16 Haziran 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 24 ŞUBAT 2012 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Doktorun Dramı: Primum Nil Nocere! Kişi elinde olmadan soruyor: Türkiye ağır hasta mıdır? Vicdanını tümden yitirmemiş her erk sahibi kişi, her kurumun yönetici kadrosu bir an durup düşünmelidir: Primum nil nocere! Önce zarar verme! Hiç olmazsa bundan böyle zarar verme! Seydişehir Çöküntüsü DEVLETLER birdenbire yıkılmaz. Önce kurumlar ve devletin temelleri olan ilkeler çöker. Türkiye Cumhuriyeti böyle bir tehlikenin tehdidi altındadır. Bir tek örnek bile bu gidişi anlamaya yetebilir: Eti Alüminyum’un özelleştirilmesi. Özelleştirme denen işlemin, bu ülke koşullarında, kamu işletmelerinin son derece tartışmalı bedellerle şuna buna “satış”ı anlamına geldiği zaten birçok örnekle açıkça belli olmuştu. Ama bu örnek, konu birçok bakımdan devletteki çöküşün nelere uzandığını gösterdiği için ilginçtir. eydişehir’deki fabrika maden işletmeciliği ve metalürji teknolojisinde yeni bir atılım gerçekleştirmek amacıyla planlı ekonomi döneminde düşünülmüş ve Rusya’nın teknik desteğiyle başlatılmıştı. Alüminyum sanayi için büyük ölçüde elektrik tüketimi gerektirdiği için yakınlardaki Oymapınar Barajı da fabrikaya bağlanmış ve hepsi birden 4 milyar dolarlık yatırım ürünü olan fabrika 305 milyon dolara satılmıştı. Alıcı, aynı zamanda başka büyük ihaleler alan bir şirketti. Ne var ki, bu özelleştirmede ve sonuçlarında çeşitli yanlışlar görenler işlemlerin durdurulması ve iptali için çeşitli davalar açmışlardı: Kamu İşletmeciliği Geliştirme Merkezi Vakfı, Metalürji Mühendisleri Odası, Tesİş Sendikası ve Konya Milletvekili Atilla Kart. avalar uzun sürdü. Kararlar, temyizler sonrasında kesin hükme varıldığında, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın sattığı fabrikanın kamuya geri verilmesi gerekiyordu. Şirket geri vermediği gibi Özelleştirme İdaresi yargı kararını uygulamakta ayak sürümekteydi. Bir yığın suç duyurusunda bulunuldu. Ama bu uzun süreç boyunca işçilere yol verilip asgari ücretle yeni işçi alınmış, stoklar eritilmiş, barajda üretilen elektriğin bir kısmı satılarak para kazanılmıştı. ecikmenin nedeni sonra anlaşıldı. Meğer şirketin sahipliği değiştirilmiş, hisselerin aynı soyadını taşıyan altı kişiye devredilmesi yoluna gidilmişti. ÖİB’nin yöneticileri, mahkeme kararını hiç değilse uygularmışçasına Ankara ticaret mahkemelerinden birinde, satılanın iadesi için dava açmışlardı. Son haber, ÖİB’nin o davadan vazgeçmiş olmasıdır. Şimdi her şey yerli yerindedir. Hukuk devleti de... Prof. Dr. Erendiz ATASÜ Ankara Üniversitesi Emekli Öğretim Üyesi S D 993 Sivas katliamında canı alınan kültür insanlarımızdan biri de şair Dr. Behçet Aysan’dı. Bilinen şey, hekimlik yemin gerektiren bir meslektir. Dünyanın her yanında hekimler mesleğe başlarken yemin ederler ve kendilerinden ölünceye dek o yemine sadık kalmaları beklenir. Vicdan sahibi hekim, büyük kriz anlarında dahi yeminini unutamaz. Behçet ve artık aramızda olmayan eşi Adviye dostlarımdı, bana kardeş gibi yakındılar. Behçet güçlü kuvvetli bir adamdı. İsteseydi, sağa sola birkaç omuz atıp kendini cehennem kulesine dönüşmüş o otelden dışarı atabilir, belki de canını kurtarabilirdi. Böyle yapsaydı onu suçlayabilir miydik? Hayır, hepimiz insanız ve can korkusu taşıyoruz. Ama o birçoğumuzdan daha insandı. Yangından sağ kurtulanların anlattıklarına göre, Behçet son ana kadar, dumandan boğulanlara yardım etmişti ta ki kendisi bilincini yitirene dek. Silivri’de tutuklu bulunan bir başka doktorun, eski İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun mahkemede yaptığı savunmayı okurken (Cumhuriyet Bilim Teknoloji eki, 20/1/2012) gözyaşlarımı tutamadım ve son nefesine dek yeminini unutmayan Dr. Behçet Aysan’ı hatırladım. Prof. Hilmioğlu, kendisi de ciddi biçimde hasta olmasına ve ağır suçlarla itham edilmesine karşın, kendini savunarak başlamıyordu söze; ne de hastalığından söz ediyordu. 1 ‘Önce zarar verme!’ Tıbbın birincil ilkesidir: Primum nil nocere: Önce zarar verme! Dr. Hilmioğlu o anda bile yeminine sadık kalıyor ve tutuklular arasındaki ağır hastaların durumunu bir bir yargıç heyetine arz ediyordu. Hekim, hastaların daha fazla zarara uğramaması için uğraşıyordu, elinden gelen sadece buydu. Prof. Hilmioğlu tarihe not düşüyordu. Emrinde top, tüfek, müfreze, tank, helikopter vs. bulunmayan üniversite hocalarının nasıl darbe yapabileceği ya da darbecilerle ne menem bir işbirliği içinde bulunabileceği çözülmesi zor bir muam G ma gibi toplumun karşısında durmakta. Hadi bu bilmeceyi bir kenara bırakalım. Malatya’ya hasbel kader yolu düşmüş herkes tarikatlara teslim olmuş, kentte rektör Hilmioğlu’nun tarikatlara karşı ödünsüz bir mücadele yürütmesine karşın sayılıp sevildiğine tanık olmuştur. Niçin? Çünkü o bir doktordur ve kentlilerin çoğunu tedavi etmiş, sağlığına kavuşturmuştur. Bir an için Prof. Hilmioğlu’nun suçlu olabileceği ihtimalini unutalım. Hilmioğlu’nun başına bir çorap örülmüşse eğer, çorabı örenler kendi açılarından hedefi 12’den vurmuşlardır. Çünkü kim, bir insanın görüşlerini o insana hayatını geri veren hekim kadar etkileyebilir? Silivri tutuklularına öyle suçlamalar yöneltildi ki, güçlülere tabi kılınmayı ya da onlardan ürkmeyi ikinci bir tabiat halinde geliştirmemiş olan yurttaşların bile şaşkınlıktan dilleri tutuldu; susup kaldılar. Topluma yüksek hizmetleri bulunan kimseler de Silivri’ye konuk olmaya başlayınca şaşkınlık utanca dönüştü. Kimsenin kimse için yargılanmasın diyecek hali yok. Ancak tüm uygar ülkelerde geçerli olan bir teamül vardır, toplum içinde belli konumlara gelmiş, topluma hizmet etmiş insanlar, kaçma olasılıkları yoksa tutuksuz yargılanırlar. Teamülün işletilmesini anımsatmak ise ilk önce, yargılanan kişilerin hizmet verdikleri kurumlarına düşmez mi? Üniversite, kurum olarak, çeşitli suçlamalarla tutuklu bulunan hayli kabarık sayıdaki üyeleri için böyle bir anımsatmada bulundu mu? Bulunduysa da ben duymadım. Demokrasinin güvencesi hükümetlerden bağımsız olan özerk kurumlardır ve eskiden “kamuoyu” şimdilerde “sivil toplum” diye adlandırılan öğedir, yani sıradan seçmenin olayları yorumlayabilme yeteneğine ve yorumunu dile getirebilme alışkanlığına sahip olmasıdır. Biliyoruz, Türkiye’de sivil toplum zayıftır. Gene biliyoruz, ülkemizde yargı günümüzde vatandaşın gözünde ciddiyetini yitirmiştir. Nasıl yitirmesin ki? Bağlantıların apaçık olduğu bir vakada (örneğin Dink davası), birtakım kimselerin birlikte toplu kıyım yapabildikleri bir başka vakada (örneğin Sivas katliamı) örgütsel bağ bulamamaktadır da Silivri davalarında esen rüzgârdaki nem bile örgütsel bağ sayılmaktadır. Biliyoruz, Türkiye’de sıradan yurttaş kapısını vurmayan tehlikeye karşı sağırdır. Bugünkü upuzun tutukluluk sürelerine giden yol, 12 Eylül döneminden başlayarak, o zamanlar gencecik aydınlar olan sanıkların ak saçlı ihtiyarlar haline gelmelerine dek yıllarca yaşamları zehirleyerek süren siyasi davalara kamuoyunun duvarsız sağırlığı sayesinde döşenmiştir. Bilinen şey, yasa somut deliller varsa tutuklamayı vazetmektedir. Bir Gömlek Diktirdim Kolu Düğmeli... Öyle diyordu türkü: “Bir gömlek diktirdim kolu düğmeli...” ? Kolu düğmeli bir gömlek diktirebilmenin hayalini kurdu ya... Demek ki düğmesizi de var... Altı üstü bir gömlek... ? Ne zaman o türküleri dinlesem, içim cız eder... Bir yoksul evine giderim gece vakti... Tavana dikilmiş bir çift kara göz gelir gözümün önüne... Kırpıştırır kirpiklerini... Arada bir yüzünde gülümseme... Uyku tutmaz gözlerini... Hayalinde bir gömlek var... “Kolu düğmeli...” ? Kim bilir hangi masum caka satmanın minik hevesidir... Yoksulluktan mutluluğa açılan nasıl bir dar penceredir, bir gömleğin türküye kadar girmiş hayali... Beyaz... Naylon... Cepli... Sadece bir gömlek... “Kolu düğmeli...” ? Dün gece uzundu, ben uzun uzun onu düşündüm... Yoksulluğun, razı oluşun, masumiyetin, saflığın, sevdanın, yetinmenin kesiştiği yerdeki türkü dilimde: “Bir gömlek diktirdim kolu düğmeli İnsan kaderine boyun eğmeli...” ? Boynum kırılsın... ? Eğer siz kolu düğmeli bir gömleğin hayalini kuranı anlayamazsanız, bu memleketi asla anlayamazsınız... Terk eder sizi Türkiye... Siyasi partiyseniz başaramazsınız... Gazete iseniz satamazsınız... Aydınsanız yalnızsınız... ? Misal, CHP’de “meyhaneye gidin, gitmeyin” tartışması sürerken bugünlerde, tam zamanı... Bence kurultaya gitmeyin, meyhaneye gidin... Türkü orada çünkü... Sosyal demokrat, aydın, cumhuriyetçi, yurtsever, halkçı, emekçi, toplumcu, demokrat, çağdaş, her neyseniz... Gidin, yoksulu duymanın, garibanı anlamanın, insanları hissetmenin, memleketi bilmenin sırrını söylesin size... Dinleyin söyleyeni... Size gömleğini anlatsın... “Kolu düğmeli...” Yurttaş korkuyor Somut delillerin varlığında, bir davanın otuz yıl sürmesini aklın alması mümkün değildir. Günümüzde ayyuka çıkan tutuklamalar kamuoyunun geleneksel sağırlığını aşındırmış, sıradan yurttaşı yargıyla ilgili olumsuz yorumlara sürüklemiştir. Ancak yurttaş güven yitimini yeterince vurgulayamamaktadır, çünkü korkmaktadır. Sıradan yurttaş sadece yargıya işinin düşmemesi için özen göstermekte, yani köşesine çekilip susmaktadır. Son günlerde bu genel suskunluğun tek ayrıksı örneğini, Dink davasına haklı protestolarını demokratik özgürlükler çerçevesinde ifade eden yurttaş kitlesinde gördük. Soru, Dink davasına karşı duyarlılığın niye yüksek olduğu değildir. Bu sorunun yanıtı bellidir. Duyarlılığı besleyen tarihin yüküdür. Soru benzer duyarlılıkların niçin, acınası acıklı güldürülere dönüştürülmüş diğer davalarda gösterilemediğidir. Örneğin Sivas davasında. Kahramanmaraş katliamının yaşandığı bir ülkede, on beş yıl sonra Sivas katliamı yinelenirken, kim bu alanda tarih yükünün ağır olmadığını iddia edebilir ki? Ya da kim aydınların kurban edilmesi bağlamında tarihimizin kuşlar kadar hafif olduğunu ileri sürebilir? Onu sağlığına kavuşturan hekime, elinde avucunda hiçbir şey yoksa bile, bahçesinden bostanından topladığı meyveyi sebzeyi götürerek teşekkür eden insanlarımıza ne olmuştur? Kişi elinde olmadan soruyor: Türkiye ağır hasta mıdır? Vicdanını tümden yitirmemiş her erk sahibi kişi, her kurumun yönetici kadrosu bir an durup düşünmelidir: Primum nil nocere! Önce zarar verme! Hiç olmazsa bundan böyle zarar verme! C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear