26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Kaçmak İsteyip de Kaçamamak Dünden beri Çeşme-Paşalimanı’nda Akmen’lerin evindeyim. Üstün de Şaylan da çok eski arkadaş- larım, hele Üstün’le dostluğum çocukluk yıllarımıza uzanıyor. Böyle dost evleri zaman zaman sığınılacak limanlar. Aklım sıra İstanbul’un hay huylu hayatından, siyasetten, ağır konulardan bir süreliğine uzaklaşıp sığındığım bu limanda birkaç dingin gün geçirecek- tim. Karşımda yaşlı bir çam ağacıyla yanında çiçekle- ri pembe, oldukça iri bir zakkum var. Aralarından de- niz ve denize uzanmış bir dil görünüyor, ardında da bir tepe. Usta bir doğa ressamının elinden çıkmış bir tabloyu andıran bu görüntüye bakarak insan kim bi- lir ne güzel aşk öyküleri yazabilir. Benimse aklıma bi- le gelmiyor, nasıl gelsin ki? Biraz önce gazeteler gel- di, göz attım, hep iç karartıcı, mide bulandırıcı konular. AKP, TBMM başkan adayını belirlemiş: Mehmet Ali Şahin. Hayırlı olsun, bundan böyle TBMM Baş- kanı’nın da eşi türbanlı olacak, böylece devlet zir- vesinin fotoğrafındaki görsel uyum nihayet sağlan- mış olacak. Bir kez daha görülüyor ki AKP iktidarının ülkenin önemli konularında karşıtlarıyla bir araya gelerek, on- larla görüşerek ulusal mutabakata dayanak oluştu- racak uzlaşma zeminleri yaratmak gibi bir kaygısı yok. AKP, başından beri izlediği “dediğim dedik, çaldığım düdük” tavrını terk etmiyor, terk etmeyecek. Bu tav- rının muhalefeti kışkırttığının farkında, kışkırttığı mu- halefetin hırçınlaşmasının kendisine oy kazandıra- cağını düşünüyor. AKP, liderinin davranışlarından etkileniyor, parti- nin dünyaya en açık üyeleri bile giderek Başbakan’ın uzlaşmaz, hoşgörüsüz, nobran tavırlarını benimsi- yorlar. Türkiye’de hemen her konuda duyumsanan gerilimli hava nedensiz değil. Üç genç, Başbakan’ın arabası geçerken “metal- ci” işareti yapıyorlar elleriyle; derhal polis geliyor, ço- cuklar gözaltına alınıyorlar, dertlerini anlatıp da ser- best kalana kadar akla karayı seçiyorlar. Altı genç, bir dönercide döner yiyen Başbakan’a, “Biz açız, üniversite harçlarımızı ödeyemiyoruz, siz- se burada döner yiyorsunuz” diyorlar. Son cümle ben- ce de abes, fakat “normal” her kulağa masum ge- len bu sözleri nedeniyle gençler çevik kuvvet tara- fından derdest edilip götürülüyorlar. Başbakan’a “ampul” diyen bir genç, yedi ayı aş- kın hapis cezasına çarptırılıyor. Lider böylesine hoşgörüsüz olunca, altındakiler de her ağızlarını açtıklarında karşıtlarına en olmadık söz- lerle saldırıyorlar. Son ayların gazetelerini taradığınızda hoşgörüsüzlüğün, uzlaşmazlığın, gemlenemeyen öfkelerin yüzlerce örneğine rastlıyorsunuz. Başbakan konuşan değil, bağıran gençler istiyor; AKP kongrelerinde o konuşurken koro halinde “Tür- kiye seninle gurur duyuyor!” diye bağıran gençler gi- bi. Başbakan “özgür” kadınlar görmek istiyor çevre- sinde. Özgürlüğü başlarına türban takmak olarak an- layan kadınlar… Başbakan “demokratik medya” istiyor, hep ondan yana yazacak, hep ondan yana konuşacak, hep onu övecek “tek boyutlu” bir medya. Başbakan “üretken” sanayiciler istiyor, yalnızca mal üreten değil, yeşile dönüşen, yeşillenen, onun bir de- diğini iki etmeyen, onun sözünden çıkmayan, onu destekleyen, ona biat etmiş sanayiciler. Özetle Başbakan, kendisinin “maestro” olduğu, top- lumun her cinsten, her dilden, her yaştan, her mes- lekten insanlarıyla tek sesli bir koro oluşturduğu, onun da elinde sopasıyla bu koroyu yönettiği bir Türkiye’yi özlüyor. Kısacası insan gün geliyor, gerçeklerden uzak- laşmak, kaçmak, başka şeyler yapmak istiyor. Ama ne yazık ki kaçamıyor. “Türk olmanın dayanılmaz ağır- lığı” dedikleri şey de bu olsa gerek. dkavukcuoglu@superonline.com www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com Geçenlerde Küba’nõn “Ulusal Zafer Bayramı”ydõ… Fidel’in henüz 33 yaşõndayken Moncada kõşlasõnõ ele geçirmesi, Hava- na’da 1 Ocak 1959’da ilan edi- len devrimin dönüm noktasõ ol- muştu... Bir anlamda bizim Ulu- sal Kurtuluş Savaşõmõzõn mutlu sonunu hazõrlayan 30 Ağustos za- ferimiz gibi... Kübalõlar işte o efsanevi kah- ramanlõk günlerini 50 yõldõr ek- silmeyen bir coşkuyla anõyorlar; dünyada da milyonlarõn katõldõ- ğõ “Viva Küba” mitingleriyle kutlanõyor… Bizde ise Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) Kadõköy’de 26 Temmuz’da düzenlediği “Kü- ba Şenliği” olmasaydõ, bizler için de özel anlam taşõyan bu bayram, kõsa haberlerde bile yer bulama- yacaktõ... Oysa “Venceremos” şarkõla- rõyla gerçekleşen etkinlikte Kü- ba’nõn Ankara Büyükelçisi Er- nesto Gomez Abascal diyordu ki: “Bu zafer bizim için ulusal bağımsızlık anlamına geldi. Küba Devrimi’ni yok etmek için yıllarca uğraşanlar oldu ama hükümet ve halkımız dev- rimini savunma hakkına sa- hiptir...” Bu sözler ülkemiz için de san- ki “aynen” geçerli... “Cumhuriyet devrimi” de bizim için “ulusal bağımsız- lık” demektir. Devrimi yok et- mek isteyenler ise çabalarõnõ sür- dürüyor; ama halkõmõz, “devri- mi savunmak hakkı”na sahip ve “cumhuriyet hükümetleri”nin anayasal görevi aynõ hakkõn “ko- ruyucu”su olmak. ‘Devrim’in anlamı Kadõköy Meydanõ’nda kurulan sahnenin bir yanõnda “Küba Bayrağı”, diğer yanõnda “TKP bayrağı” asõlõydõ. Oysa Küba Bayrağõ’yla birlikte “Türk Bay- rağı” da dalgalanmalõ; “ulusal dayanışma” coşkusu, “ulusal bayraklar”la simgelenmeliy- di... Nitekim tüm ülkelerdeki kut- lamalarda, Küba Bayrağõ’yla birlikte “özgürlüğüne kavuş- muş” ulusal ülke bayraklarõnõn alanlarõ kaplamasõ “anlamlı” değil midir? Çünkü Kübalõ devrimciler de tõpkõ bizim “Kuvayi Milli- ye”cilerimiz gibi “ülke”lerinin ve “ulus”larõnõn bağõmsõzlõğõ, özgürlüğü ve onurlu geleceği için mücadele ettiler; zaferlerini de o günden bu yana, yine bizim gibi “ulusal bayrakları”yla kut- luyorlar... O kadar ki 50 yõl önceki coş- kulu fotoğraflarda ve başta Fidel olmak üzere tüm devrimci li- derlerin kutlama şenliklerindeki resimlerinde, ellerinde gururla tuttuklarõ bayrak, “Küba Ko- münist Partisi’nin bayrağı” değil, “tarihten gelen” Küba bayrağõdõr. Çünkü bayrak, sadece bir dev- leti değil, o devleti yaratanlarõn “tarihsel varlığı”nõ da simgeler… Bu nedenle Cumhuriyet devrimi nasõl ki Türk Bay- rağõ’nõ emperyalist boyun- duruktan kurtardõysa, Kü- ba Devrimi de Küba Bay- rağõ’nõ Amerikancõ Batis- ta faşizminden kurtararak “saygınlığı”na kavuşturdu. İşte o saygõnlõk, aynõ za- manda ulusun tarihsel onu- runu “bayrağıyla birlikte” ko- rumasõ demektir... ‘Yaşayan’ devrimler Kadõköy’deki konuşmasõnda TKP Başkanõ Erkan Baş demiş ki: “Küba, çağımızın sadece emperyalist barbarlık çağı ol- madığını; buna direnen halk- lar olduğunu ve devrimler ça- ğının kapanmadığını göster- mektedir...” (Milliyet-27 Tem- muz 2009) Nitekim onca “parti bayrak- lı” devrimler daha 20. yy bit- meden kapitalizme teslim olur- larken Castro’nun, Che Gue- vara’nõn, Camilo Cienfuegos’un ve tüm arkadaşlarõnõn efsane- leşmelerindeki temel neden Kü- ba’daki kahramanlõğõn “ulusal bayrak”la gerçekleşmesi değil midir? Benzer şekilde onca devrimci liderin heykelleri kaldõrõlõr, adlarõ bile anõlmazken; tarihsel say- gõnlõğõ artarak evrenselleşen Mustafa Kemal Atatürk, des- tansõ kişiliğini Türk Bayrağõ’yla bütünleşerek kazandõ. Ulusal onurumuzu, ulusal bayrağõmõzõn saygõnlõğõyla birlikte kurtararak, dünyanõn en çok sevilen ve en bağlõ kalõnan lideri oldu... Cumhuriyet mitinglerimizin hepimizi heyecanlandõran “ge- lincik tarlaları” işte bu bilincin ürünüdür. Havana’daki kutla- malarda milyonlarõn Küba Bay- rağõ’yla “samba” yapmalarõ da aynõ bilincin coşkusudur... ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ Küba ve ‘Bayrak’... HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com ekinci@cumhuriyet.com.tr KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN HARBİ SEMİH POROY 5 Ağustos 5 AĞUSTOS 2009 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 15 Döner yiyen Recep’e “açız” diyen öğrenciler gözaltında: Polis mönünün teminatıdır! Münevver Ayhan Dinç: “Münevver’in katilini 155 gündür yakalayamayan devletin gücü Silivri’de aylardır tutuklu münevverlere yetiyor!” Yakışık Hamza Saykan: “Yobaz takımına Âşık Veysel’in değil Recep’in Hikmetyar’ın dizinin dibinde heykelini yaptırmak yakışır!” Kuyumcu Ahmet Önen: “Yedi yıldızlı oteldeki tatilin parasını halkına ödetenlerin çocukları, davulcuya ve zurnacıya değil kuyumcuya gider!” YağmurDeniz Milli Eğitim’in şeriat uçuşu ANKARA’DAKİ Çubuk Anadolu Öğretmen Lisesi’ne kayıt için puanı tutan öğrencilerin aileleri, okul yatılı olduğu için koşulları görmek üzere Çubuk’a geliyor. Okul yönetimi aynen şu bilgiyi veriyor: Okul yatılı fakat okulun yurdu veya yatakhanesi yok; 20 öğrenci Çubuk İmam Hatip Lisesi yatakhanesinde, 40 öğrenci de iki özel öğrenci yurdunda kalacak! Veliler önce imam hatip lisesine gidiyor; öğretmen adayları için ayrılan 20 yataktan 12’si geçen yıldan dolduğu için bu yıl 8 öğrenci alacaklarmış! Özel yurtlardan Özel Rasim Çelik Ortaöğretim Yurdu’nda bir “hoca” çocukların hem dünyalığını hem ahretliğini düşündüklerini ve derslere yardımcı olan ağabeylerin sohbet toplantısı da yaptığını anlatıyor. Yani, Fetoş’un tuzağı. Öteki yurt Çubuk Fatih Erkek Talebe Yurdu’ndaki “hoca” “biz sizi araştırıp karar vereceğiz” diyor. Yani Süleymancıların kucağı! Öğretmen olmak için devletin lisesine giden öğrenciler daha işin başında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ya imamların ya da tarikatların eline teslim ediliyor. Hüseyin Çelik, koltuğunu Nimet Çubukçu’ya bırakırken, Milli Eğitim Bakanlığı’nı otomatik pilota bağladığını boşuna söylememiş. Kara yobaz şeriat uçuşunu tam gaz sürdürüyor! Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” LİBERAL faşistler ve yobazlar her fırsatta yakın tarihimizi çarpıtarak yeniden yazmaya çalışıyor. Örneğin geçenlerde kendini Adnan Menderes’in vârisi sayan yobaz kafa Âşık Veysel’in heykeline takke giydirmeye kalkıştı. Oysa Âşık Veysel, bunların ağababalarına yıllar önce gereken yanıtı vermişti. Unutanlara özetle anımsatalım: İktidardaki Demokrat Parti 1957 seçiminden sonra demokrasi duvarına iyice işemeye başlar. Dönemin en yaygın ve tek kitle iletişim aracı devlet radyosunu partinin borazanı haline getirirler. Halkın iktidarı desteklemek için kitleler halinde “Vatan Cephesi”ne katıldığı yalanı uydurularak radyodan sahte isimler yayınlanır. Yasamaya egemen olan yürütme yargının da gücünü eline alır ve Meclis’te kurulan “tahkikat komisyonları” muhalif gazetecileri hapse atmaya başlar. İktidarı desteklemeyen gazetelere ekonomik ambargo ve sansür uygulanır. Muhalefet lideri İsmet İnönü gittiği kentlerde taşlanır. Özetle ülke, diktatörlüğe özenmiş bir başbakanın eline düşmüştür. Bu arada Sıvas Valisi, Âşık Veysel’e “Vatan Cephesi”ne katılması için yoğun baskı yapar ama Veysel kabul etmez. Âşık Veysel’i köyü Sarıalan’da adeta gözaltında tutarlar. Karlı, tipili bir kış günü Âşık Veysel, Sıvas Pamukpınar’dan geçerken belletmenlik yaptığı Yıldızeli Köy Enstitüsü’nü ziyaret etmek ister fakat içeri almazlar. Bunun üzerine Âşık Veysel alır sazı eline: “Demokrasinin budur rejimi/ Vatan milletindir kim kovar kimi/ Sıkma savcıları kovma hâkimi/ Şekavet yok, adalet var bu yolda./ Topkapı’da Kayseri’de Uşak’ta/ Kimin hakkı vardır bu sefil halkta/ Parmaklar oynuyor türlü nifakta/ Selamet yok, felaket var bu yolda. Radyo denilen milletin malı/ Neşriyatlar tarafsızca olmalı/ Hâkimiyet milletindir bilmeli/ Esaret yok, hep millet var bu yolda./ Manasız mantıksız Vatan Cephesi/ Vatan milletindir bu neyin nesi/ Maksat Menderes’in seçim dalgası/ Menderes yok, memleket var bu yolda. Milletsiz bir devlet yoktur olamaz./ Eğri bakan aradığın bulamaz./ Hiçbir parti ebediyen kalamaz. Şikâyet yok, nihayet var bu yolda./ Veysel söyler ama duyulmaz sesi/ Doğru söyleyene diyorlar asi/ Böyle değil idi şu demokrasi/ ‘Tahkikat’ yok, hürriyet var bu yolda.” Âşık Veysel SESSİZ SEDASIZ (!) BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Böbreküstü bezi kabuğu- nun salgõladõğõ hormonlardan biri. 2/ Ahõrlar- da iki hayvan yeri arasõna bölmelik diye konulan kalõn sõrõk... Bağõşla- ma. 3/ “ --- ufuksuz yaşa- maz” (Y. K. Beyatlõ)... Bir işi bir- çok istekli arasõndan en uygun koşullarla kabul edene bõrakma. 4/ Zekâ... Deriden sõ- zan tuzlu sõvõ. 5/ Yu- nan mitolojisinde gü- zel sanatlarõn dokuz perisinden biri. 6/ Bir gösterme sõfatõ... Tembellik. 7/ İşyeri... Nikel elementinin simgesi. 8/ Ortadoğu’da, “Ölü- deniz” de denilen göl... Halk dilinde domatese ve- rilen ad. 9/ Cilt kapaklarõ özel bir düzenle gevşeti- lip sõkõştõrõlabilen defter. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Tadõ mandalina ve kiviye benzeyen bir meyve. 2/ Mevki, makam... “Sabahleyin gökyüzü parlak, --- açõktõ / Güneşli bir havada yaylõmõz yola çõktõ” (F. N. Çamlõbel). 3/ Üzerine kitap koyup bağdaş kura- rak önüne oturulan bir çeşit dar ve alçak masa... Ver- me, ödeme. 4/ Paramõzõ simgeleyen harfler... Doğu Anadolu’da bir õrmak. 5/ İnanma duygusu... Bir no- ta. 6/ Sayfa çevresine çekilen çizgi... Genelge. 7/ Hal- ka biçiminde mercan adacõğõ... Eski Mõsõr’da güneş tanrõsõ. 8/ İnleme, inilti... Edirne’nin bir ilçesi. 9/ Do- ğu Karadeniz yöresinde, özellikle Rize’de dokunan çamaşõrlõk ince bez. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 M A R T O L O S Ü R E S İ N E K H A Y D A R İ A T H A K K U L E D A A G O R A D Ö N Ü A F M İ L Ş A M A T A E S E N J Ü T A K İ K L İ L A 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Bayraklarını da özgürleştirdiler...
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear