13 Kasım 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 5 EKİM 2009 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Dağılış ve Arayış İNANCI hiç sönmeyen, azmi hiç eksilmeyen, ne- fesi hiç tükenmeyen, kalemi hiç kırılmayan bilim ve siyaset insanı Tülay Özüerman dünkü gaze- tede “yeniden sol arayış” konusunu ele almıştı. “Solda yeni arayış değildir solun önceliği” düşüncesinden kalkarak şu saptamaları yap- maktaydı Özüerman: “Ülkenin temel değerlerini köklü değişimlere uğratan bir rejim anlayışı almış başını gidiyor... Sol kendi içinden bölünerek ken- disini imha etmeyi sürdürürken, rejimi hedef alan anlayışların yolunu da dolaylı olarak açmış oluyor... Demokrasi yok, insan hakları yok ezberi bu yok- ları var edecek bir yanılsamayla Türkiye’yi AB’nin kıskacına itmiştir, AB ise Türkiye’yi bağımlılaştıran bir ilişki biçimini benimsemiş, Türkiye de kendi için- deki kültür değişimini yaratma çabasına girmek ye- rine demokrasi beklentilerinin AB’nin aktardığı fon- larla sivil toplum kuruluşlarınca başarılacağı ha- yaline kapılmıştır. Bu hayal asla gerçekleşmez; AB fonları insan hakları ve kadın kuruluşları başta ol- mak üzere bu alanda birikmiş enerjiyi dağıtarak top- lumun kendi aleyhine bölünmesine yol açmıştır.” Böyle özetlenebilecek bir durum saptamasına kim itiraz edebilir? AKP girişimi karşısındaki sol- da bölünme ve dağınık bir tablo yok mu? Sol, en kısa tanımıyla “düzen değişikliğine devrimci yak- laşım” olduğuna göre, bu tablo Türkiye’nin koşul- larında aynı kavramlarla tanımlanması gereken bir cumhuriyetçiliğin de tablosu sayılabilir. Ne var ki, saptamalar aşamasını da içeren bu bakış ve düşünce birliği, çözüm olarak ileri sürdüğü çarenin bir noktasından sonra tartışmalı bir nitelik alıyor: Profesör Özüerman, “Türki- ye’de solcuyum diyenler ulusalcılığa burun kıvı- rarak liberal açılımlarla ‘yeni’ adıyla arayışlara gi- rişerek eski birilerinin yer edinme yarışını topluma kabul ettiremezler” derken de yerden göğe ka- dar haklı ama, “tek yol” olarak “ülkenin köklü ku- rumlarını güçlendirme ve tek çatı altında birleşme” sözü edince, ima ettiği kuruma düşen ödevleri de sayması gerekmez miydi? Elbet, yine onun sözünü ettiği “sen-ben kav- gası”nın önlenmesi için bu ödevlere ilişkin ola- rak bazı sorunlar da ciddiyetle tartışılabilmeli. Tek çatı altında birleşme, “Kapımız açık, iste- yen girer” biçiminde basit bir particilik çağrısıy- la mı başlamalı? Yoksa, çağrı bu konjonktürde tek çatı altında iktidar yarışına hazırlanmanın ideolojik ve pratik zeminini birlikte ve en özlü biçimde oluşturma çağrısı mı olmalı? Buna benzer daha bir yığın soru ki, sorulması her şeyden önce ülkeyi şimdiki çıkmazlardan kur- taracak bir iktidar iddiasının ve tasarımının varlığını gerektiriyor. Bunlar yoksa, çağrının anlamı da yok olur elbet. S on günlere kadar “açılım” sözcü- ğüne tek bir anlam yüklenirdi. Ör- neğin TBMM’nin açõlõmõ Türkiye Büyük Millet Meclisi, MBK’nin açõlõmõ Milli Birlik Komitesi, MİT’in açõlõmõ da Milli İstihbarat Teşkilatõ gi- bi. İnisiyallerle yapõlan kõsaltmalarõn açõlõmõ, çok sözcüklü özel isimleri verir. TC’nin açõ- lõmõ Türkiye Cumhuriyeti olur. Türkiye Cum- huriyeti’nin açõlõmõ olmaz. Olsa olsa açõk- lanmasõ olur, tanõmlanmasõ olur. Açõlõm galiba “açı” sözcüğünden türeme. Böyle bakõldõğõnda da iki anlam yüklenebilir açõlõma: Ya açõ kenarlarõnõn, aynõ köşeyi be- timlemek koşulu ile daha uzatõlmasõ, ya da açõ- dan sapma yapma. İlkinde köşeler ne denli bir- birinden uzaklaşõrsa uzaklaşsõn açõ aynõ kalõr. Yani onun anlam olarak, verdiği ileti olarak de- ğişmesi söz konusu değildir. Olsa olsa ulaşõl- masõ daha çetrefilli bir noktaya dönüşmüş, dön- üştürülmüş olur. İkincisi ise açõdan sapma (es- ki deyişle inhiraf), açõnõn anlamõnõn, niteliği- nin değişmesi, değiştirilmesi demektir ve za- man içinde de eski açõ tamamen yok olaca- ğõndan açõlõmõn açõ ile hiçbir ilişkisi kalma- yõverir. Bu iki anlamda da açõlõm temel konuyu, ana noktayõ bozmaktadõr, en azõndan zedele- mekte, tartõşma alanõ yapmaktadõr. Eğer açõ- lõm sözcüğüyle bu isteniyorsa mesele yok. Çünkü son günlerde yaratõlan ortam da bunu göstermektedir. Ama başka niyetliymiş gibi gö- zükmek, açõyõ daha anlaşõlõr hale getirir gibi bir hava takõnmak, ya da açõnõn saklõ kalmõş, açõlmamõş yerlerini keşfediyormuş gibi gö- zükmek ya açõlõmcõyõ ya da buna inananlarõ saf- dillikle tanõmlatõr en azõndan. Açılım - açıklama Bir kez daha vurgulamada yarar görülebi- lir. Açõlõm, bir kõsaltõlmõş ifadenin kelime ke- lime ortaya konmasõ demektir, yukarõda ör- neklendiği gibi. Oysa bir sözcüğün, bir adõn ya da kavramõn açõklanmasõ demek değildir açõlõm. Örneğin Türk’ün açõlõmõ olmaz, ola- maz. Olsa olsa açõklanmasõ olur. Türk denin- ce ne anlaşõlmasõ gerektiğinin bir gösterimi- dir açõklama. Bugün Türk deyince tõpkõ Ame- rikalõ, İsviçreli dendiğinde anlaşõldõğõ gibi, an- laşõlmasõ gerektiği gibi Türkiye Cumhuriye- ti üyesi olan bir kimse anlaşõlõr. Ne dinine, ne õrkõna ve cinsiyetine, ne siyasi tutumuna ba- kõlõr. TC’nin geçmişinde yani Osmanlõ dev- letinde olan fakat bugün başka ülkelerin top- raklarõnda yaşayan azõnlõklar ise, sözgelimi Türk asõllõ Bulgardõr, Türk asõllõ Yunandõr. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlõ’nõn ve onun kökü açõk seçik belirlenemeyen kültürünün ve etnik yapõsõnõn vârisidir ve bizi biz yapan da bunlardõr. Bizim hem millet ve milliyetçilik an- layõşõmõz, hem de bir türlü sindirilemeyen de- mokrasi anlayõşõmõz bu tarihsel yapõnõn bir so- nucudur ve bunun açõklanmasõ olur ama açõ- lõmõ olmaz. Çünkü bu iki kavramõn içine alõ- nabilecek, katõlabilecek hiçbir unsur kalma- mõştõr, yoktur. Açılımın sarstıkları Örneğin ilk kurulan Osmanlõ dönemi mil- let meclislerine bakõn, ilk kurulan kabinelere bakõn, Osmanlõ olup da, Türk vatandaşõ olup da bu meclisler içinde, bu kabineler içinde tem- sil edilmeyen var mõdõr? Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda da durum değişmemiştir ve hâlâ da değişmemiştir. Hal böyle olunca mil- let kavramõnõn, milliyetçilik kavramõnõn açõ- lõmõ ancak bu kavramlarõn saptõrõlmasõ de- mektir. Saptõrma ise milletin bölünmesi an- lamõndan öte gidemez. Belli bir dil, din, õrk, inanç gibi değerleri ölçüt almak, açõlõm değil aksine farklõ açõlarõn ortaya çõkmasõ demek olur. Yani Türkiye Cumhuriyeti’nin, vatanõn bölünmesi anlamõna gelir. Aksini düşünmek, aksini söylemek ya bilinçsizliktir ya da baş- ka amaçlara yönelik kurnazlõktõr. Çağõmõzda pek çok ülke; gerek Amerika, ge- rek Avrupa ve Asya, hatta Afrika ve Avustralya kõtalarõndaki pek çok ülke farklõ değerleri be- nimsemiş topluluklardan, azõnlõk ya da ço- ğunluklardan oluşmaktadõr. Ama bunlarõn bir kõsmõnda ulus bilinci yerleştiğinden ve bu- nun eşelenmesine, açõlõmlara uğratõlmasõna izin verilmediğinden, hatta gerek bile olmadõğõn- dan ne demokrasi, ne de milliyetçilik, iç ya da dõş politik sürtüşmelere, rant hesaplarõna he- def olmaktadõr, olabilmektedir. Diğer bir kõs- mõ ise ulusal bilincin, demokrasi kavramõnõn bir türlü yerleştirilemediği, yerleştirtilmediği, sindirilmediği, sindirtilmediği ülkelerdir ki bu- ralarda ekonomik, politik ve kültürel rant sa- vaşlarõ cirit atmaktadõr. Önce Katolik Kilise- si’nin saldõrõlarõ, sonra gittikçe kimlik ve amaç değiştiren Haçlõ Seferleri, en sonunda da özellikle 18. yüzyõlda tamamen oturan Ay- dõnlanma ve Avrupa Kimliği sürekli emper- yalist tutkularla Osmanlõ’yõ yok etmek iste- miştir. Bunun için içte ve dõşta yapõlan plan- lamalar Atatürk ve Kurtuluş Savaşõ’na kadar sürmüş, hatta Cumhuriyetin ilk yõllarõnda pes bile etmiştir. Ama sonra özellikle idarede gös- terilen zaaflar, yetersizlikler ve politik hõrslar eski oyunlarõn al baştan sahnelenmesine ne- den olmuştur. Şimdi en son oyun gibi gözük- mektedir bu “açılım”. Açõlõm önce ulus kavramõnõ ve onun temel öğelerini sarstõ, salladõ ve belki de parçaladõ. Ne bayrağa saygõ var, ne İstiklal Marşõ’na... Dil ki tam anlamõyla ulusunun yapõsal gös- tergesidir ve adõ, Türkiye’de konuşulduğu için Türkçe olmasõna karşõn, içinde tüm õrklarõn ve kavimlerin dillerini de barõndõrmaktadõr. Her ülkede olduğu gibi resmi dil kabul edilmiştir çoğunluğun dili de olduğundan. Şimdi bunun açõlõmõ önce ikinci bir resmi dille, sonra üçüncü ve daha sonra da belki dördüncü, be- şinciyle olacakmõş gibi gösterilmek isten- mektedir. İşte açõlõmdan bu anlaşõlmaktadõr, an- laşõlmalõdõr diye üstelenmektedir. Nerede gö- rüldüyse... Bugün açõlõm politikasõ, Küçük Kaynarca Antlaşmasõ ile başlayan Batõlõlarõn “Doğu so- runu” politikasõnõ anõmsatmaktadõr ister is- temez. Sorunun çözümü de Sevr Antlaşmasõ ve tüm ülkenin paylaşõlmasõdõr. Bütün bunlar olacak demek değildir şüphesiz. Ama tarih bi- linci olanlar bu badirelerin nasõl başladõğõnõ ve nasõl bittiğini hatõrlamaktan ve tedirgin ol- maktan kendilerini alõkoyamazlar. Politik terörün, politik fõrsatçõlõğõn kol gez- diği dönemlerde allak bullak olan sosyokül- türel yapõya, sosyoekonomik yapõya idari ye- tersizlik, cehalet, bilinçsizlik ve hatta iyi niyet gerekçe olamaz. Olsaydõ son padişahlar, En- ver Paşa’lar, Cemal Paşa’lar ve Talat Pa- şa’lar daha pek çoklarõ hâlâ saygõyla anõlõyor olurdu. İstemekle olur mu? Demokrasi kavramõ ve bu alandaki açõlõm da tam sindirilemeyen, doğru kavranamayan demokrasinin daha da kendinden uzaklaşma- sõndan, uzaklaştõrõlmasõndan öte bir yüküm- lülük içermemekte gibi gözükmektedir. Nicedir demokrasiden, demokrasi adõna bir grubun dik- tasõnõ kurma, tek söz sahibi olma anlaşõlmak- tadõr. Uygulamayõ izleyenler, demokrasiyi böyle olur zannedip böyle kabul etmektedir. Bu kabul öylesine yaygõnlaşma eğilimindedir ki baştan başlayõp en dip noktaya kadar yö- nelmekte ve bu da terörün, anarşinin ve etik sapkõnlõklarõn temel nedeni olmaktadõr. Yani demokrasi “Ben istedim böyle oldu”ya dö- nüşmektedir. Kanõmca bugün açõlõmdan bir kimsenin, bir grubun vazgeçilemez kurumlara, olgulara ya da süreçlere bakõşlarõ, bu bakõşõ somutlaştõran politikalarõ kastedilmektedir. Yani tekelci tu- tumun yumuşatõlmõş ya da genellenmiş hali- ni betimlemektedir açõlõm. Bir başka deyişle de, art düşüncelerin, çõkarcõ politikalarõn açõk- lanmasõdõr açõlõm. Yani açõlõmõn öznesi, söz- gelimi demokrasi, ulusalcõlõk vb. kavramlar de- ğil kimi politikacõlardõr, kimi çõkarcõlardõr. Böy- le bir öznenin yaptõğõ, zaman zaman başka top- lumlarda da görülmüş olan, fakat aslõnda 15. yüzyõlda iflas etmiş bulunan Bizans politika- sõndan başka bir şey değildir. Bu politikanõn esas ilkesi de parçala, ufalt ve tek tek kendi- ne bağla yöntemidir. Yani açõnõn kenarlarõnõ uzatabildiğin kadar uzat, sündür, böylelikle bir- birinden uzaklaştõr ama açõ yerinde dursun ve buna açõlõm densin. Olacak şey değil. Açõlõmsõz Alanlarda Açõlõm Demagojisi Prof. Dr. Sıtkı M.ERİNÇ Doğuş Üniversitesi Öğretim Üyesi Politik terörün, politik fõrsatçõlõğõn kol gezdiği dönemlerde allak bullak olan sosyokültürel yapõya, sosyoekonomik yapõya idari yetersizlik, cehalet, bilinçsizlik ve hatta iyi niyet gerekçe olamaz. Olsaydõ son padişahlar, Enver Paşa’lar, Cemal Paşa’lar ve Talat Paşa’lar daha pek çoklarõ hâlâ saygõyla anõlõyor olurdu. mumtazsoysal@gmail.com G eçen günlerde yazõlõ basõnda Türk toplumu- nun farklõ din- sel kimliklere bakõş açõsõnõ ve ifade özgürlüğü ile de- mokrasiye ilişkin görüşle- rini değerlendiren iki ayrõ araştõrma haberi yer aldõ. Bunlardan ilki Avrupa Ko- misyonu ve Musevi Vakfõ tarafõndan, ikincisi ise Ulus- lararasõ Parlamentolar Bir- liği tarafõndan Türkiye’nin de aralarõnda bulunduğu 24 ülkede gerçekleştiril- mişti. Ayrımcılık Avrupa Komisyonu ve Musevi Vakfõ tarafõndan 1108 kişiyle telefon görüş- mesi şeklinde yapõlan anket, toplumumuzun farklõ dinsel kimliklere ne denli önyar- gõlõ olduğunu ve demokra- tik bir toplumda farklõlõklara gösterilmesi gereken hoş- görü katsayõsõnõn da giderek azaldõğõnõ ortaya koyuyor- du. Ankete katõlanlarõn yüz- de 50’den fazlasõ farklõ din- lere mensup topluluklar hakkõnda bilgi sahibi ol- madõklarõnõ ifade etmeleri- ne karşõn, bu topluluklara karşõ önyargõlõ bir davranõş içinde olduklarõnõ gösteren ifadeler dile getirmişlerdir. Öyle ki araştõrmaya katõ- lanlarõn büyük bir çoğun- luğu Rumlarla, Ermeniler- le ve Musevilerle komşu dahi olmak istemeyecek kadar ayrõmcõ yanõtlar ver- mişlerdir. Öte yandan Uluslararasõ Parlamentolar Birliği tara- fõndan gerçekleştirilen ikin- ci araştõrmada, “Sizce in- sanların toplumun gene- li tarafından kabul gör- meyen düşünceleri ra- hatsızlık duymadan veya ceza korkusu olmadan di- le getirebilmesi ne kadar önemlidir?” sorusuna Tür- kiye’de “çok önemli” di- yenlerin oranõ yüzde 67 gi- bi oldukça yüksek bir ora- na ulaşõyor. Ayrõca “De- mokrasiyle yönetilen bir ülkede yaşamak sizin için ne kadar önemlidir?” so- rusuna Türkiye, Arjantin ile birlikte “çok önemli” yanõtõnõ veriyor. Düşünce ve vicdan özgürlüğü de- mokratik rejimin, demo- kratik bir toplumsal yapõnõn temel dayanağõdõr. Uygar- lõk tarihi, insanlõğõn bu te- mel iki kavramõ toplumsal yaşamda, günlük kişiler- arasõ ilişkilerde, devlet-yurt- taş bağlamõnda gerçekleş- tirmesi için ödediği ağõr bedellerle örülüdür. Gerek özgürlük, gerekse demok- rasi uğrunda bireysel ve toplumsal savaşõm veril- meden gerçekleştirilemez. Ayrõca demokrasilerde çif- te standartlara, ikiyüzlülü- ğe de yer yoktur. Demok- rasi madalyonunun bir yü- zünde düşünce ve vicdan özgürlüğü yer alõrken, öte- ki yüzünde eylem, pratik vardõr. Söylemde demokrat ama uygulamada baskõcõ olmak demokrasinin devlet yaşa- mõnda ve toplumsal ilişki- lerde gerçekleşmesini en- geller. Demokrasi Bu açõdan her iki araştõr- mayõ birleştirdiğimizde top- lumsal kimliğimiz açõsõn- dan önemli unsurlar ortaya çõkmaktadõr. Acaba toplum olarak demokrasiyi içimize sindirebiliyor muyuz? Bu konuda ne kadar içtenlikli davranõyoruz? Bu açõdan bakõldõğõnda Türk toplu- mu ikinci araştõrmada de- mokratik bir topluma duy- duğu özlemi yüzde 90 ora- nõnda vurgularken, birinci araştõrmada farklõ dinsel kimliklere takõndõğõ tavõr ve tutum açõsõndan özgür- lük ve demokrasiyi sadece “kendisi” açõsõndan algõ- ladõğõnõ da ortaya koymak- tadõr. Yani burada toplum- sal bir ikiyüzlülük, bilgi eksikliğinden kaynaklanan bir içtenliksizlik vardõr Bunda “öteki”ni yeterin- ce tanõmamanõn verdiği korku ve nefret başta gel- mektedir ve toplumumu- zun “öteki”ne duyduğu nefret ve korku tehlikeli boyutlara ulaşmõştõr... Sa- dece ve sadece kendisi için demokrasi ve özgürlük is- temek ama “öteki”nin öz- gürlük ve demokrasi talep- lerini en hafif deyimiyle görmezden gelmek ne den- li gerçek demokrasiyle ör- tüşür, tartõşõlõr? Burada top- lumumuzun özgürlük ve demokrasi konusunda ya- şadõğõ kavram karmaşasõ önemli rol oynuyor. Ailenin önemi Demokrasi kültürünü ço- cuk önce ailede kazanõr. Bunun için her şeyden ön- ce kadõnõn toplumsal ko- numunun uygarca olmasõ gerekir. Annesine her gün şiddet uyguladõğõnõz çocu- ğunuza nasõl demokrasi kültürü verebilirsiniz? Ken- di bilincine demokrasiyi yerleştirmeyen, kendi ka- fasõnda özgürlükçü ve ço- ğulcu olmayan aydõnlarõ- nõzla(!), eğitimcilerinizle(!) çocuk ve gençlere nasõl çağdaş bir eğitim verebilir- siniz? Parayõ; sevgi, saygõ, paylaşõmcõlõk gibi bir top- lumun temel harcõ olan de- ğerlerin önüne koyarak na- sõl demokrat olabilirsiniz? Demokrasinin bir yaşam biçimi olduğunu ve iki- yüzlülüğe, çifte standart- lara göre işleyemeyeceğini hepimizin kabul etmesi ge- rekir. Demokrasi; sevgi, içten- lik ve dürüstlükle yeşerir. Sadece kendimiz için değil, “öteki” için de demokrasi istediğimizde uygarlõk tre- nini -çok geç kalmõş olsak da- bir ölçüde yakalayabi- liriz. Gerçek demokrasi- lerde “Farklılıklar zen- ginliğimizdir” deyişi asla kâğõt üzerinde kalmaz. Yrd. Doç. Dr. Ayşe ATALAY Farklõlõk Demokrasinin Temel Taşõdõr
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear