26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
HÜSEYİN BAŞ Doğanın bağışladığı dört denizli ülkemizde, ne yazık ki denizciliğimize sahip çıkıldığı ‘Kabotaj Bayramı’nın, 83. yılı- nı (1926) idrak ettiğmiz şu günlerde denizcilikten, liman- lardan, gemilerden nefret eden bir Bedevi zihniyetinin bu yıl da denizlerimizi çöle çevirmeyi sürdürdüğü kimsenin saklısı değil. Birkaç yıl önce, 2003 yılının 1 Temmuz Kabotaj Bayra- mı’nda Ege kıyılarından, Ka- radeniz’in nasılsa elde kalan li- manları arasında oflaya pufla- ya koşturup duran ‘son Mohi- kan’ emektar Truva vapuru da denizden alınıp ‘özel sek- töre’ devredilmişti. Sonrasın- da aslında bir kamu hizmeti sayılması gereken bu iş salt kârdan öte amaçları olmadığı gibi ehliyetleri de kuşkulu ba- zı şirketlere ‘devredilmiş’, söz- de restore edilerek Ege kıyı- larına yelken açmıştı. Ne ki, iş- letme olarak da başarılı olma- yan söz konusu şirketler, key- fi yönetimin yanı sıra, ikide bir güzergâh değişiklikleriyle yol- cuları perişan ettikten sonra, iç denizleri terk edip sanırım da- ha kârlı olan dış hatlara yöne- lerek, denizlerimizin ve çoğu restorana dönüşen limanları- mızın bir kez daha ıssız kal- masına yol açmışlardır. Son Mohikan’ın ortadan kaybolmasından sonra bu, ulaşım yollarımızın en boş, en güvenli, en keyifli ‘ana arteri’ sayılan denizlerimizdeki yolcu gemileri döneminin de sonu ol- muştur. Bu eşsiz ana arter şu anda ilaç için de olsa tek bir yolcu gemisinin seyretmediği ıssız bir çöle dönüştürülmüş durumdadır. Oysa, 2. Dünya Savaşı yılları dahil, çok da es- ki sayılmayacak zamanlara değin onlarca yolcu gemisi dört denizimizin güzelim li- manları arasında sefer üstüne sefer yapan Denizyollarımız, li- man kentlerimizi bayram yeri- ne çevirirlerdi. ‘Baston bu- runlu’ Cumhuriyet, Tarı, Gü- neysu, Ege, Akdeniz, Kara- deniz, Samsun ve daha nice- leri, Bahtiyar Kaptan gibi ün- lü süvarilerin yönetiminde li- man kentlerimizde özlemle beklenen, ne var ki artık tarih olan, düpedüz yok edilen ef- sane yolcu gemilerimiz ara- sındaydı. Tertemiz, bakımlı, yemek salonlarında gümüş takımlar- la yemek servislerinin yapıldı- ğı, mutfakları dillere destan olan, gezinti güverteleri bütü- nüyle ahşap transat denilen şezlonglar ve mobilyalarla do- natılmış bu düş gemileri birer ikişer yok edildiler. Sonraları o güzelim ahşap şezlongların Salıpazarı’nın bir antreposu- nun önüne üst üste yığılmış enkazını gördüğümde onul- maz bir hüzne kapılmış, ge- misiz denizlerimiz için göz- yaşlarımı tutamamıştım. Oysa varlıkları sürseydi, in- sanlar şehir hatları vapurların- da olduğu gibi, bugün yaz kış, özellikle de yaz aylarında denizlerimizin güzelim kıyı kentlerine ucuz, keyifli, güve- nilir yolculuk yapma olanağı- nı yitirmemiş olacaklardı. Denizyollarımız ve yolcu ge- milerimizin hoyratça ihmali- nin, karayollarındaki aşırı yo- ğunlaşmadan kaynaklanan ve giderek artan kazalara neden olduğu, çok sayıda kıyı yöre- mizin turizmden yoksun kal- maları bir yana, ülke ekono- misine, tıpkı Cumhuriyet’le özdeş demiryollarımızın bi- linçli olarak gözden çıkarıl- ması gibi, yıllardır büyük za- rarlar verdiği de, keza, kimse için sır değil. Çünkü bu ülke- de son birkaç yıldan bu yana kamu taşımacılığının bir kamu hizmeti olduğu bütünüyle unu- tulmuştur. Artık ayaklarımızı denize sokmanın zamanı gelmiştir. Barbaros’un torunları olmak- la övünenler, denizlerimizde bir tek geminin, bir tek feribotun bile seyretmemesi ayıbından kurtulmalıdırlar. Yunanistan’ın iç denizlerinde yolculara hiz- met veren gemilerin sayısının 280 olduğunu anımsadığımda yüzüm kızarıyor!.. CMYB C M Y B DÜZ ÇİZGİ ÜMİT ZİLELİ Dinci Faşist Düzen!.. 12 Mart Muhtırası radyoda okunduğunda küçü- cük bir çocuktum… Amcamın nasıl büyük bir hırsla arandığını ve so- nunda yakalandığını, sokaklarda ya da dağlarda öl- dürülemeyen gencecik çocukların nasıl ipe yollan- dıklarını, askeri mahkemelerde nasıl onlarca yıl hapse mahkûm edildiklerini hep babaannemin göz- yaşlarından öğrendim… Mamak Askeri Cezaevi’nin önündeki uzun nöbet günlerini gayet iyi hatırlarım… 12 Eylül darbesi esnasında ise gencecik bir mu- habirdim… Binlerce, on binlerce insanın nasıl iş- kencelerden ve darbe mahkemelerinden geçtiğinin bizzat tanığıyım... Cunta liderinin kürsüden, “As- mayalım da besleyelim mi?” diye kükrediği sıralar- da yaşı büyütülüp asılan çocuğu da hiç ama hiç unut- madım… Bu ülkede yazılan ilk “askerlik anılarının” yazarı olarak, yaşadıklarımı, tanıklıklarımı kâğıda dö- kerken de sıkıyönetimin, asker egemenliğinin ne ol- duğunu birinci elden bilen biriydim… Bu nedenle, geçen perşembe gece yarısı, AKP’nin adeta yangından mal kaçırırcasına TBMM’den ge- çirdiği yasanın içeriği, benim ilk gençlik yıllarımdan bu yana savunduklarımla örtüşüyor ve destekliyo- rum!.. Tabii ki, demokratik bir hukuk devletinde as- kerler de ağır cezalık, askeri disiplin dışında işledikleri suçlar nedeniyle sivil mahkemelerde yargılanmalı- dır… -Ama gerçekten demokratik bir hukuk devletinde!.. Tüm kurumları ele geçirip, rejimi değiştirmeyi he- deflediği, yedi yıllık iktidarı sırasındaki uygulamala- rıyla açıkça ortaya çıkmış, ülkenin Anayasa Mah- kemesi’nin, bir üye dışında 10 üyesinin kararıyla “la- ik düzene karşı irticai eylemlerin odağı” olduğu ka- rara bağlanmış bir hükümetin yönetiminde değil!.. Bu hükümetin başı, daha birkaç gün önce açık- ça, üstüne basa basa ne demişti, anımsamıyor mu- sunuz?.. - Türkiye’de demokratik rejimin teminatı polistir!.. Dünyanın hangi demokratik hukuk devletinin başbakanı, demokrasinin biricik teminatının “hukuk” ve bağımsız yargı olduğunu yok sayıp, teminat ola- rak “polisi” gösterebilir?.. Bu kafanın ülkeyi götü- receği sonuç o kadar basit, o kadar kesindir ki… - Polis devleti!.. Hele ki; polis içinde “F tipi” yapılanmanın ne den- li yaygın olduğu bilinirken!.. Bu durumda, yapılmak istenen de son derece açık: - Türkiye’nin tepetaklak boşluğa yuvarlandığını, ta- rihin en acıklı ekonomik küçülmesinin yaşandığını giz- lemek, Deniz Feneri davasını gözlerden iyice uzak- laştırmak, “darbe” edebiyatıyla yine o mide bulan- dırıcı “mağdur” rolünü oynamak için yeni tertipler planlamak ve uygulamak!.. - F tipi yapılanma şu anda işbirlikçi liberal sürün- genlerin desteğinde işte bunu beceriyor!.. Yaşadıklarımızın ne sivilleşmeyle, ne de hukukla uzaktan yakından bir ilgisi var. Ele geçirilemeyen tek kurum olan TSK’nin ağır bir kuşatmaya alınması da o çok açık hedefe ulaşmak için zaten… - Dinci faşist bir düzen!.. Bir Yurtsevere Mektup (XV) Sevgili kardeşim Balbay, bu sana on beşinci mek- tubum!.. Bu mektupları yad ederek acı acı gülüm- seyeceğimiz, kucaklaşacağımız günleri artık iple çe- kiyorum, bilesin… Bugün Sıvas Katliamı’nın 16. yıl- dönümü… Gerici yobazların, ağızlarından salyalar akıtarak, bu ülkenin sanatçılarını, gencecik pırıl pı- rıl insanlarını diri diri yaktıkları o meşum günün yıl- dönümünde, o yobazların ağababalarının köşe baş- larını tuttuğunu, demokrasi ve insan hakları nutuk- ları attıklarını gördükçe o güzelim insanlardan af di- liyorum… Belge komedisine gelince; o da akıl almaz bir şe- kilde totaliter bir rejime doğru gidişin çekici gücü ha- line getirilmeye çalışılıyor!.. Sivil darbenin süratle so- nuca ulaşması için gözü kara bir saldırı daha ger- çekleştiriliyor anlayacağın… Sesli Gazete’de hep söy- lediğimiz üzere: “Güzel gidiş bu gidiş, eğer sonu ge- lirse!..” Seni ve tüm yurtseverleri, dışarıdaki milyonlar adı- na bir yurtseverin olanca gücü, kararlılığı ve sıcak- lığıyla kucaklıyorum kardeşim... e-posta: umitzileli@gmail.com Kabotaj Değil, Sabotaj Bayramı KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 2 Temmuz HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com 2 TEMMUZ 2009 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA 15 Bilal oğlan bedelli asker: Yan gelip yatmak ücrete dahildir! Bilir Yaşar Şengel: “Darbeyi en iyi ABD bildiğine göre fotokopinin sahte mi gerçek mi olduğu Hüso’ya (Barack) veya Feto’ya sorulsun!” Ak polis Engin Balım: “Kendi ordusunu ‘kara kuvvet’ olarak görenler, kurdukları rejimin güvencesi olarak elbette ‘ak polis’e sığınacaktır!” Mahsul İlhami Hakverdioğlu: Şu işe bak; darbenin mahsulü olanlar darbeye karşı. Kargalar bile güler buna!” YağmurDeniz Yargıda aklama aklatma sistemi! KİM kimi yargılamalı tartışması, siyasi belleği dürtüp yakın tarih içinde kısa bir yolculuğa çıkarıyor bizi. 29 kilo139 gram altın armağanlı bir sünnet düğünü vardı hani. Baba kuyumcuya, kuyumcu bankaya gidecekti. Sonuçta baba oğuldan borç alıp rahata kavuşacaktı. Sünnet vurgunu kayıtlara “çocuğun babasına verdiği 220 bin dolar ve 55 bin mark borç” olarak geçecekti. RTE, İstanbul belediye başkanlığı döneminde servet artışı iftirasından bu kararla kurtulmadı mı? Bu aklanma kararını temyiz etmeyen savcı Fahri Kasırga Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığına atanıp Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu toplantılarına katılmadı mı? Tersi de yaşandı. Bu davanın iddianamesini hazırlayan savcı Bekir Selçuk “tenzili rütbeye” uğratılarak cezalandırılmadı mı? Bir başka davada başbakanın “belediye başkanlığı döneminde ihalelerdeki yolsuzluk savlarının soruşturmasında adli işleme gerek yoktur” diyen Mülkiye Başmüfettişlerinden Enver Salihoğlu Rize’ye ve Hüseyin Avni Çoş Bingöl’e vali olarak atanmadı mı? Bir başbakanın “adli sicil”inin silinmesine karar veren yargıç İsmail Rüştü Cirit Yargıtay üyeliğine getirilmedi mi? Bir başbakana “ishal raporu” verip kendisini duruşmaya çıkmaktan kurtaran doktor Hilmi Feyizoğlu bölge müdürlüğüne atanıp ödüllendirilmedi mi? Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” TÜRK askerinin kafasına ilk çuval 4 Temmuz 2003’te Irak’ın kuzeyinde Amerikalılar tarafından geçirildiği zaman Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’tü. Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın “hocam” dediği Hilmi Özkök, emekli olduktan sonra bile çuval olayına hiç değinmedi ama Ergenekon savcılarıyla köfte ekmek yedi! Türk askerinin kafasına ikinci çuval 4 Mayıs 2007’de Dolmabahçe Sarayı’ndaki özel ofiste geçirilirken Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’tı. Başbakan Erdoğan saraydaki özel ofisinde, Büyükanıt’la yaptığı “sır” görüşmeyi mezara götüreceğini söylerken “Ne konuştuğumuzu açıklarsa ben de bazı şeyleri açıklarım” dedi. Laiklik karşıtı eylemlerin odağı AKP’nin kurduğu hükümetten boynuna üstün hizmet madalyası takarak emekli olan Büyükanıt ise “bazı şeyler” üzerine susmak zorunda kaldı. Görünen o ki 30 Haziran 2009 tarihi itibarıyla Türk askerinin başına üçüncü kez çuval geçirilmesi ile karşı karşıyayız. Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un ortada “darbe planı” diye dolaşan “fotokopi belge”nin kâğıt parçası olduğunu açıklaması, sivil savcılardan “fotokopi belge”yi hazırlayan ve piyasaya sürenleri bulmasını istemesi, yeni bulgular elde edilirse “fotokopi belge” konusunda askeri savcılığın tekrar soruşturma başlatıp dava açılabileceğini bildirmesi ve en önemlisi Genelkurmay karargâhında bir “cadı avı” başlatılmayacağını çünkü Türk Silahlı Kuvvetleri’nin demokrasiye bağlı olduğunu ilan etmesi ve hatta “Bunu kim söylüyor; ben söylüyorum” diyerek Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başkomutanı sıfatıyla konuşma yapmasının dahi hiç ama hiçbir değerinin olmadığı anlaşılıyor. Orgeneral İlker Başbuğ’un basın toplantısı düzenleyerek yaptığı açıklamaların üzerinden dört gün geçtikten sonra konu Milli Güvenlik Kurulu yedi küsur saatlik toplantısının gündeminde ele alınırken “kâğıt parçası”nda imzası bulunan ve “cadı avı”nda adı geçen kurmay albay, Başbakanın yargı kararına karşın “terör örgütü” damgasını vurduğu Ergenekon dalgasından yasadışı örgüt üyesi olduğu savıyla 30 Haziran 2009 gece yarısı tutuklanıyor. İşte tam da bu sırada Amerika’nın Ankara Büyükelçisi James Jeffrey, bazı “temaslar” için İzmir’de dolaşırken “Ergenekon, hukuki bir süreçtir, Türkiye’nin iç konusudur. ABD bu konuda herhangi bir rol oynamıyor” diyor! Üçüncü çuval askerin değil ulusun başına geçirildi, geçiriliyor! Üçüncü çuval SESSİZ SEDASIZ (!) HARBİ SEMİH POROY BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Türk halk müziğinde bir uzun hava tü- rü... Kenar sü- sü. 2/ En kü- çük izci kuru- luşu... Yahu- dilerin üç te- mel yazõ di- linden biri olan ve “Ya- hudi Alman- cası” da denilen dil. 3/ Taban... Gözleri görmeyen. 4/ Ha- berci... Utanma, ha- yâ. 5/ Köy muhtarõ yardõmcõsõ... Uzak- lõk işareti. 6/ Bir no- ta... Trabzon’un bir ilçesi... Bir göster- me sõfatõ. 7/ Ergen- lik sivilcesi... “Ay doğar --- düşer / Kar yağar beyaz düşer” (Tür- kü). 8/ Antil Denizi’nin doğusunda bir ada-dev- let. 9/ Özeleştiri. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Türk halk müziğinde kullanõlan dokuz telli saz... Telefon sözü. 2/ Dikilitaş. 3/ Adõ hemen akla gelmeyen ufak ve değersiz şeyler için kul- lanõlan sözcük. 4/ “--- şey: aşk ve şiir / Bunlar kuşkuyla çiftleşir” (Cemal Süreya)... Bir işi yap- tõrabilme gücü. 5/ Eski dilde göz... Romanya’nõn plaka imi... Rütbesiz asker. 6/ İlgi eki... İnsan gözünün algõladõğõ õşõk şiddeti. 7/ Bir hedef tah- tasõna küçük oklarõn fõrlatõlmasõyla oynanan oyun... Kalkan ve zõrh gibi korunma aracõ. 8/ Gümüş... Kalõnca ve açõk saman renginde, yarõ mat bir kâğõt türü. 9/ Erkek hizmetçi... Nuri Bil- ge Ceylan’õn bir filmi. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 B A Ş T A R D A İ D E A L O V A R A N T A N A Ç G D U B L Ö R E F E L A R K N A R M A N S U D E A Z K E P E T M E L E K E A M A R İ L İ S 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelık mynet.com ARANIYOR 20 Haziran 01.30 - 02.30 saatleri arası Bakırköy sahil yolu Sümerbank önünde meydana gelen trafik kazasında oğlum KUBİLAY ŞİRİN’i kaybettim. Kazayı görenlerin insanlık namına Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı’na başvurması ve (0212) 466 22 08 - (0544) 817 54 60 No’lu telefonlara bilgi vermesi rica olunur. FARUK ŞİRİN
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear