24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Valiler (2) Bu konuya Ordu Valisi’nin aldığı “pisuar sök- türme” kararına ilişkin başlayan tartışmalar üze- rinden gelmiştik. Geçen yazımızda kaldığımız yer- den sürdürelim: Çoğunluk iktidarları dönemlerinde “devletin valisi” kavramı, “hükümetin valisi” ya da “iktidarın valisi” kavramıyla özdeşleşmiştir. Evrensel demokrasinin eriştiği noktada Türki- ye’de görülen biçimiyle valilik çağdışı kalmış bir kurumdur; “atanmış”ın “seçilmiş”in önüne geç- mesini öngören bir uygulamanın demokrasiyle bağdaşır bir yanı yoktur. Bu görüşler, “valilik kurumu kalksın” biçiminde anlaşılmamalıdır; özellikle Türkiye gibi üniter ya- pıdaki devletlerde merkezin illerdeki görevlerinin eşgüdümünü yürütecek işlevsel bir birime ge- reksinim vardır. Bu birimler örneğin, Fransa’da “préfecture”, İtal- ya’da “prefettura” olarak anılmaktadır, fakat hiç- bir ülkede il protokolündeki yerleri belediye baş- kanının önünde değildir. Yunanistan’da da “valilik” vardır, fakat atana- rak değil, seçilerek bu makama gelen vali bizdeki gibi geniş yetkilerle donatılmış değildir; sembo- lik bir anlam taşımaktadır. Belki anımsayanlar çı- kacaktır, 2006 yerel seçimlerinde Başbakan Kostas Karamanlis Atina Bölge Valiliği için 25 Aralık 1995 günü Kardak kayalığına Yunan bay- rağı dikerek iki ülkeyi savaşın eşiğine getiren An- tena Televizyonu habercisi Argiris Dinopu- los’u aday göstermişti. Durum Yunanistan’da alay konusu olmuş, Ta Nea gazetesi yazarlarından Yorgos Papahristu, “Kardak’ın Bölge Valisi” baş- lıklı yazısında, “Dinopulos seçilirse Atina’yı bay- raklarla donatacak” diyerek okurlarını alaylı bir dil- le uyarmıştı. Vali, Osmanlı’dan bu yana bizde devletin böl- geye uzanan eli olarak anlaşılmıştır. Temel göre- vi, atandığı bölgede devleti temsil etmek, toplu- mu devlet adına zapturapt altında tutmak, yanı sı- ra da devlet işlerini yürütmektir. Bu haliyle bir “oto- riter devlet” kurumudur. Saltanatın yıkılmasından sonra Cumhuriyetin tek parti yönetimi tarafından özü korunarak devralınmış, parlamenter demo- kratik dönemde çoğunluk iktidarları tarafından te- pe tepe kullanılmıştır. Cumhuriyet Halk Partisi tek parti yönetiminin ün- lü Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın “Komünizm gelecekse onu da biz getiririz!” sözü vali-devlet öz- deşleşmesinin somut örneklerinden biridir. 1949-1957 yılları arasında İstanbul Valisi olan Ord. Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay’ın, “Halk plajlara akın etti, vatandaş denize giremiyor!” söz- leri de bir çoğunluk iktidarı valisinin halka yuka- rıdan bakışının… AKP iktidarı döneminde ise valiler kış ayların- da Başbakan’ın çağrısına uyup -tersi ne müm- kün?- kamyonların muavin koltuğuna geçerek, so- kak sokak, kapı kapı kömür dağıtıyorlar. İlk demokratik yerel yönetim seçimlerinden başlayarak valilik kurumu giderek toplumun gö- zünde ciddiyetini yitiriyor, işlevsizliği ortaya çıkı- yor. Kimi illerin valileri söz ve davranışlarıyla temsil ettikleri kurumu gülünç duruma düşürür- lerken kimileri de halk tarafından seçilmiş karşıt partilerden belediye başkanlarının önünde engel oluşturuyorlar. Büyük kentlerde siyasal iktidarla özdeşleşmiş valilerin “en saygın kişi” olma tutkuları uygulamalarına da yansıyor. Kimileri, görmedik- leri saygıyı halka zorla göstertmek için en olma- dık yöntemlere başvurmaktan çekinmiyorlar. İşçilerin, öğrencilerin, öğretmenlerin, memurların her sokağa çıkışlarında kafalarına inen çevik kuvvet coplarının, bellerine inen tekmelerin bir ne- deni olmalı, öyle değil mi? Demokrasi, bugünkü biçimiyle valilik kurumu- nun sorgulanmasını zorunlu kılmaktadır. Çağdı- şı kalmış kurumlar çağdaş bir devlete yakışma- maktadır. Tartışılmalıdır. dkavukcuoglu@superonline.com www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com “Kültürel miras”la ilgili bir panelde Diyarbakır’daki ko- nuşmamõn ardõndan ilk soru şöy- leydi: “Söylediklerinize katılı- yoruz, ama ‘Kürt’ sözcüğünü hiç kullanmadınız; neden?” Delikanlõnõn gözlerine bak- tõm, samimiydi. İzleyenlerin ba- zõlarõ “hınzır”ca gülümserlerken dedim ki: “Dikkatle dinledi- nizse ‘Türk’ sözcüğünü de hiç kullanmadım...” Sõrõtanlar somurturken devam ettim: “Biz Anadolu kültürüy- le yetişenler; ne Kürt demeye ihtiyaç duyduk; ne de Türk... En değerli mirasımız da işte bu ‘ortak yaşam kültürü’müz değil midir?..” Yõllardõr Anadolu’yla kucak- laşan bir mimar ve her anlamda “Cumhuriyet(in) yazarı” ola- rak diyorum ki: Bugün yaşadõ- ğõmõz “sorun”un adõ “Kürt” de- ğil, Anadolu’daki tarihsel bera- berliğin “inkâr” edilmesidir... Binyõllara da- yanan “Anado- lulu kimliği”mi- zin unutturularak, yerini sömürge- ciliğin dayattõğõ “etnik ayrımcı- lığın” almasõdõr. Çünkü aynõ sö- mürgecilik, Do- ğu’nun geri kal- masõnõ da körük- ledi; böylece ya- ratõlan “bölge- lerarası denge- sizliği” de “bö- lücü politika- lar”õna dayanak yapõyor... Nitekim aynõ panelde demiş- tim ki: “Geçmiş uygarlıklar her çağın yaşam zenginliklerini Anadolu’nun tüm bölgeleri- ne armağan ettiler... Örneğin Hasankeyf de, İstanbul da aynı görkemdeki başkentlerdi... Mardin de, Bergama da ışıklar saçıyordu... Cumhuriyet dev- rimi de çağdaş kalkınma hiz- metlerini yurdun her yerine yayarken, daha sonra ne oldu da şimdiki dengesizlik yara- tıldı?...” İşte bu sorunun yanõtõ tartõşõl- madan, isteyen istediği “açı- lım”õ yapsõn, sömürgeciliğin bölücü politikalarõ önleneme- yecektir. Mustafa Sönmez’in yazdõğõ gibi “Güneydoğulu in- sanlarımızın yüzde 40’ının ar- tık batıda yaşaması”ndaki te- mel nedenler irdelenmeden, hiç- bir çalõştay işe yaramayacak- tõr... (Cumhuriyet-03 Ağustos 2009) Suskun ‘çalıştay’... Zaten İçişleri Bakanlõğõ’nõn “Kürt sorunu”nu görüştüğü “Türkiye Modeli Çalıştayı” için de özetle dendi ki: “Yan- daşların buluşması”... Nitekim Cumhuriyet gazete- sinden kimse çağrõlmadõğõndan, örneğin Diyarbakõr’da “çağdaş kent” için gerekli en “temel” hizmetlerin “Cumhuriyetin devrimci yılları”nda gerçek- leştiğini söyleyen de olmamõş... Güneydoğu’nun 60 yõldõr “geri” kalmasõnõn da Cumhuriyet Dev- rimi’nin “ulusal kalkınma” il- kesinden vazgeçildiği “muha- fazakâr-liberal” dönemlerin ürünü olduğunu, yine kimse anõmsatmamõş.. Köy Enstitüleri haritasõnda Anadolu kucaklanõrken, demir- yolu ağlarõ doğuyu da sarmalar- ken, batõnõn bile göremediği o muhteşem fabrikalar, lojmanla- rõyla, sinemalarõyla hatta kreş- leriyle tüm Anadolu’ya yayõla- rak kurulurken “ayrılıkçı te- rör”ün neden doğmadõğõnõ da soran olmamõş... Hele bölgedeki sefaletin so- rumlularõ arasõn- da Türk kapita- listlerle içli dõşlõ “Kürt Ağa”la- rõn bulunduğu, 60 yõldaki “kar- şıdevrim” hü- kümetlerinin de aynõ güçleri “hi- maye” ettikleri söylenmemiş... Böylece kal- kõnmada hep “batıyı kayıran siyaset”leri sor- gulayan değil, aynõ politikanõn “Kürtçe konuşularak” sürdü- rülmesini “demokratikleşme” sayan bir çalõştay gerçekleş- miş... Emperyalizmin ulusal geliş- meyi engelleyen politikalarõna teslim olunarak geri bõrakõlan bir bölge için, aynõ emperyalizmle daha fazla kol kola girilerek “bu sorunu biz kendimiz çö- zeceğiz” demek, ne kadar inan- dõrõcõ olabilir? Sömürgeci yasalarda rekor- lar kõrõlõrken “sefalet”e sadece sözde “kimlik özgürlüğü”yle çözüm aramak, “timsahın göz- yaşları” değil midir? Bu nedenlerle özüyle de, sö- züyle de tõpkõ Cumhuriyet dev- rimindeki gibi; öncelikle “Ana- dolu açılımı”na gereksinimi- miz var. Örneğin İstanbul’daki fabri- kalarõ “Doğuya kazandırmak” yerine Trakya tarlalarõna taşõr- ken sadece “TRT Şeş”lerle ye- tinmenin “Anadolu’ya yaban- cılaşmak” olduğunu; ayrõlõkçõ- lõğõn asõl bundan beslendiğini, bakalõm hangi çalõştayda tartõ- şabileceğiz? ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ ‘Anadolu Açõlõmõ’... ekinci@cumhuriyet.com.tr KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN HARBİ SEMİH POROY 12 Ağustos 12 AĞUSTOS 2009 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 15 AKP’nin Kürt açılımı üç ayaklı olacakmış. Bu ayaklar çoktan koktu! Norşin Doğan Kapkıner: “Abdullah Gül’e: Güroymak’a Norşin demekle olmaz, başladın mı Said-i Nursi’nin memleketinden başlayacaksın!” Normal Aydın Türkaydın: “Çokuluslu bir banka Türkiye hariç dünyada zarar etmiş. Hükümet, halktan yana değilse normal sonuç!” Suç Ahmet Önen: “Başbakan’a ampul diyen genç yedi ay ceza almış. Peki, ampule başbakan demek suç mu?” YağmurDeniz Çankaya’daki AKP’linin ‘kültür’ü “BAŞIMIZI kuma gömmeyelim” diyen Çankaya’daki AKP’li Abdullah Gül lafının içini “Kürt açılımı” gibi boş bırakmış... Tamam devekuşu olmayalım da deve mi olalım yoksa kuş mu onu söylememiş! Biri çıksın da açıkça söylesin artık: Zaten Arap çöllerindeki develer gibi başıboş gezinip duruyoruz, topraklarımızın bir kısmından da vazgeçersek kuşlar gibi hafiflemiş olacağız! Ankara’ya gelen ABD’li Barack Obama’nın çaktığı sinyal ve Ankara’daki ABD’li James F. Jeffrey’nin çalışmaları üzerine Çankaya’daki AKP’li başlattığı “tarihi fırsat” için AKP-FG koalisyonunun bir üyesi gibi çalışıyor. Şimdi de iktidar yalakası gazetecilere kültür mirasından söz etmiş. Bitlis Ahlat’taki Selçuklu mezarlarının, Van Akdamar’daki Ermeni kilisesinin, Bizans eserlerinin “bizim kültürümüz” olduğunu söylemiş. Çankaya’daki AKP’li yeni keşfediyor olabilir ama onlara “kültür” demezler, “taşınmaz kültür varlığı” derler. Ve bu varlıkları “hepimize” bırakılmış birer miras olarak koruma altına alırlar ki bizler de sonraki nesillere devredelim diye! Şu işe bakın Çankaya’daki AKP’li, Hasankeyf’i bile koruyamıyor kalkmış bize “kültür varlığı” edebiyatı yapıyor! Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” BİR tatlı su balığı olan sazan makarnadan midyeye, küspeden patatese kadar çeşitli yemlere kolayca takıldığı için, her şeye balıklama atlayanlara da “sazan gibi” demiş olmalılar! Birincil savcısının Recep olduğu Ergenekon dalgasının ikincil savcıları ikinci iddianameyi yazarken gizli tanık diye karşılarına alıp konuştukları Danıştay saldırısının sanığı Osman Yıldırım’ın itirafına, iftirasına pardon ifadesine dayanarak bizim Cumhuriyet gazetesine bombaların nasıl atıldığını şıpın işi çözmüşlerdi: Veli Küçük, Muzaffer Tekin, Zekeriya Öztürk, Fikri Karadağ ve Kuddusi Okkır’ın katıldığı toplantıda Cumhuriyet gazetesini bombalaması için Osman Yıldırım’a 500 bin dolar vermeyi teklif edilmiş. 30 Nisan 2006’da İstanbul Ataşehir’de yapılan toplantıdan sonra da Osman Yıldırım, Ümraniye’deki gecekondudan getirilen el bombalarıyla Cumhuriyet gazetesine saldırmış. İyi... Bu arada Kuddusi Okkır, aylarca yatırıldığı cezaevinden ölüm döşeğinde tahliye edilerek öldürülmüş... Cumhuriyet’i bombalatan diğer şüpheliler tutuklanmış ve sanık olarak iddianameye girmiş! Ergenekon dalgasının üçüncü iddianamesine bakıyoruz Osman Yıldırım’ın 30 Nisan 2006’da Ataşehir’de gittiği evde sadece Muzaffer Tekin varmış. Veli Küçük, Zekeriya Öztürk, Fikri Karadağ ve Kuddusi Okkır yokmuş. Ne olmuş da ikinci iddianamedeki dört sanığın adları üçüncü iddianamede ikincil savcılar tarafından şıpın işi silinmiş. Meğer, ikinci iddianamede adı geçen sanıkların iddia edilen tarihte, iddia edilen semtteki toplantıya katılıp katılmadığının saptanması için mahkeme cep telefonlarından mevki tayini yapılması amacıyla baz istasyonu kayıtlarının çıkartılmasını istemiş. Sonuç; ikincil savcıların iddia ettiği gibi Veli Küçük, Zekeriya Öztürk, Fikri Karadağ ve Kuddusi Okkır saldırı kararının alındığı ve 500 bin dolarlık pazarlığın yapıldığı gün Ataşehir’in çevresinden bile geçmemiş İkincil savcılar gizlimsi tanık ve aleni sanık Osman Yıldırım’ın anlattığı hikâyeye balıklama atlamak yerine baz istasyonu araştırmasını baştan yapsa; iddialı bir şekilde yazdıkları iddianameyi kendi elleriyle değiştirmek zorunda kalmayacaklardı! Sazanın ızgarası kadar fırında güveci de güzel olur. Sazan SESSİZ SEDASIZ (!) BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ “Tuzak, oyun” anlamõn- da argo sözcük. 2/ Sularõnõ bir denize ya da göle gönderen bölge... Bir göz rengi. 3/ Çin ve Japonya’dan tüm dünyaya yayõlmõş bir strateji oyunu... İzmir yöresinde yetiş- tirilen ve hem sofralõk hem şaraplõk olarak kullanõlan üzüm cin- si. 4/ Üye... Pasta ha- muru... Uzaklõk işa- reti. 5/ Kullanõlmaya hazõr para... Denize uzanan dar ve alçak kara parçasõ. 6/ Bini- cilikte atõn en yavaş ve doğal yürüyüşüne verilen ad. 7/ Bir değiş tokuşta üste verilen şey... Afrika’nõn güney ucundaki bur- nun adõ. 8/ Yapõlarda dolgu gereci olarak kullanõ- lan delikli tuğla. 9/ Fotoğrafçõlõkta “bulanõk” an- lamõnda kullanõlan sözcük... Pantolon ya da etek üze- rine giyilen bir kadõn giysisi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Argoda kaba saba ve görgüsüz kimseye verilen ad. 2/ “Anlat, konuş” anlamõnda argo sözcük... “Her çiçekten --- eyledik / Arõya saydõlar bizi” (Pir Sul- tan Abdal). 3/ Hollanda’nõn plaka imi... Bir dizi el- mas ya da põrlantadan oluşan gerdanlõk. 4/ Dansta erkeğe eşlik eden kadõn... Ölüm cezasõ. 5/ Bir kim- senin kõz kardeşinin ya da kadõn hõsõmlarõndan bi- rinin kocasõ... Küçük bitkilere verilen ortak ad. 6/ Ke- nar süsü... Güreşçi erkek deve. 7/ İçine başka bir sõ- võ katõlmamõş içki... “Tiz reftar olanõn pâyine --- do- laşõr” (Ziya Paşa). 8/ Mesaj... Küçük erkek kardeş. 9/ Tembellik. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 H O R A V E L B Ö D E M Ş İ L E Ş A K M A V A N M L A V M A N E T A N O R U K R O M E T G O İ N K R E T O N M O D A L A A Z O M A Y A K 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear