Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
CMYB
C M Y B
EVET / HAYIR
OKTAY AKBAL
İlginç Bir Belge...
“Ne yazık ki Türkiye’nin 70 yıllık tarihi boşa har-
canmış bir zamandır. Türkiye Cumhuriyeti 1923’ten
bu yana sürekli bir gerileyiş içindedir.”
Bu sözü söyleyen kim? Az çok tahmin ettiniz,
Recep Tayyip Erdoğan!..
Daha Refah Partisi il başkanı, MKYK üyesi olduğu
günlerde söylemiş... Kitaplara da geçmiş...
Emin Çölaşan’ın 10 Temmuz 2003 tarihinde
Hürriyet’te çıkan yazısı: ‘Açıklama yapınız Tayyip
Bey’...
‘Kesip saklayın, bir gün gerekebilir’ demiş
Çölaşan.. Ben de öyle yapmışım...
Uydurma, yakıştırma bir şey değil! Başak Yayın-
ları’ndan, Metin Sever ve Cem Dizdar’ın, Ağustos
1993’te yayımlanan ‘İkinci Cumhuriyet Tartışmaları’
adlı kitabı, belgesel bir kanıt olarak ortada duruyor...
İkinci Cumhuriyet yanlıları, Turgut Özal’dan
Mehmet Altan’a, Aydın Menderes’e, Abdurrah-
man Dilipak’a kadar ünlülerin bu konudaki sözleri...
Tayyip Bey de soruları yanıtlamış açık açık. Size
birkaç parça sunsam mı?..
“Demokrasi bugüne kadar bazen amaç, bazen
araç olarak görülmüştür. Bize göre ise, demokrasi
ancak bir araçtır. Hangi sisteme gitmek istiyorsanız,
bu düzenlerin seçiminde bir araçtır.”
Bir başka alıntı:
“Cumhuriyet dönemi, kendisine din olarak Kema-
lizmi almış ve başka hiçbir dine hayat hakkı
tanımayarak kitlelere zorla dikte etmiştir.”
Aradan on yedi yıl geçmiş, Refah Partisi il
başkanı, İstanbul Belediye Başkanı olmuş, daha
sonra Refah’tan ayrılıp Adalet ve Kalkınma Partisi’ni
arkadaşlarıyla oluşturmuş, genel başkanı olmuş,
daha sonra da, türlü zorlamalar sonucunda Türkiye
Cumhuriyeti’nin Başbakanı!..
‘Değiştim’ demiş zaman zaman ama hiçbir nok-
tada değişmemiş, demokrasiyi araç diye kullanarak
o günlerdeki özlemlerini bir bir gerçekleştirmeye
başlamış. Atatürk Cumhuriyeti’nden yana olan kim
varsa, başlarını türlü dertlere sokarak...
Emin Çölaşan son günlerdeki Kürt Açılımı’nın ’93
yılında da Tayyip Bey’in kafasında yaşadığını belir-
tiyor:
“Bir diğer sıkıntımız milli bütünlüğümüzün tehli-
kede olması. Bunu şu şekilde açayım. Resmi ideoloji
ırkçı bir kişilik taşıyor. Bu yapısıyla da milli bütün-
lüğümüzü koruması mümkün değildir. Şu anda
Türkiye Cumhuriyeti’nde 27 etnik grup yaşamakta.
Bu 27 etnik grubun da varlıklarının tanınması gerek-
mektedir. Türkiye Türklerindir gibi tezler yanlıştır.”
Emin Çölaşan, ‘Bir açıklama yapınız’ demiş ama
hiçbir yanıt alamamış! Yıllar geçmiş, ama Tayyip
Bey’de hiçbir olumlu değişme yok!.. Emin Çölaşan
belgesel bir değer taşıyan yazısını şu sözlerle bitir-
miş:
“Bu sözleri söyleyen kişi, o kafasıyla şimdi Türkiye
Cumhuriyeti’ni yönetiyor. Yaptıkları, yapmak iste-
dikleri ortada... Bu kafa, bu kafalar Türkiye’yi
yönetemez. Türkiye Cumhuriyeti bunların eline bıra-
kılamaz.”
PENCERE
Tetikçi ile Etikçi...
Medya piyasasında iki sözcük revaçta; bunlar
kafiyeli, yani uyaklı:
Tetikçi ..
Ve etikçi .
Tetikçi, patron hesabına sağa sola saldıran kö-
şe yazarı ya da muhabir anlamına geliyor; mafya
kesimindeki gibi ‘baba’nın emrindeki vurucu...
Tetikçiler artık şöhret oldular...
Kimi çok satışlı gazetede tetikçiliği genel yayın
müdürü de yapıyor...
Ya etikçiler?..
Medyada ahlaki değerleri savunmaya çalışan-
lar az da olsalar eksik değiller...
Tetikçiler etikçilere çok kızıyorlar; veryansın edi-
yorlar bu safoşlara...
Küreselleşmenin medyaya yansıyan dalgalarında
tekelleşme hızlı...
Avrupalı da bundan yakınıyor:
“İnternet salgını ve sayısal devrim, medyalar ke-
siminde görülmemiş bir sarsıntı yarattı. Elektrik, bi-
lişim, silah, inşaat, telefon ya da su sektörlerinde
faaliyet gösteren büyük sanayi devleri, iktidar hır-
sının ve kolay kazancın çekimine kapılarak ha-
bercilik sektörüne hücum ettiler. Kısa sürede
devasa imparatorluklar kurdular. Kaliteli haberci-
lik başta olmak üzere birtakım temel değerleri de
bu arada çiğneyip geçtiler.”(Le Monde Diploma-
tique- Ignacio Ramonet )
Anlaşılıyor ki dert yalnız Türkiye’nin başında de-
ğil; Batı’daki gelişme de kaygı vericidir; düşüne-
biliyor musunuz, koca bir silah tekeli Batı’nın “uy-
gar” bir ülkesinde medyayı ele geçirmiş; savaş pro-
pagandasını ustalıkla yaygınlaştırıyor...
Olur mu olmaz mı?.. Fransa’da bu tehlikenin var-
lığı öne sürülüyor.
Peki, bizdeki durum ne?..
Tekelleşme ‘had safha’da!..
Pislik gırtlağa dek...
Rezillik doğallaştı...
Medyamızın paçalarından lağım suyu akıyor,
şantajcılık çoğu gazetecinin mesleği oldu...
Etikçi ve tetikçi kavgası da bu yüzden gazete
sayfalarına yansıdı...
Bizdeki tekelleşme bir yandan namuslu bürok-
ratlara şantaj, öte yandan rakip işadamlarını teh-
dit, beri yandan siyasal iktidar kesiminden poli-
tikacılarla pazarlık piyasasında doruğa tırmanın-
ca, gazetecinin kendi gitti, adı kaldı Babıâli’de ya-
digâr...
Bugün aynı gruptan ve aynı patrona bağlı iki ga-
zetenin iki gazetecisi kıran kırana kavga etse ne
yazar?..
Kayıkçı kavgası denir buna...
Ancak medyada veya basında kavga yalnız kö-
şe yazarları arasında değil ki...
Patronlar arasında!..
Sürmanşetlerde...
Manşetlerde...
Neden?..
Okurun ‘neden’ i anlaması için devlet ile patron
ve patron ile patron arasındaki ilişkilere girecek
kadar bu işlere yumulması gerek...
Bu da güç iş!..
Manşetlere tırmandırılan kavganın arkasında ne-
ler olduğunu kavramak kolay değil; ancak okurun
bir gerçeği algılamasında yarar çok...
Bir medyada fikir özgürlüğünü tehdit eden iki
tehlike vardır:
Bir: Devlet!..
İki: Tekel!..
Tekel kimi zaman devletten beter olur..
Eğer bir gazeteci (ya da gazete) etikçi ise tekele
karşı çıkar...
Tetikçi ise tekelden yana çıkar.
(04 Ocak 2003 tarihli yazısı)
Y
oğun yağmurun neden olduğu
sellerin ardõndan yaşananlar,
yitirdiklerimiz, görüntüler ulus
olarak hepimizin canõnõ yak-
mõştõr. Masum bir beklenti, bir
kişinin çõkõp da bu felakette sorumluluğu ol-
duğunu açõklamasõ, görevini bõrakmasõ bek-
lentisi yine boşa çõkmõştõr. Suçlu olarak,
yağmurun fazla yağmasõ, dereler, insanlar ve
hatta insanoğlu gösterilmiştir. Sorumluluğu
kendi dõşõndaki kişilerde ve etkenlerde arama
hastalõğõ sürmüştür. Acõyla ve felaketle gelen
bir fõrsat, durumumuzu gözden geçirme, ye-
niden düşünme fõrsatõ yine kaçõrõlmõş görün-
mektedir.
Bu felaketin birçok karesi üzücüdür. Biz en
son kareleriyle ilgilenmek istiyoruz. Utanç ve-
rici “yağma” kareleriyle… Yağma, böyle bir
felaketi yaşasalardõ Londra’da, Paris’te, Mü-
nih’te göreceğimiz bir olgu olmazdõ. Çünkü
bu yağmanõn görünen yüzünü değil, arka pla-
nõnõ irdelemek gerekmektedir.
Son yõllarõn önemli kavramlarõndan olan
“yeni yoksulluk”, küresel ekonomik alanda
oluşan dönüşümler sonucunda, önceden ken-
dini yoksul duyumsamayan kitlelerin yoksul
duruma düşmesi, bu yoksulluğun görece ka-
lõcõ olmasõ ve bu özellikteki kitlenin giderek
toplumsal ve mekânsal süreçlerden dõşlan-
masõdõr. Bu dõşlanma ve ötekileşme ya da öte-
kileştirme süreci yoksun olmaktan kaynak-
lanan ve göreceliğe de dayalõ bir süreçtir. İn-
sanõn karnõ doysa da, õsõnsa da ve barõnsa da
diğer insanlarõn sahip olduklarõna sahip ola-
mama durumu, onlarõ yoksun kõlmakta, yok-
sullaştõrmakta ve ötekileştirmektedir.
Bu ortaya çõkan yoksulluğun çok önemli
özelliği ise kalõcõlaşmasõdõr. Düşük eğitim dü-
zeyi ile kentlere gelen insanlarõn, sosyal gü-
venceye dayalõ, düzenli çalõşabilecekleri iş-
lere sahip olmalarõ oldukça zor olmaktadõr. Bu
durum düzenli gelire sahip olmama ve istik-
rarlõ bir yaşam kalitesine erişememe sorunu-
nu gündeme getirmektedir. Düzenli bir işe sa-
hip olanlar bile düşük gelir düzeyine sahip ol-
duklarõ ve dolayõsõyla kentteki yaşam kalite-
sini tutturabilecek gelir düzeyine sahip ol-
madõklarõ için “çalışan yoksul” kesimi oluş-
turmaktadõrlar.
Türkiye’de yaşanan “Kıyı-Batı ve Dağ-Do-
ğu çelişkisi”, yeni yoksulluğun da temelini
oluşturmaktadõr. Özellikle yoksul Dağ-Do-
ğu’dan eğitim düzeyi düşük insanlarõn Kõyõ-
Batõ kentlerine göç etmesi, kõrsallaşan kent-
leri ortaya çõkarmaktadõr. Bu insanlar kente
gelirken değerleriyle, yaşam biçimleriyle
gelmektedirler. Kentlerin merkezlerlerine
değil, periferisine yerleşmektedirler. Kent
merkezini kuşatan periferi, değerlerini, yaşam
biçimini, alõşkanlõklarõnõ kõrsalda yaşadõğõn-
dan hatta daha keskin biçimde yaşamaya yö-
nelirken, aynõ zamanda yaşadõğõ periferisini
bir biçimde kuşatan kapitalist yaşam ve onun
tüketim değerleri bu eğitimsiz ve yeni geldi-
ği çevrede tutunmaya çalõşan bireyleri içine
çekmektedir. Kentin merkezine iş bulmak için
gittiğinde ya da onun yaşadõğõ mekânla iç içe
geçmiş gökdelenleri gördüğünde, büyük alõş-
veriş merkezlerine en azõndan õsõnabilmek için
girdiğinde karşõlaştõğõ durum, onun dünyasõnda
kurguladõğõ yaşam biçemini allak bullak et-
mektedir. Bu bağlamda yeni bir yoksulluk
oluşmaktadõr.
Zengin Batõ-Kõyõ kentleri olarak adlandõr-
dõğõmõz kentlerde yoksul Dağ-Doğu kay-
naklõ göçlerle oluşan kentlerin periferileşmesi
sorunlarõ vardõr. Bu bağlamda göç alan böl-
gelerin nerelerden göç aldõğõna baktõğõmõzda,
Kõyõ-Batõ bölgelerinin Dağ-Doğu bölgele-
rinden göç aldõğõ, TÜİK (2009) verilerinde çok
açõk biçimde görülmektedir. Bu verilere gö-
re 2007-2008’de en fazla göç alan İstanbul ve
yakõn çevresi olup, göç edenlerin sayõsõ
374.868’dir. İstanbul ve yakõn çevresine ge-
len insanlarõn yüzde 58.35’i yoksul Doğu kent-
leri ile Karadeniz bölgesindendir. İstanbul bu
nedenle diğer göç alan bölgelerden farklõ ola-
rak incelenmelidir.
İstanbul, kendi içinde zenginliği ve yok-
sulluğu bir arada yaşayan farklõ bir megapol
konumundadõr. İstanbul için gelir ve tüketim
eşitsizliğinin verileri ne yazõk ki yoktur. Bu
nedenle bu eşitsizliği hesaplama olanağõ da
yoktur. Ancak İstanbul’un farklõ mekânlarõnda
biraz gezindiğimizde, Türkiye’deki var ol-
duğunu düşündüğümüz “Kıyı- Batı ve Dağ-
Doğu çelişkisi”nin, İstanbul’un “Kıyı-İç ek-
senli çelişkisi”ne dönüştüğüne tanõklõk ede-
biliriz. Dağ-Doğu’da görebildiğimiz olayla-
rõn ve olgularõn, İstanbul’un iç kesimlerindeki
ilçelerde ve mahallelerinde de olduğunu çok
rahatlõkla gözlemleyebiliriz. Bunun nedeni, ka-
nõmõzca, kente göç eden insanlarõn oluşturduğu
kümelerin, yeterince kamu hizmeti alama-
masõdõr. Kamu hizmetinin göçün önünde
gerçekleşememesidir. Gelenler kentin çe-
perlerinde gelişigüzel, kendilerince mahalle-
ler oluşturmakta; daha sonra bu mahallelere
kamu elektrik, yol, su, okul, hastane ve altyapõ
götürmektedir. Böyle olunca da kent planla-
masõna dayanmayan, kent bütünü içinde ta-
sarlanmamõş kentçikler oluşmakta; bunlar
popülist politikalarla bezendiğinde de kõrsal
kesimden daha da kötü koşullarda yaşam stan-
dartlarõ ortaya çõkmaktadõr. İstanbul’da ya-
ğacak olan bir kar ya da bir yağmur, kolay-
ca felakete dönüşmekte, büyük mega kent ya
da kapitalist finans merkezi olarak nitelen-
dirdiğimiz İstanbul, bir anda kar altõnda ya da
sular altõnda kalabilmektedir. Bunun adõna da
“doğal felaket” denilmektedir. Oysa doğa
kendi dengesi içinde enerjilerini boşaltmak-
tadõr. Bunun dünyanõn her coğrafyasõnda bir
felakete dönüşmediği de görülmektedir. Ne-
relerde dönüşüp nerelerde dönüşmediğinin, ge-
lişmişlik, yönetim erginliği, stratejik davranma
ve önlem alma ile ilgili olduğu ortadadõr.
İstanbul’da yaşanan sel felaketindeki tel-
evizyonlara yansõyan görüntülerdeki yağ-
malamalarõn ve ölen insanlarõn öykülerinin üs-
tünü biraz kazdõğõmõzda, bu “yeni yoksul-
luk”un izleri çõkmaktadõr. Kente göç ederek
gelen ve hemen hemen her gün kent mer-
kezleriyle ilişki içerisinde bulunan, kentin yük-
sek gelirli insanlarõnõn izlediği televizyonla-
rõ mağazalarda gören, bindiği 4x4 jeepleri dõ-
şarõdan izleyen bu insanlarõn, bir sel felake-
tiyle sular içinde yüzen bu televizyonlarõ ka-
põp götürmesinin, selin arkasõnda bõraktõğõ ye-
mek takõmlarõnõ kapõşmasõnõn, arabalarõna dol-
durmasõnõn, hatta belki de yaşamõnõ yitirmiş
insanlarõn cüzdanlarõnõ karõştõrmasõnõn altõn-
da basit bir yağmalamanõn olmadõğõ, yalnõz-
ca vicdanla açõklanamayacak gerçeklerin ol-
duğunu görmek, saptamak gerekir.
Suyun bütün kentleşme pisliklerini ortaya
çõkardõğõ bugünlerde, dere yataklarõna izinsiz
yapõ yapanlarõn, riskli bölgelere ev kuranla-
rõn arka planõnda da yine yeni yoksulluğun bu-
lunduğu görülmelidir. Öte yandan “çalışan
yoksulluk” örneği de bu sel felaketinde
açõkça ortaya çõkmõştõr. Bir tekstil firmasõnõn
kamyonetten bozma servis aracõnda boğula-
rak ölen yedi kadõnõn öyküsündeki yõrtõk
şemsiye figürü, çalõşan yoksulluğu simgele-
mektedir. Yerel seçimlerin üzerinden daha 6
ay geçmiştir. Seçilenlerin, 4.5 yõllõk çalõşma
izlencelerini oluştururken, bu felaketlerden ye-
ni dersler çõkarmalarõ, şapkalarõnõ önlerine
koymalarõ, bu arada yeni yoksulluğu önem-
semeleri, ciddiye almalarõ gerekir. Yeni yok-
sulluğun yeni toplumsal felaketlere neden ol-
mamasõ için, bugünden başlayarak çabalar har-
camak, felaketten çõkarõlacak derslerden bi-
risi olmalõdõr.
Yağmanõn Altõndan ‘Yoksulluk’ Çõkar
Prof. Dr. Erol KÖKTÜRK Kocaeli Üniversitesi
Yrd. Doç. Dr. Tahsin BAKIRTAŞ Sakarya Üniversitesi
Yerel seçimlerin üzerinden daha 6 ay geçmiştir. Seçilenlerin, 4.5 yõllõk
çalõşma izlencelerini oluştururken, bu felaketlerden yeni dersler
çõkarmalarõ, şapkalarõnõ önlerine koymalarõ, bu arada yeni yoksulluğu
önemsemeleri, ciddiye almalarõ gerekir.
SAYFA CUMHURİYET 17 EYLÜL 2009 PERŞEMBE
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
Birlikteliğin Önemi
H
acettepe Üniversitesi Alman Di-
li ve Edebiyatõ Bölümü’nde son
sõnõf öğrencisiyken (1979) alan-
la ilgili bir konuda bitirme çalõşmasõ ha-
zõrlama zorunluluğu vardõ. Çalõşma ko-
nusu olarak ben de, “Almanya’da İşçi
Edebiyatı” konusunu seçmiştim. Bu
bağlamda Werkkreis grubunun öne çõ-
kardõğõ “Emek Dünyasının Edebiyatı”nõ
ve bu anlayõşõn bir ürünü olan Hermann
Spix’in “Elephteria oder die Reise ins
Paradies” (Elephteria ya da Cennete
Yolculuk” adlõ romanõnõ incelemiştim.
Günümüzdeki tartõşmalara bir katkõ sağ-
layabilir umuduyla konuyu güncelleştir-
mek istedim.
Romanda, Yunanlõ yoksul bir köylü ka-
dõnõn (Elephteria) cennete gidiyormuş
duygularõyla Almanya’da çalõşan eşinin
yanõna gidişi, barakalarda kalõşõ, kocasõyla
buluşmaya giderken yaşadõğõ zorluklarõ;
kocasõnõn, kendisinin kaldõğõ barakaya ya-
sadõşõ yollardan girmek zorunda kalõşõ;
Düsseldorf’ta çalõşmaya başladõktan son-
ra, iş koşullarõnõn düzeltilmesi için veri-
len sendikal savaşõm süreci anlatõlmak-
tadõr. Romanõn başlarõnda Elephteria’nõn
köyü olan Askos hakkõnda şu bilgiler yer
almaktadõr: “Askos’ta yalnızca yaşlılar
ve çocuklar vardı. Yaşları yirmi ile 40
arasında olanların çoğu yurtdışına git-
mişti. Önceleri Amerika’ya daha son-
ra da Almanya’ya. Gidenler, ülkeleri-
ni terk etmeye zorlanmıştı; çünkü köy-
lerinde öteden beri yalnızca geri kal-
mışlık vardı: Yoksulluk, açlık, küçük
çiftçilerin büyük toprak sahiplerine ba-
ğımlılığı. Oralarda ne iş, ne de endüst-
ri vardı.”
Almanya’daki işyerlerinde, iş koşulla-
rõnõn düzeltilmesi için sendikada bir ara-
ya gelip ortak karar almanõn önünde geç-
mişte olduğu gibi günümüzde de çok sa-
yõda engel bulunmaktadõr. Özellikle ya-
bancõ işçilerin işten atõlmasõ, giderek
kendi ülkelerine geri gönderilmesi teh-
ditleri bulunmaktadõr. Bu tehditler yet-
miyormuş gibi örneğin aynõ işyerinde Yu-
nanlõlarla Türkleri ortak bir kavga için bir
araya getirmek de önemli bir sorun oluş-
turmaktadõr. Zaten romanda Yunanlõlar-
la Türklerin düşmanlõğõna da vurgu ya-
põlmaktadõr. İş koşullarõnõn düzeltilmesi
için yapõlan çalõşmalar sõrasõnda Yunan-
lõ Elephteria, kendisi gibi ülkesinde tu-
tunacak bir dal bulamayõp aynõ işyerinde
çalõşan Türk Mustafa’yõ düşman olarak
gördüğünden, onunla asla ortak bir sa-
vaşõma giremeyeceğini belirtmektedir.
Ne var ki iş koşullarõnõn düzeltilmesi, ken-
dini düşman sayan taraflarõn da yararõna
olacağõ kavranõnca, durum değişir. Eleph-
teria ile Mustafa, yakõnlaşõrlar. Bu sava-
şõmda, birlikte beklenmedik dayanõşma ör-
nekleri verirler. Yunanlõlar ve Türkler ara-
sõnda dostluk ilişkileri başlar. Hem de em-
peryalist bir ülkenin kucağõnda gerçekleşir
bu yakõnlaşma. Bu hep böyledir: Em-
peryalistler oldum olasõ kardeşçe bir ara-
da yaşamanõn düşmanõ olmuştur. Nerede
bir ayrõşma varsa, nerede kardeş kanõ akõ-
tõlõyorsa, nerede anlaşmazlõklar bir çözüme
kavuşturulamõyorsa, arkasõnda emper-
yalistlerin olduğu artõk bilinmektedir.
Hele de Türkiye, emperyalistlerce kõş-
kõrtõlan savaşlarõn muhatabõ olmuş ve bu
savaşlardan başarõyla çõkmõş deneyimli bir
ülkedir. Çanakkale ve Ulusal Kurtuluş Sa-
vaşõ henüz belleklerden silinmemiştir. Bu
savaşlar, emperyalizmin parçalama is-
teklerine inat, birlikte savaşõmõn ve birlikte
başarmanõn eşsiz örnekleridir.
Hem uluslararasõ hem de yerel çõkar
gruplarõnõn yönlendirdiği ‘ayrı olma’
ya da ‘öteki’ olma yerine, birlikteliği özen-
diren başka seçenekler üzerinde durulmasõ
gerekir. İkiyüzlü çõkar ilişkileri pazar
olanaklarõ açõsõndan bir yandan küresel-
leşmeyi zorlarken bir yandan da farklõ kö-
kenden insanlarõn bir arada yaşamasõnõ kü-
reselleşmeye engel olarak görmekte ve ay-
rõlõğõ zorlamaktadõr. Dünyanõn her yanõnda
emperyalist çõkarlardan arõnmõş, birlikte
yaşamayõ, birlikte iyileştirmeyi hedefle-
yen politikalara gereksinim duyulmakta-
dõr. Birlikteliği öne çõkaran yaklaşõmlar,
savaştan çõkarõ olanlarõ da açõğa çõkara-
caktõr. Çünkü şiddet, her zaman karşõtõ-
nõ doğuracak, ölenlerin sayõsõ bugün on
binlerle ifade edilirken bu rakamlarõn
giderek yüz binlerle ifade edilir duruma
gelmesi kaçõnõlmaz olacaktõr.
Yaşadõğõmõz çağ, ayrõlõklarõ kõşkõrtma
çağõ değil, nerede olursak olalõm, bulun-
duğumuz topraklarõ birlikte insanca ya-
şanõr duruma getirme çağõdõr. Emeğiyle
geçinen çoğunluğun bu konuda zaten
bir sorunu bulunmamaktadõr. Sorun, ulu-
sal ve uluslararasõ çõkar gruplarõnõ diz-
ginlemekte yatmaktadõr. Ulusal bilinç
ve birlikte yaşam, içi boş laflarla güven-
ceye alõnamaz. Ulusal birliğin güvence-
si, emeğiyle geçinen çoğunluğun çõkar-
larõnõn gözetilmesinde yatmaktadõr. İşte
bunun için ulusal birliği ve dayanõşmayõ
savunmak gerekir.
Orhan ÖZDEMİR Yrd. Doç. Dr. - Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi