25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 1 ŞUBAT 2010 PAZARTESİ 10 DIŞ BASIN dishab@cumhuriyet.com.tr DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Obama’nın Bir Yılı ya da Umuda Düşen Gölgeler... CARLO PETRİNİ 2009 Ağustosu’nda Suudi Arabistan Kralõ Abdullah, Etiyopya’da ilk princin üretilmesini kutladõ. Princi, arpa ve buğday izleyecek. Körfez’deki başka devletler gibi çölün ortasõnda gelişen Suudi Arabistan, gõda sorununu Kõzõl Deniz’in öte yakasõndaki, Fildişi Cumhuriyeti, 10 milyon insanõn açlõkla mücadele ettiği Etiyopya ya da Darfur trajedisinin etkisinden bir türlü çõkamayan Sudan’da tarõm yapõlabilir arazilerin tekelini eline geçirerek çözmeye karar verdi. Bu, yaklaşõk 15 ay önce başlayan yeni bir olgu ve henüz üzerinde yeterince araştõrma yapõlmadõ, (çünkü ülkeler arasõndaki birçok anlaşma gizli tutuluyor). Dünyanõn en yoksul ve aç kõtasõnda toprak ve gõda şeytanca bir yöntemle çalõnõyor. Hırsızlığın kahramanı: hükümetler Etiyopya, Mali, Sudan, Gana ve Madagaskar’da milyonlarca hektar toprak yirmi, otuz hatta doksan yõllõğõna Çin, Hindistan ve Güney Kore’ye devasa yatõrõm sözleri karşõlõğõnda verildi. Seul, şimdiden Afrika’da 2.3 milyon hektar toprağa sahip, Pekin’in 2.1, Suudi Arabistan’õn 1.6 ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin ise 1.3 milyon hektar toprağa sahip olduğu biliniyor. Bir başka yenilik de bu şeytanca projenin kahramanlarõ olan hükümetler. Bir yanda varlõklõ ama toprağa gereksinim duyan ülkeler var, genelde her türden yolsuzluğun döndüğü hükümetler. Bir miktar para, teknoloji ve altyapõ yatõrõmõ karşõlõğõnda henüz bütünüyle tarõm toplumlarõ olan bir kõtanõn toprağõna göz dikiyorlar. Öte yandan hiçbir Afrikalõ çiftçinin toprak sahibi olmasõ mümkün görünmüyor. Afrika kõtasõnda toprak sahibi olma ya da kiralama hakkõ mevcut topraklarõn yüzde 2 ila 10’u için tanõnõyor. Genelde uluslararasõ anlaşmalarõn öngördüğü koşullar değil, yerel ölçekte tanõnan geleneksel kurallar dikkate alõnõyor. Böylece birkaç kuşaktõr tarõm arazisi şeklinde yõllardõr oturulan, ekilen ve kullanõlan nice toprak, yeterince yararlanõlmayan arazi olarak görülüyor. Çin gibi kendi evinden yerli işgücünü getirenler de var Afrika’ya. 2000 yõlõndan bu yana Afrika’ya göçü teşvik eden Çin, bu yöntemle kendi iç nüfus sorununa çözüm getireceği inancõnda. Çin’in yeni keşfi Uzak Batõ’da 800 bin Çinli şirket bulunuyor, demiryolu, yol, baraj inşa ediyor, petrol, maden ve ahşap gibi maddeleri kullanõlabilir hale dönüştürüyor, ekonomik ürünleri pazara sunuyor. Özel yatırımcılar da işbaşında Hükümetlerin yanõnda özel yatõrõmcõlar var: Ekonomik kriz sonrasõ birçoğu somut yatõrõm yapõlabilecek mala mülke göz dikti. Toprak, gõda ve enerji kaynaklarõ listenin ilk sõrasõnda. Bu yönde “Ekilebilir Alanların Uluslararası Ticareti” başlõklõ ilk konferansõn 2009 Ağustosu’nda New York’ta düzenlenmesi rastlantõ değildi... Yabancõ yatõrõmcõlar geldiği zaman Afrika kõtasõndaki arazilerde ne oluyor? Bölgesel çeşitliliği temel alan geleneksel tarõmdan bir tek ürünün (pirinç, soya, hurma yağõ) üretilmesini ve ihracõnõ hedef alan endüstriyel tarõma geçiliyor. Bu süreçte gübre ve tarõm ilacõ gibi kimyasal ürünlerin kullanõmõ da katlanarak artõyor. Söz konusu topraklar bütünüyle yoksullaştõğõ zaman yabancõ yatõrõmcõlar başka bir alana yönelmekte zorlanmõyor. 1960’lõ yõllarda Ford ve Rockefeller vakõflarõ ve Dünya Bankasõ’nõn parasal kaynağõ ile ortaya atõlan Afrika kõtasõndaki açlõk ve yoksulluk sorununa teknolojik yatõrõm ve endüstriyel tarõmla çözüm arayõşõ getiren “yeşil devrim”, her şeyi 50 yõl geriye götüren eski bir formül gerçekte. Bu stratejinin tümüyle iflas ettiği ve işlemediğinin kanõtlarõ ortada, örneğin 1970 yõlõnda Afrika’da yeterince beslenemeyenlerin sayõsõ 80 milyon dolayõnda iken, on yõl sonra bu rakamõn iki kat arttõğõ gözleniyor. 2009 yõlõnda ise Afrika’da 250 milyon kişinin açlõkla mücadele ettiği bilinen bir gerçek. Bununla beraber gõda güvenliği adõna AGRA (Alliance for a Green Revolution in Africa) ya da Afrika’da “Yeşil Bir Devrim İçin İşbirliği” adlõ bir proje hayata geçirilmeye çalõşõlõyor. Bu projenin simgesel ürünlerinden biri, “Afrika İçin Yeni Pirinç” adõyla sunulan Nerica pirinci. Bu pirinç, ancak endüstriyel tarõm ve kimyasal katkõ maddeleri kullanõldõğõ zaman verimli bir üretim sağlõyor. Bu pirincin tohumlarõnõ elinde bulunduran ve satõşõnõ yapan çok az sayõda şirket ciddi anlamda para vurgunu yapõyor, çünkü Nerica’nõn üretilmesi için her yõl satõn alõnmasõ gerekiyor. Yõllardõr yerli geleneksel yöntemlerle pirinç tarõmõ yapan Mali ve Liberya gibi ülkelerin çiftçilerinin uygulamasõ mümkün görünmeyen bir sistem. Bu stratejinin ardõnda kim var? Bilinen isimler: Rockefeller Vakfõ, Dünya Bankasõ, USAID (ABD Uluslararasõ Kalkõnma Ajansõ) ve Afrika ile dayanõşmaya karar veren Bill Gates. Pirinç, bir örnek: AGRA patenti alõnmõş çok sayõda yeni ürünü piyasaya sunmayõ hedefliyor. Bu sektöre girmeye çalõşan firmalarõn sayõsõ mantar gibi çoğalõyor. Afrikalõ çiftçilere ilk bir yõl boyunca ücretsiz tohum ve gübre verilirken (sonraki üç, dört yõlda indirim yapõlõyor) Afrikalõ köylüleri birkaç kuşak beslemiş olan geleneksel ürünler özetle yok oluyor. Sömürgeciliğin ortadan kalkmaya başladõğõ 1960’lõ yõllarõn başõnda Afrika ülkeleri günlük gereksinimlerini karşõlayabilecek düzeyde ürün üretebiliyor ve ihraç dahi edebiliyorlardõ. Oysa bugün hemen hepsi gõda maddelerini ithal etmek zorunda. Dakar’õn merkezinde Batõ Afrika’nõn en büyük gõda pazarõ Sandaga’da Portekiz, İspanya, İtalya ve Yunanistan’dan gelen meyve sebzeyi yerli ürünlerin yarõ fiyatõna satõn almak mümkün. Bu Avrupa’daki tavuk çiftliklerinden gelen tavuk kanadõndan Amerikan pamuğuna ve Tayland pirincine kadar pek çok ürün için geçerli. Batõ, endüstriyel tarõmõn ürünlerini elde ettiği kamu desteğinin yardõmõyla yerli çiftçilerin yok olmasõna neden olarak yoksul ülkelerin pazarlarõnda çok ucuz fiyatlara satõyor. Afrika kıyılarında talan Denizde de durum pek parlak sayõlmaz. Avrupa ülkeleri, Çin, Japonya ve Rusya’nõn donanmalarõ yerel ülke yönetimlerinin balõk avlama lisanslarõnõ satõn alarak Afrika kõyõlarõnõ talan ediyor. Afrika sahillerinde 9 milyon kişinin küçük balõk avcõlõğõndan geçimini sağladõğõ dikkate alõndõğõnda, kõyõlardaki yerli balõk avcõlarõ da darmadağõn ediliyor. Bir anlamda Afrikalõ balõkçõlar, yabancõ şirketler tarafõndan işletilen balõk fabrikalarõna hizmet eden işçilere dönüşüyor. Ne yazõk ki çoğu zaman teknelerini göçmen ticareti yapan kişilere gülünç fiyatlara satmak zorunda kalõyorlar. Açõk denizde seyretmeleri mümkün olamayan bu teknelerde yeni bir yaşam umudu için Akdeniz’i aşmaya çalõşan binlerce göçmen yaşamõnõ yitiriyor. Sosyolog Jean Ziegler’õn şu sözüne yer vermeden geçemeyiz: “Bir yandan Afrika’da açlığa zemin hazırlanıyor, öte yandan açlığın sığınmacılarını suçlu görüyoruz.” 1987’de öldürülmesinden birkaç yõl önce Burkina Faso’nun yöneticisi, devrimci Thomas Sankara’nõn dile getirdiği şu sözleri de anmamõz gerekir: “Afrika’yı Afrikadakilere geri vermek gerekiyor.” İtalyancadan çeviren: Aslı Kayabal (La Repubblica 26 Ocak 2010) Çöküş korkusu çift başlõlõk yarattõ STEFAN REINECKE Sol Parti, yönetim krizini rüzgâr hõzõyla bitirdi. Normal koşullarda böyle bir tempo, karar gücü ve profesyonel kriz yönetimine dair bir gösterge sayõlõr. Ama bu kez, sõrf bir korkudan doğmuş görünüyor. Bir kaosun patlak vermesi ve partinin de tümüyle birbirine düşman grupçuklar arasõnda bölünmesi gibi bir korku bu. Aman bir iktidar boşluğu doğmasõn! Aman tüm pragmatikleri, sol radikalleri, Doğulularõ ve Batõlõlarõ hõzla kendimize bağlayalõm! Tabii böyle bakõnca da, torbada herkes için bir şeker bulunduğu görülüyor. Parti içindeki gerçekçiler (Realos) için Caren Lay, Batõlõ sendikacõlar için Klaus Ernst, parti solundan da Sahra Wagenknecht, yönetimde. Ancak bunun çalõşabilir bir ekip mi, yoksa örtülü bir tür müşteri hizmeti mi olduğu sorusunun önü açõk. En azõndan. Gregor Gysi, Sol Parti’nin zaaflarõnõ kõsa bir süre önce açõk bir biçimde betimledi. İstikrarlõ bir parti ortasõnõn eksikliği hissediliyor. Bu personel çizelgesi, bu orta kesimi, eğer varsa tabii, en azõndan sahneye koyma çabasõdõr. O nedenle, Gesine Lötzsch, ki siyaseten göz çarpacak düzeyde bir göze çarpmazlõk yeteneğiyle bilinir, kariyer merdivenlerinin üst basamaklarõna kapaklanõp düşüverdi. Sol Parti’de şu sõralarda partiyi yönetmek için herkesle konuşabilmek yeterli sayõlõyor. Parçalanma korkusu Hiç de iyi bir işaret değil bu. Parçalanõp çökmekten korktuklarõ için parti üst yönetimi her şeyi itinayla ve çifte bağlarla sõkõ sõkõ bağlamõş oldu. İki parti sorumlusu, düzenli bir biçimde Doğu-Batõ ve kadõn-erkek diye kotalarla belirlendi. Bu fikre şimdiye dek Yeşiller Partisi bile kapõlmamõştõ. Böyle çok sayõda garantili bağla ve güvencelerle dipsiz kuyuya düşüşün engellenmesi amaçlanõyor. Ama bunun bedeli hareket yeteneğini yitirmek olabilir. Ayrõca, bir tür Wagenknecht hukuku da söz konusu. Artõk partinin başkan yardõmcõlõğõna gelecek olan Sahra Wagenknecht, Gregor Gysi ve takõmõ tarafõndan bir buçuk yõl kadar önce engellenmişti. Parti yönetimine gelenlerin, gelecekte, parti içi akõmlarda etkin olmasõ istenmiyor. Böylelikle Sahra Wagenknecht gibi kanat oyuncularõ, böyle bir kararla, zorla partiye sadõk kõlõnõyor. Pek bir hükümranlõk içerdiği söylenemez. Sol Parti kendisine hiç bu kadar yabancõlaşmamõştõ. Doğu eyaletlerindeki birçok insan hâlâ Dietmar Bartsch’a yapõlanlar nedeniyle öfkeli. Batõ eyaletlerindeki birçok insan da Oskar Lafontaine’in geri çekilişi nedeniyle huzursuz. İktidar aritmetiğine dayanarak yapõlan yönetim hesaplarõ, partinin kendi kendisini parçalama güçlerini sõnõrlama ve bir biçimde devam etme çabasõ galiba. Bu çabanõn alternatifi bulunmuyor. Ama yönetim bu haliyle tuhaf bir aracõ hatõrlatõyor. Bir sürü destek tekerleği var bu aracõn, buna rağmen sarsõlõyor. Almancadan çeviren Osman Çutsay (Tageszeitung, 27 Ocak 2010) Oskar Lafontaine’den sonra Sol Parti’de kaosu önlemek için çok parçalõ yönetim oluşturuldu Almanya’da Sol Parti içindeki huzursuzluk, parti içindeki tüm kanatlarõn yönetimde temsili sağlanarak şimdilik yatõştõrõldõ. Ancak partinin böyle bir yönetimle yoluna devam edip edemeyeceği tartõşmalõ. Birleşik Devletler Başkanı Barack Obama’nın 27 Ocak’ta “Birliğin durumu” ile ilgili olarak Kongre önünde yaptığı geleneksel konuşmanın ilki iktidarının birinci yılında her şeyin yolunda gitmediği konusundaki genel kanıyı doğrular görünmektedir. Başkan’ın konuşmasını ana hatlarıyla şöylece özetlemek mümkün: “Ekonomide finansal kasırga geçmiş görünse de enkazının bütünüyle kaldırıldığı söylenemez. On Amerikalıdan biri bugün iş bulmakta zorlanmaktadır. Çok sayıda işyerinin kapısı kapalıdır. İşsizliğin önünün kesilmesi Başkan’ın önceliklerinin merkezi olmaya devam etmektedir. İstihdam için yeni bir yasanın çıkarılması gündemdedir, Wall Street bankalarının devlete ödeyecekleri borçlarından 30 milyar doları, küçük işletmelerin kredi ihtiyaçlarının karşılanması için mahalli bankalara yardımda kullanılacaktır. Bu konuda bir başka önemli gelişme Başkan’ın işsizliğin önlenmesine dönük planıdır. İstihdama yönelik 150 milyar dolar kaynaklı bu planın acilen yasalaşması gündemdedir. Başlangıçta 50 milyon kişiyi kapsayacağından söz edilen sağlık reformu; lobilerin baskısı, dahası Demokrat Parti’nin Massachusetts seçimlerinde hezimete uğramasıyla kuşa çevrilmiş, federal devlet tarafından yönetilecek ve herkesin kesesine uygun ‘kamu sigortasının ihdası’, özeI şirketler ve onların Kongre’deki uzantıları tarafından ‘haksız rekabet’le suçlanarak metinden çıkarılmıştır. Bu ise Obama’yı destekleyenler arasında düş kırıklığına neden olmuştur. Ülkede işsizlik bir yılda iki katından fazla artmıştır. Dahası Wall Street’i ayağa kaldırmaya yönelik programlar ise istihdam yaratmak yerine işsizliği arttırmıştır.” (Bruno Odent, L’Humanite, 21 Ocak 2010) Öte yanda Başkan’ın, en azından tavır olarak, tıpkı Başkan Sarkozy gibi bankalarla başı derttedir. Finans kuruluşları belli kurallara uygun biçimde çalışmaları, giderek finansal çöküşün önde gelen sorumlusu olarak görülen çok kârlı ne ki son derecede riskli spekülatif girişimlerden uzak durmaları konusunda uyarılmıştır. Başkan ayrıca onca işsizliğin olduğu ülkede banka yöneticilerinin eskiden olduğu gibi çok yüksek ücretler, primler ve emeklilik ücretleri almaya devam etmelerine de karşıdır. Irak’tan çekilme, İran’la ilişkiler, küresel ısınma, Afganistan savaşı türündeki ne zaman biteceği bilinmeyen sorunlar sürmektedir. Bu ağustosun sonuna kadar ABD askerlerinin Irak’ı terk etmeleriyle ilgili sözünü yerine getirmesi ise kuşkuludur. İç savaş tehlikesi ise bütünüyle uzaklaşmış değildir. Afganistan savaşına gelince, Washington ve Kâbil’in Taliban teröristlerini silah bırakmaları karşılığında af, para, iş, dahası, terörün “rüşvet”le pasifize edilmesini içeren yeni stratejinin ise, neresinden bakılırsa bakılsın sonuç vermesi de, keza kuşkulu görünmektedir. Üstelik daha birkaç ay önce Pakistan sınırındaki Peştun bölgesinde yer alan Svat’ta “şeriat karşılığında barış” deneyimi kısa sürede tam bir fiyaskoyla sonuçlanmış, Taliban’ı pasifize edecek yerde tek kurtarılmış bölge başkent Kâbil’i vuracak ölçüde güçlenmesine yol açmıştır. Sonrasında Birleşik Devletler bir kez daha strateji değiştirerek bölgeyi 30 bin asker ve on üç bin NATO gücüyle takviye ederek Taliban’a karşı silahlı mücadeleye dönmüştür. Ayrıca yeni strateji uyarınca nokta vuruşları, görüntü ve ses izleme aygıtları ve roketlerle donatılmış “pilotsuz uçaklar” da şu anda savaşa katılmış durumdadır. Yaza doğru takviyelerin de gelmesiyle durumun NATO lehine değişmesi kimse için sürpriz olmayacaktır. Ne var ki Taliban ve El Kaide çetelerinin bertaraf edilmesi Pakistan’a, kuşkusuz Hindistan’ı da tedirgin etmeden ne ölçüde askeri ve ekonomik yardım yapılacağına da bağlı görünmektedir. Karzai’nin “rüşvetle barış sağlanması” çözümü ise hayaldir. Bu mümkün olsaydı, yolsuzluk, uyuşturucu ve silah ticaretinin cirit attığı, rüşvetin devlet yönetiminin üst kademelerine kadar tırmandığı bu ülkeye barış çoktan gelmiş olurdu. Üstelik Taliban’ın rüşvete ihtiyacı da yoktur. Tıpkı savaş baronları gibi onlar da uyuşturucu ticaretinden büyük gelir sağlamaktadır. Ama ABD ve NATO’nun derdi salt petrol yollarının güvenliği ise ülkenin eskisi gibi şeriatçı Taliban’ın yönetiminde olup olmaması önemli değildir. Nitekim ABD ve NATO, koyu şeriatın egemen olduğu ülkelerle pekâlâ barış ve işbirliği içinde yaşamayı içlerine sindirmişlerdir. Sorun anlaşılan burada değildir. Sorun siyasal İslamın aynı zamanda terör üretmesidir. Terör ise petrol yollarının güvenliğini ve bölgenin istikrarını tehdit eden potansiyel bir tehlikedir. Sorun bu noktada düğümlenmekte, giderek çözümsüzlüğü de beraberinde getirmektedir. ABD ve NATO’nun sürekli strateji değiştirip durmaları izlenmesi gereken en iyi yolun bulunmasına dönük olmaktan çok çaresizliğin şaşkınlığını ifade etmektedir. Afganistan’da Talibansız bir çözümün olanaksız olduğunu ileri sürmek, Afgan ulemasını toplayarak “akıl” danışmak, İslamcı partinin tarihsel suçlusu Gülbeddin Hikmetyar’ı AKP liderine yakınlığı dolayısıyla Taliban’la görüşmelerin gerçekleştirilmesinde AKP’ye özlemle yanıp tutuştuğu “arabuluculuk” görevi vermek, “imam albay” olarak ünlenen Molla Ömer’in ABD ile görüşmesini sağlamak siyasal İslamcı çözüm düşleri arasında yer almakta, bu konuda El Kaide’nin de yola getirilmesine yönelik görüşmelere ne zaman sıra geleceği sorusunu akla getirmektedir. Bruno Odent yukarda sözü geçen yazısında Başkan Obama’nın bir yıllık iktidarında tüm çabalarına karşın bazı sorunlarda başarısız kalmasının içe ve dışa dönük çok sayıda projesinin başarısız ya da en azından “eksik” gerçekleşmesinin nedeninin “sistemin tutsağı” olmasından kaynaklandığını ileri sürerken, kanımızca haklıdır. İyi niyet yetmiyor!.. Afrika’dan toprak ve gõda çalan kim Dünyanõn en yoksul ve aç kõtasõnda toprak ve gõda şeytanca bir yöntemle çalõnõyor Etiyopya, Mali, Sudan, Gana ve Madagaskar’da milyonlarca hektar toprak yirmi, otuz hatta doksan yõllõğõna Çin, Hindistan ve Güney Kore’ye devasa yatõrõm sözleri karşõlõğõnda verildi. Seul, şimdiden Afrika’da 2.3 milyon hektar toprağa sahip, Pekin’in 2.1, Suudi Arabistan’õn 1.6 ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin ise 1.3 milyon hektar toprağa sahip olduğu biliniyor. Nüfus cüzdanõmõ, ehliyetimi kaybettim. Hükümsüzdür. ERDAL YILMAZ Nüfus cüzdanõmõ, kaybettim. Hükümsüzdür. FATMA ÜRKMEZ Nüfus cüzdanõmõ, Hükümsüzdür. HİKMET TAŞLAN
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear