24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
7 HAZİRAN 2009 / SAYI 1211 Bu topraklar bizim alın terimizle işlendi Doğup büyüdüğü topraklarda azınlık olarak yaşamanın getirdiği acıları yaşamış bir gazeteci MÜıail Vasiliadis. Hem burada hem orada istenmemiş, hakkında dava açılmış. O ise hep iki halkı yakınlaştırmak için yazmış. Yedi yıldır da 1925'ten beri îstanbul'da yayınlanan Rumca gazete Apoyegmatini'yi çıkanyor. A: £ / A rtık ok yaydan çıktı." Mihail Vasiliadis, . Tayyip Erdoğan'ın "azınhklara yapılan faşistlikti" çıkışı için düşüncelerini bu cümleyle özetliyor. Belki azınlık sayılmayanlar için Başbakan'ın söyledikleri başka çıkarlara hizmet ediyor olabilir ya da hükümetin icraatlarının bu çıkışla paralellik göstermediği ileri sürülebilir. Ancak uzun süre îstanbul'da, doğup büyüdüğü topraklarda azınlık olarak yaşamış ve getirdiği acılan en derinden hissetmiş birinüı açısından olaya bakın. Vasiliadis, hayatının büyük kısmını îstanbul'da geçirmiş bir Rum. Şu sıralar Apoyegmatini isimli Rumca gazeteyi oğluyla birlikte çıkanyor. Varhk Vergisi günlerini de görmüş, 6-7 Eylül olaylanm da yaşamış, Kıbns'ta ortalık gerildiğinde her gün görüştüğü selamlaştığı insanlann nasıl birden kendisine düşman gözüyle bakmaya başladığını da iyi biliyor. Tabii ki birden gelmedi ama olaylann dönüm noktası 6 ve 7 Eylül 'dü. Vasiliadis o güne kadar geleceğini bu topraklarda gören Rumlar'ın artık başka planlar yapmalan gerektiği anladığını söylüyor. Ancak tüm olanlara karşm Istanbul halkına suçu yüklemiyor. Onlann zehirlendiğini, öncesinde yasalarla gerçekleştirilmeye çalışılan "farklı olanlan yok ederek ulus devlet temellerini güçlendirme" politikasımn en geri dönülmez sürecinin "halkı azınhklara karşı kışkırtmak" olduğunu düşünüyor. Belki yasalan geri çekebilirsiniz ama... Şu sıralar televizyon programlannda en sık konuşulan konulardan biri azmlıklar, herkes tarih bilgisi, siyasi iradesi el verdiğince bir şeyler söylüyor. Oysa Vasiliadis olup bitenin canlı tanığı. 6 Eylül 1955'te o zamanlar çahştığı Embros gazetesinin bulunduğu Suriye Pasajı'ndaymış. 1yi ki de oradaymış çünkü karşıdaki Rus Konsolosluğu'nu düşünen polisler pasajın önüne barikat kurmuş ve saldırganlan önlemiş. AYRILMAYIDÜŞÜNMEDİM Zaten kendisi acı gerçeği çok öncesinden fark etmiş; 1950'den itibaren başlayan süreç; Rum erkeklerin kamplara gönderilmesi onun da öncesinde "Vatandaş Türkçe Konuş" kampanyası. 1955 Eylülü'nden sonra 18 ay içinde tam 50 bin Rum Istanbul'u terk etmek zorunda kalmış. Ya terk etmeyenler? Vasiliadis de onlardan biri. "Rum cemaati bir klan değildir sonuçta herkesin kendine göre bir düşüncesi vardır. Benim aynlmak gibi bir düşüncem hiç olmadı. Bizler bu topraklara çok bağlıyız, çünkü bu topraklar bizim ahn terimizle işlenmiştir" diyor. Altmışlı yıllar görece bir rahatlama sağlamıştır. Ta ki 1964'te Kıbns yeniden kanşana kadar. Düşmanlığın fitili yeniden ateşlenir. Çoğunluğa göre Kıbns Yunanlılan ve Rumlar arasında bir fark yoktur. Oysa Vasiliadis, Kıbns'taki Yunanlılara Rum denmesinin bile oyunun bir parçası olduğunu düşünüyor. O yıllarda kendisine bir de "Türklüğe hakaretten" dava açılır. Tam üç defa beraat eder. Dava sürerken Yunanistan'a kaçmak kolaydır ama kendisine bir çamur atılmıştır onu temizlemeden gitmek Vasiliadis'e göre suçu kabul etmektir. Aynhşı ise çok da beklenmeyecek bir sebep yüzünden; "1974'de Kıbns Harekâtı'nda Türk ordusu Yunanistan'daki iç kanşıklıktan da yararlanarak adaya kolayca girdi. Ben de her türlü baskıyla mücadele ederim ama alaya hiç gelemem. Etraftan alaylar duyunca dayanamadım. Zaten aile kuracaktım ve çocuklanmın Türkiye'deki iç kanşıklıklardan fazla etkilenmesini istemiyordum. Gitmeye karar verdim" diyor. Peki, Kıbns konusunda kendini taraf olarak görüyor muydu? "Hayır ama taraf olarak gösterildim" diye cevaplıyor. Yunanistan yıllarında da bir gazete çıkanr. Kendisinden önce gidenlerin yaptığı gibi düşmanhğı korüklemek yerine iki halkı yakınlaştırmaya yönelik yayınlar yapar. Orada da bir dava açılır, o davadan da beraat eder. Bu arada Istanbul'la ilişkisini de kesmez, sık sık gidip gelmektedir. 2000 yılıysa "Ashnda hiç terk etmemeliydim" dediği topraklara dönüş vaktidir. tki yıl sonra 1925'ten beri îstanbul'da yayın hayatına devam eden Apoyegmatini gazetesinin sahibi olur. O günlerde gazetenin tirajı 80'e kadar düşmüştür. Vasiliadis'in deyimiyle "Gazete denıeye bin şahit lazımdır." Şimdi ise gazetenin tirajı 580'e çıkmış, "Her Rum evine bir Apoyegmatini girecek" hedefi gerçekleştirilmiş. Türkiye de ellilere pek benzemiyor belki. Bir dönem Peyami Safa'nın Türk düşmanhğı olarak gördüğü, "kendi içlerinde arada bir konuşabilirler" cömertliğini bahşettiği Rumca'yı konuşmak o kadar büyük problem değil, dahası tüm Türkiye Rumca şarkılar söylüyor. Hoş Vasiliadis de "Acaba Rumlar burada kalsa o şarkılar yine söylenir miydi?" diye sormuyor değil. SON SÖZ Konuyu Hrant Dink'e getiriyorum, cümlemi bitirmeden "Çok sevgili arkadaşım" diyor. Sırf benzer konumları paylaşan iki insan değil, aynı zamanda akşamlan kafa kafaya verip gazetelerinin akıbetini düşünecek kadar yakın iki dost. "Ya Mihail şu gazetene bir de Türkçe sayfa eklesen daha iyi olmaz mı?" "Yok Hrantım sizde Ermenice bilmeyen Ermeniler var ama bizim Rum cemaatinde pek yok." Konuşmalar hâlâ aklında. Önceki akşam birlikte olduğu insan vuruluyor ve ne büyük çelişkidir ki Vasiliadis, birkaç gün sonra düşmanhklanna çokça şahit olduğu sokaklarda bu kez "Hepimiz Ermeniyiz" pankartının arkasında birçoğu azınlık olmayan insanlarla birlikte yürüyor. "O anki duygulanmı anlatmam çok zor" diyor ve devam ediyor; "belki size tuhaf gelecek ama Hrant'ın vurulmasından sonra içimde kalan azıcık korku da yok olup gitti. Çünkü o olay uyuyan bir halkın vicdanını öyle bir uyandırdı ki, bundan sonra benim başıma da benzer bir şey gelse aynı şeyler yaşanacağmı biliyorum. Oradaki antifaşist hava o kadar güçlüydü işte." 0 PAZAR SÖYLEŞİLERİ Bahar geçtl bile ATAOL BEHRAMOGLU Nisandı mayıstı derken, bahar geçti bile... Siz bu yazıyı okuduğunuzda haziranın ilk haftası da sona ermek üzere... Bunun ne kadar farkındayız? llkbahardan söz ediyorum... Baharın geçip gitmiş olduğunun ne kadar farkındayız? Hırslar, yarışlar, tasalar. Haklı ya da haksız kaygılarımız. Ama ilkbahar geçti bile. 2009 ilkbaharı sona erdi. Tekrar, yeni bir ilkbaharla karşılaşmak için üç mevsim geçmesi gerekecek. Bu haftanın pazar yazısını tasarlarken, birden, aklımda ilkbaharın geçmiş olduğuna dair hiçbir şiir, hiçbir dize bulunmadığını ayrımsadım... Baharın geldiğine dair sonsuz şiir vardır. Bizde, dünya şiirinde. Yazın geçmiş olduğuna dair şiir sayısı da haddinden fazladır. Ama gelişine öylesine sevinilen ilkbahar, sessizce, fark edilmeksizin geçip gider... Bunun nedenlerini düşündüm... İlkbaharın neden, geride hiç iz bırakmamışçasına geçip gidişini... Kış bıktırdığı için baharın gelişi bir sevinçtir. Yaşamın, sanki kaldığı yerden, yeniden başlaması gibi bir şey. Bu nedenle de ilkbaharı şiirlerle karşılamamız, bu yeniden doğuşu selamlamaktır. Yaz mevsiminin özlemle, hüzünle uğurlanması da anlaşılır bir şeydir. Çünkü güz ve ardından gelecek olan zorlu kış bir kez daha kapıdadır. Mevsimler arasında ayrım yaptığımı düşünmeyin. Hepsinin ayrı güzellikleri olduğunda kuşku yok. Kaldı ki özellikle güz, bende şiir yazma isteğini kıpırdatan bir mevsimdir. Fakat bunlar yine de hüzün duygusunun ağır bastığı şiirler olacaktır. Genelde de öyle değil mi? Tıpkı, yazın birtiğine dair şiirlerin de yine hüzün içermesi gibi... Buna karşılık, bahar şiirleri hep, mutlulukla, coşkuyla, yaşama sevinciyle dolup taşar. Böyleyken, onun geçip gittiğini ayrımsamayız bile. Yazı ağıtlarla uğurlarken, öylesine sevinçle karşıladığımız ilkbaharın sessiz sedasız geçip gitmiş olmasını umursamayız. Neden? Düşündüm ve sanıyorum ki buldum: Bu umursamazlıkta insana ilişkin bir vefasızlık var. Kışı sona erdirdiği için baharı sevinçle karşılıyor, ona coşku dolu şiirler armağan ediyoruz... Güzle yer değiştiren yaz mevsimini ağıtlarla uğurluyoruz... Fakat yerini yaza bıraktığı için ilkbaharın geçip gitmiş olması umurumuzda değil... Bunları düşündüm ve sessizce geçip giden 2009 ilkbaharı için üzüntü duydum... 2009 ilkbaharı ve bütün ilkbaharlar için... Şiirlerle karşılayıp da böylesine fark ettirmeksizin geçip gitmelerini umursamadığımız... Güle güle 2009 ilkbaharı... insan vefasızlığımızı bağışla... Coşkuyla karşıladıktan sonra seni hak ettiğince yaşayabildiğimiz de kuşkulu... Şiir olmadıysa da, bir şairin sana hoşça kal yazısı olsun bu... • ataolbOcumhurlyet.com.tr TARİHTE BU HAFTA 7 Hazlran 1915: I. Dünya Savaşı sırasında ilk kez bir Alman zeplini Ingilizlerce düşürüldü. 1943: Istanbul'da başlayan tifüs salgını yüzünden bazı sinemalar kapatıldı. 1956: Demokrat Parti hükümetinin hazırladığı "Yeni Basın Kanunu" TBMM'de kabul edildi. Hürriyet Partisi adına söz alan Turan Güneş, "Bu kanunla, değil basın özgürlüğü, basın bile kalmayacak" dedi. 1980: Ünlü Amerikalı yazar Henry Miller hayata gözlerini yumdu. 8 Hazlran 1949: Ünlü Ingiliz Yazar George Orvvell'in "1984" adlı romanı yayımlandı. 1985: Mustafa Kemal Atatürk'ün manevi kızı Afet Inan hayata gözlerini yumdu. 9 Hazlran 1908: Ünlü Fransız yazar ve filozof Simone De Beauvolr doğdu. 1928: Avusturyalı pilot Charles Kingsford- Smith, uçağıyla Büyük Okyanus'u aştı. 1934: Walt Disney'in çizgi kahramanlarından Donald Duck'ın (Vakvak Amca) çizgi filmleri yayınlanmaya başladı. 1977: Türkiye'nin Vatikan Büyükelçisi Taha Carım, Roma'daki evinin önünde iki teröristin açtığı ateş sonucu öldü. Saldırıyı, "Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları" adlı terör örgütü üstlendi. 10 Hazlran 1909: İlk S.O.S. sinyali, telsizle Slavonia adlı Ingiliz gemisinden verildi. 1914: Ünlü şair Oktay Rlfat doğdu. 1923: Pierre Loti adıyla bilinen ün|ü Fransız yazar "Louis Marie Julien Viaud" hayata gözlerini yumdu. 1946: Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Sedat Simavi, Sadun Galip Savcı, Cihat Baban, Hayri Alpar ve Sait Kesler tarafından kuruldu. 11 Haziran 1966: Ünlü şair ve siyasetçi Hamdullah Suphi Tanrıöver hayata gözlerini yumdu. 1970: Güreşçi Ahmet Ayık dünya şampiyonu oldu. 1982: Türkiye güzeli Nazlı Deniz Kuruoğlu Avrupa güzeli seçildi. 12 Haziran 1924: Türkiye'nin ilk sanatoryumu olan "Heybeliada Sanatoryumu" açıldı. 1966: Keban Barajı'nın temeli atıldı. 1975: Mustafa Kemal Atatürk'ün evlenip ayrıldığı Latife (Uşaklıgil) Hanım öldü. 1979: Amerikalı Bryan Allen pedalla dönen pervanesi bulunan bir hava aracıyla Manş Denizi'ni aştı. 13 Hazlran 1946: Üniversitelere özerklik veren "4936 sayılı kanun" kabul edildi. 1952: "Fikir Işçileri Kanunu" kabul edildi. Gazetecilerin çalışma hukukunu düzenleyen kanunla kıdem ve ihbar tazminatı, yıllık izinli ücret gibi haklara sahip oldu. 1963: "20-21 Mayıs Olayları"ndan sanık bulunan 1459 Harp Okulu öğrencisinin yargılanmasına, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No'lu Mahkemesi'nde başlandı. Hazırlayan: AÜ SELİM EMEÇ
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear