01 Haziran 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
C umhurbaşkanõ Sayõn Abdul- lah Gül ile Başbakan Sayõn Recep Tayyip Erdoğan’õ makamlarõnõn başõnda bulabilmek epeyce güç... Ayda bir ya da birkaç yurtdõşõ geziyi gerçekleştiren bu iki ‘devlet büyüğümüz’ün, hangi ayda ve hangi gerekçeyle hangi ülkeye git- tiğinin hesabõnõ ben artõk karõştõrõ- yorum. Gerek Cumhurbaşkanõmõz gerek Başbakanõmõz, “doruk diplomasisi” diye isimlendirilen diplomasi yön- temini, had safhada uygulamada di- retmekte. Oysa, uluslararası ilişkiler ala- nında, devlet ya da hükümet baş- kanları eliyle yürütülen “doruk diplomasisi” yöntemine, ancak çok gerekli görülen durumlarda baş- vurulması gerekir çünkü bir devlet ya da hükümet başkanõ, devletini temsilen bu diplomasi yöntemini uygulamak durumundadõr ve ülke- sinin uluslararasõ itibarõnõ düşünerek, bu yöntemi mümkün olduğu ölçüde az kullanmalõdõr. Aksi takdirde, dün- ya devletleri ve dünya kamuoyu nezdinde, söz konusu devletin pres- tiji ve ağõrlõğõ büyük ölçüde azalõr. Doruk diplomasisinde tarafla- rın yapacağı yanlış davranışların sorumluluğunu üstlenecek daha üst düzeyde bir organ yoktur ve dünya kamuoyunun gözü önünde yapõlan doruk toplantõlarõnda, ya- nõlgõlarõn kabul edilmesi ve düzelti- lebilmesi son derece güçtür. Oysa, olağan diplomatik yollarla yürütülen görüşmelerde, bulunulan yanlõş davranõşlarõn sorumluluğunu diplomasi temsilcileri (büyükelçi- ler) yüklenebilir ve bu, ulusal bir ka- rayõkõm niteliğini taşõmaz. Doruk görüşmelerinde, devlet ya da hükümet başkanlarõnõn, kendi dõşiş- leri bakanlarõ olmaya karar verdikleri zaman ise, en büyük tehlike baş gösterir. Bir devlet ya da hükümet başkanının, yanında dışişleri ba- kanı ya da ilgili diplomasi temsil- cileri olmadan, bir başka devlet başkanıyla baş başa yürüteceği görüşmeler oldukça riskli olabilir. Bir devlet başkanõnõn, günümüzde teknik niteliği ağõr basan karmaşõk uluslararasõ sorunlara ilişkin ayrõntõlõ ve uzman bilgiye sahip olmasõna olanak yoktur. Bu nedenle, devlet ya da hükümet başkanlarõ, ancak genel nitelikte ba- zõ açõklamalarda bulunmakla yeti- nirken; tartõşõlan soruna ilişkin ay- rõntõlarõn irdelenmesi ve karara bağ- lanmasõ işlerini, dõşişleri bakanlarõ- na ya da dõşişleri bakanlõklarõnõn öteki yetkililerine bõrakmalõdõrlar. Bugün bir büyükelçi için, görüş- meci olarak görev ve sorumlulukla- rõnõn, devlet ya da hükümet başkan- larõnõn kendileri ya da bunlarõn özel temsilcileri tarafõndan üstlenilmesi kadar ruhsal gücü bozucu bir şey ola- maz. Bu durumda, diplomatlığın, gi- derek rağbet kaybeden bir meslek haline düştüğünü söylemek fazla abartılı bir görüş olmayacaktır. Öte yandan, doruk görüşmelerinde taraflarõn devlet ya da hükümet baş- kanlarõnõn olmasõ nedeniyle, bu ki- şilerin, kõsa bir süre için bile olsa ül- kelerinden uzak kalmalarõ, ülkede bir boşluk yaratacak ve bu da, devletin öteki iç ve dõş işlerinin yürütülme- sinin aksamasõna neden olacaktõr. Devlet ya da hükümet başkanları eliyle yürütülen “doruk diploma- sisi”, büyük ölçüde gizli bir diplo- masi yöntemidir. Doruk görüşme- lerinin sonunda ortak bir bildirinin yayõmlanmamasõ durumunda, lider- lerin baş başa yürüttüğü görüşmele- rin içeriğinden genellikle hiç kim- senin haberi olmaz. Devlet ve hükümet yetkililerimizin, “doruk diplomasisi”ni uygularken, bu yöntemin yukarõda belirtmiş ol- duğumuz sakõncalarõnõ göz önüne alarak, bu diplomasiyi uygulamala- rõnõ salõk veririz. Keşke diyorum, Cumhurbaşka- nı ile Başbakan, sık sık yurtdışı ge- zilerde bulunacaklarına; ülkele- rinde kalmayı yeğleyip enerjileri- ni ve zamanlarını, devletimizin karşı karşıya bulunduğu, terör başta olmak üzere, ivedi çözüm bekleyen birçok sorununun çö- zülmesine hasredebilselerdi!!! CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 2 ARALIK 2008 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Tombaladan Çıkmak! “Tombaladan çıkıp milletvekili oldunuz.” Bunu söyleyen kişi, sanki tombaladan çıkmamış... İstanbul’un CHP İl Başkanı, çarşaf olayı- nı kınayan hanım milletvekillerine böyle de- mişti... Oysa kendisi, il başkanlığına nasıl gel- miş: Genel merkez atamasıyla!.. Siyasal partiler önce ilçe, sonra il kongre- lerini yapar, adaylardan birini oylarıyla seçer. Ama bu kez öyle olmamış. Genel başkan, beğendiği kişiyi başkan olarak atamış, de- legeleri, partilileri hiçe sayarak... Sonra da se- çilmiş değil, atanmış başkan, çarşaf uygu- lamasına karşı olan milletvekillerini tomba- ladan çıkan insanlar saymış... Doğru söze ne denir? Bugün Meclis’teki yüzlerce milletvekili, gerçekten milletin seç- tiği kişiler mi, gerçekten milletin vekilleri mi? AKP lideri Erdoğan bir bir seçmiş, Deniz Baykal öyle yapmış, Bahçeli de öyle! Kaç milletvekili var, “Beni partimin delegeleri özgür bir seçimle milletvekili adayı yaptı” di- yebilen!.. Atanarak il başkanı olmuş biri, başkalarını tombaladan çıkmış sayıyor, şu işe bakın... Çarşafa sığınmaya kalkan Baykal’ın tutu- munu eleştirenler niye bu kadar az? Demek Atatürkçü CHP’nin üyeleri uzun süredir böy- le bir atılımı bekliyormuş! Aman türbanlıları, çarşaflıları içimize alalım, seçimlerde oyumuz artsın! Atatürkmüş, devrimlermiş, laiklikmiş, vazgeçmeli bunlardan!.. Boşuna yazmamış Amerika’daki ünlü der- gi “Yirmi beş yıla kalmaz Türkiye ılımlı bir İs- lam devleti olur” diye... Demokrasi, Avrupa Birliği, liberallik, özgürlük, en başta da ulu- sallık, devrimcilik, gerçek uygarlık, çağdaşlık ortadan kalksın, meydan Fethullah’çılara, Er- bakan’cılara, Erdoğan’cılara, Gül’cülere kalsın... Bazı önemsiz askeri başarılarla adı- nı duyurmuş Mustafa diye anılan o kişi de unutulup gitsin... Birkaç çarşaflı kadın gelmiş, Baykal da ayıp olmasın diye yakalarına Atatürk rozetini tak- mış deyip geçelim. Ama, TV’lerden bağırarak yaptığı işi gök- lere çıkarması, bundan sonra da aynı yolda yürüyeceğini, başarının karşıdevrimci atı- lımlarla kazanılacağını duyurur gibi olması, neydi? Boş değil! İstanbul CHP İl Başkanı Gürsel Bey’in ve onu destekleyen, genel başkanın tutumu!.. Benim şaştığım, CHP’nin milyon- larca üyesi, seçmeni, yandaşı uyuyor mu, görmüyor mu bu ters yolun nereye vara- cağını! PENCERE MİT Ne Yapsın?.. Oray Eğin’in “MİT’çi mi, Cemaatçi mi?” baş- lıklı yazısında okudum, E. Cumhurbaşkanı Sü- leyman Demirel’in Ergenekon konusunda kafası karışmış... Diyormuş ki: “- Bu iş Türklerin işi olamaz, tek başlarına bu işin altından kalkamazlar, bu ciddi bir organizasyon işi, mutlaka yabancı parmağı var.” (Akşam, 1 Aralık 2008) Peki, bu davanın omurgasını oluşturan kişi ol- duğu yazılıp söylenen kim?.. Tuncay Güney... Şimdi durum nedir bilmiyorum, vaktiyle usul- dendi, bir işe girmek isteyen kişiden 6 adet ve- sikalık fotoğraf istenirdi... Fotoğraf önemlidir... Kimi zaman bir fotoğraf bir kitaplık bilgiyi içe- rir... Tuncay Güney’in gazetelerde çeşitli kez ya- yımlanan fotoğrafına bakın, sözde haham kılığı- na girmiş, ama, bir amatör tiyatroda rol almış ace- mi oyuncu gibi... Ya 2001 yılında alındığı söylenen polis ifade- sindeki bir kitap tutarında hezeyana ne diyelim?.. Ben okudum... Okunacak şey değil; ama, Ergenekon tezgâhının omurgasını Tuncay Güney’in ifadesi oluşturuyorsa vah o davanın haline... Peki MİT’in Tuncay Güney’e ilişkin açıklama- sına ne demeli?.. MİT’in bu ruhen hasta kişiyi bir süre kullandı- ğı anlaşılıyor; ama, önemli olan bu değil... Önemli olan artık boşluğa düşen şu soru: - MİT ne yapsın?.. Vaktiyle devletimiz için tehdit ve tehlike “ko- münizm ve irtica” idi... İkisi de piyasadan kalktı... ‘Komünizm’ Sovyetler’in çökmesiyle gün- demden düştü; ‘irtica’ ise artık devletin tepesin- de... Peki MİT ortalıkta mı kaldı? Süleyman Bey, Ergenekon’da yabancı parmağı görüyorsa, olaya doğru yaklaşıyor demektir... Bir kez Ergenekon kapsamında adı medyada en çok geçen üç kişiye bakalım: Tuncay Güney.. Fethullah Gülen.. Mehmet Eymür.. Üçü de dışarda yaşıyor; ikisi Amerika’da, biri Kanada’da... Ayrıca Ergenekon, Amerika’nın BOP kapsa- mındaki ‘Ilımlı İslam Devleti Modeli’ tasarımının bir ayağıdır... Operasyon, devlet kurumlarını teker teker İs- lamcıların eline düşürmek için planlanan büyük eylemin bir parçası... Yabancı güçle iç iktidar, devleti tam anlamın- da ele geçirmek için, birlikte yürüyorlar... Başbakan Erdoğan açıkça ne dedi: “- Ben Ergenekon davasının savcısıyım...” Anayasa Mahkemesi kararında irtica eylemle- rinin merkezi olduğu saptanan Erdoğan, yargıyı kullanarak amacına ulaşmak istiyor... Bakalım amacına ulaşabilecek mi?.. Çok değil bir süre önce MİT Tayyip Erdoğan’ı izliyordu... Neden?.. “Minareler süngümüz/ Kubbeler miğferimiz/ Ca- miler kışlamız” diye nutuk atan kişi izlenmez mi?.. Ama, o kişi şimdi MİT’in başındadır... MİT ne yapsın... “K riz” mi? O da ne? Fe- laket çõğõrtkanlarõ bo- şuna sevinmesin, “hamdolsun” kriz yok, olsa bile “bize bir şey olmaz”… İster fõrtõna, ister kasõr- ga, ister deprem deyin, ne derseniz deyin, bazen söze hiç gerek kalmaz. Ümük üzern- den yapõlan teslimiyet öfkelerine de gerek yok. Bir gerçek var, o da; dalga dalga kriz yayõlõyor ve herkes dipten gelecek dalganõn ne zaman kendisini göstereceğini merak edi- yor! Ekonomik krizlerin yarattõğõ sarsõntõlar, sektörel özelliğinden ötürü ilk önce medya işletmelerini etkiliyor. Üretim kaynaklarõ- nõn önemli bir kõsmõ dõşarõdan sağlanõyor. Salt insan gücüne dayalõ bir işleyiş yok. Ör- neğin en önemli kaynaklardan biri enerji. Son on yõlda salt petrol fiyatlarõnõn artõşõ- na bakõldõğõnda, ciddi bir yükselişten söz et- mek gerekir. Bu tüm sektörleri etkilediği gi- bi medyayõ da etkiliyor. Domino gibi bir- birini etkileyen olumsuz koşullar, her ku- ruluşu tedbir almaya yönlendiriyor. Bu tedbirlerin en önde geleni ise işten çõkar- malardõr. Farklõ sektörler için işten çõkar- ma dõşõnda farklõ çözümler üretmek olasõ- dõr. Ancak medyanõn yapõsal özellikleri, ör- gütlenme, istihdam biçimi ağõrlõklõ olarak işten çõkarmadan yana bir tercihi öncelik- li kõlmaktadõr. Medya sektörü, krizin so- nuçlarõnõ bir başka kaynakla ikame etme ye- teneğinden yoksun bõrakõlmõştõr. Öte taraftan bir gerçeğin daha altõnõ çiz- mek gerekiyor. Medya sektörünün finansal kaynağõ salt kendi üretimine de dayalõ de- ğildir. Denilebilir ki, birçok medya kuruluşu giderlerini içinde bulunduğu finansal gru- bun diğer girişim alanlarõndan sağlamaya çalõşmaktadõr. Dolayõsõyla genel bir krizin yansõmasõ, temel gelir kaynağõndan feragat etme yerine medya yatõrõmlarõndan tedbir- lere yönelmeyi doğal olarak ortaya çõkar- maktadõr. Medya kuruluşlarõnõn sahipleri sa- dece gazete, radyo, televizyon sahibi değil. Diğer sektörlerde de işletmeleri, kuru- luşlarõ bulunmaktadõr. Ağõrlõklõ olarak di- ğer işletmelerden elde edilen gelirlerle medya alanõndaki girişimler sübvanse edil- mektedir. Dolayõsõyla ekonomik krizde ilk önce asõl etkinlik alanlarõ güvence altõna alõnmaktadõr. Medya bir anlamda sürekli “üvey evlat” muamelesiyle karşõ karşõya- dõr. Sendikal örgütlenmeden yoksun bir med- yada çalõşanlar adõna güvenceden ya da hak arayõşõndan söz etmek mümkün müdür? Bu- gün için basõn çalõşanlarõnõn önemli bir kõs- mõ ilgili yasalar çerçevesinde istihdam edilmemektedir. Diğer birçok sektörde ol- duğu gibi, taşeronlaştõrma gerçeğiyle kar- şõ karşõyayõz. Medya işletmelerinin önem- li bir bölümünün kâğõt üzerinde de sorgu- lanmasõ gerekiyor. Çalõşanlar, hangi şirke- tin çalõşanõ olduğunun bile farkõna vara- mõyorlar. Öte taraftan işletmeler, yasalarõn öngördüğü zorunluluklarõ asgari koşullar- da yerine getirmeye çalõşõyorlar. Hatta bu yasal zorunluluklarõ olabildiğince gör- mezden geliyorlar. Durum böyle olunca da, işten çõkartõlmalar salt ekonomik kriz kay- naklõ değil, görüş farklõlõklarõndan ya da ha- berine sahip çõkma iradesi sonucu da ger- çekleşebiliyor. Bilindiği üzere “medya plazaları” diye adlandõrõlan yapõlar, son günlerin moda deyimiyle “akıllı binalar”. Kartlarõyla geçiş yapan çalõşan, bir sabah “turnike”den geçerken, turnikenin çenge- line takõlõyor ve geçişi hiçbir açõklama ve gerekçe gösterilmeden engellenebiliyor. Hiçbir etik kural dikkate alõnmadan, hoy- ratça bir kõyõm yaşanõyor. Etik kuralõn iyi niyet gösterisi olarak sergilenmesini bek- lemek de bugünün üretim koşullarõnda, sis- teminde çok doğru değil. Bunu engelle- menin yolu, medya çalõşanlarõnõn ilgili ya- salar çerçevesinde istihdam edilmesi ve sen- dikal örgütlenmenin önünün açõlmasõdõr. Bu koşullar gerçekleşirse, işten çõkarmalarda etik kurallar, yasalar gündeme gelir, hatõr- lanõr. Yasal güvenceden yoksun çalõşan, gözden rahatlõkla çõkartõlabiliyor. Bu çõ- karma işlemi karşõsõnda bir mali yüküm- lülük işletme için yaşanmõyor. Dolayõsõy- la gözden çõkarma kolaylaşõyor. Güvenceden yoksun ve talebi yüksek bir istihdam alanõnda elemanõ çõkarmak her iş- letme için kolay bir karar noktasõdõr. Bu dü- şük ücretin karşõsõnda çõkartõlanõn da pek fazla direnç göstermediği, ayrõ bir gerçek- tir. Zaten düşük ücret alan mağdur, bir baş- ka çalõşma alanõndan çok daha kolay bu üc- reti kazanabilir. Diğer bir deyişle “pazar- da limon satarak” da bu parayõ kazanma olasõlõğõ karşõ duruşu da engellemektedir. Bu kara tabloya rağmen, medya çok po- püler bir alan. Üniversite tercihlerinde dikkate değer bir ilgiye sahiptir. Bu iste- ği haklõ çõkaracak bir cazibe de var. Ek- randa yer almak, imzalõ haber yapmak, program sunmak, haber sunmak. Objek- tiften dünyayõ yansõtmak hepsi hoş ve il- gi çeken eylemler. Bu hoşluğu iletişim me- zunlarõnõn yoğunlukla yaşadõğõnõ düşünü- yorum. Birçoğu çok başarõlõ. Ancak çalõşma koşullarõnõn olumsuz- luklarõ hepsini etkiliyor. Bu Türkiye’nin ge- nel sorunu. Bu sorun, ağõrlõğõnõ medyada çok daha fazla göstermektedir. Zamanla bu koşullarõn daha olumlu bir nitelik kazanacağõnõ düşünüyoruz. Çünkü medya kuruluşlarõnõn üst konumlarõnda ya- kõn bir gelecekte ağõrlõklõ olarak iletişim mezunlarõ yer alacak. Bunun gerçekleşmesi durumunda iletişim mezunlarõnõn, ken- dinden sonra gelenler için çok daha olum- lu koşullarõ yaratmanõn mücadelesini ve- receğine inanõyorum. İletişim Fakülteleri için ulusal bir plan- lama artõk zorunluluktur. Ne yazõk ki son yõllarda açõlan fakültelerle birlikte sayõ ar- tõk üst noktaya ulaşmõştõr. Bu kadar mezuna yanõt verecek bir pazardan, sektörden sö- zetmek olanaksõzdõr. Kontenjanlar azal- tõlmalõ ve iletişim fakültesi açmada ko- şullarõn yeterli olup olmadõğõna bakõlma- lõdõr. Mezun çok olunca sektörde de seç- me şansõ artmakta ve çalõşma koşullarõnõn, standartlarõnõn daha aşağõya çekilmesine olanak vermektedir. Medyanõn yoğunlukla yaşadõğõ krize çözüm olarak “yerel medya”nõn güçlen- dirilmesi bir alternatif olarak düşünülebi- lir. Ancak Türkiye’de yerel medyanõn he- nüz kurumsallaşmõş ve boyutlu bir yapõ ol- duğunu söylemek güçtür. Yerel seçimle- rin gündemde yerini aldõğõ bir süreçte, ye- rel yönetime talip siyasetçiler, yerel med- yanõn gücünü bu seçimlerde daha yoğun hissedeceklerdir. Bu gerçeğin yerel med- ya ve iletişim mezunlarõ için gelecekte olumlu sonuçlar doğurmasõ en büyük bek- lentimiz ve umudumuzdur. Krizde medya için “epikriz”i hazõrla- yacaklarõn tedavi yöntemi ve çözüm için bu satõrlara göz atmasõnda fayda vardõr. Doğru teşhisle, tedavi mümkündür. Has- tayõ sağlõkla taburcu etmek de işbirliğiy- le, iyi niyetle mümkündür. Medyanõn “Epikriz”i... Prof.Dr. Suat GEZGİN İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanõ Medyanõn yoğunlukla yaşadõğõ krize çözüm olarak “yerel medya”nõn güçlendirmesi bir alternatif olarak düşünülebilir. Ancak Türkiye’de yerel medyanõn henüz kurumsallaşmõş ve boyutlu bir yapõ olduğunu söylemek güçtür. Yerel seçimlerin gündemde yerini aldõğõ bir süreçte, yerel yönetime talip siyasetçiler, yerel medyanõn gücünü bu seçimlerde daha yoğun hissedeceklerdir. Cumhurbaşkanõ ve Başbakan’õn Yurtdõşõ Gezileri Doç. Dr. Hüner TUNCER
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear