24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 30 EYLÜL 2009 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Almanya Şaşkınlığı ALMANLARIN değil, Almanya’daki Türklerin. İster Türk vatandaşlığından çıkıp Federal Al- manya vatandaşı olmuş, ister dolaylı yoldan çif- te vatandaşlığı becermiş, ama öyle ya da böyle Almanya’da oturup çalışan ve seçmen olarak ora- nın siyasal yaşamı içinde yer alanların. Hatta, son seçimde olduğu gibi, oranın parla- mentosuna seçilenlerin. O çapraşık seçim sistemini aşarak bunu başara- bilmek az buz iş sayılmaz. Ama, artık sadece onlar değil, Almanya’da yaşayan üç milyonu aşkın Türk, şimdi eskisinden de ciddi bir şaşkınlık içinde bekleşmektedir. Niçin? Alman vatandaşı olarak şimdiki devletlerini yönetenlerin Türkiye’yi AB’ye tam üye yapmama konusundaki inatlarından rahatsızlar. Hem bıra- kıp gittikleri ülkenin tam üye olmasıyla ka- vuşacakları rahatlığın özlemiyle, hem de yürekleri aynı zamanda Türkiye’yle birlikte çarptığı için. Son seçim bu rahatsızlığı ve incinişi daha da art- tıracağa benziyor: “Tam üyelik olmaz, ayrıcalıklı or- taklık verelim” diyen Frau Merkel yine başbakan; ayrıca bu kez Ankara’nın üyeliğine sıcak bakan Sosyal Demokratlar’la değil, ortanın sağında ge- nel olarak kendi gibi düşünen Hür Demokratlar’la koalisyon kurma durumunda. O partiden Dışişle- ri Bakanlığı’na gelmesi beklenen Guido Wes- terwelle’nin vaktiyle Türkiye konusunda hayırhah sözler etmiş olması Frau Merkel’i eski tutumun- dan vazgeçirmeye yetmeyecektir herhalde. Bu durum karşısında Ankara’dakilerin yeni bir şeyler düşünüp yapmaları beklenirdi. Ama ha- yır, AB’ye hükmedenlerin “Kopenhag ölçütleri karşılansa, sürdürülen görüşmelerde bütün başlık- larda uzlaşılsa ve ek protokolün gerekleri yerine ge- tirilse bile tam üyelik kesin değil” diyen AB’lilere karşı henüz yeni bir tasarım geliştirilmiş değil. Tu- haf bir çaresizlik içinde bekleşilmekte. Oysa AB ile ilişkiler için yeni bir tasarım ge- liştirilmiş olsa, bir yandan bu yeni hedefe varma görevini yüklenen Türk diplomasisi için yeni bir uğraş pisti yaratılacak, bir yandan da örneğin Al- manya Türklerinin incinmiş gururları onarılarak on- lar bu çabaya uygun bir etkinlik içine girecekler- dir. Ne olabilir bu çaba? En iyisi, AB’lileri kendi oyun- larına getirmektir. Madem ayrıcalıklı ortaklık deniyor, “Ayrıcalık si- zin değil, bizim lehimize olmalı” diyerek, tam üyelik yalvarışını bırakıp AB ile sağlıklı ve çı- karlarımıza uygun nasıl bir özel ilişki istendiği be- lirlenmelidir. Norveç’le İsviçre bunu yaptı: Ekonomi, dolaşım ve eğitim alanlarında işlerine gelen bir işbirliğini, gelmeyen konularda da bağımsızlığı ka- bul ettirdiler. Buna benzer ciddi bir çalışmadan kaçış, ya onur- suz bir dışlanışa boyun eğmek ya da ekonomik ve siyasal bağımlılığı ister gibi beklemek demektir. mumtazsoysal@gmail.com PENCERE Yaşanan Olayın Anlamı Ne?.. Son günlerde medyada yayımlanan bana ilişkin kö- şe yazılarını ve haberleri bizim gazetede biriktiriyorlar; koskoca bir dosya oluştu. Ne yapmalı?.. Sıkıp suyunu mu içmeli?.. Yoksa tüm yazıları bir araya getirip bir kitap mı çı- karmalı?.. İlhan Selçuk hakkında yazanlar arasında saygın kalemler var, körkütük dinciler var, uçuk enteller var, sa- tırlar boyunca hastalıklı ruhunu dile getirenler var... Nedir bu olayın anlamı?.. İlhan Selçuk önemli değil.. Olay önemli!.. Cumhuriyet bir grubun gazetesi değil, çalışanların ga- zetesi... Tek bağımsız gazete!.. Patronsuz gazete!.. Bu durum ister istemez bir soru işareti oluşturuyor; ben Cumhuriyet’e karşı sistemli, planlı bir düşmanlığın bu ola- yı yarattığını düşünmek istemiyorum; dostlarımız var... Öyleyse köşelerden bana ve Cumhuriyet’e yönelik sal- dırıların altında yatan ne? Bir korkudan söz açabilir miyiz? 1) Ya sol birleşirse?.. 2) Ya solun birleşmesini sağın ulusal kesimiyle da- yanışma izlerse?.. Telaş bundan mı kaynaklanıyor?.. Türkiye’de bugün geçerli “teslimiyet siyaseti”ne kar- şı bilinçli bir başkaldırının toplumda tohumlanması dü- şüncesi bile kimileri için bir ‘kâbus’ mu oluşturuyor?.. Bu ortamda bizim döneklerimiz de köşelerinde fırsatı değerlendirmeye çalışıyorlar; çalakalem yazıyorlar, sal- dırıyorlar, içlerindeki hıncı ne kadar yelpazeleseler na- file!.. Çünkü döneğin benliğine onulmaz bir aşağılık duy- gusu yuvalanır; dönmeyene kini, kişiliğinin güdülen- mesinde ağır basar... Dönekler “Tarihin sonu geldi” diye çok seviniyorlar- dı, ama iş tersine döndü... Dönmeyen, döneğin karabasanıdır... Yakın bir geçmişte beni de sollayıp çevremde “İlhan Abi” diye dönenenlere ne yazık ki artık bir yardımım do- kunamaz... Çünkü dönmeye niyetim yok!.. Cumhuriyet gazetesinin kuruluşundan mayalanan yöntemi, iç siyasete ve dünya politikasına ‘ulusal çıkarlar’ açısından bakmaktır... Atatürk’ün ‘Çağdaş Uygarlık’ mantığını benimsiyoruz.. ‘Tanzimat Batıcılığı’nı değil.. Kimileriyle farkımız bu!.. Avrupa Birliği’ne karşı olmak yok!.. Böyle bir rota sap- ması bize göre değil... Girelim Avrupa Birliği’ne; ama, kendimizi bilerek gi- relim, adam gibi girelim!.. En azından Fransa, İtalya, İs- panya gibi çıkarlarımızı kollayarak Avrupa Birliği’ne gir- mek başka, şamar oğlanına döndürülüp sonu bilinmez bir siyaset anaforunda irademizin dışına yuvarlanmak başka... “Ulus devlet bitti” diye ulusal çıkarların aleyhine dönmek aptallığı ve hainliği de ancak döneklere yakı- şır; bunlar vaktiyle “Kapitalizm bitti” diye komünist en- ternasyonalizmi de hemen ilan edivermiş uçuklardır... Türkiye’de çok ciddi bir medya sorunu var; benim adımla vurgulanan son olay da bunun bir dışavurumu olarak gündeme girdi. (1 Mart 2002 tarihli yazısı) D il Devriminin 77. yõlõna eriştik; ne ki TBMM’den tutun üni- versitelere, öteki eğitim ku- rumlarõna, kitle iletişim araç- larõna dek birçok yerde hâlâ çü- rük sakõza dönmüş eski-yeni dil tartõşmala- rõ sürüyor. Atatürk’ün başlattõğõ Türk Dev- rimini içine sindiremeyenler, akõl ve bilim dõ- şõ savlarla dile saldõrõyor, ortak (resmi) dil ko- nusunu sulandõrõyorlar. Televizyonlarda abuk sabuk tartõşmalar ya- põlõyor; her şeyi bilen birileri devrimle ka- zanõlmõş sözcükleri kullanarak devrime sö- vüyor. “Osmanlıca Türkçedir” diyenler, ne- den o Türkçeyi kullanamadõklarõnõ açõkla- yamõyorlar. Üç dilden oluşan, Türkçenin ku- rallarõnõ işlevsiz kõlan, Türkçeyle hiç ben- zerliği olmayan Arapça ve Farsçanõn kural- larõnõ dayatan bir dili üç beş eski sözcük pa- ralayarak, çokça da yeni sözcükleri kullanarak savunanlar, gülünç duruma düştüklerinin ayrõmõnda bile değil, diyemeyiz. Bunu bilinçle yapõyorlar; çünkü Dil Devrimiyle yenileşen Türkçeye saldõrmak, bir bütün olan Türk Dev- rimiyle hesaplaşmanõn önemli bir boyutudur. Her insan, kendini bir değil birçok alanda yetiştirebilir; bilgili, birikimli kişilere saygõmõz sonsuzdur. Ne ki “terbiye” sõnõrlarõnõ aşarak yakõşõksõz bir biçemle, eline geçen beyazcamõ, gazeteyi kirletenleri kõnamak da devrimlere ve yaratõcõsõna karşõ borcumuzdur. Yasak sözcükler Dil Devriminin kuşaklarõ birbirinden ko- pardõğõ, uydurmalarla Türkçenin bozulduğu, Atatürk’ün dilde devrimden vazgeçtiği, gençlerin Cumhuriyet öncesinin yazarlarõnõ anlayamadõğõ savlarõnõ, dil kendisi çürüttü. Bu savlarõn sahipleri “uydurukça” dedikleri dil- le konuşmuyorlar mõ? Dünkü yasak söz- cükleri “muhafazakâr” başbakanlar da kul- lanõyor, en tutucu yazarlar da... Bu çokbil- mişler, yalnõz Ömer Seyfettin’in düzyazõ- larõnõ okumuş olsalar, eski metinleri yazõl- dõklarõ dönemde de bõrakõn genç kuşaklarõ, halkõ, aydõnlarõn bile anlamadõğõnõ bilirlerdi. Üniversitelerin Türk dili ve edebiyatõ bö- lümlerinin çoğunda Cumhuriyet dönemi Türkçesi, Osmanlõcayla yer değiştiriyor. Pek saygõn “akademisyen”lerin çoğu, eskiye sarõlarak, eskide kalan ayrõntõlara tutunarak, “pek bilimsel” kitapçõklarla, öykünmeci yazõlarla yükseliyorlar. Bir kültür bakanõ, “ho- ca efendi”nin olimpiyatlarõna övgü düzerken, “Türkçe için Karamanoğlu Mehmet Bey’den bu yana hiçbir şey yapılmadı” di- yebiliyor. Yazõk ki etkili yetkililerin çoğu, Karamanoğlu Mehmet’in ünlü “fer- man”õnõn yaşama geçecek zaman bulama- dõğõndan, Selçuklularõn ardõndan Osmanlõlarõn da zamanla Türkçeden uzaklaştõğõndan ha- berli değiller. Rahatsız olmuyorlar Başbakanlõka bağlõ TDK’nin yöneticileri de Türk Devrimiyle hesaplaşanlarõn arasõn- da yer almõş durumdalar; “hoca efendi”nin olimpiyatlarõndan eksik kalmadõklarõ gibi, ik- tidar partisinin önde gelenlerinin kurduğu bir dil derneğinin kurucusu olmuşlar. Her insan istediği derneğe üye olabilir; ancak Dil Dev- rimini yadsõyanlarõn arkasõna takõlmak, son- ra da bugünkü TDK’nin Atatürk’ün kurumu olduğunu savunmak etik açõdan tartõşõlmasõ gereken bir durumdur. MEB, TDK yöneti- cileri, başbakanlar, bakanlar, sanatçõlar, “ho- ca efendi”nin Türkçe öğrettiği yabancõlar şõ- kõr şõkõr Türkçe konuşurken bizim çocukla- rõn Türkçeyi öğrenememesinden, yabancõ dil- le öğretim görmesinden hiç rahatsõz görün- müyorlar. Öte yandan ortak (resmi) dil, “olmayacak duaya amin demek” örneğine uygun bi- çimde sõğ, örtülü tartõşmalarõn odağõna yer- leştiriliyor. Kim tartõşõyor? Gazetecilerle si- yasetçiler... Konuya öyle bir yerden giriyorlar ki, tepki verirseniz insan hak ve özgürlükle- rine karşõ çõkmõş duruma düşebilirsiniz. Sanki köken ayrõlõğõ olan herkes “Cumhu- riyet döneminde zulüm” görmüş gibi. İşin içine şarkõcõlar, oyuncular filan da karõştõ; do- ğaldõr, herkes bildiğini söyleyecek; ama fil- dişi kulesinden başõnõ çõkarõnca gördüğünü değil, doğru bildiğini... Bu arkadaşlar, 1960’lardan bu yana Türkçe sözcükler ya- saklanõrken; 12 Eylülcüler Atatürk’ün kalõ- tõnõ çiğner, kurumlarõnõ kapatõrken; “olanak, yanıt...” diyenler “komünist” diye suçla- nõrken, 1402’lik olup aç kalõrken nerdeydi? Resmi dille eğitim zorunludur 77. Dil Bayramõ’nõ nerden, niçin estirildi- ği belli olan boz bulanõk bir havada kutla- yacağõz. Biz, her zaman ülke sorunlarõna, se- vinçlerine yurttaşlõk bilinciyle baktõk, ortak akõl yürüterek katõlõmcõ olmaya çalõştõk. Bu bilinci Türk Devrimiyle edindik. Ülkemizde konuşulan her dile saygõlõ olduk; aynõ saygõyõ Türkçe de hak ediyor. 80’li yõllarda Kürtçe- yi “kart kurt” sesiyle özdeşleştirenlere tep- ki vermeyen ünlü yazarlar, gazeteciler sus- kunken bilimsel akõlla doğru bildiğimizi söyledik. Yine açõkça söylüyoruz; bu ülkede ortak (resmi) dille eğitim zorunludur. Ortak dil dõ- şõndakiler belli kurallarõ olan kurumlarca ya- şatõlõr; yazarlar, bilimciler, değişik dallarda ürün veren sanatçõlar yaratõcõlõğõnõ sergiler. Ülke koşullarõnõ göz ardõ ederek iki dilli eği- timi savunmak, çokdilli eğitime çanak tut- maktõr; köken ayrõlõğõna yaslanan “milli- yetçiliği” körüklemektir. Aklõ başõnda olan, ülkenin koşullarõnõ bugünün olanaklarõyla de- ğerlendiren her yurtsever, köken ayrõlõğõna yaslanan her türlü “milliyetçiliğe” tepki vermelidir. Türkçeyi, Türkçe konuşanlarõ suç- luymuş gibi gösterme çabalarõ, her şeyden ön- ce Mustafa Kemal’in “Yurtta barış dünyada barış” ülküsüne ihanettir. TBMM’nin çatõsõ altõnda bile Dil Devrimine sataşõlõrken, Atatürk’ün vasiyetnamesi üs- tündeki hukuk ayõbõ silinmemişken, kimi kurumlarda bugün bile yeni sözcükler ya- saklõyken; ürünler, kentler, eğitim kurumla- rõ İngilizcenin işgali altõndayken Türkçe dõ- şõndaki diller baskõ altõnda da Türkçe özgür mü? Dil Devriminin 77. yõlõnda yine de ka- ramsar değiliz; 86 yõllõk Cumhuriyetimiz, Türk Devrimi deneyimiyle akõlcõ ve bilim- sel olandan yana ağõrlõğõnõ koyacaktõr; bu duy- gularla ulusumuzun Dil Bayramõ’nõ kutlu- yoruz! Dil Devriminin 77. Yõlõ Sevgi ÖZEL TBMM’nin çatõsõ altõnda bile Dil Devrimine sataşõlõrken, Atatürk’ün vasiyetnamesi üstündeki hukuk ayõbõ silinmemişken, kimi kurumlarda bugün bile yeni sözcükler yasaklõyken; ürünler, kentler, eğitim kurumlarõ İngilizcenin işgali altõndayken Türkçe dõşõndaki diller baskõ altõnda da Türkçe özgür mü? Y erinde kullanõlan bir söz sõ- rasõnda dünyayõ sallar. “Boyundan utan” da, içinde bu özelliği taşõyor. Son yõllarda kulağõmõza pek sõk çalõnan adõ geçen ilenmeyi, düşmanõmõn bile duymasõnõ istemem. Her insanda bulunmasa da “utanmak”, insana özgü bir duy- gudur. Diğer canlõlarda görülmez. İlgisizlere, beceriksizlere, duygu- suzlara, sözünü unutanlara, gözü görmeyenlere, görüp de ağzõnõ açmayanlara, kulağõ duymayan- lara, cebi hak etmeden dolanlara iğne batõrmak mõ istiyorsunuz? Onlara “Boyundan utan” demek yeter. Utanmak sözcüğünün için- de arlanmak, sõkõlmak, başõ öne düşmek, ezilip büzülmek, gözle- rinin içine kadar kõzarmak, yüzü- ne bakamamak… saklõdõr. Utan- ma yetisi varsa... Başlõğõmõz, sadece boyu uzun- lara söylenir sanõlmasõn. Makamõnõ dolduramayanlarõ, görevini yap- mayanlarõ tümden kapsar. Kõsa boylular nasibini neden almasõn hak ettikten sonra. Oğlu, az zamanda büyük işa- damõ oldu. Başkasõnõn çocuğu “gemicik”lerle oynarken o durur muydu? Boylarõ küçük diye bu ça- lõşkan bakanlarõ saymazsak, alõn- mazlar mõ? Başlõk, başka kimleri ilgilendi- riyor? “Kopsun seni -bir hak diye-alkışlayan eller” dizesiyle işaret edilenleri. Ozan Ali Ça- ğan, adaletsiz dönemin maşalarõ- na şiiriyle vuruyor: “Gencecik fidandın sen de bir zaman/Utan darağacı boyundan utan.” Dar- ağacõ günümüzde evrim geçirdi. Eğer düşüncelerin beğenilmezse, haklõyken gizli tanõklarla suçla- nõrsõn, haberin olmadan gizli örgüt üyeliğine atanõrsõn!.. Başõna ol- madõk işler gelir. “Yüzyılın Soy- gunu Deniz Feneri”nden ise ses çõkmõyor! Ülkenin birinde işler sarpa sar- dõkça, halkõn ağzõ daha çok açõlõ- yormuş. “Bey bey boyundan utan” sözleri sokaklarda, cadde- lerde, meydanlarda yankõlanõyor- muş. Bazõlarõnõ almõş götürmüş- ler içeri. Sormuşlar, “Bu kötü sözler kime?” İçerdekiler, “Pa- tagonya kralına” yanõtõnõ ver- mişler. Görevliler inanmamõş, el- lerini gözlerine götürüp “Pışşşk!” yapmõşlar. “Yutmayız. Geçiniz efendim” demişler, “biz kime ‘Boyundan utan’ denileceğini çok iyi biliyoruz”. Boyundan Utan... Nusret ERTÜRK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear