28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B 28 ARALIK 2009 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 15 ÇALIŞANLARIN SORULARI/SORUNLARI YILMAZ ŞİPAL Çağõnõ Geleceğe Taşõyanlar: Muazzez İlmiye Çõğ Bir televizyon programõnda, bir bilim anõtõ olan Muazzez İl- miye Çığ’õn konuşmalarõnõ “hayranlıkla” izledim. Atatürk’ün silah arkadaşlarõyla birlikte, ve Türk halkõyla el ele vererek kurduklarõ “Laik Türkiye Cumhuriyeti”nin ka- dõna verdiği önem ve değeri, M. İlmiye Çõğ konuşmalarõ ile bu kez “ekran karşısında” kanõtladõ. Oysa, “Cumhuriyetin yüz akı bu bilim insanını” 2006 yõ- lõnda, 93 yaşõnda yargõlamaya kalktõlar. 26 Ağustos 2006 gün- kü Cumhuriyet, bu olayõ “Tarih’e dava açtılar” başlõklõ ha- beri ile Türkiye’ye aktardõ. Olay bir gazete haberi olmanõn çok ötesindeydi ve Türkiye’nin nereye götürülmek istendiğinin de bir habercisiydi. Bu haber içinden geçtiğimiz günleri, geleceğe aktaran bir belge niteli- ğindeydi. 93 yaşõnda yargõlanan M. İlmiye Çõğ, yaşamõnõ, 5 bin yõl ön- cesine ait 300’den fazla çivi yazõsõ ile yazõlmõş Sümer table- tini geceli-gündüzlü çalõşarak çözüp, dünya kültürüne arma- ğan etmeye adamõştõr. Ve laik Türkiye Cumhuriyeti’nin “uluslararası arenada” üne ulaşmõş bilim insanõdõr. Batõlõ bi- lim insanlarõ, Muazzez İlmiye Çõğ’õn bu başarõsõ karşõsõnda hay- ranlõklarõnõ gizlememiş ve kendisini “Bir abide yarattınız” di- yerek bilim adõna kutlayõp saygõyla kucaklamõşlardõr. Bilim dünyasõnõn kucakladõğõ dünyaca ünlü bu bilim insanõ Sümerolog Muazzez İlmiye Çõğ, “Vatandaşlık Tepkilerim” adlõ kitabõ nedeniyle ve “dincilerin isteği üzerine” 2006 yõ- lõnda, 93 yaşõnda yargõlanmõş ve aklanmõştõr. 93 yaşõndaki bu ünlü bilim insanõnõn bir kitabõ için yargõ- lanmasõ bana, “ortaçağda” ünlü bilim adamõ Galileo Galilei’nin yargõlanmasõnõ anõmsatõr. Günümüzde birileri tarafõndan toplum “ortaçağ” karanlõğõna geri götürülmek isteniyor. Galileo Galilei’nin suçu, yaşadõğõ on yedinci yüzyõlõ gelecek yüzyõllara taşõmak istemesidir. Muazzez İlmiye Çõğ da aynõ amaçla Galilei gibi yaşadõğõ yüz- yõlõ, geleceğe taşõmak istediği için yargõlanmak istendi. Türbanõ “özgürlüğün simgesi” görüp savunanlarca, 93 yaşõndaki bilim kadõnõ Muazzez İlmiye Çõğ, 5 bin yõl önceki olaylarõ günümüze aktardõğõ için yargõlanmõştõr. (*) “Kadınlarımız ve kızlarımız, Cumhuriyetin kurulu- şu ile birlikte yasalar önünde erkeklerle eşit kılınmış ve ça- lışma yaşamında erkeğin yanında çağdaş bir kadın olarak yerini almıştır. Uzun yıllardan bu yana kimileri, Türk toplumunu ve Türk kadınını, Büyük Önder Atatürk’ün getirdiği çağdaş uygarlık düzeyinden, ‘ortaçağõn’ karanlığına, geri götürmek için bü- yük çaba harcamaktadır. Bu ortaçağ karanlığının günü- müzdeki simgesi ve bir anlamda ‘üniformasõ’ kadınlarımıza ve kızlarımıza giydirilmek istenen, ‘kara çarşaf’ ve ‘tür- ban’dır.” (* Cumhuriyet Ekonomi Dergisi, 1997, sayõ 20) Kimsenin gücü, bu toplumu, ortaçağõn karanlõğõna geri gö- türmeye ve çağdaş kadõnõ “türbana” sokmaya yetmeyecektir. Kadõnlarõmõz, kõzlarõmõz dün olduğu gibi bugün de, yarõn da, Atatürk’ün onlara armağan ettiği hak ve özgürlükleri sonuna dek kullanacaklar. 1633 yõlõnda tam da ortaçağ karanlõğõnõn ortasõnda 60 ya- şõndaki Galileo Galilei’nin “Engizisyon mahkemesine yar- gılanmak üzere çıkarılmasını” tarih “bir insanlık suçu” ola- rak görmüş ve yargõlayanlarõ asla bağõşlamamõştõr... Tarihin bir “yüz karası” olan bu yargõlamanõn suçlusu Galilei, bugüne de- ğin hiç unutulmadõ. Gelecek çağlarda da unutulmayacaktõr. Za- manõn ve toplumlarõn evrensel boyutlarõ bu saygõn bilim ada- mõnõn korumalarõdõr. 21. yüzyõlõn 2006 yõlõnda ve bu kez 93 yaşõndaki, çağõnõ ge- leceğe taşõyacak bir bilim insanõ olan M. İlmiye Çõğ da Gali- leo Galilei gibi yargõlanmak istenmiştir. Çağlarõnõn önünde olanlarõ, çağlarõnõ gelecek yüzyõllara ta- şõmak isteyenleri, “karşıdevrimciler” her dönem yargõlamõştõr. Ancak, devrimcilerin yargõlanmasõ onlarõn hem yazgõsõdõr, hem de gelecek zamanlarda alacaklarõ büyük ödüllerin öncü- leridir. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr HARBİ SEMİH POROY Düşünmek Gerek Kızılırmak Dernekler Fede- rasyonu, Kahramanmaraş kat- liamının yıldönümünde, 1978’de o ilde yaşananların “Kürt Kızılbaş”lara yönelik bir vahşet olduğunu dile getiren bir açıklama yayımladı. Maraş katliamının yalnızca Kürt kökenlilere yönelik oldu- ğunu ileri sürmek ne kadar gerçekçidir? Yakın tarihi; slogancı dü- şüncenin kolaycılığına, gün- delik gelişmelerin peşinden sürüklenen yinelemelere ve ezbere kalıplara kapılmadan algılamak gerekiyor. Tıpkı Uğur Mumcu’nun Kahramanmaraş katliamın- dan hemen sonra yaptığı gi- bi. O günlerde, “Oyuna Gel- meyin” demiştir Mumcu: “Terörist eylemlerin belli bir plan içinde yürütüldüğü gö- rülüyor. Bu eylemleri ‘pro- fesyonel’ çeteler yönetiyor. Silah kaçakçılığından kanlı ayaklanmalara kadar, halka halka gelişen eylemlerin ar- kasında bu gibi işlerde hüner kazanmış çetelerin bulundu- ğunu anlamamak, görme- mek için gerçekten kör ve sa- ğır olmak gerekir! Bu çete ya da çetelerin, belli ‘taktik’ ve ‘stratejileri’ bu- lunuyor. Bu ‘taktik’ ve ‘stra- tejiler’in neler olduğu anla- şılmazsa, hem sıkıyönetim başarısızlığa uğrar, hem de ülkede özgürlük ve barış is- teyen siyasal çevreler, kısır- döngülere itilir. Bu çetelerin güncel amaç- larından biri, kanlı çatışmaları sıkıyönetim bölgeleri dışına çıkartarak, bu bölgelerde de sı- kıyönetim ilanına zorlamaktır.” Mumcu’nun o günlerde yaptığı saptama doğru çıkmış; katliamlar ve eylemler ardın- dan gelen sıkıyönetimlerle Türkiye adım adım bir yere doğru sürüklenmiştir. Varılan yer, Amerikancı 12 Eylül dar- besi olmuştur. Dolayısıyla; yurtseverler dün olduğu gibi bugün de, değer- lendirme yaparken akıllı ol- mak, sağlıklı düşünmek zo- rundadır. Yoksa; Maraş’ta, Ço- rum’da, Malatya’da, Sıvas’ta kıyılanlar, Uğur Mumcular, Ahmet Taner Kışlalı’lar bir kez daha ölür! Çiçek’in özelliği İlhan Taşcı, Erzin- can’da başlayıp Erzu- rum’da dondurulan İs- mailağa cemaati so- ruşturmasını haberle- riyle ilmek ilmek ördü. Son düğüm gelip AKP’li Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in soruş- turmayı önlemesine da- yandı. Çiçek’in bir özelliğini unutmayalım: Kendisi, AKP kadro- larına kaynaklık etmiş ve aralarında İsmail- ağacıların da bulunduğu dinci vakıf ile finans ku- ruluşlarının çatı örgütü olan Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı’nın ku- rucularındandır. Yani... Çiçek’in, ce- maatlere soruşturma açılmasına engel olmak istemesi, cemaat görevi gereğidir! Can damarları Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gök- han Günaydın, TE- KEL içki fabrikalarının önce 290 milyon dola- ra Mey İçki’ye devre- dildiğini, ardından da Teksas Pasific Com- pany firmasına geçti- ğini anımsattı: “Sigarayı da 1 milyar 750 milyon dolara British-Ameri- can Tobacco’ya dev- rettiler. Böylece içki ve sigara işimiz İngiliz ve Amerikalılara kaldı. Bu fabrikalar özelleşince, ‘Bu fabrikalardan bir kısmı kapanacak, işçi- ler işlerini kaybedecek’ demiştik. Oldu. Şeker fabrikaları için de benzer bir süreç izleniyor. 6 fabrika, 606 milyon dolara satıldı. Satın alanların hepsi iktidara yakın çevre- ler. Şeker fabrikaların- da özelleştirmelerin tü- mü tamamlanınca en az 15 fabrikanın kapa- nacağını öngörüyoruz. Böylece, hem şeker- pancarı talebi düşe- cek, hem de şeker fabrikası işçisi işsiz ka- lacak.” Günaydın, eylem yapan TEKELişçisine, şeker işçisinin de, tüm halkın da destek ol- masını istiyor. “Çünkü” diyor: “Fabrikalar kapanın- ca sadece işçiler işle- rini kaybetmiyor, ülke- nin can damarları da kesiliyor.” Üniversitelerin Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri bölümlerinin öğretim üyeleri, emeğin haklarına yönelen ve saldırı niteliğini de aşarak neredeyse düşmanlığa evrilen gelişmeleri kınayan bir bildiri kaleme aldılar. İşte o bildiri: “Ülkemizde son dönemlerde çalışanlara yönelik olumsuz tutum ve tahammülsüzlüklerin şiddet boyutuna ulaştığı gözlenmektedir. Hak arayan TEKEL işçilerine ve itfaiyecilere güvenlik kuvvetlerinin ölçüsüz müdahalesi, toplusözleşme ve grev hakları için mücadele eden demiryolu çalışanlarına yönelik baskılar, bu tahammülsüzlüğün örnekleridir. Tersanelerden ve maden ocaklarından gelen iş kazası ve ölüm haberleri, işiyle birlikte umudunu kaybeden insanların kendilerinin ve aile yakınlarının canına kıymasına kadar uzanan gelişmeler, emeğe yönelik kayıtsızlığın sosyal ve sendikal hakların yanı sıra yaşam hakkını da kapsayan ihlallere kadar uzanan acı sonuçlarıdır. Çalışma yaşamına ilişkin sorunların çözülmesi amacıyla, insan haklarına saygılı ve dayalı devlet ile sosyal devlet ilkelerinin gereği olarak, sosyal adalet doğrultusunda atılacak adımların, Türkiye’de gerçek bir sosyal barışa ulaşmanın olmazsa olmaz koşulu olduğunu düşünüyoruz. Hükümeti, işçiler ile kamu görevlilerinin sendika, toplu pazarlık ve grev haklarının eksiksiz olarak kullanılması için gerekli önlemleri almaya; çalışma yaşamını Uluslararası Çalışma Örgütü’nün, Birleşmiş Milletler’in ve Avrupa Konseyi’nin anayasanın 90. maddesine göre ‘ulusalüstü’ nitelik taşıyan sözleşmelerine uygun hale getirmeye; İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin sendika, toplusözleşme, grev ve toplu eylem hakları konusundaki kararlarına uygun davranmaya ve aralarında iş denetiminin de bulunduğu önlemlerin titiz bir biçimde hayata geçirilmesini sağlamaya çağırıyoruz. Muhalefet partileri ile sivil toplum kuruluşlarını ve kamuoyunu ise, çalışanların hak arama çabalarına daha duyarlı davranmaya ve bu konuda etkin girişimlerde bulunmaya davet ediyoruz.” Emek düşmanlığı PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Karamsarlık İstanbul hayran olunacak güzel bir kent, hayatın her gün 24 saat sürdüğü, çeşitli yönleriyle albenisi olan renkli bir metropol. Bu kente gelen yabancılar, burada yaşamanın bir şans olduğunu söylüyorlar. Tümü doğru bu yargıların, fakat İstanbul’un insanı karamsarlaştıran bir yanı da var ve bu yan giderek ağır basmaya başlıyor. Kentleri canlı kılan insanlarıdır; İstanbul’da da 12 milyonun üzerinde insan yaşıyor. Kimi zaman İstanbul’dan çok daha az nüfusa sahip kentleri düşünüyorum, Madrid’i, Berlin’i, Roma’yı sözgelimi. Kalabalıklar canlanıyor gözümde; Madrid’de bir milyon insan yürüyor ülkede barış için, Berlin’de, Roma’da yüz binlerce işçi sokaklara dökülüp hak arıyor, Kopenhag’da on binlerce çevreci daha yaşanabilir bir dünya için alanları dolduruyor. İstanbul’un insanları ise sessiz, suskun, duyarsız; oysa ilk kurtarılması gereken bizim iç barışımız, sokak aralarında insanlarımız birbirine girerken, otobüslerde çocuklar yakılırken, İstanbullular sokağa dökülmüyor, yüz binler, milyonlar olup barış için haykırmıyorlar. Televizyon görüntülerini izleyip ah vah çekmekle yetiniyorlar. TEKEL işçileri analarının ak sütü gibi helal hakları için Ankara’da direnirken İstanbul’un işçileri alanları doldurup onlarla dayanışmıyor. Sendikalar bir saatlik iş bırakımıyla kendilerini tatmin ediyorlar. İstanbul yıllardır sayısız çevre felaketi yaşıyor, yanlış yapılaşmalar, yanlış yerleşimler, belediye hatalarıyla güçlü bir yağmur onlarca canı alıp götürüyor. Buna da duyarsız bu kentin insanları. Bunları düşündükçe İstanbul’un o hayran olunacak güzellikleri perdeleniyor, perde kalınlaştıkça insan karamsarlığa kapılıyor. Ülkece, toplumca çok karanlık bir dönemden geçiyoruz. Hayatın her alanını, her anını umursamamız gereken bir dönem bu; bir ışık aramak, bulmak, içimizi yeniden aydınlatmak zorundayız. Bulduğumuz ışığa doğru yürümek, yürürken çoğalmak zorundayız. Üzerimize çöken karanlıktan kurtulabilmemizin başka yolu yok. İki gün önce Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin çağrılısı olarak Çanakkale’deydim. “Medya ve Topluma Etkileri” konulu bir konuşma yaptım kalabalık bir salonda. Konu bizim basınımız, bizim televizyonlarımız, bizim radyolarımız olunca “iyi şeyler” söylemek olası değil, çünkü bizim medyamız çok önemli bir bölümüyle üzerimize çöken karanlıkta pay sahibi; okurlarını, izleyenlerini, dinleyenlerini çarpıtılmış haberlerle, güdümlü bilgilerle, yalanlarla yıllardır uyutuyor, korkutuyor, sindiriyor. Varsıldan yana, yoksula karşı; karanlıktan yana, aydınlığa karşı bir aygıta dönüşmüş, maskeli patronlarıyla, kiralık kalemleriyle, gizli haber alma ağlarıyla ucubeleşmiş. Bir ucubeden söz ederken karamsar bir tablo çizmemek olası mı? Hele o maskeli patronların doyumsuzluğunu, sayıları giderek azalan demokrat medyadan yeni parçalar koparmak için ne dalavereler çevirdiklerini bilince “iyi şeylerden” söz etmek nasıl olası olabilir? Fakat konuşurken salondaki insanların yüzlerine baktım; anlattıklarımı onaylıyorlar, ama karamsarlığımı paylaşmıyorlardı. Hem konuşuyor hem de koşullanmışlığımla hesaplaşıyordum. Karşımdakiler aydınlık yüzlü, gözlerinde umut ışıkları parıldayan “farklı” insanlardı. İçlerinde yeşeren umutları birbirlerine ortak kılmışlar, çoğalmışlardı. İstanbul’un karamsarlığını Çanakkale’ye taşımak Çanakkalelilere, ÇYDD’lilere haksızlıktı. O gözlerinde umut ışıkları parıldayan insanlara bakarken içimin ısındığını duyumsadım. Onca olumsuzluk içinde büyük işler başarmışlardı. Yirmi yıl önce yola çıkmışlar, on binlerce öğrenci okutmuşlar, topluma erdemli, doğru, bu ülkeyi güzel yarınlara taşıyacak iyi insanlar kazandırmışlardı. Yurtlar, okullar açmışlardı. Burs verdikleri öğrenci sayısı 40 bine, açtıkları şube sayısı 98’e ulaşmıştı. Bıkmadan, usanmadan, yorulmadan, yılmadan bildikleri yolda yürüyorlardı. Bu ülkede karamsarlığı da, karanlığı da yırtan toplum gönüllüleriydi ÇYDD’liler. Onlara kocaman bir teşekkür borçluyum, yüreğimi ısıtıp içimi aydınlattıkları için. dkavukcuoglu@superonline.com www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc@yahoo.com UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Anadolu’nun birçok yöresinde, tirite benzer bir yemeğe verilen ad. 2/ Yoğurt, pekmez gibi koyu şeyleri suyla in- celtmek... Utanç duyma. 3/ Tahta- dan yapõlmõş ne- fesli bir çalgõ... Bir etkinliğin ge- çici olarak durdu- rulduğu süre. 4/ Siper, hendek... “Çalma, hõrsõzlõk” anlamõnda ar- go sözcük. 5/ Yabancõ... Samsun yöresine özgü, süt ve kuru incirle yapõ- lan, dondurmaya benzer bir tatlõ. 6/ Müzikte za- man öğesi... Pasak. 7/ Bir tür jimnastik ayak- kabõsõ... Kadõnlarõn omuzlarõnõ örtmek için kullandõklarõ geniş atkõ. 8/ Eski bir sanat yapõtõnõn, çizilerek ya da boyanarak yapõlmõş kopyasõ... Bir gõda maddesi. 9/ “Kadd-i dil- dâra kimi --- dedi kimi elif/Herkesin maksudu bir am- ma rivayet muhtelif” (Kanuni Sultan Süleyman)... Ge- mide yelkenlerin açõlmasõ için verilen komut. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Nişastayla kaynatõlan üzüm şõrasõnõ tepsilere döküp kurutarak yapõlan bir tür pestil... Eski Mõsõr’da güneş tanrõsõ. 2/ Üye... Şekerli bir içki. 3/ Çeşitli parçalarõn birleştirilmesi ilkesine dayalõ bir oyuncak... Kumaşla astar arasõna konularak giysinin dik durmasõnõ sağlayan kolalõ bez. 4/ Motorlu araçlarda sarsõntõyõ en aza indir- meye yarayan düzenek. 5/ Ata... İlaç, merhem. 6/ İlkel bir silah... Aldatma işi, hile... Önder. 7/ Zeytine benzer meyvesi sakõz gibi çiğnenen bir palmiye türü. 8/ Mezo- potamya ve Suriye’de birçok krallõk kuran eski bir halk. 9/ Küçük tuzlu bisküvi... Tantal elementinin simgesi. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 G Ü R C Ü O L U K U M A R L İ L A L E Y L A V A Ş A R K A N A Ş A M A A R Ş E E R İ K A L S A H A N E P E A R İ F A D E M M A R A S P O L İ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear