25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
18 MAYIS 2010 SALI CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 Durum ne olursa olsun, hiçbir şey önemli değildi. Çünkü artõk Atatürk yoktu Adım adım ayrılık Saraydaki manzara Atatürk ölüm döşeğinde A tatürk’ün vefat ettiği gün Dol- mabahçe Sarayı’nın içi adeta bir ibret manzarası gösteri- yordu. Bizler üzüntümüzden kahro- lurken aziz arkadaşımız Salih Bozok kanlar içinde yatarken, saray aniden boşalıvermiş, birkaç arkadaş acımız- la ve derdimizle baş başa kalmıştık. Tıpkı tarihte gördüğümüz gibi, bir yanda padişahın hasıra sarılmış ce- nazesi, diğer yanda ise kılıç alayı tö- reni hazırlıkları gibi bir hava esiyor- du. Aziz Atatürk ölüm döşeğinde, sa- kin ve hareketsiz, çenesi bağlanmış yatıyordu. O’nu öylece bırakıp sarayı terk edenler, açılacak olan yeni dö- neme göre durumlarını sağlamlaştır- maya koşuyor ve bununla uğraşıyor- lardı. Ankara’da cumhurbaşkanı seçimi, yeni başbakan ve bakanlar kurulu- nun atanması telaşı vardı. Bütün cumhurbaşkanlığı memurları hemen Ankara’ya çağrılmışlar, zavallı Hasan Rıza Soyak yapayalnız bırakılmıştı. Sarayı ne arayan, ne soran kalmıştı. Bu acı manzara karşısında isyan etmemek mümkün değildi. Ankara telefonla bulundu. Başbakanlık Özel Kalem Müdürü Baki Bey’den, bu acı durumu Başbakan Celal Bayar’a inti- kal ettirmesi istendi. Bu telefon gö- rüşmesinin üzerinden bir saat kadar süre geçmişti ki, sarayda bir faaliyet başladı. Ordu müfettişlerinin cenaze töreni hazırlıklarıyla görevlendirildik- leri bildirildi. Üniformalı subaylar, Atatürk’e saygı nöbeti tutmaya baş- ladı. Bu hazırlıklar sırasında Cemil Cahit Paşa’nın yaptığı hizmetleri şükranla anmak isterim. Paşa, Atatürk’ün aziz naaşının büyük bir özenle nakli için neler yapmadı, nasıl didinmedi ki... Atatürk’ün mübarek tabutunu sırtın- da götürdü denebilecek derecede gayret gösterdi. Durum ne olursa olsun, artık hiçbir şey önemli değildi. Çünkü artık Atatürk yoktu. (Kılıç Ali’nin Anıları kitabından) 1938senesi eylül ayõnõn yir- mi birinci gecesi, bana düşen bir nöbet sõrasõnda karaladõğõm notlardan şu satõrlarõ okuyorum: Bu gece, Atatürk’ten su alõndõğõnõn üçüncü gecesidir. Muhafõz Alayõ Ku- mandanõ İsmail Hakkı Tekçe’den nöbeti teslim aldõm. Bu satõrlarõ yaz- dõğõm sõrada gecenin dört buçuğudur. Atatürk benim nöbet beklediğim ça- lõşma odasõnõn yanõndaki odada sükû- netle uyumaktadõr. Gece yarõsõnda alõnmõş olan hararet derecesini önüme getirilmiş cetvelde okuyorum. Hara- reti 36.8, nabõz 84. Nöbetim saat seki- ze kadar devam edecek. Bu satõrlarõ karaladõğõm sõrada Atatürk’ün kendi- sine bakan hastabakõcõyõ çağõrdõğõnõ işittim. Karnõndaki su alõndõktan son- ra doktorlarõn vermiş olduklarõ mut- lak istirahat yarõn bitiyor. Dört gün- den beri yanlarõna hiç kimseyi sok- mamak için arkadaşlarla münavebe suretiyle beklediğimiz nöbet de yarõn nihayete erecek. Sabah saat 8’de nö- beti teslim ediyorum. Ankara’ya gitmek ister 25-26 Eylül 1938. Bu akşam son nöbetimiz olacaktõr sanõrõm. Ben, Kõ- lõç Ali, Hasan Rıza Soyak, Başyaver Celal, Muhafõz Alayõ Kumandanõ İs- mail Hakkõ, sõra tertibiyle gündüzleri ikişer, geceleri üçer saat nöbet bekli- yoruz. Benim nöbetim gündüz saat 4’ten 6’ya, gece 5’ten 8’e kadar... Bu akşam nöbete geldiğim zaman Ata- türk’ün hararet derecesi 36.6, nabzõ da 82’ydi. Şimdi saat tam 5. Atatürk uyuyor. Dünden beri iştihasõ ve neşe- si yerinde. Karnõndan ikinci defa su alõndõktan sonra yalnõz bir gün hara- reti 37.8’e, nabzõ da 96’ya yükseldi. Öbür günler hararet ve nabõz normal- di. Bu vaziyet böyle gider belki, diye seviniyoruz. Daha üç hafta normal hararette bir değişiklik olmazsa hasta- lõk eski seyrine avdet etmiş demektir. Dün akşam beni yanlarõna çağõrdõlar. Ve artõk kendisini beklemeye hacet kalmadõğõnõ söyleyerek nöbet usulü- nün kaldõrõlmasõnõ emrettiler. Fakat doktorlarõn tavsiyelerini yerine getir- miş olmak için onun da muvafakatiy- le bir akşam daha nöbet bekledik. Ya- rõn öğleden itibaren nöbet kalkõyor. İnşallah ileride buna hacet kalmaya- cak. Birkaç güne kadar Ankara’ya gitmek arzusundalar. Doktorlar henüz buna muvafakat etmiyorlar. Anka- ra’ya gidilip gidilmeyeceği üç dört güne kadar anlaşõlacaktõr. 3 ziyaretçi... 27 Eylül 1938. Bu sabah saat 7’de evim- de uykudan uyandõm. Banyoda bulundu- ğum sõrada telefon çaldõ. İbrahim ismin- de birisi beni aramõş. Bu acaba sofracõ İb- rahim miydi? Biraz sonra santraldan hu- susi daireyi istedim. Nihayet beni Alay Kumandanõ İsmail Hakkõ Tekçe’nin ara- dõğõnõ anladõm. Ata- türk geceyi biraz ra- hatsõz geçirmiş. He- men saraya koştum. İsmail Hakkõ, Ata- türk’ün yatak odasõ yanõndaki salonday- dõ. Bana Atatürk’ün rahatsõzlõğõnõ şöyle anlattõ: Dört günlük mut- lak istirahattan sonra dün dahilde bulu- nanlarõn (Bayan Makbule, Afet ve Sabiha Gök- çen’in) ziyaretlerini kabul etmiş, ken- dileriyle uzun uzun görüşmüş, sonra da radyoda İbrahim Necmi’nin dil hakkõnda verdiği konferansõ dinlediği için fazlaca yorulmuşlar. Ve gece ya- rõsõ da birdenbire rahatsõzlanmõşlar. Doktoru istemişler. Bu esnada sõkõntõ- sõ da artmõş. Doktor bunun sebebini gündüzki yorgunluklarda bulmuş ve mutlak istirahat tavsiye etmiş ve nö- bet usulüne yeniden başvurmuş. CMYB C M Y B İ smail Hakkõ Tekçe nöbeti bana devre- derek yatmaya gitti. Bu sõrada Atatürk odasõnda uyuyordu. Salonun denize nazõr penceresi önünde oturdum. Sancaklar- la donanmõş kotralarõ, motorlarõ seyrediyor- dum. Bugün Beşiktaş’taki türbede Barbaros için ihtifal yapõlõyordu. Çok acõ şeyler düşü- nüyordum ki Rıdvan yanõma geldi. “Atatürk sizi istiyor!” haberini getirdi. İçeri girdiğim zaman Atatürk yatağõnõn içinde sigara içiyordu. Beni görünce gayet kesik ve güçlükle işitilen bir sesle: “Salih” dedi, “dün akşam büyük bir sı- kıntı geçirdim. Çok fena idim. Kustum. Ha- fızam tamamen kaybolmuştu.” Bunlarõ söylerken dikkatli dikkatli yüzüme bakõyordu. Gözlerini biraz daha açarak ila- ve etti: “Sanırım yediğim nohutlu yemek dokun- du.” Ben kendisini teselli için tekrar ettim: “Evet” dedim, “muhakkak nohutlu yemek dokundu. Mademki çıkardınız, inşallah rahat edersiniz.” Karyolasõnõn yanõndaki sandalyeyi göste- rerek “Şuraya otur” dediler. Oturdum. Atatürk tekrar söze başladõ: “Şimdi yine rüya görüyordum. Bana bir çift kundura getirmişler, beğenemedim. Binbir’i çağırdım. Böyle ‘Binbir’ diye çağı- rırken odaya Rıdvan girdi. Bunun üzerine uyandım. Rüya gördüğümü anladım.” Sonra başõnõ sallayarak sözüne devam etti: “Çok dermansızım Salih... Büsbütün başka bir adam oldum. Şu ellerimin haline bak.” Bana doğru uzattõğõ o güzel eller şimdi de- ri ile kemikten ibaretti. Parmaklarõ o kadar titriyordu ki, sigarayõ tutamayarak yorganõn üzerine düşürdü. Hemen alõp attõm. O hâlâ kesik kesik tekrar ediyordu: “Ben büsbütün başka bir adam oldum. Hiç hafızam kalma- dı, değiştim Salih. Artık o eski adam deği- lim.” “Paşam müsaade edin sizi yatırayım” de- dim. “Sen yatıramazsın, Rıdvan’ı çağır” bu- yurdular. Rõdvan geldikten sonra dõşarõ çõkarak sa- londa eski yerime geldim. Biraz sonra hiz- metinde bulunanlar Rõdvan, Mehmet ve Bin- bir, ayrõ ayrõ yanõma gelerek Atatürk’ün sa- yõklamaya başladõğõnõ haber verdiler. “Sa- yıklamalar arasında neler söylüyor?” de- dim. “Anlayamadık” cevabõnõ verdiler. Teessürümden ne yapacağõmõ şaşõrmõştõm. Derhal Neşet Ömer’in çağrõlmasõ için tali- mat verdim. Atatürk bitap yatõyor, fakat uyu- muyor, uyuyamõyor. Doktor gecikti. Endişem artõyor. Neşet Ömer’in gecikmesinden dolayõ sabõrsõzlanõyorum. Mütemadiyen sigara içi- yorum. Öyle ki, ağzõm zehir gibi oldu. Çok fe- na şeyler düşünmeye başladõm. Doktor gelse de vaziyeti bir an evvel anlasak. Ümitsizlik için- de “Aman Allahım, ya Atatürk’ü kurtar, ya- hut benim canımı al” diye ellerimi boşluğa açõp yalvarõyorum. Sõkõntõdan öyle terliyorum ki banyodan henüz çõkmõş gibi sõrõlsõklamõm. Tam bu sõrada Neşet Ömer geldi. Yanõnda Hasan Rıza da vardõ. Ayak üzerinde benden kõsaca bilgi aldõktan sonra Atatürk’ün oda- sõna girdiler. Saat 11’de Kõlõç Ali de geldi. Karşõlõklõ ağlaştõk. Doktor, Atatürk’ü muayeneden sonra fazla teessüre mahal olmadõğõ sözleriyle bizi tes- kine çalõştõ. Saat 12. Nöbeti Kõlõç Ali’ye teslim ederek evime geldim. 28 Eylül 1938. Atatürk’ün hastalõğõ hak- kõnda bizi sarih surette tenvir etmesini Dok- tor Nihat Reşat’tan, Kõlõç Ali’yle birlikte ri- ca ettik. Doktorun verdiği izahat şöyle oldu: “Hastalık süratle ilerliyor, ikinci defa su almazdan evvelki vaziyette, hayatının hiç olmazsa bir iki sene idamesine imkân bulu- nacağı ümidindeydik. Fakat bugün kurtul- ması için ancak yüzde 3 ihtimal vardır. Bu hastalıkta, Atatürk’ün öbür işlerinde oldu- ğu gibi talihi yardım etmemiştir. Su alalı 7 gün olduğu halde karnında tekrar 7 kilo su toplandı. Karaciğer artık vazifesini yapmı- yor. Tesemmüm (zehirlenme) başlamıştır. Vücudundaki yağlar tamamen eridi. Vazi- yet vahim ve ümitsizdir.” Nihat Reşat’õn selahiyetli lisanõndan feci akõbeti bütün açõklõğõyla öğrenmek beni büs- bütün sarstõ. İçinde en ufak bir ümit şulesi bile kalmamõştõ. Atatürk ölüyordu... (Yaveri Atatürk’ü An- latõyor / Salih Bozok kitabõndan) ‘Büsbütün başka bir adam oldum’ YARIN: İSMET İNÖNÜ Afet İnan. Makbule Hanım. S. Gökçen. HAYAL ve GERÇEK KÜRŞAT BAŞAR Anayasa Ayağa Kalk! 12 Eylül askeri darbesi olduğunda liseyi yeni bitirmiştim. Üniversitedeyken anayasa referandumu yapıldı ve yüzde 90’ın üzerinde bir evet oyu çıktı sandıktan. Kimileri, zarfların çok ince olduğunu, içindeki oyun renginin görüldüğünü, bazı yerlerde insanların korktuğunu söyleseler de oranın yüksekliğine bakınca halkın, içeriğini elbette bilemediği bir anayasaya “evet” demesini bunlarla açıklamak bana pek mantıklı gelmiyor. Bugünden geçmişe bakarak, askeri bir yönetimin yaptırdığı anayasaya büyük çoğunluğun evet oyu vermesi, en azından birkaç yıl öncesinde onca sol grup varken en küçük bir karşı çıkışın sandığa yansımaması garip görünebilir. Ama o gün için durum farklıydı. 12 Eylül öncesinde yaşananlar yalnızca terör, artık haber bile olmayan siyasi cinayetler, öğrenciler arasındaki çatışmalar, bombalamalar, suikastler değildi. Aynı zamanda ekonomik sıkıntı, yokluklar, hiçbir soruna çözüm bulunamayışı, Meclis’in neredeyse kilitlenmiş hale gelmesi, insanların bütün hayatlarını erteleyip yalnızca bugünü geçirebildiğine bile sevinmesi, sıkıntı dolu karanlık yıllar vardı bu “evet”in arkasında. Halk, anayasayı ne incelemişti ne de kendisine anlatılan bölümleriyle fazla ilgiliydi. Zaten bir anayasayı hukuk bilgisi olmayan biri ne kadar anlayabilir? Kısacası kim ne derse desin bana göre halk o zaman “ehveni şer” olarak gördüğü bir yönetime razı oldu. Gerçekten durumu kesinlikle kabullenmeyen bir halk zorla bu kadar büyük çoğunlukla evet oyu veremezdi. Aradan yıllar geçti. Bu anayasa, onca sivil hükümet göreve geldiği halde değiştirilmedi. Herkes bu anayasa üzerine konuştu, pek çok değişiklik de yapıldı ama anayasanın ruhu pek değişmedi. Şimdi bazı tartışmaları izleyince şaşırıyorum, demek bunca hükümet, bizim seçtiğimiz Meclis, bu anayasa yüzünden ülkeyi doğru dürüst yönetemiyormuş da haberimiz yokmuş. Herhalde bunca yıldır yaşadığımız yolsuzlukların, hırsızlıkların, adam kayırmaların, kadrolaşmaların, haksızlıkların nedeni de bu anayasaymış! Yine herhalde 12 Eylül öncesi yönetimlerin hiç günahı yokmuş ama askerler darbe yapmak istediği için bir önceki anayasayla da ülke yönetilememiş. O milliyetçi cephe hükümetleri zamanında öğrenci olmasam bu duyduklarıma inanacağım. Kimbilir artık askerlerin siyasete müdahalesi, ülkenin yönetiminde farklı bir güç sahibi olmaları durumu değişirse belki günün birinde bu “demokratik” olduğu iddia edilen siyasi düzeni, bu partiokrasiyi, bu ülkenin bütün kaynaklarını iktidar oldukları sürece kendi istedikleri gibi paylaştıran hükümetleri, kurumların yapısını bozarak yönetimin bütün gücünü eline alanları, hangi yasa olursa olsun bir yolunu bulup dışına çıkabilen siyasi sistemi de tartışabiliriz. kursatbasar63@gmail.com ŞULE KÖKTÜRK Türkiye’deki bütün ilaçlarõn takip edilmesi- ni öngören İlaç Takip Sistemi yürürlüğe gir- mesinin 2. gününde felç oldu. İlaç Eczacõlõk Genel Müdürlüğü’nün otomasyon sistemi olan Medula’nõn çökmesi nedeniyle Türkiye gene- linde hiçbir hasta ilacõnõ alamadan eczaneler- den geri döndü. SGK’nin saat 17.00’de İTS’den vazgeçmesi ve eski sisteme geri dön- mesi ile birlikte sistem açõldõ. Çalõşma ve Sos- yal Güvenlik Bakanõ Ömer Dinçer ise “Biz, kare kodlu sisteme geçtik” dedi. İstanbul Eczacõ Odasõ Başkanõ Semih Gün- gör “kara gün” uyarõsõ yaptõklarõnõ ancak bu- nun Sağlõk ile Çalõşma ve Sosyal Güvenlik ba- kanlõklarõnca dikkate alõnmadõğõnõ vurguladõ. Yurt genelinde eczaneler Medula sisteminin resmi açõlõş saati 09.00’dan itibaren, reçetele- riyle eczanelere gelen hastalara ilaçlarõnõ ver- mek için sisteme girmeye çalõştõ ancak sistem, yükü kaldõramayarak çöktü. Eczacõ Odasõ’nõn avukatõ Didem Madak, Beyoğlu 6. Noter Başkâtibi Servet Yalçın ve bilgisayar mühendisi Caner Kılınç’la birlikte Şişli’deki Coşkun Eczanesi’nde sistemin çalõş- madõğõnõ notere onaylattõ. Madak, “Suç duyu- rusunda bulunacağız” dedi. ‘Vazgeçmeyeceğiz’ Türk Eczacõlar Birliği Başkanõ Erdoğan Ço- lak ve beraberindeki heyeti kabul eden Bakan Dinçer ise sistemden vazgeçilmeyeceğini vur- guladõ. Dinçer yaptõğõ açõklamada “Biz, kare kodlu sisteme geçtik ve 1 Haziran’a kadar da geçiş süresi tanıdık. Bu süre içerisinde bütün firmalar, ilaçlarını kare kodlu yapmak zo- runda. Eğer sistemde sorun çıkarsa, durumu yeniden gözden geçiririz ama bunun kararı- nı vereceğimiz tarih 1 Haziran’dır. Ondan önce sistemde, herhangi bir esneme ya da farklı bir yaklaşım tarzı sunmayacağız” dedi. DİNÇER: VAZGEÇMEYECEĞİZ İlaçta kara pazartesi
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear