28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B Birbirinden güzel kitaplar çıkıyor... Her zaman okunacak yazılar, öykü- lerle dolu... Şiirler, şiirler, şiirler; şiir gibi denemeler... Ama günlük politika, toplum, par- ticilik, yağcılık, buyurmacılık dedi- koduculuktan fırsat yok bu güzellik- leri duymaya, yaşamaya, yaşatma- ya, yazmaya... Doğrusu ya, gazetelerde okun- maya değer yazı bulmak da zor. He- men hepsi günün politika kavgaları, doğanın başkaldırısı, beklenen dep- rem gibi felaketlerin, en kötüsü de sı- nırlarımızda sürekli terör çetelerine kurban verdiğimiz şehitlerimizin acı- sı... Günübirlik olayları günü gününe yazmak birkaç saat içinde unutulmak demektir. Önemli olay, derken, ge- çip gider, daha başkası çıkar! O derken bir yenisi!. Hiçbiri çözülmeden!.. Belki ben, edebiyattan ge- len bir gazeteci olduğum için okuduğum yazılarda bir ni- telik, bir kalıcılık, zamana az çok meydan okuyuş arıyo- rum. Böylesi yok denecek kadar az!. Hele AKP iktidarı yılların- da yetişmiş, yetiştirilmiş köşe ya- zarcıklarının karalamaları büsbütün içler acısı!.. Serdar Kızık’ın yeni kitabı geldi de azıcık umutlanabildim. ‘Yolcu’yu an- latmış... Kim o? Kendisi!. Ama alıyor bizleri ‘İmbatın Egesi’nde gezdiriyor. Soluk aldıran güzellik tadı veren bir kitap... Serdar Kızık bir gazeteci, hem de en iyi, en usta bir gazeteci... Ama ay- nı zamanda bir yazar, biraz da şair. Önceki kitapları ‘Alışma’ ve ‘Karışma’ bizi günün toplumsal, siyasal olayları karşısındaki bir düşünce adamının dünyasına götürmüştü. Ama ‘Yolcu’ bambaşka bir güzelliğin arayışı, biz- lere de tattırışı... ‘Yolcu’ ile biz de bir Ege İmbatının yolcusu oluyoruz! Bir değişik yolculukta kendimizi bulu- yoruz. “Yol ve yolculuk hayattır. Bit- meyen bir hikâye, yaşamın ola- ğan akışında bir ezberi boz- maktır” diyor Serdar... “Ve sev- danın bin bir halleri/Bahar bir başka kışkırtıyor/Bundan ötürü hayata ve yola devam/Yoldan çıkmadan, çıkmaz yollardan korkmadan/Yol serüveniniz bit- mesin, karşılaşmak an meselesi.” Ben de, bir zamanlar yolculukları severdim. Dünyanın ilginç yerlerini gezdim, yazdım ülkemizin kimi gü- zelliklerini de... Ama, zaman dur, di- yor, fazla koşma, yorulma!. Yolcu- luklara paydos demek vakti gelince direnmek zor!.. Dalyan’lar, Gökova’lar, Foça’lar, Yalıkavak’lar, Kula’lar, Bozdağ’lar, Portofino’lar, Paris’ler, Cunda’lar, Alaçatı’lar!... Yolcu yolunda gerek... Yolcu bir güzellikler avcısı değil mi? “Cumhuriyet Kitapları” birbiri ardına çıkıyor. Çoğunlukla gazetemizin ya- zarlarının yazılarının toplamı... Hem bir belge geleceğe, hem de günün okurlarına bir düş, duygu sunuşları. Kansu, Som, Balbay gibi sevgili dostların kitapları... Serdar’ın aşkı İzmir’dir, İzmir’edir, Ege’yedir, Necati Cumalı’nın şiirle- rinde güzelliklerini sonsuzlaştırdığı Ege imbatlarınadır!.. “Aşkı şehirler yaratır, şehirler yaşatır diyorum/Gün gelir aşklarıyla anılır şehirler anılırsa/Niyetim sevdalı söz- ler etmek de olmasa/İzmir için ne ya- zarsam sana adıyorum” demiş Sev- gili Cumalı... Serdar da öyle... Mehmet Barlas dünkü ‘Akşam’da Prof. Bernard Lewis’ten bir alıntı yapmıştı: “Amerika’da yerliler ve Avrupa’da Ortaçağ var- ken, Bağdat, müspet ilimler ve felsefe alanında ‘Ay- dınlanma Çağı’nı yaşıyordu... Ne oldu da, Batı Rö- nesans’a geçerken Bağdat’ta ‘Bab-ı İçtihat’ kapatılıp karanlık çağa geçildi? Tarih Batı’da neden ileri ve Ortadoğu’da geriye doğru çalıştı?” Camilerimize bir bakın!.. Bir yenilere bakın.. Bir de eskilere.. Minareleri bir kıyaslayın, eski müminler geçmiş dönemlerin ilkel yapım koşullarında öyle minare- ler yapmışlar ki rüzgârda söğüt ağacı gibi nazlı naz- lı salınıyor, ‘alem’ lerinin izdüşümü bulutlara vuruyor, şerefeleri dua için göğe açılmış avuçlar gibi duru- yor... Üç şerefeli kimi minarede üç müezzin ezan oku- mak için üç ayrı merdivenden tırmanabiliyor, yüz- lerce yıl inile çıkıla aşınmış basamakları rüzgâr gü- lünün ortasında birleşen yapraklar gibi dönerek yük- seliyor. İnceliğin, mimarlık sanatının, estetiğin örnekle- ri eski minareler.. Ve camiler.. Ya yenileri?.. Yenilere çıkarcı politikacı gözüyle baktın mı cami kışla binası, minareler süngü, kubbeler miğ- fer gibi görünür; bu tür ham ervahlık, ancak iktidar piyasasında siyasetin pazarlanmasına yarar. Ancak yapı dünyasında ve mimarlık sanatında bu kadar ilerleyen bir çağdaş dünyada yeni ca- milerin zevksiz, orantısız, estetikten yoksun gö- rüntüleri nasıl açıklanabilir?.. Müslümanlık ticaret aracı mı?.. Camilerin altına dükkânlar dizerek, İslamcı şir- ketler kurarak, yeşil sermaye numarasına girerek, Müslümanlığı koltuk sevdasına alet ederek dinci- lik yapmanın kutsal inançla ne ilişkisi var?.. Peki, Müslüman nasıl Müslüman olacak?.. Ömer Hayyam’ın rubaisindeki gibi olacak: “İnciyi isteyen dalgıç olacak; Varı yoğu dosta verip salacak. Canı avucunda, soluğu göğsünde; Ayağı baş olacak, başı ayak.” Bayram günleri televizyonlarda sergilenen gö- rüntüler irkilticiydi... Develerin, öküzlerin, sığırların ve sözüm ona in- sanların kameralara takılan acıklı fotoğraflarında- ki işkembelerle bağırsakların yanı sıra politikacı- larımızın suretlerini de yansıtan ham ervahlığın si- nemasında Müslümanlığın soylu inceliğini ara ki bu- lasın!.. Eski zaman bilgesi bugünkü ham ervahları gör- se, Hayyam’a nazire, şu dörtlüğü yazmaz mıydı: Girme şu alçalışın hizmetine Konma sinek gibi pislik üstüne İslamı kullanma bir koltuk için Yazık kutsal dinin inceliğine İslamı yüceltmek istiyorsak, bayram namazını si- yaset reytingi yolunda pazarlayan politikacı ham ervahına ‘yuh’ demesini bilmeliyiz. (13 Şubat 2003 tarihli yazısı) PENCERE Müslümanlık Ham Ervahlık Değildir... EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Bir İmbat Yolcusu...
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear