15 Haziran 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 27 ŞUBAT 2012 PAZARTESİ 2 daha doğrusu düzensizliğe sıçrayarak “rödevans”lara geçildi... Önce, kıyıda köşede işlenmeden kalmış kömürü çıkarmak bahanesiyle kollar sıvandı ve yavaş yavaş daha geniş sahaları özel girişimcilere devredip borçlanmalar karşılığında kömür alıp satmak yoluna gidildi. Sonuç, kaçaklar da devreye girince, iş güvenliğinden yoksun derme çatma ocaklardan sık sık kaza kurbanlarının çıkması oldu. ünkü, planlı karma ekonomi düzeninden piyasa ekonomisine geçince, ister istemez o ekonominin temel kuralına geçilir: En kısa yoldan en az masrafla en çok kazanç. Şöyle ya da böyle, bizimki gibi kültürlerde güvenliği ikinci plana iten, “korkma abi, bir şey olmaz”lığı devreye sokan yaklaşımdır bu. Hiç değilse çağdaş kültür kökleşinceye kadar EKİ’leri, DSİ’leri sürdürmek ve güvenli önleme para harcamayı israf saymayan zihniyeti biraz daha uzatmak başarılamaz mıydı? Ama, ne yazık ki, çabuk sonuç elde etme hırsı “dört artı dört artı dört” formülüyle insan yetiştirme alanına da sıçramak ve dört yılcık okul görmüş kızları da sağlam “eğitim zırhı” giydirmeden “vahşi çağdaşlık” hayhuyuna itmek üzere yine kapıdadır. OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Toplum Bilinci ve Siyaset Ahlakı Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyetimizin başlangıcında iktidar olduğunda, ahlaklı bir toplum yaratmak amacıyla bilimsel temelde, sosyoekonomik programlar oluşturmuştur; ülkesini seven, çalışan ve üreten ahlaklı bir toplumun oluşabilmesi için, temel bilimsel dinamiklere ivme kazandırmıştır. Prof. Dr. S. Kemal EROL aşamını etik kurallar içine sığdırmaya çalışanlara, çok kez biraz politik davranmasını öğütleyenler olmaktadır; hatta kişinin bu durumdaki kararlılığını sürdürmesi karşısında, daha da ileri gidilerek böylelerine, asosyal tanımlamasını yakıştıranlar bile bulunmaktadır. Etik kurallara göre yaşamını sürdürme kararlılığını gösteren böyle kişiler, zaman geçtikçe, toplum içinde gittikçe yalnızlaştıklarının ayrımına da varmaktadırlar. Etik kurallardan saparak yaptığı işlerde göreceli başarılı sonuçlara ulaşan kişilerin çevresindeki hayranlarının ve dostlarının da sayılarının günbegün arttığı gözlerden kaçmamaktadır. Etiğin algılanma ölçüsünün, bir toplumun bireyleri arasında, büyük ayrımlar gösterdiği ve bunun ülkeler arasında, gelişmemişlikten gelişmişliğe doğru değişik grafikler ortaya koyduğu da bilinen bir gerçektir. Başlangıçta, etikten sapanların tereddüt evreleri biraz zaman alsa da, bunlar sonradan oluşan bir alışkanlıkla, hakkı olmayan şeyleri de bir hak gibi talep etmeye başlarlar ya da uyulması gereken doğal ve yasal kuralları çiğneyerek aceleci bir tavır içine bile girebilirler. Bunların elinde güç de varsa, iktidar da olmuşlarsa, hakları olmayanı alabilmek için, karşı tarafa acımasızca zorlukları da dayatabilirler. Bu evrede artık geriye dönüş olanaksızdır. Çünkü artık, hakkı olmadığı halde, almak istediğini gasp etkendi dalkavuğunu görüp şişinen politikacı, sonradan çıkarları için çevresini saran dalkavuklar çoğalınca, kendisini dev aynasında görme hastalığına yakalanarak elde ettiği mevzileri koruma gayreti içine girmekte ve örgütlenme gereksinimini derinleştirip yayarak, ahlaksızlığı bir sistem içine bile oturtabilmektedir. Bunun, Hitler ve Mussolini’den, Franco ve Pinochet’den günümüzdeki benzerlerine kadar, birçok örnekleri de bulunmaktadır. Kuşkusuz her toplumda, etikten saparak ahlaksızlık yapan bireyler bulunmaktadır ve gelecekte de bulunacaktır. Ama bunların toplumdaki sayıları ya da yüzdeleri, sosyal yaşamın temizliği ve özümsenebilirliği açısından, belirleyici bir rol oynamaktadır. Gelecek açısından, ekilen bu ahlaksızlık tohumlarının kalıtsal bir sayrılık gibi kuşaktan kuşağa geçebileceğinin bilinmesi gerekmektedir. Tıpkı toprağın kimyasallarla kirlenmesinin, bitkilerden elde edilen ürünlerde genetik bozukluklara yol açması gibi… Yine deniz ve akarsuların kimyasallarla kirlenmesinin, bu ortamda yaşayan canlılarda genetik bozukluklara yol açması gibi… Bir toplumda, siyasetçilerin ortaya koydukları ahlaksızlıkların, bir özenti yaratarak büyük çoğunluk tarafından başarı olarak algılanıp alkışlanması, toplumdaki ahlaksal genetiğin bozulduğunu ortaya çıkaran önemli bir ayıraçtır; bunun herkesçe kabul edilmesi gerekir. Toprağın, akarsularla göllerin ve denizlerin, yeniden ve kendiliğinden arınabilmesi için, ne yazık ki hemen hemen yüzyılı kapsayan bir zamana gereksinme bulunmaktadır. Bir toplumda çoğunluktaki bireylerin, sanatı katledenlere, yetimin ve emekçinin hakkını hiç çekinmeden yiyenlere, haklıyı haksız, haksızı da haklı olarak göstermek için hukukçuları hizaya sokanlara, ülkeyi düşman güçlere karşı savunan kahramanlara hiç hak etmedikleri bir uygulamayı reva görenlere alkış tutarak yücelten bireylerinin genetiğinde, bir kirlenmenin olup olmadığı, kuşku yaratan bir olgu olarak tartışılması gereken bir konudur. O toplumun içinde, eğer her iki kişiden biri bu ölçülere uygunluk gösteriyorsa, toplumsal bir sağaltımın ya da rehabilitasyonun uygulanması açısından, bir ivediliğin bulunduğu da akla gelmelidir. Bu durumda, kirlenmiş olanların büyük çoğunluğunun temizlenebilmeleri ve yeniden ahlaklı bir duruma getirilebilmeleri açısından, o toplum içinde ahlaklı olarak davranan bireylere önemli eğitsel görevler düşmektedir. Bu da ancak sosyal ve ekonomik temelde, eğitsel uygulamalarla sağlanabilir. Bu uygulamaların anahtarı da özet olarak, parlamenter demokratik düzende, iktidar olmak ve kitleleri eğitmektir. Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyetimizin başlangıcında iktidar olduğunda, ahlaklı bir toplum yaratmak amacıyla bilimsel temelde, sosyoekonomik programlar oluşturmuştur; ülkesini seven, çalışan ve üreten ahlaklı bir toplumun oluşabilmesi için, temel bilimsel dinamiklere ivme kazandırmıştır. Ama, kısa bir zaman diliminde sağlanmış olan tüm kazanımları yıkmak için, pusuda bekleyen düşman güçler, 1950 yılından bu yana, politik arenada uyguladıkları sayısız yıkıcı programlarla, ülkeyi bugünkü durumuna getirmeyi başarmışlardır… Ne yazık ki bugün, toplum içindeki iki kişiden biri, bu olup bitenlerin hiç ama hiç ayrımında bile değildir. Ülkesini seven ahlaklı bireylerin, olup bitenlerin ayrımında olmayan bu büyük kitleyi eğitmesi gerekmektedir. Bunun için de, parlamenter düzende örgütlenerek iktidara götürecek yolda, gece gündüz demeden, çalışmaktan başka çıkar bir yolun bulunabileceğini sanmıyorum. Para ve Can KOZAN yakınlarındaki baraj yapımında geçici su toplamaya yarayan kapak çatlamış, çatlağı örtmek için kum torbaları atılmış, çatlak dayanamayıp kapak yıkılınca biriken su sel olup akmış, canlar da birlikte gitmiş. Şimdi ceset toplanıyor. Ülkenin akarsu varlığını değerlendirip enerji üretmek için çağdaş, verimli ve güvenli organ olarak kurulan DSİ sanki seyretsin diye kenara çektirilmiş, tuzaktan bakıyor. Eli kolu mahkeme kararıyla bağlı. Devletin görevlerini ve işlevlerini kırpıp parçalara bölerek şuna buna dağıtmanın yıllar geçtikçe yarattığı son tablo budur. Devletin kuruluşuyla birlikte düzenlenen “ihale ve taahhüt” mekanizması, kan vermeyi bırakıp eninde sonunda can almaya başlamıştır. on yıllar boyunca Zonguldak kömür havzasında bölge cevherini değerlendirmek üzere dağınık özel madencilik yerine EKİ ile kamu işletmeciliği getirilmiş ve birkaç milyon tondan başlayarak 10 milyon tona yönelik hedefler konuşulmaya başlanmıştı. Elbet kusurlar, aksamalar, savurganlıklar olmuştu. Onlar düzeltilip daha iyi bir sistem kurulamaz mıydı? Hayır, bu zahmete katlanmak yerine, başka bir düzene, Cumhuriyet Dostu Bir Rafet Amca Ülkenin ve Cumhuriyet’in geleceğini kişisel sorunlarının üstünde tutardı. Merdiven çıkamamaktan başka sıkıntısı ve yakınması yok sanılırdı. Oysa ciddi sağlık sorunları eski dost Dr. Şükrü Abi’nin yakın gözetimi altındaydı. Eşine, dostuna, oğluna, torunu Umut’a yazısız bir dostluk vasiyet etti. Bozkurt GÜVENÇ Mart sonrası, 197374 yılları olabilir. Komşumuz Sevim Hanım beni eczanesinde hoş geldiniz diyerek adımla karşılayınca, kasa önünde oturan kişi yerinden fırladı, heyecanla “Siz Bozkurt Güvenç’siniz? Ben Dr. Rafet’im” diye tanıttı kendini ve devam etti: “Cumhuriyet’teki yazılarınızı okuyorum. Sizinle tanışmak istiyordum. Güzel bir tesadüf oldu. Köşedeki apartmanın ikinci katında oturuyoruz. Cuma günü, eşinizle birlikte bir çayımızı içmeye buyurursanız sevinirim ne kelime?mutlu oluruz.” Böyle başladı, Cumhuriyet dostluğumuz. İkinci, üçüncü ziyaretlerde eşlerimiz ile çocuklarımız tanıştı. Telefonda doktorluğu da bıraktı, ailemizin “Rafet Amca”sı oldu. Kurduğu dostluk kesintisiz kırk yıl sürdü. Baba ocağı Akşehir’den koşup gelen hemşerileri, komşuları, akrabaları, doğumuna, yaşamına yardımcı olduğu yüzlerce çocuğu, hekim arkadaşları ve dostları Rafet Amca’yı pırıl pırıl güneşli, soğuk bir günde, ortak duygu ve dileklerle ebedi yolculuğuna uğurladık. Görevimizi yaptık diyemem. Rafet Amca’nın dostlar yaratan ve yaşatan kişiliğini arkadaşım Nermi Uygur’un ardından yazdığım gibiCumhuriyet’in okurlarıyla paylaşmak istiyorum. Tarihi ve mizahıyla ünlü Akşehir’de yerleşmiş, orta halli bir aileden geliyordu. Cumhuriyet’in parasız yatılı imkânlarıyla okumuş, İstanbul Tıbbiyesi’nden 47’de mezun olduktan sonra, askerlik görevini yaparken evlenmiş, mecburi hizmet borcunu ödemiş, kendi imkânları ile Göteborg Üniversitesi’nde çocuk ihtisası yapmış, satıştaki Bizden Çocuğa (Bilgi 1984) kitabıyla süt çocuklarının doğal bakımı ve eğitimi konusunda annelere seslenmiş; ciddi bir trafik kazası geçirinceye değin yarım yüzyıl hekimlik yapmıştı. Rafet Amca’nın muayenehanesi, dostların buluşma yeriydi. Çeşitli meslek gruplarından seçtiği yönetici, eğitimci, hekim ve hâkim dostlarını ayda bir gün muayenehanesinde toplar, eşinin hazırladığı börek ve çöreklerle çay ve bir kadeh içki ikram ederdi. Çalışmalar, kıdemli dost Hakkı Ağabey’in varlığı hissedilmeyen yönetiminde başlardı. Katılanlar, geçen aylarda yaşadıklarını sunar, katılamayanların özürleri bildirilir, günün konusu veya sorunu tartışılırdı. Kimse kimsenin sözünü kesmez, sırası geldiğinde konuşurdu. Toplantı Hakkı Ağabey’in özetiyle sona ererdi. Öyle büyüleyici ve etkili bir düzen ki, bağlanıp bağımlısı olmamak mümkün değildi. Yaz tatilinde, yolu Ege’ye ve Çeşme’ye, düşenler Rafet’in yazlığında mola verir, hasret giderirdi. Son yıllarla sayılar birer birer azaldı. Yönetim sırası, “eşitler arasında birinci” Dr. Şükrü Abi’ye geldi. Muayenehane kapandıktan sonra dostlar geleneği, aile yemeklerinde sürdü. Hanımlar yaptıkları özel günlere eşlerini de davet etmeye başladılar. Rafet Amca fazla konuşmaz, izlemeyi severdi. Kendi görüşlerini kıvrak zekâsının ürünü açık saçık öykülerle dile getirir, sevecen kişiliğiyle yumuşatır, gönül almayı bilirdi. Kişisel tutkusu, yeni dostları kadim dostlarla tanıştırıp kaynaştırmak, dostluk zincirini büyütmek, sürdürmek idi. Geldiye gittiye bakmaz, arar sorardı. Her dostun yerini ve değerini yinelemekten yorulmazdı. Kişilerin, kişiliklerin kolay değişmediği gerçeğini erken keşfetmiş olmalıydı. Dostlarını göründükleri gibi kabul eder, birbirlerini öyle görmeye özendirirdi. Ülkenin ve Cumhuriyet’in geleceğini kişisel sorunlarının üstünde tutardı. Merdiven çıkamamaktan başka sıkıntısı ve yakınması yok sanılırdı. Oysa ciddi sağlık sorunları eski dost Dr. Şükrü Abi’nin yakın gözetimi altındaydı. Eşine, dostuna, oğluna, torunu Umut’a yazısız bir dostluk vasiyet etti. Yerini doldurmak hiç kolay olmayacak, Rafet Amca, seni ve dostluğunu özleyeceğiz. Umarım bize emanet ettiğin dostluğu dost sevgisiyle yaşatırız. Y Ç S me sürecinin içine de girilmiştir. Hekim ve cerrahsa, gerekmeyen bir uygulamayı çıkar sağlamak için yapabilir; hukukçu ve avukatsa, karşı tarafla anlaşarak savunmasını üstlendiği kişiye zarar vermesinin yanında hakkı olmayan parayı da alabilir; savcıysa, suçlu olmayan kişiye zarar vermek için suçlar icat edebilir ya da kendi yandaşı suçluysa, onu temize çıkarmak ve suçunu örtmek için, gerekenleri gözünü kırpmadan uygulamaya koyabilir. Politik arenada ise bu ölçüler yine tıpkısı olan bir temel dizgedeki gibi, ama biraz daha değişik olarak karşımıza çıkabilmektedir. Bu alanda ne yazık ki, ahlaksızlığın kutsanması da yer alabilmektedir. “İyi be kardeşim, hırsız ama iyi iş yapıyor!” yorumunu dile getirenlerin az olmadığı ve bu tarz algılamaların ve dillendirmelerin gittikçe arttığı gözden kaçmamaktadır. Demek ki toplumun değişik kesitlerindeki bireylerde, etiği algılamanın ölçüsünün değişik olması yanında, rüşvetin ya da çıkar sağlamanın, toplum yaşamında, doğal bir hak olduğu bile kabul edilebilmektedir. Bunu bir ödül olarak görenler bile bulunmaktadır. Bu durum, toplumdaki bireylerin eğitilmiş ya da eğitilmemiş olmaları ile doğrudan ya da dolaylı bir ilişki içinde bulunmaktadır. Eğitilmiş ahlaksızlar, eğitilmemiş olan temel katmanları kolayca kandırabilmektedirler. Önceden aynanın karşısına geçip 12 C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear