25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
27 ŞUBAT 2012 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA ekonomi@cumhuriyet.com.tr EKONOMİ 13 OECD’nin raporuna göre, Türkiye’de gelir dağılımındaki uçurum biraz azalsa da hâlâ çok büyük Gelir adaleti yok Türkiye için öncelikler ve yapılanlar Türkiye ile ilgili bazı saptamalar şöyle: ? “OECD Büyümeye Geçiş 2012” raporunda eğitim ve emek piyasası alanlarında önceki yıllarda Türkiye için dile getirilen tavsiyeler ve gerçekleştirilenler, “Göstergelerle desteklenen öncelikler” başlığı altında şöyle sıralandı: ? Eğitimde başarıyı arttırın. (2007, 2009, 2011) Tavsiyeler: Vergi tabanını genişletmek suretiyle yüksek nitelikli eğitim alma olanağını arttırın ve finanse edin. Müfredatı işgücü piyasası gereksinimlerine göre gözden geçirin. Okul bütçelerini öğrenci başına yapın ve onlara daha büyük yönetim sorumluluğu ve hesap verilebilirliği tanıyın. Yeni üniversitelerin bütçeleri yeterli olmalıdır. Alınan önlemler: Ulusal bir beceri sınıflandırma sisteminin oluşturulması, mesleki okul müfredatlarının yeni vasıf grupları itibarıyla gözden geçirilmesi ve yeni meslek kursları için işverenlerle daha yakın işbirliği yapılması dahil, 37 öncelikli bir Mesleki Eğitim ve İstihdam Bağlarını Güçlendirme Eylem Planı 2010’da çıktı. ? Emeğin asgari maliyetini düşürün. (2007, 2009, 2011) Tavsiyeler: Resmi asgari ücret artışını sınırlayın ve bölgelere göre farklılaştırın. Sosyal güvenlik primlerini azaltın ve en azından geçici indirimlerin bir bölümünü kriz döneminde kalıcı hale getirin. Alınan önlemler: 2008’de işverenlerin sosyal güvenlik prim oranları yüzde 19.5’ten yüzde 14.5’e düşürüldü. Genç ve kadın işçi istihdamında ilk yıllarda (2015’e kadar geçerli olacak) ve belli illerdeki emek yoğun sektörlerde prim ödemelerinde de indirime gidildi. ? İş güvencesi mevzuatında reforma gidin. (2007, 2009, 2011) Tavsiyeler: Kıdem tazminatı ve geçici çalışmada liberalleşme reformlarıyla kayıtlı sektörde iş güvencesi hükümlerini hafifletin. Gönüllü temelde daha esnek iş sözleşmelerine olanak tanıyın. Alınan önlemler: 2009’da özel insangücü ajanslarına geçici emek hizmeti sunma yetkisi veren yasa (kiralık işçi yasası) cumhurbaşkanı tarafından veto edildi. 2011’de geçici işçi sözleşmesi düzenlemedeki kısıtlayıcı koşullar kısmen basitleştirildi. Rusya’da mart ayında yapılacak olan başkanlık seçimlerini, liberal eğilimli Levada Araştırma Merkezi’ne göre, Putin’in ilk turda kolaylıkla kazanması bekleniyor. Yorumcular şimdi dikkatlerini, dünyada ve Rusya’da, ekonomik, siyasi hatta askeri alanlarda dönüşümlerin, değişimlerin hızlandığı bir dönemde Putin’in başkanlığa dönüşünün olası sonuçları üzerinde yoğunlaştırmaya başlıyorlar. Bu bağlamda, Putin’in yazdıkları, söyledikleri önemli ipuçları sunuyor. Geçen hafta, Putin’in Rossiyskaya Gazeta’da yayımlanan bir makalesi (Eurasia Daily Monitor 20/02), aynı gün kuvvet komutanlarına ve savunma sanayisi liderlerine yaptığı konuşma (premier.gov.ru/events/news/182 28/), Batı’ya ama özellikle ABD’ye karşı büyük bir güvensizliği yansıtıyor, yeni dönemde, ordunun modernizasyonunun hızlandırılacağını, “askeri sınai kompleks”in ekonomik gelişmenin lokomotifi olarak özellikle destekleneceğini düşündürüyor. Batı’ya ama özellikle ABD’ye karşı güvensizliğin arkasında, Putin’in Yeltsin döneminde şahit oldukları, iki dönem devlet başkanı ve bir dönem de başbakan olarak, Batı ve ABD ile ilişkilerinde yaşadığı deneyler yatıyor. Bilinen bir süreç olmakla birlikte kısaca anımsamakta yarar var. “Gerçekte var olan sosyalizm”i saplandığı fosilleşme sürecinden çıkarma çabaları, Gorbaçov döneminde sistemin toptan çökmesine yol açtı. Yeltsin döneminde, SSCB ve Doğu Bloku çöktükten sonra, Rusya’da ekonomik, toplumsal Yunan Onarımı? Yunanistan, 2008’in sonunda başlayan ve inişli çıkışlı bir yol izleyerek günümüzde de devam eden ağır küresel ekonomik krizi en ağır yaşayan ülkedir. Avrupa Birliği’nin (AB) önceki çabalarının yetersiz kalması üzerine bu ülke geçen hafta yeni ve öncekilere göre çok daha kapsamlı bir kurtarma uygulamasına konu oldu. Yunanistan deneyimi ilginç. Seçimle işbaşına gelen hükümet Kasım 2011’de görevi bıraktı. Yerine finans piyasaları konusunda uzman bir başbakanın başkanlığında yeni bir hükümet kuruldu. Yani, demokratik bir hükümetin yerine teknokrat hükümeti oluşturuldu. Anlaşılan bu hükümet de küresel finans piyasalarının bu ülkeye güven duymasına ve Yunan ekonomisinin toparlanmasına yetmedi. Geçen hafta AB maliye bakanlarının aldığı kararla Yunanistan’a 130 milyar Avro (171 milyar dolar) ek olanak sağlanması ve borçlarının yeniden yapılandırılması yoluna gidiliyor. AB, teknokrat hükümetini de yeterli bulmuyor; Yunan ekonomisini çok daha yakından izlemek üzere yeni bir denetim düzeni oluşturuyor. Bu kurtarma işleminin öncekiler gibi başarısız olup olmayacağı tartışıladursun, asıl önemli sorun tek başına Yunanistan değildir; küresel kapitalizmin durumu ve geleceğidir. Çünkü Yunanistan yıkımı tekil değildir; başta diğer Güney Avrupa ülkeleri olmak üzere tüm dünyada yaşanan ekonomik durgunluğun bir parçasıdır; kısaca küresel yönleri olan bir durumdur. Bu nedenle de Yunanistan olayını küresel düzlemde doğru algılamak gerekiyor. ??? Sovyetler Birliği’nin 1990’lı yılların başlarında dağılmasından sonra dünya kapitalizminin yaşadığı küresel coşku, yaklaşık yirmi yıl sürdü; 2008 sonralarında başlayan ağır ekonomik krizle yerini bundan sonra ne olacak korkusuna bıraktı. Çünkü küreselleşmenin dayanağı olan üç politika ayağı serbest piyasa, özelleştirmeler ve devletin ekonomideki yerinin küçültülmesi krizle birlikte çalışamaz duruma geldi; deyim yerindeyse kırıldı. Şöyle ki; en aşırı savunucuları bile serbest piyasa mekanizmasının kendi yanlışlarını yine kendisinin düzeltebileceğine artık inanmıyor. Bunun en önde gelen örneği, ABD Merkez Bankası Başkanlığı’nı Ağustos 1987Şubat 2006 arasında yaklaşık 19 yıl yapmış olan Alan Greenspan’ın açıklamalarıdır. Oysa serbest piyasaya karışılmaz, o kendi yanlışını düzeltir biçimindeki kesin yargı, ekonomik liberalizmin temelidir; diğer politikalar bunun türevleridir. Özelleştirme uygulamasında, hemen her ülkede sona yaklaşılmıştır. Tersine son bunalım sırasında, ekonomilerinin kimi kilit sektörlerinde kamu mülkiyetine önem veren ülkelerin ekonomik sarsıntıları çok daha kolay atlattıkları görülüyor. Devlet kapitalizminin yeniden canlanması biçiminde yorumlanan bu gelişme, üçüncü politika ayağı olan devletin ekonomideki yerinin küçültülmesini de iyice anlamsızlaştırıyor. ??? Sorun, küresel para sermayesinin güven duygusudur. Para sermayesi, verdiği borçların geri ödeneceğinden ve kısa dönem kârlarının azalmayacağından kesinkes emin olmak istiyor. Güven duygusunun nesnel ölçüsü saptanamaz; özneldir; buna karşılık kâr ya da getiri nesneldir. Bu ikisi arasındaki uyumsuzluk aslında kapitalizmin doğasında yatıyor; kapitalizm, kendi krizini kendisi üretiyor. Son Yunanistan örneğinde görüldüğü gibi, finans piyasalarında aşırı kâr açlığını karşılamak hiç de kolay olmuyor. Bu nedenle Yunanistan onarımı bu kez tutsa da, bunun, küresel ekonomik bunalımın atlatılmasına önemli bir katkı sağlayacağı çok ama çok kuşkuludur. Ekonomi Servisi OECD’ye göre hane halklarının geliri açısından Türkiye ile OECD ülkeleri arasındaki uçurum 2000’li yıllarda azalsa da hâlâ çok yüksek. OECD’ye üye ülkeler arasında yapılan gelir eşitsizliği sınıflamasında, Türkiye alttaki en eşitsiz bölümde, Şili, İsrail, Meksika, Portekiz ve ABD ile birlikte yer aldı. Bu ülkelerle Türkiye’de emek, sermaye ve serbest meslek gelirlerinde yüksek yoğunlaşma görüldüğü, yoksulluk oranlarının da yüksek olduğu belirtildi. ? Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı’nın “Büyümeye Geçiş 2012” raporuna göre gelir eşitsizliği sınıflamasında, Türkiye alttaki en eşitsiz bölümde, Şili, İsrail, Meksika, Portekiz ve ABD ile birlikte yer aldı. Bu ülkelerle Türkiye’de emek, sermaye ve serbest meslek gelirlerinde yüksek yoğunlaşma görüldüğü, yoksulluk oranlarının da yüksek olduğu belirtildi. lama seviyesine bağlı olarak çok fazla” denildi. Rapora göre Şili, İsrail, Meksika, Portekiz, Türkiye ve ABD’de hane halkları arasında işgücü piyasasından kaynaklanan OECD ortalaması üzerinde bir gelir eşitsizliği görülüyor. Düşük istihdam da eklendiğinde, çok sayıda ücret dereceleri ortaya çıkıyor. Sermaye gelirleri ve serbest meslek gelirleri ise küçük bir hane halkı grubuna ait bulunuyor. Bu sınıftaki ülkelerin çoğunda vergi sistemlerinin çapı küçük. Genel olarak hem hane halkı harcanabilir gelirlerindeki eşitsizlik hem de yoksulluk bu ülkelerde OECD ortalamasının oldukça üzerinde bulunuyor. Raporda “aynı eşitsizlik şemasına sahip ülke grupları” adı altında hane halkı harcanabilir gelirlerinde eşitsizlik görülen ülkeler şöyle gruplandırıldı: ? Yüksek istihdam ve küçük ücret farklılıklarının bulunduğu, vergilerin çok ileriye gitmediği ülkeler: Danimarka, İzlanda, Norveç, İsveç, İsviçre. ? Emek gelirinde orta derecede ücret farklılıklarının, düşük istihdam ya da yüksek parttime çalışma oranlarının bulunduğu ülkeler. Bu ülkelerde yüksek yoğun Eşitsiz ve yoksul ANKA’nın haberine göre, OECD’nin “Büyümeye Geçiş (Going for Growth) 2012” raporu açıklandı. Raporun Türkiye bölümünde, “OECD’nin üst yarısındaki ülkelere göre gelir uçurumu 2000’lerde daraldı ancak hâlâ düşük üretkenlik ve iş plan lukta sermaye ve serbest meslek geliri bulunuyor. Sigorta oranları ve vergiler çok ileri noktalara gitmiyor: Belçika, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Finlandiya, Fransa, İtalya, Slovak Cumhuriyeti, Slovenya. ? Bireysel emek geliri yoğunlaşmıştır, ücretlerde ortalamanın üzerinde bir çeşitlilik gösterir ve düşük istihdam ya da yüksek oranda parttime çalışmaya sahiplerdir. Vergiler çok ileriye gitmemektedir: Avusturya, Almanya, Yunanistan, Macaristan, Japonya, Kore, Lüksemburg, Polonya, İspanya. ? Yüksek parttime çalışma oranlarının eşlik ettiği ortalama üzeri ücret çeşitliliği. Vergiler giderek yükselen türde: Avustralya, Kanada, İrlanda, Hollanda, Yeni Zelanda, İngiltere. ? Emek, sermaye ve serbest meslek gelirlerinde yüksek yoğunlaşma. Yoksulluk oranları yüksek: Şili, İsrail, Meksika, Portekiz, Türkiye, ABD. Sesimizi duyun Liderler bir yandan kurtarma fonlarını arttırmaya çalışırken diğer yandan borçlu ülkelerdeki sosyal sorunlar dağ gibi büyüyor. Piyasa temsilcilerinin finans sistemini kurtarma hamleleri borçlu ülkelerin derdine çare olamadı. Kurtarma fonu alan ülkeler, aksine, daha fazla kemer sıkma baskısına maruz kalıyor. Acı ilaç içmeye razı olmayan halkın öfkesi ise büyüyor. Yunanistan’da görme engellilerin eyleminden sonra, önceki gün İspanya’da devlete ait bakım hizmetlerinin kemer sıkma çerçevesinde azaltılması protesto edildi. Tek dertleri piyasayı kurtarmak ? Önde gelen ekonomiler, ‘piyasaları ikna etmek için’ nisana kadar Avrupa’dan daha büyük bir kurtarma fonu oluşturmasını istiyor. Ekonomi Servisi Dünyanın önde gelen 20 ekonomisinden oluşan G20’nin maliye bakanları ve merkez bankası başkanlarının Meksika’nın başkenti Mexico City’de buluştukları G20 zirvesi, Yunanistan başta, Avro krizinin çözümü için IMF kaynaklarının arttırılması tartışmalarıyla başladı. Gelişmekte olan ekonomiler, sadece şu iki şartın yerine getirilmesi durumunda fona destek olacağını ifade etti: Öncelikle Avrupa, güvenlik duvarını güçlendirmeli, yani istikrar fonu ile yapmaya çalıştıklarının daha fazlasını yapmalı. Ayrıca IMF’de reform için yeni bir fon yaratılmalı. 385 milyar dolar kredi kapasitesi bulunan IMF, Avrupa borç krizine daha etkin yardımcı olabilmek için kredi kaynaklarını 500 milyar dolar arttırmayı, 100 milyar dolar tutarında da koruma tamponu oluşturmayı planladığını açıklamıştı. Zirve öncesinde Çin ve Japonya’dan kaynakların arttırılmasını destekleyen açıklamalar gelirken ABD ve Kanada, destek vermeyeceklerini duyurdu. G20 ülkelerinin çoğu IMF kaynaklarına destek vermeden önce Avrupa’nın krizi çözmek için daha ileri adımlar atması gerektiğini dile getirdi. ABD Hazine Bakanı Timothy Geithner, “Avrupa, Avro krizini çözmek için kendi kendine daha çok çaba göstermek zorunda. Biz IMF’ye bu konuda nakit desteği vermeyeceğiz” dedi. Bir güven kaybı öyküsü yaşam dağılmaya başladı. Örneğin 8999 döneminde GSMH yüzde 50 geriledi, sanayi kapasitesinin yarısı yok oldu, ortalama yaşam beklentisi 7580 yaş arasından 5560 yaş arasına düştü, SSCB döneminde, ihmal edilecek düzeylerde seyreden işsizlik toplumsal kriz, alkolizm ölümcül salgın hastalık konumuna yükseldi, yoksulluk 10 kat arttı. İşçiler memurlar emekliler maaşlarını alamıyor, yaşlılar soğuktan ve yoksulluktan/açlıktan ölüyordu. SSCB çökerken hızla uygulanmaya konan IMF’nin neoliberal “şok” programı bu toplumsal sonuçları yaratırken, ülkenin kamu malları ve doğal kaynakları “oligark” olarak adlandırılmaya başlanan bir grup, eski bürokrat, partili, hırsız işadamının elinde toplanıyor, buradan da giderek Batılı şirketlerin denetimine geçmeye başlıyordu. Bu sırada, ABD’nin, Doğu Bloku dağılırken, Gorbaçov’a, SSCB’nin pasif kalmasını sağlamak üzere, verdiği sözler unutulmuş, NATO eski Doğu Bloku ülkelerini bünyesine alarak genişlemeye, Rusya’yı kuşatmaya başlamıştı. Rusya, uluslararası etkisini kaybetmişti, bir “III. Dünya ülkesi,” “yenisömürge” olmaya doğru ilerliyordu. Putin bu koşullarda devlet başkanı oldu, bir ekonomik siyasi toparlanma, enkaz kaldırma çabasını sürdürürken, aynı dönemde Rusya’yı, daha uygun koşullarda Batı ile entegre etmenin çeşitli yollarını aradı, dış politika alanında Batı’nın kayığını sallamamaya dikkat etti. Ancak doğal kaynakları yeniden denetim altına alır, petrol gelirlerini, askeri Bu Sırada Rusya’da… siyasi reformları finanse etmeye yönlendirirken, Batı’nın Rusya’ya yönelik hesaplarını da bozuyordu. Batı bu nedenle Putin’i asla affetmedi, benimsemedi, Batı’yla bütünleşme çabalarını sabote etti. Bu süreç 2007’de Ukrayna’daki “Portakal Devrimi” maskaralığıyla; Putin’in “Münih Güvenlik Konferansı”nda, ABD dış politikası şiddetle eleştiren, hegemonyacılıkla suçlayan konuşmasıyla resmen bitti. ilah endüstrisi yoluyla ekonomik gelişme Putin hem gazetede yayımlanan makalesinde hem de kuvvet komutanlarına, savunma sanayii liderlerine yaptığı konuşmada, Rusya’ya yönelik ABD merkezli tehditlerden hareketle, esas olarak üç nokta üzerinde duruyor. Birincisi 2020’ye kadar rakipsiz bir askeri güç oluşturmak. İkincisi savunma personelinin gelirlerini ve aşan koşullarını, ekonomide ve bürokrasideki ortalama yöneticinin düzeyinin üzerine yükseltmek. Üçüncüsü, savunma sanayiini ekonomik gelişmenin motoruna dönüştürmek. Kısaca özetlemeye çalışacağım. Birincisi: Halen ABD’nin, NATO’nun askeri kapasiteleri Rusya’nınkinden çok üstün olduğu S gerçeğinden hareketle Putin bu tehdide karşı öncelikle asimetrik savunma taktikleri üzerinde yoğunlaşmak gerektiğini saptıyor. Sonra Rusya’nın askeri gücünü 2020 yılına kadar, hiç kimseden geri kalmayan bir noktaya taşımak için, toplam 23 triyon ruble (767 milyar dolar) yatırımı, harcamayı içeren bir reform planını gerçekleştirmeyi amaçlıyor. Bu reform kapsamında, 400 adet yeni kuşak balistik füze, 8 stratejik nükleer füze denizaltısı, 20 saldırı denizaltısı, 50 savaş gemisi, 600 yeni “5. kuşak” savaş uçağı, 1000+ helikopter, 28 adet S400 hava savunma füze alayı, 38 Vityaz füze kompleksi hizmete sokulacak. On tugay, 500 km. menzilli nükleer başlık taşıyabilen İskenderM füzeleriyle donatılacak, 2300 yeni kuşak tank üretilecek. İkincisi: Konuşmasına, ordu personelinin, ailelerinin ve emeklilerin yaşam koşullarını iyileştirmeye özellikle öncelik verdiklerini vurgulayan Putin, örnek olarak, 2012 Ocak ayında başlayan programla ücretlerin üç kat arttırıldığına işaret ediyor. Sonra ekliyor “Ben askerlerin, sivil sektörde, çalışan uzmanlardan ve yöneticilerden daha yüksek ücret alması gerektiğine her zaman inanmışımdır”. Putin “savaşa hazır olmak yetmez, askerlerin ailelerinin yaşam koşullarını da düşünmemiz ve iyileştirmemiz gerekir” diyor. “Sevgili dostlar”, ifadesiyle başlayan, ilginç bir biçimde “değerli yoldaşlar” sözleriyle biten konuşmadan sonra geçilen soru cevap kısmında, söz alanların zaman zaman “yoldaş başbakan” sözleri dikkat çekiyor. Bir de yapılan geçmiş değerlendirmesi, hataların tekrarlanmayacağına, “sözde demokrasi ihracına”, “tek kutuplu” bir yapılanmaya izin verilmeyeceğine vurgu yapılıyor. Bu amaçla, Rusya’nın kendi demokratik kurumlarını, ulusal egemenliğini güçlendirmesi gerektiği saptanıyor. Bir soru üzerine, Putin ordunun farklı etnik, dini inancı olan insanlardan oluşmasının önemini vurguluyor; ordunun çokuluslu niteliğinin korunması gerektiğini savunuyor, bu insanların kendilerini büyük Rus ulusuna ait hissetmeleri için özel çaba gösterilmesi gerektiğini söylüyor. Üçüncü olarak, Putin tüm bu askeri, toplumsal kalkınmanın mali kaynakları konusuna değiniyor. Burada, savunma sanayisinin, askeri sınai kompleksin güçlendirilmesinin, tüm ülkeyi ve ekonomiyi peşinden sürükleyerek modernize edeceğini savunuyor. Putin askeri sınai kompleksin yaratacağı yeni iş olanaklarıyla, yeni teknolojilerle, tüm ekonomiyi canlandıracağına inanıyor. Putin, özetle, Sovyetler Birliği döneminin hatalarını tekrarlamayacağız, gereksiz maliyetler, sorumluluklar üstlenmeyeceğiz; ekonomiye aşırı yük yüklemeyeceğiz; ekonomik ve toplumsal çözümlere ağırlık vererek, orduyla doğrudan ilişkili olmayan vatandaşların, orduya ve reform programlarına inançlarının kaybolmasına yol açmayacağız diyor. Putin’in yazısı ve konuşması, büyük güçler arasında gittikçe yoğunlaşan, jeopolitik ve jeoekonomik rekabetin etkilerini görebilmek açısından çarpıcı bir örnek oluşturuyor. Mahkemeden memura KEY müjdesi ANKARA (ANKA) İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nden, memura KEY müjdesi geldi. Görev yaptığı dönemde maaşından konut edindirme yardımı (KEY) kesilen, ancak devletin yayınladığı listede adı yer almayan memur hukuk mücadelesini kazandı. Örnek teşkil edecek kararda, İstanbul 6. İdare Mahkemesi, Türk Sağlık Sen’in açtığı davada, sağlık kesintisine ilişkin ilan edilen listede ismi yer almayan memura KEY yardımının yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verdi. Davayı görüşen mahkeme verdiği kararda idarenin 19911995 yılları arasında memurun maaşından KEY kesintisi yapmasına karşın memurun ismi ile yapılan kesinti miktarının Türkiye Emlak Anonim Şirketine bildirilmediğini belirtti. Yükümlülüğünü yerine getirmeyen davalı idarenin kamu hizmetinin işlemesinde kusurlu olduğunun açık olduğuna dikkat çekildi. Türk SağlıkSen Genel Başkanı Önder Kahveci “KEY ödemesi alamayan veya eksik alanlar için örnek dilekçeler hazırlamıştık. Hukuki yardım sağlamıştık. KEY mağduru olan üyemiz adına açtığımız bu davada haksızlığa dur denilmesini sağladık. KEY mağdurlarını sevindiren bir kazanıma imza attık. Umarız KEY mağduriyetleri artık son bulur” dedi. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear