğmek... ??? Birleştiler, toplaştılar, ağalar, beyler, beyefendiler bir partide buluştular. Çok partili yaşama geçtik... Olacak olanlar oldu bu geçmeyle! “Halk iktidara geldi” söylentileriyle halkın gerçek çıkarları, gerçek aydınlanması bir yana itildi. Köy Enstitüleri’nin kapatılmasıyla yığınları cahillikten uyandırma girişimi önlendi, Halkevleri’nin yok edilmesiyle halkın bilinçlendirilmesi sona erdirildi. Karanlık bir döneme geçildi, demokrasi, özgürlük diye diye... ??? Evet, on yıldır da hep aynı şeyleri yineliyoruz. 46’ları, hatta 50’leri bile arıyoruz. Yeni bir 27 Mayıs devrimini bekleyenlerimiz de var, “Ah neydi o 27 Mayıs, demokrasiyi yok etti” diye çıkışanlar da... Gide gide tek adam egemenliğine ulaştık. Ustalık mustalık diye diye demokrasi denen rüyanın bir kâbusa dönüşüne tanık olmaktayız! Kore, Çin ve Japonya: Eller Aya, Biz Yaya Çocukların eğitimi, ülkelerin geleceğine yön verecek temel unsurlardır. Gelecek kuşaklarımızın güçlü ülkeler tarafından ezilmesini istemiyorsak, çocuklarımızı ve ülkemizi seviyorsak duygusal intikam yasaları temelinde eğitmek yerine, ülkemiz ihtiyaçlarına uygun gerçekçi eğitim fırsatlarının sunulması çok önemlidir. Kuşkusuz bu öncelikle devleti yönetme sorumluluğu taşıyanların temel görevidir. Prof. Dr. Aysel EKŞİ Psikiyatr lkemizde tam da “28 Şubat” kararları tartışılırken AKP’nin 5 grup başkanvekili TBMM Başkanlığı’na yasa teklifi sundular, çoğumuz için sürpriz şekilde 4+ 4+ 4 kesintili eğitim dedikleri köklü bir sistem değişikliği karşımıza çıktı. Yasa teklifini hazırlayanların okulöncesi eğitimin önemini idrak etmemiş olmaları affedilmez bir hata. Tüm eğitim sistemi altüst edilirken Türkiye’nin birinci derecede önemli meselesi olduğu halde, eleştiriler üzerine okulöncesi eğitimden de lütfen söz edilir gibi yapılıyor. Ezber ve niteliksiz eğitim Türk eğitiminin temel sorunu olduğu halde, bunlar için hiçbir şey düşünülmezken, geçmişin intikamını alma hırsı ve telaşı ile sadece bazı inançlara cevap niteliğinde eğitim formülleri öne sürülüyor. Bu yasa teklifinin pedagoji, çocuk psikolojisi ve eğitim bilimleri temel felsefesi açısından sayısız hata içerdiğini bir kenara bırakarak dünyada öğrenci eğitiminin ulaşmaya çalıştığı hedefleri ele almak istiyorum. Çünkü dünyanın öte ucunda eğitim konusunda büyük yarış var ve hızla köklü reformlar yapılıyor. Kore, Çin ve Japonya’da “öğrencilerimizi 21. yüzyılın toplumuna ve ekonomisine yeterli biçimde nasıl daha iyi hazırlarız?” konusu en büyük öncelik kazanmış. Bu konuda son on on bir yıldır uluslararası düzeyde çok sayıda bilimsel araştırma var. Bu bağlamda gelecekte dünyanın süper gücü olarak öne çıkmaya aday Çin, Japonya ve Kore gençlerinin yetenekleri ve çalışma düzeyleri Amerikalı, İngiliz ve Alman öğrencileriyle karşılaştırılıyor. Ü Bir başka uzun soluklu karşılaştırmalı araştırma ABD’de, Japonya’da ve Çin’de yapılmış. Uluslararası Çocuk Sağlığı Komitesi yazarları Çinli, Japon ve Amerikalı çocuklardaki matematik başarısını on yıl süreyle incelemiş ve bulguları karşılaştırmışlar. Önce 1980 yılında yapılan araştırma, birinci ve beşinci sınıflardaki Çinli ve Japon çocukların matematikte Amerikalı yaşıtlarından çok daha başarılı olduklarını göstermiş. Dört yıl sonra 1984 yılında aynı çocuklar tekrar incelenmiş. Amerikalı çocukların matematik başarılarında belirgin bir gelişme görülmemiş. Altı yıl sonra 1990 yılında araştırıcılar çocukları yeniden incelemişler. Artık on birinci sınıfa gelmiş olan Amerikalı ve Asyalı çocuklar arasında birinci sınıftan beri var olan başarı farkının, çocuklar on birinci sınıfa geldiği zaman daha da büyümüş olduğu dikkati çekmiş. Amerikalı çocukların durumunda gene bir ilerleme bulunmamış (6). Ülkelerin eğitim politikaları Araştırıcılar şu gözlemlerini naklediyor: Çocuklarının akademik başarısı sorulduğu zaman, Amerikalı anneler çocuklarının başarısından çok memnundur; onların Çinli ve Japon çocuklarından daha yüksek notlar alacaklarını beklemişlerdir. Aksine Çinli ve Japon anneler tatmin olabilmeleri için çocukların aldığı derecelerden daha da fazlasını istemektedir. Amerikalı anneler, doğuştan gelen yetenekleri daha önemli bulurlar; Çinli ve Japon anneler ve öğrenciler ise çok çalışmanın en önemli husus olduğunu savunurlar. Bu çalışmada yaratıcılık veya problem çözme yetenekleri ele alınmamış, sadece matematikle ilgilenilmiştir. Uzun dönemde izlenen karşılaştırmalı araştırmaların, ülkelerin eğitim, ekonomi ve politikaları açısından önemli ipuçları verdiğine inanılıyor ( 6, 2, 3 ). Konuyla ilgilenen başka yazarlar da şu düşünceyi savunurlar. Her üç ülkede de çocukların bilişsel yetenekleri birbirine benzer. Ama toplumun ve anne babaların destekleyen tutum ve inançları, çocuğun okul ödevleriyle ilgilenmeleri, çocuğun yaşı büyüdükçe Amerikalı ve Asyalılar öğrenciler arasında büyük farklar yaratmaktadır. Japon eğitiminin teori ve pratiği Japonya’nın politik ve sosyal olarak gelişmesiyle birlikte çok değişmiş. Günümüzde şuna inanılıyor: Japonya’da eğitim sistemini, ABD politikaları ile geleneksel Japon değer ve pratiğinin bir birleşimi etkilemiştir. Bu prensiplerin birleşmesi, birbirinin içinde erimesi ile akademik başarı tablosu ortaya çıkmıştır. 1980’li yıllardan beri de Amerikalılar, Japon eğitimini dikkatle izliyorlar. Çünkü Amerikalılar Japonya’yı ekonomik bir tehdit olarak algılamaktalar. Japon yazarlara göre Ameri kalıların gözünde Japon eğitimi hâlâ sihirli bir güce sahiptir. Japonya’nın başarılarına rağmen günümüzde Japon eğitim sisteminin daha da gelişmesi için çalışmalar ve büyük eğitim reform hazırlıklarının yapılmakta olduğu anlaşılıyor. Ancak bir noktayı belirtmek gerekiyor. Burada çeşitli araştırma sonuçlarını açıkladım. Bu araştırma sonuçlarının genelleştirilip tüm ülkelere mal edilmesi doğru değildir. Araştırmalar devam ettiği sürece bazılarının doğrulanmaması da olasıdır. Bütünüyle, Çin, Japonya ve Kore’de nitelikli eğitime ve öğrencilerin okul başarısına çok önem verildiği görülüyor. Bu hem toplumun genel beklentilerinden, hem öğrencilerin kendi amaçlarına ulaşma çabasından, anne baba ve öğretmenlerin baskısından kaynaklanıyor. Gençlerin yaşadıkları akademik stresin etkileri incelendiği zaman, Koreli gençlerin yüzde 36’sında ve Amerikan yaşıtlarının yüzde 16’sında “eğitime bağlı kaygı” bulunmuş. Araştırıcıların dikkatini Koreli gençlerin tıpkı ülkemizde bazı kesimlerde olduğu gibi, prestiji olan iyi okullara girebilmek için okul saatlerinin dışında ve hafta sonraları başka özel dershanelere gitmeleri çekmiş (1, 5, 6). Bu olağanüstü çabayı eleştirmek ve yarışmacı çocuklara acımak yerine, Çin, Japonya ve Kore’de, her başarının bir bedeli olması düşüncesinin benimsendiğini vurguluyorlar. Çocukların eğitimi, ülkelerin geleceğine yön verecek temel unsurlardır. Gelecek kuşaklarımızın güçlü ülkeler tarafından ezilmesini istemiyorsak, çocuklarımızı ve ülkemizi seviyorsak duygusal intikam yasaları temelinde eğitmek yerine, ülkemiz ihtiyaçlarına uygun gerçekçi eğitim fırsatlarının sunulması çok önemlidir. Kuşkusuz bu öncelikle devleti yönetme sorumluluğu taşıyanların temel görevidir. Kaynaklar 1. Ang RP ve arkadaşları (2007) Factorial Structure and Invariance of the Academic Expectations Stress Inventory across Hispanic and Chinese Adolescent Samples, Child Psychiatry and Human Development, 38, 1,7387 2. Mikolajczyk RT ve ve arkadaşları (2008) Prevalence of depressive symptoms in university students from Germany, Denmark, Poland and Bulgaria. Social psychiatry and psychiatric epidemiology. 43, 2, 105112. 3. Mikolajczyk1RT ve arkadaşları, (2008) Depressive symptoms and perceived burdens related to being a student: Survey in three European countries. Clinical Practice and Epidemiology in Mental Health 4:19 4. Randel B ve arkadaşları (2000) Attitudes, beliefs, and mathematics achievement of German and Japanese high school students. International Journal Behaviour Development 24, 2, 190198 5. Stewenson HW ve arkadaşları (2002) Adolescence in China and Japan. Adapting to a chaning environment. The World’s Youth. Adolescence in eight regions of the globe. (ED) Bradford Brown, Reed W Larson, TS Saraswathi. Cambridge University Press. 141171 6. Stevenson HW ve ve arkadaşları, ( 1993) Mathematics Achievement of Chinese, Japanese, and American children: Ten Years Later. Science. 259, 5358. (Aysel Ekşi’nin yakında yayımlanacak olan Dünyada Gençler kitabından alındı.) Biz de ‘ÇÜK’ Olsak... Gazete haberinden anladığım kadarıyla VİP kavgası yaşandı... VİP, yani Very İmportant Person... Önemli kişilerin aynı zamanda ünlü olduğunu varsayarsak... Bizdeki karşılığı aşağı yukarı Çok Ünlü Kişi’ye (ÇÜK) geliyor... Özellikle uçak yolculuklarında bu böyle... ÇÜK’ler her zaman ayrı kapıdan girerek, özel salonlarda ağırlandıktan sonra, özel araçlarla götürtülüp uçağın en önüne oturtulurlar... ? Ben ÇÜK değilim... “Bir ÇÜK olamadık” yazımdan bu yana, THY’nin bana gönderdiği ÇÜK kartını her zaman kimse görmeden yok ettim... Birincisi; uçak korkumdan... Uçağın önü gittikten sonra, arkasının yola devam edebileceğini beklememekle birlikte, ÇÜK gibi en öne oturmaktansa, arkalar daha güvenli gibi gelir bana... İkincisi: “Biz de ÇÜK olduk” diye, hani övünmek gibi olmasın... ? Dönüyorum son ÇÜK olayına... Anladığım kadarıyla yeni “ihdas” edilen Bakan yardımcılığına 21 iktidar yandaşı atandı... Bunlara makam arabası, sekretarya, makam koltuğu, imza yetkisi, 9 bin 750 lira da maaş yanında, protokolde de en önde yer verildi... Böylece seçim öncesi Başbakan “Bakan sayısını 20’ye indirdik, daha da indireceğiz” dedikten sonra, bakan sayısı kaç oldu?.. 46... İşte bunlardan birisi... Ankara’dan İstanbul’a gidecek, uçağın 1A koltuğuna oturması gerektiğini düşündü... Ama orayı muhalefet milletvekiline vermişlerdi... Herkes koştu... Personel; bir oldubittiye getirip muhalefet milletvekilinin elinden biniş kartını alarak ona arkadaki bir yeri verdiler... Bakan yardımcısını A1’e oturttular... ? Muhalefet milletvekili işte o zaman kızdı: “Biz neyiz?” dedi... “Atanmışların”, hiçbir zaman “seçilmişlerin” önünde olamayacağını söyledi... Bir tartışmadır başladı... Ben ise ilk geleninde kabahat olduğunu düşündüm... Sosyal demokrat bir partinin milletvekili isem... Ne işim var ÇÜK yerinde... Git halkın arasına otur... ? Sonuçta bakan yardımcısı olan, ÇÜK bölümüne oturtuldu... Uçak kalktı... ? Hollanda’da başbakanın bisikletle işe gidip geldiğini... Almanya’da arkadaşının villasındaki klozeti kullandığı için Cumhurbaşkanı’nın istifa ettiğini... AB parlamenterlerinin kuyruğa girip bilet aldıklarını anlatıyorlar her zaman bize... Sonra sıra ÇÜK olmaya geldi mi... Koşuyorlar... Demek ki insanın canı çekiyor... Alman ve Japon gençler Örneğin 2000 yılında yayımlanan bir çalışmada Almanya’da ve Japonya’da on birinci sınıf öğrencisine, temel kavramları ve yüksekokul matematiğinde operasyonları içeren testler verilmiş. Ayrıca kendi yeteneklerini, psikolojik uyumunu, matematikle ilgili inanç, tutum ve pratiği içeren anket sorularını cevaplamaları istenmiş.. Alman ve Japon öğrencilerinin performansları karşılaştırıldığında Japon gençleri lehine çok büyük farklar bulunmuş. Alman gençler, Japon gençlerinden çok daha düşük dereceler almış. Bu sonuç, anketlere verdikleri diğer cevaplar dikkate alınarak şöyle açıklanmış: Alman öğrenciler kendilerini ve akademik yeteneklerini çok daha az eleştirmişler; performansları için kendilerine daha düşük standartları uygun görmüşler. Japon gençleri ise çok iddialıdır, toplumun, ailelerin ve kendilerinin beklentileri çok daha yüksektir. Her iki ülkede de sonuçların gençlerle ilgili başka problemlerden kaynaklanmadığı da önemle belirtilmiş. (4) Ermeni Aznavour’un Olumlu Atılımı Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV ransa dışında da iyi tanınan meslekten sanatçı ve şimdi Ermenistan Cumhuriyeti’nin büyükelçisi Charles Aznavour’un birkaç ay önceki açıklamalarına kulak vermeliyiz. Türkleri anlamada çözüme doğru önemli birkaç adım attı; bizden bu nedenle beklediği olumlu tepkiyi görmeli, ama kimi Ermenilerin altı rakamlı Müslüman kıyımının varlığını da kabul etmelidir. Aznavour kısaca “soykırım sözcüğünden vazgeçelim” diyor. Bu gerçek 1915 olayını tarihsel boyutuna indirir; başka bir deyişle, Türkleri ve İslamı tanımayan, Haçlı vurgulu Protestan Amerikalı ve Katolik Fransız misyonerlerin ırkçı kışkırtmalarıyla Osmanlı topraklarını da bölmek isteyen emperyalist Batı’nın silah, para ve diplomatik yardımları bir yana, olaylar zincirini yalnız “Türklerin Ermeni soykırımı” biçimine sokan Fransa gibi ülkeler dengesiz “soykırım” sözcüğünü artık terk etmelidir. Aznavour’un Adapazarlı annesi, onun deyimiyle “Ermeni kökenli bir Türktü”. Bu tanımlama ona aittir. “Soykırım” sözcüğünün kullanılmasının onu da rahatsız ettiğini açıklamıştır. Bir eli yağda, bir eli balda olup “soykırım” teranesiyle tek yanlı haklılık taslayan Ermeni mafya babalarından yakınan da F odur. Ya 90 yıllık propagandayla beyni yıkanan birkaç milyonluk Ermenistan Cumhuriyeti halkının geleceği ne olacak? Biz Türkler onların da refah içinde olmalarını istiyoruz. Yıllardır kaç yüz bini Türkiye’ye türlü yollardan gelip bavul ticaretine önayak oldular. Keşke tümü yurdumuza gelip gitse. Benim çocukluğum Ermeni kökenli can dostlarımla geçti. Arman Akarakçıyan’la sekiz yıl tüm sınıflarda yan yana oturduk. Bogos’la mektuplaşır, Manukyan’la telefonlaşırız. Ressam Saleri’ye ödül ve soprano Alis’e hak ettiği devlet sanatçılığı için bakanlıklara ben gittim. Resim ustası Jak İhmalyan ölünce benim neredeyse yarım da birlikte gitti. Sergilerini Ankara’da ve İstanbul’da ben açtım. İlk (Varlık Y.) kitap yayınım William Saroyan’dan yaptığım öykü çevirileriydi. Benim on yıl önce TBMM’nin sahibi olduğu ve Türk Tarih Kurumu’nun bastığı (373 sayfalık) İngilizce ve ayrıca Türkçe kitabımın ithafı şuydu: “Bu kitaba konu olan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde meydana gelen isyan ve çatışmalarda yaşamını yitiren asker ve masum insanlarla, yıllar sonra teröristlerce şehit edilen Türk diplomatlarının anı sına...” Biz Türkler Ermenilere saldırılar olmadığını hiç söylemediğimiz gibi, Talat Paşa’nın kendi, araştırma ve yargı kurulları oluşturup birçok zanlıyı (idam dahil) cezalara çarptırdı. Bu gerçeği de gereği gibi öne çıkaralım. Ama kimi Ermenilerin (yabancı belgeliklerde de belirtildiği gibi) çok sayıda Türk, Kürt ve Çerkez boğazladıklarını da Aznavour gibileri artık açıkça kabul etsinler. Bu gerçeğe yer vermeyenler havanda su döver, bu arada Ermenistan Cumhuriyeti de çökmenin eşiğine gelir. Türkler ya da Kürtler Ermenileri toptan ortadan kaldırmadılar. Saldırılar bir yana, Ermenilerin 191422 yıllarında katıldıkları yaklaşık bir düzine savaş herkese türlü zararlar verdi. Genel savaş koşulları ve hastalıklar da çok can aldı. On binlerce Ermeni de yakın ve uzak ülkelere göçtüler. Öldürülmediler, Ermeni kökenli Suriye, Lübnan, İran, Sovyet, Fransız ve Amerikan yurttaşı oldular. Ermeniler eşsiz Mustafa Kemal dönemini de işin içine katmasınlar ve 1920’lerde bağımsız Ermenistan’ın son Cumhurbaşkanı Vratzian’ın Ankara Hükümeti’nden askeri yardım bile istediğini öğrensinler. Aznavour şunun farkında: Fransız Parlamentosu gibi yer lerde Ermeni baskı kümelerinin hazırladıkları metinleri bir avuç temsilciye türlü yollardan imzalatmak ne Türklerin istencini yok eder, ne de çözüm üretir. Kimseye ödence ve toprak verilmeyecek. Bir büyük sorun, Ermenistan diye bir ülkenin çok yakında sıfırı tüketmesidir. Aznavour’u bu yapıcı yeni tavrından ötürü kutlamalıyız. Benim de katıldığım 1984 Paris davasında yargıç Guy Floch, ona Aznavour’un yolladığı özel mektubu okumuş, tüm dinleyenleri etkileme yolunu seçmişti. Gene Aznavour “Ararat” filminde düpedüz tek yanlı bir propaganda yaptı. Sanki eline silah alan tek Ermeni (hikâyede) oğlu öldürülmüş olan bir babaydı. Oysa 1924 ve 1926’da önemli Ermeni kitapları “200.000’den fazla” Ermeni ordularının bize karşı savaştığını itiraf etmiyor mu? Ancak, Aznavour’un bugün söyledikleri ileri bir adımdır. “Soykırım” sözcüğünü kaldıralım. Onun yerine “iki taraftaki kimi sivillerin karşılıklı saldırıları” sözcükleri geçmelidir. Suçlular artık yaşamadıklarından, suçun yalnız kişisel olduğu genel hukuk ilkesine göre, hiçbir ulus tek yanlı ve toptan suçlanamaz. Aznavour ortaçağın bu ilkel tavrını aşma penceresini aralıyor. Bu yeniliğin değerini bilmemiz gerekir. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear