28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 26 EYLÜL 2009 CUMARTESİ 16 KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN HARBİ SEMİH POROY 26 Eylül GÖRÜŞ Prof. Dr. MUSTAFA AYSAN Orta Vadeli Program Yıl başından beri beklenen “Orta Vadeli Program (2010-2012)” açıklanmış bulunmaktadır. Önümüz- deki üç yılı kapsayan bu ekonomik program, 2008’de 735 milyar dolar olan milli gelirimizin (GSYH), 2009’da yüzde 17 oranında azalarak 608 milyar dolara düşeceği beklentisinden yola çık- maktadır. Bu yüksek oranlı küçülmenin bir kısmı, yıl içinde dolar fiyatının yükselmiş olmasından kay- naklanmıştır. Programla ilgili açıklamada, sabit TL değerleriyle tahmin edilmiş bulunan küçülmenin yüz- de 6.0 oranında gerçekleşmesinin beklendiği belir- tilmiştir. Böylece, gerçekleşmeyeceği yıl başından beri belli olmuş bulunan, bu yılki küçülmenin yüzde 3.6’da kalacağı yönündeki hükümet öngörüsünün düzeltilmesi de sağlanmış bulunmaktadır. Üç yıllık programın tahminlerine göre milli geliri- miz, 2010-2012 döneminde, sırasıyla yüzde 3.5, yüz- de 4.0 ve yüzde 5.0 oranlarında büyüyecektir. Böy- lece, 2012’de bile milli gelirimizin, 2008’deki 735 mil- yar dolarlık düzeyinin altında kalacağı ve 700 milyar doları ancak aşabileceği plana bağlanmış olmaktadır. Bu rakamlara göre, 2008’de 10 bin 436 dolar dü- zeyinde olan kişi başına milli gelirimizin de, 2009’da yüzde 19 oranında ve 2 bin dolar kadar azalması bek- lenmektedir. Bu yüksek oranlı fakirleşme, ekonomik bunalımın yarattığı olumsuzluklardan bu dönemde kurtulmanın olanaklı bulunmadığını göstermektedir. Bu olumsuzlukların en önemlisi, bunalım içinde hız- la yükselmiş olan işsizlikle ilgilidir. 2006’da yüzde 9’a düşürülebilmiş olan işsizlik oranının, 2007’de yüz- de 10.3’e, 2008’de yüzde 11’e yükselmesi önlene- memiş ve bunalım içinde geçen 2009’da yüzde 14.8’e çıkacağının öngörülmüş olması, program dö- neminde, işsizlik oranının dayanılabilir noktalara in- mesinin beklenmediğini göstermektedir. 2009’un şu- bat ayında yüzde 16’ya kadar yükselmiş bulunan iş- sizlik oranının, haziranda 13.3’e kadar düşmüş ol- ması, büyük ölçüde, tarımdaki mevsimlik geçici ça- lışma olanaklarıyla ilgilidir. Yılın bütünü için bulunan yüzde 14.8 oranının da son yıllarda hiç rastlamadı- ğımız yükseklikte olduğu görülmektedir. Bu yüksek yıllık oran, program döneminin son yılında, 2012’de, ancak yüzde 13.3’e düşürülebilecektir. Bunalımdan çıkmayı zorlaştıracak ikinci ayak ba- ğı, bunalım içinde hızla yükselmiş bulunan merke- zi devlet bütçesi açıklarıdır. 2006 sonunda, milli ge- lirimizin yüzde birinin altına (yüzde 0.6’sına) kadar düşürülebilmiş olan devlet bütçesi açığının, 2007’de katlanarak milli gelirin yüzde 1.6’sına, 2008’de yüz- de 1.8’ine, bunalım yılı olan 2009’da da yüzde 6.6’sı- na (son üç yılda 11 katına) fırlaması önlenememiş- tir. 2001’deki ekonomik bunalımı izleyen 2002 yılında milli gelirimizin yüzde 11.5’ine kadar yükselmiş devlet bütçesi açığı, 2008 bunalımını izleyen 2009 yılında hızla yükselmiştir. Bu tablo, 1990’larda rast- lanan akıl dışı devlet bütçesi uygulamalarını anım- satmaktadır. O dönemdeki uygulamalara benzer bi- çimde, devlet bütçesi açığının 2009’da 62.8 milyar TL’ye yükselmesinin beklenmekte olması, 2002’yi iz- leyen yıllarda, 2006 sonuna kadar uygulanmış olan sıkı bütçe disiplininin, bunalımın baskıları altında öl- çüsüzce gevşetilmiş olduğunu göstermektedir. Bu yüksek bütçe açığı, program öngörülerine göre, prog- ram döneminin ilk yılı olan 2010’da 50 milyar TL’ye, 2011’de 45 milyar TL’ye ve 2012’de de 39 milyar TL’ye ancak indirilebilecektir. Buna ek olarak, prog- ramda öngörülmüş olmamakla birlikte, 2009 başında belediyelerde birikmiş olan 44.4 milyar TL tutarın- daki (milli gelirimizin yüzde 5’ine yakındır) yüksek borç toplamının önemli bir kısmının da, eskiden olduğu gibi merkez hazinesinden ödeneceği de tahmin edil- mektedir. Ülkemizin yüksek vergi ve yüksek borç yükü, açık- ları kapatmanın oldukça güç olacağını göstermek- tedir. Bu orandaki açıklarla, 2009’da yüzde 5.9 ola- rak gerçekleşmesi beklenen enflasyon oranının, prog- ram yılları için sırasıyla öngörülmüş bulunan yüzde 5.3, yüzde 4.9 ve yüzde 4.8 düzeylerine indirilebil- mesinin olanaksız gibi göründüğü tespit edilmelidir. Programın milli gelir, büyüme ve bütçe uygula- malarıyla ilgili bölümlerinde gerçekleşmenin güç ola- cağı görülmektedir. Programın dış ticaret ve ödemeler ile dış finans- manla ilgili özellikleri, ayrı bir yazıda ele alınmalıdır. Kimin Nefreti? Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’daki vatandaşların ağalardan çektiğinden yakınarak dedi ki: “Bugün bu noktalardaysak, altında yatan temel nedenlerin bir tanesi bu.” Yıllardır Türk solu bu tezi savundu, bu yüzden de başına gelmedik kalmadı. Örneğin, Deniz Gezmiş, savunmasında şunları söylüyordu: “Geçmiş bütün iktidarlar, toprak ağalığını himaye etmişlerdir. Elli yıldır konu olan toprak reformu gerçekleştirilmemiştir. Ve bundan sonra gelecek iktidarlar da yapamayacaktır. Çünkü köylüler üzerinde sömürü ağını kaldırmak bugünkü iktidarlar için imkânsızdır. Toprak reformu, köklü ağır sanayi ile bir arada yürütülmezse, hiçbir işe yaramaz ve beş-on sene içinde topraklar tekrar tefeci ve ağaların eline geçer. Cumhuriyetten bu yana toprak reformunun yapılmaması da güçlerini göstermesi bakımından önemlidir.” TBMM’de, Deniz Gezmiş’in idamını onaylayan AP’li parlamenterler arasında aşiret reisi “Kinyas ağa” da vardı. Orgeneral İlker Başbuğ’un “Ayrılık tohumu giren tarladan nifak ve nefret çıkar” sözünü alıntıladığı Kinyas Kartal var ya, işte o... Bir tezi savunurken çelişkiye düşmemek gerek. Kim kimden doğruyu söylediği için nefret etmişti, iyi bilmek gerek. Kavakçı Enstitüsü Gazeteci dostumuz Yılmaz Polat, türban takıp TBMM’ye girme operasyonunun baş aktörü Merve Kavakçı’nın babası ile ilgili yeni bir bilgi aktardı: “Merve Kavakçı’nın Teksas Richardson’da imamlık yapan babası Yusuf Ziya Kavakçı, kendi adına enstitü kurdu. Yusuf Ziya Enstitüsü, ramazan dolayısıyla Amerika’nın her tarafına postaladığı mektupla zekât topladı.” Enstitünün açıklanan tasarımlarını gözden geçirdik. Yusuf Ziya Kavakçı, hedeflerini büyütmüş: “Cemaatin geleceği açısından alim ve liderlik eğitimi için gerekli okullar kurmak. Oluşturulacak kütüphane ve arşiv ile genel cemaat üyelerinden din alimi olmaya çabalayan, İslami kaynaklara ulaşmayı hedefleyen veya bilgisini tazelemeyi, yenilemeyi amaçlayan kişilere yardımcı olmak. İslami sanat, İslam tarihi ve çeşitliliği üzerinde gösteriler düzenlenmek.” Ayamama Prof. Dr. Tümer Uraz, İstanbul seli ile birlikte anılır olan “Ayamama”nın tarımcılar, özellikle ziraat mühendisleri açısından önemine dikkat çekti: “Bundan tam 163 yıl önce, 10 Ocak 1846’da ‘Ayamama Çiftliğinde’ Ziraat Mektebi Aliyesi adıyla ilk bilimsel tarım eği- timine başlanmıştır. Her yıl 10 Ocak tari- hi, tüm ziraat fakültelerinde, teknik ziraat müdürlüklerinde kutlanır; bazı merkezler- de balolar düzenlenir, paneller, sempoz- yumlar gerçekleştirilir. Son birkaç yıldan beri bu önemli gün, artık ‘Tarım Haftası’ biçiminde bir etkinliğe dönüştürülmüştür. Sonraları ‘Halkalı Ziraat Mektebi’ olarak daha yüksek düzeye ulaşan bu eğitim sis- temi, 30 Ekim 1933’te Ankara’da ‘Yüksek Ziraat Enstitüsü’nün açılmasıyla ‘üniver- siter’ düzeye çıkarılmıştır.” Son yıllarda yönetim ve eğitim siste- mimizde büyük sıçramalar yaşadığımız- dan, İstanbul çiftlik, imam okulu mezun- ları da belediye başkanı oldu. Ayamama ise bol bol sulanır toprak! Çalışma yaşamını yakından iz- leyen Hasan Tahsin Benli, T24 bilgisunar sitesinde Çalışma Ba- kanı Ömer Dinçer’in nereye koş- tuğunu yazmış: “Sendikalardaki görüş, Dinçer’in sendika karşıtı tutumunu bakanlıkta da sürdüreceği yönünde. Hatta bazıları, Dinçer’in bu gö- reve özellikle getirildiğini, hükü- metin gizli ajandasında sendikaları yok etme ya da ‘yandaş’ hale ge- tirme planı olduğunu, bu görevin de en iyi biçimde Dinçer tarafından yapılacağını düşünüyorlar. Daha geçtiğimiz ay işsizlik si- gortasını, kiralık işçilik düzenini yeniden düzenleyen bazı yasa de- ğişiklikleri yapılırken bakanlık sen- dikaları muhatap dahi almadı. Üç- lü Danışma Kurulu’nu şeklen top- ladı. Aynı gelişme İşsizlik Sigortası Fonu’nun amacı dışında kullanıl- ması yönündeki düzenlemede de yaşandı. Hükümet, ‘Teşvik ve İs- tihdam Paketi’nin finansmanını bu fondan karşılarken sendikala- rın görüşünü almadı. Üstelik veri- lecek para, işçinin parasıyken… Kulislerde Bakan Dinçer’in kararlı olduğu söyleniyor. Sendikaların muhalefeti nedeniyle bekleyen birçok yasal değişikliği yapacağı anlatılıyor. Bunları yaparken de sendikaları muhatap almayacağı dile getiriliyor.” Turgut Özal ve arkadaşları da aynı yoldaydı, ama siyasi ömürleri yetmedi. Sendikalarla Oynamanın Sonu Dil Bayramı ve Sözsüzleme Prof. Dr. ÖMER DEMİRCAN Okan Üniversitesi Dil Bayramı, 26 Eylül 1932’de toplanan ilk “Türk Dili Kurultayı”nın yıldönümü olarak kutlanır ama, gerçek- te dil devrimi harf devrimi ile 1928’de başlar; son derece tutarlı bir amaca dönüktür: Kısa sürede bütün ülke hal- kını okuryazar kılarak onlara çağdaş eğitim vermek; her bireyi yönetime, üretime, hakça paylaşıma ortak ola- cak bilinçte bir yurttaşa dönüştürmek. O süreçte de, “devlet dili” seçilen Türkçe- den, işlek bir iletişim, eğitim- öğretim ve bilim dili yarat- mak. 1830-1920 arasında dilde ve eğitimde yaşanan deği- şimler elbette yadsınamaz ama, bütün halkı kucaklayan öylesine özverili çalışmalara Cumhuriyet döneminde giri- şilir. Türkçeye, 1928-1938 arasında Atatürk’ün özel gö- zetimi, İnönü döneminde 1947’ye kadar da Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ile arkadaşlarının dil, eğitim, ekinsel gelişim yolunda har- cadıkları olağanüstü çabalar yön verir. O ivme ile öğret- menler, aydınlar, şairler, ya- zarlar, bilim adamları Türk- çeyi pırıl pırıl bir eğitim, yazın ve bilim dili düzeyine yük- seltirler. Ne var ki, özellikle 1950’den sonra içten içe “Türkçeleştirme”ye karşı açık bir direniş başlar. Yalnızca yabancı sözcük alımı ile ye- tinilmez; değerler yozlaşır- ken sözlüğe karşı iki işlem boy atar: Birincisi iyiyi olum- suzlama, ikincisi kötüyü gü- zelleme. 1. İyiyi olumsuzlama. O işlemler George Or- well’in “Bindokuzyüzsek- sendört” (1945:7) adlı roma- nında, “parti”nin bütün kav- ramları tersine çevirmesine benziyor. O metinde örneğin: “Özgürlük köleliktir” sözü ile “özgürlük” aşağılanır. Türkiye’de de “toplumcu” olarak çevrilebilecek “komü- nist” sözcüğüne 1938’den sonra “vatan haini” anlamı koşularak Türkçe bir karşılık engellendi, tıpkı kırsal ke- simde bir zamanlar yaygın olarak kullanılan “yoldaş” sözcüğünün “komünist ar- kadaş” diye anlamlanarak boğulması gibi. 1946’dan sonra tutucular, 1980’den sonra dıştan gü- dümlüler Atatürk’ü ve dev- rimlerini özden ve gözden düşürmeye başladılar. O amaçla, Tolga Örnek’in “Ge- libolu”su, Can Dündar’ın “Mustafa”sı gibi belgesel filmler bile yapıldı. Ulus-devlete karşı o bi- timsiz kukla oyununda vu- rulmayan güzel sözcük kal- madı. 1946-1983 arasında kimileri o kıyıma aymazca katıldı. İlk önce birçok marş sözleri ile “ulusal ant” (1933- ) içinde geçen “ülkü” sözcü- ğü 1970 sonrası “ülkücü- solcu” çatışması yüzünden “ilerici” ile “devrimci” ikizle- ri, kişiler “komünist” ve “sol- cu” sözcükleriyle suçlana- rak; “öztürkçe, özleştirme” solculuk ve komünistlik sa- yılarak; “devrim, devrimci” 1947 sonrası “İnkılap Tarihi” çarpıtması ve “devirim” ile eşitlenerek; “gösteri”, işçi haklarını yiyenlerce kötüle- nerek; “yürüyüş”, hak, eşit- lik, onur eleştiriyi hoş göre- meyen yönetimlerce engel- lenerek; “bağımsızlık” ise yanlış bir türetme sayılarak aydın-iletişim dışına sürül- dü. Örgütlenme temiz kalmış ise de “örgüt, dernek” söz- cükleri suç-işleme, terör- amaçlı çete ile eşlendi; “ba- şörtüsü”nün yerini, 1970 son- rasında siyasal simge seçilen sağlıksız “türban” aldı; işve- renlerin işçi karşıtı tutumları- nı yönetime dayatmaları so- nucu “1 Mayıs”, kadın üze- rinde uygulanan çağdışı bas- kı ve şiddet ile “töre”, 2008’de de bir terör/suç örgütü davası’na ad seçilen “Ergenekon”, “sakıncalı söz- cükler” olarak damgalandı. 2. Kötüyü güzelleme. Yine Orwell (1945) içinde “big brother” (ağabey), bütün olumsuz anlamlı sözcükleri dilden atarken işine gelen sözcükleri de olumlular: İç- işleri Bakanlığı’nın adı “Sev- gi Bakanlığı” olur. “Savaş barıştır”, “cehalet güçtür” sözleriyle de savaş ve ce- halet övülür, tıpkı “gelişme- si engellenmiş olan ülkeler”e “azgelişmiş” denmesi gibi. 1980’den sonra “zam yap- mak” işlemine “fiyat ayarla- mak”; 1990’dan sonra, Bü- yük Ortadoğu Projesi diye şişirme bir terimle “bir ülke- yi işgal edip parçalamak”, o ülkeye “demokrasi götür- mek” diye sunuldu. Bu aşamaya nasıl gelindi? Tıpış tıpış. Daha önce okul- larda Fransızca birinci ya- bancı dildi. 1952’de devlet okullarında yabancı dilde öğretime başlanarak İngi- lizce öne geçirildi. Türk Dil Kurumu’nu kıyım kıyım kıyan 12 Eylül 1980 darbesinden sonra o öğretim olağanüstü yaygınlaştırıldı. 1987’de İngilizce tekel-ya- bancı dil oldu. 1997’de ya- bancı dile başlama yaşı 10 yaşa çekildi; özel okullarda ise anaokuluna indirildi. Ol- maz ya, Türkiye Cumhuriye- ti bir federasyona dönüşürse ortak dil olarak İngilizce mi dayatılacak? Türkçe ile hiç- bir ilgisi bulunmayan W, Q, X harflerini, sh, ch, (?) gibi ya- zımları Türkçe abece’ye kat- ma önerisi savunulabilir mi? Bu girişim, zaten kendi abe- cesi olan başka dillerin yazı- mı bahane edilerek Türkçe abece’yi bozma, Türkçeyi dağıtma oyununa dönüştü. Dil Bayramı bayram gibi olmalı. UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com Kasım Pasha Başbakanımız, ABD’li korumalara kafa tutmuş. Her ne kadar ABD gizli servisi söz- cüsü “kafası karıştığı için yanlış yaptı” de- meye getirse de, Başbakanımıza her fır- satta “işbirlikçi” sıfatı yakıştıranlar utansın... Amerikalı filan dinlemiyor, gerektiğinde tuttu mu savuruyor! Öpücük Can Dündar, öpücüğü ile gün- deme taşınınca bir ciddi gazeteci- lik kuralını anımsatma gereği duy- du: “Özel hayata müdahale bizim işi- miz değil; olmamalı…” Sahi, Atatürk’ün özel hayatına girmekle; sofrasını, aşklarını, yal- nızlığını belgelemek ve filme çek- mek ile övünen kimdi? BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Artvin ilin- de ünlü bir yayla. 2/ Yün- den dövülerek yapõlan kalõn ve kaba ku- maş... Kayna- tõlarak koyu- laştõrõlmõş şer- bet. 3/ Zam- bia’nõn baş- kenti... Utanç duyma. 4/ Gizli gö- revli... İskambillerle oynanan bir oyun. 5/ “ --- iltifata tabi- dir/Müşterisiz meta zayidir” (Muallim Naci). 6/ Karõşõk renkli. 7/ İzmir’in Menderes ilçesinde ünlü bir antik kent... Köpek. 8/ Duman lekesi... Huzur. 9/ Sõğõrõn altõ aylõktan bir yaşõ- na kadar olan yavrusu... Doku teli. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Aydõn ilindeki Dilek Yarõmadasõ Ulusal Par- kõ’na verilen bir başka ad. 2/ Nijerya’nõn baş- kenti... Uyuşturucu bir maddenin kõsa yazõlõşõ. 3/ Boş ve anlamsõz söz. 4/ Kars’õn doğusundaki ün- lü eskiçağ kenti... Evcil bir geyik türü. 5/ “ --- söy- letir en yanõk türküleri/Ay buluta girdiği gece- lerde” (C. S. Tarancõ)... Bir bölgede yetişen bit- kilerin tümü. 6/ Gece yapõlan sinema ya da tiyatro gösterisi... Bir nota. 7/ Çit, perde... Yunan abe- cesinde bir harf... Hollanda’nõn plaka imi. 8/ “Sa- kağı” da denilen ölümcül bir hayvan hastalõğõ... “Çinkirazı” da denilen ve nemli bölgelerde yetişen bir meyve ağacõ. 9/ Bütün maymun tür- lerini içine alan memeliler takõmõ. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 A L İ B O R O N K A Z A K N A Ş M E S U P A R A E D R E M İ T R İ R İ E L F A Z İ Y A A T E Ş M A N A K U R U İ L D İ N A R İ P E K A A Ğ A 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear