01 Haziran 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 5 KASIM 2008 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Krize Yerli Çare EVRENSEL denen bir krizden Türkiye’yi en az zararla çıkarmak için gelişmiş kapitalist ül- kelerin çarelerini taklit etmek kadar büyük yanlış olamaz. Çünkü onlar genellikle “varlıklı” ülkelerdir; kendi kaynakları yeterli olmasa da yeryüzü kaynaklarını kullanma, örgütleme ve ege- menlik altında tutma yetileri vardır. Türkiye ise genelde yoksul ve bu olanaklardan yok- sun. Çünkü onlar genellikle ekonomik ve sos- yal gelişmeyi tamamlamış ve olsa olsa za- man zaman bu gelişmişliğin geçici buna- lımlarını çözme sorunuyla karşı karşıya kal- mışlardır. Türkiye ise içi boşaltılmış, yarım bı- rakılmış, saptırılmış devrimlerin ülkesidir ve üstüne üstlük karşı-devrimcilerin elindedir. Dolayısıyla, böyle bir ülkenin, başka ko- nularda olduğu gibi, krizi en az zararla at- latmak için de kendine özgü yerli çarelere başvurması gerekir. Ayrıca, belli durumlar- da, gelişmişlerin şimdi uygulamaya kalktık- ları bazı yöntemleri geçmişte denemiş ve bunları yeniden denemeye gereksinimi kal- mamış olabilir. Örneğin, yükümlülüklerini karşılayamayan, alışılmış yöntemleri sür- dürürlerse ülke ekonomisini tehlikeye so- kacak durumda olan bankaların devletleşti- rilmesi ya da haklarının kamu kurumlarına devredilmesi gibi bir çare 2000 bunalımın- dan sonra Türkiye’de denenmiş, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu ve Tasar- ruf Mevduatı Sigorta Fonu gibi kuruluşların yetkilerini sınama fırsatı o zaman kullanıl- mıştır. Gelgelelim, yerli çarelerden söz etmek, şimdiye kadarki tutumunu değiştire- ceğe benzemeyen bir yerli iktidara tam gü- venmek anlamına gelmez. Sayın Başbakan’ın “IMF’den bağımsızlık” ola- rak anlaşılabilecek bazı sözleri bu yerlilik ko- nusunda kimilerine cesaret vermiş olabilir. Ancak, böyle bir bağımsızlık isteğinin yerel se- çimler öncesinde başıboş ekonomik politika- lar izleme niyetinden kaynaklandığı düşünül- düğünde bu beklentinin yanlışlığı da kendili- ğinden ortaya çıkmıyor mu? Yerlilik, her şeyden önce, dış telkinlerin et- kisiyle yapılmış yanlışlardan sıyrılma ve şimdi nelerin yapılması gerektiğini bağımsızca düşünebilme serbestliğini gerektirir. Küre- selleşme propagandalarıyla saplanılan özel- leştirme furyasının durarak hiç değilse elde kalan birkaç kamu işletmesini satmaktan vaz- geçip onları daha da verimli duruma getir- mek gibi. Akıl almaz bir sapıklıkla satılaca- ğı söylenmiş olan Ziraat ve Vakıflar gibi ka- mu bankalarını satmaktan hâlâ söz edenle- rin ağızlarına biber sürmek gibi. Borsada oy- namak için koşuşan yabancı paraları pek ya- tırımdan saymamak ve yabancı sermayeyi belirli koşullara bağlanmış gerçek yatırımlara zorlamak ya da teşvik etmek gibi. Ulusal çıkarlara uygun bir ekonomi politi- kasının etkili araçları olabilecek kuruluşların ve kuralların değerini bari şu kriz dolayısıy- la idrak ederek aklımızı başımıza toplama- nın vakti gelmemiş midir? [email protected] PENCERE Savcım Terfi Etmezse Bozulurum... Savcı Zekeriya Öz terfi edecekmiş... Zamanı gelmiş... Ancak bu konu üzerinde tartışma var... Bana sorarsanız Öz’ün terfi etmesi gerekiyor... Neden?.. Ergenekon iddianamesi savcı Zekeriya Öz’ün şaheseri... Nasıl bir şaheser bu?.. İddianame hem dinci-İslamcı iktidarda Türki- ye’nin ne hale düştüğünü belgeliyor, hem de hu- kuk tarihine bir ibret vesikası olarak geçiyor... Örnek mi?.. Örneği yine kendimden vereceğim için özür di- lerim, ama, Cumhuriyet okurlarını ve de ka- muoyunu çok yakından ilgilendirdiği için sanı- yorum beni bağışlarsınız... İddianamenin 70 sayfalık bölümü bana ayrıl- mış... Baştan aşağıya telefon konuşmalarıyla doldu- rulmuş... Ciddi middi, şaka maka, gırgır mırgır, iş miş, ge- vezelik mevezelikle lebalep dolu telefon konuş- malarıyla geçiştirilen bu sayfalardan sonra iş ‘ta- lep’ faslına geliyor... Pencere köşesinde olanağımız sınırlı bulun- duğundan savcı Zekeriya Öz’ün benim hakkım- daki ceza taleplerinin yalnız ilk iki maddesini bir- likte okuyalım... Savcı Zekeriya Öz iddianamede harfi harfine ve sözcüğü sözcüğüne (sayfa 1793) diyor ki: “1- Cumhuriyet gazetesine 3 kez bomba atıl- ması nedeniyle, ruhsatsız madde bulundurmak ve taşımak, korku ve panik yaratacak şekilde patla- yıcı madde kullanmak, mala zarar vermek suçla- rından Türk Ceza Kanunu’nun 174/1-2, 170/1-c (3 kez), 151/1 (3 kez)... 2- Danıştay saldırısında Türk milleti adına yar- gılama görevini yürütmekte iken görevinin başında katledilen yargı şehidi Mustafa Yücel Özbilgin’in tasarlayarak öldürülmesi, mağdurlar Mustafa Birden, Ayla Gönenç, Ayfer Özdemir ve Ahmet Çobanoğlu’nu tasarlayarak öldürülmeye teşeb- büs edilmesi nedeniyle Türk Ceza Kanunu’nun 82/a-g, 35/2. maddesi (4 kez...) (Sanık İlhan Sel- çuk’un) cezalandırılması talep edilmiştir.” Neymiş?.. Altını çizelim: ? Cumhuriyet gazetesine 3 kez bomba attır- mışım.. ? Ruhsatsız madde bulundurtmuşum.. ? Korku ve panik yaratacak biçimde patlayıcı madde kullandırtmışım.. ? Mala zarar verdirmişim.. ? Danıştay üyesi Mustafa Yücel Özbilgin’i ta- sarlayarak öldürtmüşüm... ? Danıştay üyeleri Mustafa Birden, Ayla Gönenç, Ayfer Özdemir ve Ahmet Çabanoğlu’nu öldürt- meye teşebbüs etmişim... Ceza?.. Müebbet... Yalnız Cumhuriyet’i üç kez bombalatmakla kal- mamışım, Danıştay saldırısının ve cinayetinin de faili benim.. İster inan, ister inanma... İddianame böyle... Eh, şimdi bu iddianameyi yazan savcı Zekeri- ya Öz’ü nasıl terfi ettirmezsiniz?.. Savcı Zekeriya hukuk tarihine ve Türkiye Cum- huriyeti adaletine bir yeni metot armağan etti: ? Hukuk mantığı bir yana sıradan sağlıklı bir in- sanın havsalasına sığamayacak kadar çarpık bir mantığın mantıksızlığında iddianame düzenleme... ? Delilsiz suçlama... ? İddianameyi iftiranameye dönüştürme... Bu savcımız terfi etmezse kim edecek?.. M ustafa Kemal’e bir kadõn olarak çok şey borçluyum. Çünkü, Türkiye Cumhuri- yeti vatandaşõ olarak taşõdõ- ğõm kimlik kartõnda dinimin İslam olduğu yazõyor. İslam dinine mensup di- ğer ülkelerin kadõnlarõndan daha fazla özgür olduğum, gerçek bir olgu. Başõmõ örtmüyo- rum, çünkü bunun İslam dininin bir kuralõ ol- madõğõnõ biliyorum. Örtünmenin erkek ege- men toplumlarda “kadına dayatılan bir baskı eylemi” olduğuna inanõyorum. Hiçbir dinde Tanrõ’nõn, yarattõğõ iki cinsten birini ör- tülere sarõp diğerini özgür bõrakacak kadar ada- letten yoksun olduğuna inanmõyorum. Böy- le düşündüğüm içindir ki, Türk kadõnõ olarak bana bu özgürlükleri veren Atatürk’üme şük- ran duyuyorum. Yok olmak üzere olan bir im- paratorluktan verdiği Kurtuluş Savaşõ so- nunda yepyeni bir cumhuriyet kurarak bunu devrimle taçlandõran yüce bir irade olarak gör- düğüm önderin adõ ister Atatürk, ister Kemal, isterse Mustafa olsun; benim için özel ve önemlidir. Yalnõz benim için değil, tüm Müs- lüman kadõnlar, ezilen tüm kadõnlar için de önemli. Bu, yaşadõğõmõz yüzyõlda ülkemde ve dünyada baskõ gören kadõnlarõn özgürlük ça- balarõna yansõmakta. Başka hiçbir ülkede hiçbir lider, kadõnlara kendiliğinden bu ölçüde bir kişilik vermedi. Medeni hukukla kazan- dõrdõğõ kimliğimle birey olduğumu duyum- sattõğõ için onu gözümde büyütüyorum. Seç- me ve seçilme hakkõ ile kazandõrdõğõ yurttaşlõk onuruyla “Ben de varım!” diyebiliyorum. Kim ne derse desin, Ata’mõ bir insan olarak sõra dõşõ buluyorum. Onun, bana, Türk kadõ- nõna, kadõnõyla erkeğiyle Türk halkõna ver- dikleriyle özel olduğuna inanõyorum. Türki- ye Cumhuriyeti’nde İslam dinini laik düzen içinde baskõcõ niteliklerden arõndõrdõğõ için özel buluyorum. Önderliğinde verilen Kurtuluş Sa- vaşõ’yla ülkemi, tüm mazlum uluslara örnek bir ulus konumuna yücelttiği için önemsiyo- rum. Değerli düşünür Vedat Günyol, “Ezil- mişlikten kurtulma özlemi, insanla yaşıt bir duygudur” der. Bu özlemi görebilenler de “insanlığın kurtuluş öykülerinin” yaratõcõ- larõ, öncüleridir. Yine Vedat Günyol öğretmenin dediği gi- bi, insanlõk tarihinde her yaratõcõ insan ateş ya- kõcõdõr. “İsa Platon’dan, Muhammet Mu- sa’dan, Rönesans düşünürleri eski Yunan ve Roma’dan ateş almışlardır. Uygarlık, dünya yuvarlağının şurasında burasında, zaman zaman yakılan ateşlerin, her türlü sınırlar ötesinde, birbirine eklenen alevle- riyle beslenip gelişmiş ve gelişmektedir.” İş- te bu öncüleri özel kõlan da, insanlõk için emek verme gücünü gösterebilmiş olmalarõdõr. İn- sanõn, zaaflarõyla var olduğu bilinen bir ger- çektir; ama öncüler, örnek olduklarõ insanlõ- ğõn yaşam serüveninde yarattõklarõyla de- ğerlendirilirler; yapõtlarõyla anõlõrlar. Onlarõ sõ- radanlaştõrma çabalarõ, yarattõklarõnõ hafife al- ma çabalarõyla eş bir zamanlamada ortaya çõ- karsa, bu iyi niyetli bir yaklaşõm olarak de- ğerlendirilemez. Bir belgeselcinin en büyük sorumluluğu, olaylarõ belgeleriyle verirken ta- rihsel koşullarõ doğru değerlendirebilmek, yo- rum kokan suçlayõcõ tanõmlamalardan kaçõn- mak olmalõdõr. Yeni doğmuş bir cumhuriyetin kurucusu- nun 1929 dünya ekonomik bunalõmõnõn kar- gaşasõndan etkilenmemesi olanaksõzken, o li- derin ‘çevresindeki dalkavukların poh- pohlamasının baş döndürücülüğüne kapı- larak, halkının çektiği sıkıntıları fark et- mediği’ yorumunu yapmak, doğru bir yak- laşõm olabilir mi? Hele hele bir yandan bu li- derin devrimi kalõcõ kõlmak için yurdun her ya- nõnõ karõş karõş dolaşarak kültürel kalkõnma- yõ, dil devrimini, okuma yazma seferberliği- ni yaygõnlaştõrma çabalarõndan söz ederken, diğer yandan “eski yazılı koca bir tarihin sı- fırlandığı” yargõsõnõ belirten cümle kurabil- mek, kendi anlatõmõyla çelişmek olmaz mõ? Mustafa’nõn, kendisini dinsiz olarak nite- leyenleri etkisiz kõlmak için dualarla açtõğõ Meclis’te hilafeti kaldõrõp laik düzeni kurar- ken, bunun “küçüklüğünde hoşlanmadığı din hocasından intikam aldığı” gibi bir yo- rumla verilmesinin, bunun bir insanlõk zaafõ olarak gösterilmesinin belgeselci mantõğõyla örtüştüğünden söz edilebilir mi? Can Dündar bu belgeselde romantik, duy- gulu bir anlatõm seçiyor. Kuruluştan kurtuluşa büyük bir devrimi gerçekleştiren Musta- fa’nõn çocukluğundan beri yalnõz ve kimse- siz olduğu görüşü belki de en iyi bu üslupla yansõtõlabiliyor. Aslõnda bu anlatõm Dün- dar’õn genel olarak yetenekli, üretken, duyarlõ, beyefendi kimliğine de uygun düşüyor. Ay- rõca bu anlatõm belgesele zaman zaman ma- salsõ bir hava veriyor. Bu izlenimle Mustafa’yõ insan olarak içimizde duyumsayabiliyoruz; ama birdenbire devrim yolunda “tüm mu- haliflerinin kökünü kazıdığı” gibi sert ve ka- ba bir yorumla irkiliyoruz. Bu üslup değişi- minin nedenini bulmakta zorlanõrken, doğduğu topraklara özlem duyan, hemşerilerinin coş- kusuna kapõlõp zeybek oynayabilen Selanik- li Mustafa’yõ sürekli vurgulanan yalnõzlõğõnõn tek suçlusu olarak görüveriyoruz. “Muha- liflerini hepten susturan” Mustafa’nõn böy- lelikle “bir kez daha devrimin kendi ço- cuklarını yediği” imasõyla karşõlaşõyoruz. Öy- le ki, çağdaşõ Mussoli’nin heykeltõraşõna, heykellerini yaptõrarak yurdun dört bir yeri- ne diktirebilen dayatmacõlõkta bir diktatör... Kim bilir belki de o bir narsisisttir. Ne de ol- sa zaaflarõyla bir insan değil mi o?.. Oysa biz Ata’mõzõ “Benim yüzüm önemli değil dü- şüncelerim önemli. Gelecek kuşaklara bu- nu anlatınız!” sözüyle önemseriz. Bunu söyleyebilen bir insanõ, zaaflarõnõn tutkusuna yenilmiş, yapayalnõz ölen, zavallõ bir insan ola- rak sunmak, acõmasõz bir yaklaşõm olmuyor mu? Bu yorum, yine aynõ belgeseldeki, Ata’nõn hastalõğõna dayanamadõğõ için acõ çe- ken, öldüğünü duyduğu anda da kendini öl- dürebilen bir dostun varlõğõyla çelişmiyor mu? Yalnõz, yorgun, bõkkõn, hasta Mustafa Çan- kaya’daki evinin yeşilliğiyle uyuşmuşken, bir- den “Hatay sorunuyla” uyanõveriyor. Bu gel- gitlerle mi insani nitelikleri vurgulanõyor Mustafa’nõn? Can Dündar’õn zaman zaman magazine ka- çan romansõ belgeselinin başlangõcõnda “kar- ga kovalayan çocuğun yalnızlığını” görü- yoruz. İlkokul kitaplarõnda yer alan bu söy- lem, bizi fazlasõyla etkilemiş olmalõ ki, böy- le bir öğretiyi ironik bir yaklaşõmla eleştirsek de kullanmadan edemiyoruz. Mustafa ve Ateş Yakmak... Feride Esen BİLGİN Dansçõlar, Eğitimde Birleşelim! D evlet Bale Okulu açõlalõ tam 60 yõl ol- du (1948/2008). Eğitimi ve çalõşma ge- rekçeleri tamamen ücretsiz bir devlet konservatuvarõ... Biz yetişkin dansçõlar Dev- let Opera Balesi’ne kabul edilerek konserva- tuvara girdik. Zamanla okul büyük dansçõlar, koreograflar ve eğitimciler yetiştirdi. Klasik balenin beşiği Avrupa, nitekim Türk bale oku- lu da Dame Ninette de Valois tarafõndan açõl- dõ ve yürütüldü. Estetik ustalõğõ hedef alan klasik bale, be- denin yere ve göğe uzanan eksen dinamizmi doğrultusunda, çetin kurallara dayanan bir tek- nik içinde gelişir. Bale dansçõsõ koreografinin ötesinde kendi yaratõcõlõğõnõ ortaya koyar. Modern dansçõ, bedeninde yoğunlaştõrdõğõ tekniği doğrultusunda hayal ettiği hareketi bul- maya çalõşõr. Sahne sanatlarõnda oyuncunun performan- sõ onun kişiliğini damgalar. Dansçõnõn bede- ni onun yegâne enstrümanõdõr. Dans mesle- ğinde verimli olmak için en başta sağlõklõ ve disiplinli olmak gerekir. Büyük şehirlerimizde bale ve dans eğitimi devam ediyor. Ayrõca, kendi güçleriyle eği- tim veren özel stüdyolar da var. Büyük yapõmcõ şirketler dansçõlara, koreograflara prodüksi- yon imkânlarõ sağlõyorlar. Birçoğumuz da kendi dansõmõzõn peşine dü- şerek Batõ ülkelerine gittik. En başta ben. Kalk- tõm New York’a gittim. Devrin usta koreo- graflarõnõn derslerine girmek ve tekniklerin- deki farkõ araştõrma fõrsatõnõ buldum. 1984’te yurda döndüm. Üniversitelerde hareket la- boratuvarõ veriyor ve tiyatrolarda atölye ça- lõşmalarõ yapõyorum. Gençlerin sahne sanatlarõnda eğitim gör- meleri çok zor. Konservatuvarlara 400 kişi baş- vuruyor, ancak sayõlõ öğrenci kabul ediliyor. Televizyonda Doğu Anadolu köy çocuklarõ- nõn kapalõ okullar önünde bekleştiklerini gö- rürken sanattan bahsetmenin tuhaf kaçacağõ- nõ biliyorum, ama çalõşmak tek çare. Zaman zaman halkevinde temsiller verip kutlamalar yaptõk. Günümüzde eğitimimiz paraya odaklandõ, ama yine de halkevlerimiz var. Kaya İLHAN
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear