24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
30 OCAK 2007 SALI CUMHURİYET SAYFA ÇANKAYA’YI TEMİZ TUT, TÜRKİYE’Yİ KİRLETME! 17 Petrolde ulusal çıkar kalmamış... “İşte şimdi Türkiye’de petrol çıkar!” GÖLGE oyunlardaki “Salıncak Sefası” oyununu anımsatıyor Yıldız Cıbıroğlu ve oyunun sonunda seyircinin nasıl bir ders çıkardığından söz ediyor: “Hacivat’ın kurduğu salıncağa Karagöz talip olur ‘Gelen gideni sallarım, kazandığım paraları da bölüşürüz’ der. Hacivat kabul edip gider. Karagöz müşterilerden paraları topladığı halde Hacivat’a alamadığını söyleyecektir. Ancak salıncakta sallanmak için gelen son müşteri kurnazlıkta Karagöz’den de baskın çıkar ve ‘Sallama dersem, salla; salla dersem, sallama’ der. Karagöz ‘Bu ne ters iş be’ diye söylenir ama para kazanmak için adamın istediğini yapmaya çalışır. Salla, sallama, salla, sallama, derken Karagöz’ün kafası iyice karışınca müşteri ‘Sen ne kadar kalın kafalı adamsın. Ben sana ne dedim. Sallama dedim sallayacaksın, ne zamanki salla dedim GÖRÜŞ BEDRİ BAYKAM Karışık Nami Tepe: “ABD’nin Ankara Büyükelçisi, Irak’ın iç işlerine karışmamamızı öğütlemiş. Çünkü o işi kendileri yapıyor!” Ya ğ m u r E k i m Wolfowitz’in çorabı delikmiş. Biz onun kulağını delik bilirdik! Memleket Anıl Öçal: “Bir orman gibi kardeşçe yaşamayı savunurken; Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim olmaktan çıkıyor mu usta?” sallamayacaksın’ diye çıkışır. Oyunun sonunda müşteri salıncaktan düşer, Karagöz bir tokat atar, ‘Seni gidi uğursuz kerata seni, ters lakırdılarla beni şaşırttın’ der. Oyundaki bu sahnenin ‘kafa karıştırma’yı anlatmadaki başarısı doruktadır ve evrensel niteliktedir. Salıncak ya da sallamak eylemi zikzak çizmeyi temsil eder. Sözcüklerde yinelenen ‘s’ işareti ise iki yana da baktığı için, simgecilikte çift değerli olmayı ve bu oyunda kurnazlığı anlatır. Bu oyun şimdi medyada oynanıyor. Sahne, bazı televizyon ekranları: oyuncular akademisyen ya da araştırmacı, ama konuşmalar bilimsel gerçeklerden çok uzak. Amaç halkın kafasını karıştırmak. Alçakça bir cinayetin kurbanı olan Salıncak Sefası Hrant Dink’in (edinilen bilgilere göre polisi ırkçı adrese götürecek biçimde hazırlandığı izlenimi veren) katiliyle milliyetçiyurtsever insanları aynı kaba koyuyor ve katilden ulusalcı diye söz ediyorlar. (Katilin İslamcı kimliği de var, ama o şimdi örtülüyor) Konuşmacılar ulusalcıları, yurtseverleri, milliyetçileri faşist, ırkçı ilan ediyorlar. Bir zamanlar sosyalizm halkın gözünde (ABD’nin desteğiyle) nasıl kirletilmeye çalışıldı ve sosyalistler üzerinde baskı kurulduysa bugün de yurdunu sevmek ve korumak, kirletilip aşağılanıyor. Halk onları seyrediyor; ve acı çekerken bile kocasının katilini üreten karanlığa, sebep sonuç ilişkisine dikkat çeken Rakel Dink ile halkın sorunlarına yabancılaşmış, ‘güç’ten yana olan, kafa karıştırmaya çalışan ‘aydınların’ farkını görüyor.” Sizi Suçluyorum, Sahte Demokratlar! Son on gündür, o menfur suikastın ardından, bazı “ulusalcı” arkadaşların ve benim ne trajikomediler yaşadığımızı az sayıda insan biliyor. Kimi kendini “çok duyarlı” sanan sahte demokratlar bize eposta saldırıları düzenleyip “Bütün bunlar sizin yüzünüzden oldu”(!) diye birikmiş kinlerini fırsattan istifade üstümüze akıtmaya çalıştılar. İnsanların nasıl mantıksal olarak iflas edebildiğini, “okumuş” aydınların(?) nasıl bir linç kültürü oluşturmaya çalışabildiğini, demokrasinin en temel prensiplerinden nasıl sınıfta kalabildiklerini gördüm. Mantıkları ve kimi zaman üslupları da en eğitimsiz, cahil kalabalıklarla aynı seviyedeydi. Demokrasinin temel düşmanları vardır: Önyargı, klişelere teslim olmak, şablon cümlelerle yapılan sözde saldırılar... Bu beyinler, vazgeçtim farklı renkleri, gri tonları bile göremez. Tüm karşıt fikirlerini aynı çorbada bulamaç yapıp ortaya dökerler. Örneğin bu insanlara göre ya Pamuk’un yanındasındır, ya da karşısında. Her gün kullandıkları Voltaire’in meşhur cümlesini işlerine gelmediğinde birden unutuverirler. Bu düşüncenin aynen Pamuk’u eleştirme özgürlüğünü kullananlar için de geçerli olacağını görmezler. ??? Onları ilgilendiren tek şey, o anda haklı çıkıyor görünmek için ellerindeki tüm kartları kullanmaktır. Bunun için tahammülsüzlük ve iftira da gerektiren dozda sokulabilir. “Demokrasi korkusu” içinde kıvranan bu olgunlaşmamış yarı aydınlar, ilkelliğin en bayağı hali ile beslenir. Toptan karalama ve saptırmaların ötesinde, benim hakkımda, “O da mahkemede saldıran güruhla beraber hareket etti” yalanını uydurarak, kanıtsız olarak piyasaya sürmekten utanmazlar. Aynen çarpık ve tek yanlı bir demokrasi anlayışını savunuyor olmanın çelişkisinden utanmadıkları gibi... Fransız Parlamentosu’nun yaptığı gibi, yargısız infazlarla, karşı görüş dinlenmeden “senbenbizim kız” mantığıyla düzenlenen sempozyumlar ve televizyon panellerinde olduğu gibi... Edepsizlik ayrıca iki ana hat üstünde gelişiyor. Birincisi, “Benim düşüncem doğrudur, tartışılmaz, aksini düşünensavunan varsa bunlar ulusalcımilliyetçifaşistAtatürkçüırkçı saldırgan adamlardır”(!!!). İkinci hat da şu: “Bunlar resmi tarihin Atatürkçü,Türklük yapan, totaliter bakışlı sözcüleridir. Bunlarla konuşmaya bile değmez.” Defalarca yanıtlanmış konuları burada içerik olarak tekrar yanıtlayacak değilim. Üzülerek gördüğüm tek şey, demokrasinin her zerresinden fersah fersah uzakta oldukları. Komedyenler azıtınca, bu cinayete kadar varan gerginliklerin kökenine yoğunlaştım son günlerde. Ve şimdi mantık üstünden giderek, onları ben suçluyorum: Savcı, Pamuk aleyhine 2005’te o davayı “Türklüğe hakaretten” açtıktan sonra, neden durdurmak için bir kamuoyu yaratmaya çalışmadınız? Madem bu kadar dikkatliydiniz, demokratiktiniz... Neden? Neden yalnız Bedri Baykam bu çirkinliklerin yaşanabileceğini göstererek, devletin savcısından en tepesine kadar alarm zilleri çalarak Pamuk’un yargılanmasını durdurmaya çalıştı? ??? Hadi gelin beraber bunu irdeleyelim sevgili “büyük demokratlar”, var mısınız? Mantık olarak dört şık var önünüzde, beşincisi yok: Ya bu konular sizi hiç ilgilendirmiyor. Bunu geçelim, kabul etmezsiniz. İkincisi, ya benim gibi panik içinde makaleler yazıp içte huzurumuzu, dışta prestijimizi sarsacak bu davayı durdurmak için elinizden gelen her şeyi yapacaktınız... Bunu yapmadınız! Geçelim. Geriye sadece iki şık kalıyor: Ya patırtının kopacağını biliyordunuz ama işinize geldiği ve bu sayede bir taşla iki kuş vurulacağı için kılınızı kıpırdatmadınız. Yani bir yandan Batı önünde, o her gün eleştirmeyi sevdiğiniz “TC” prestij olarak dibe vuracaktı ve simge sözcünüz Pamuk tüm dünyada aynı gün manşet olacaktı. Ya da.. söylemeye dilim varmıyor, yaşanacakları öngöremeyecek kadar cahildiniz. İşte buna pek inanmıyorum. Çünkü maşallah gerektiğinde son derece kurnaz ve planlısınız. Aralık 2005 Şişli’de yaşanacakları tahmin edememiş olamazsınız. Sonuç acıtıyor değil mi? Başka alternatif varsa, unuttuysam siz söyleyin! Bu mantıkla olayların göz göre göre yaşanmasını sessizce bekleyerek siz körüklediniz. Testi kırıldıktan sonra ise, ahlar vahlar içinde malum timsah gözyaşlarını döktünüz... Bu yetmedi, tüm ülke adına o davayı önlemeye çalışmış tek adamı suçlu masasına oturtmaya çalıştınız!! Helal olsun size de, fışkıran zekânıza da, demokrasi anlayışınıza da... Bu âlemde örneğiniz bulunmaz... O provokatif yangına körükle giden Pamuk demeçlerinden sonra, bari o davayı samimiyetle engellemek isteseydiniz, Dink belki aramızda olacaktı. Ciddi olun ve aynayla yüzleşin artık... email: bedbay?tnn.net Faks: 0212 227 34 65 SESSİZ SEDASIZ (!) Galata’daki utanç ve Kuşadası İKTİDARIN “yakın dostları”ndan Sami Ofer, Galata rıhtımının satışı konusunda “Bir yıl kaybettik, şehir bir yıl kaybetti. Bu bir utanç” diye buyurunca Kuşadası’ndan Mustafa Saraç da şöyle diyor: “Utanç! Bir emperyal şirket patronu, kamuya ait devasa bir üretim merkezinin ve bir geniş yurt toprağının, kendisine satılmamış olmasını utanç saymaktadır. Utancı, Kuşadası olarak biz iyi biliyoruz. Utanç, bir kentin denizinin beton kazıklarla, limanının 56 kaçak işleri ve de sahilinin 12 katlı otellerle işgal edilmesidir, biliyoruz. Utanç, bir kentin mülki amirinin önünde ve objektiflere baka baka ‘gerekirse yasa çıkarırım’ demektir, unutamıyoruz. Utanç varsa, uçsuz bucaksız Ege Denizi’ni kira kontratıyla sahiplenme hırsından başka bir şey değildir. Ve utanç şudur: Utanç, bir uluslararası şirket sahibinin, en önemli mülklerini zaptettiği kentin sokaklarında, bir kez olsun elini kolunu sallayarak yürüyememesidir. Ofer ailesinin hiçbir mensubunun, ihaleden bugüne, kentimizin herhangi bir kahvehanesinde bir çay içtiği vaki değildir. Caddelerimizde korumalarıyla dahi olsa, volta atma lütfü gösteren Ofer soyadlı herhangi bir şahısa rastlanmamıştır. Utançsa, utanç budur. Kentlilerin tepkisinden korkmak mıdır, yoksa başka bir neden midir, her ne ise, yerli halkın arasına karışmaya tenezzül göstermeyen ‘konuk’ların utançtan söz etmesi, pek anlamlı değildir.” Kızılay Zehra Top: “ABD Başkanı Abraham Lincoln’un oğlunun öğretmenine yazdığı mektubu kendi yazmış gibi öğretmenlere göndererek ahlak ve erdem dersi veren Kızılay Başkanı’na en yüksek ahlak ve erdem madalyası takılsın!” Karabasanlı Günler PERİHAN ERGUN ABDİngiliz beraberliğinin, AB üyesi bazı ülkelerle Güney Asya uluslarının bir kısmının katılımıyla Irak, 2003’ün 20 Mart günü Nevruz arifesinde istila edildi. İstilacıların gerekçeleri, faşist Saddam’ın kimyasal harp silahlarıyla kendisini ele geçirip ülkeye demokrasi getirmek olarak tanımlanıyordu. Oysa Saddam’la dost oldukları günlerde onu İran’la yıllarca süren savaşa iterek sözü geçen kimyasalları ona verenler de yine kendileriydi. Kuveyt’e girmesinde de onlar etkendi. Saddam faşizminden kurtulduklarını sanan Iraklılar işgalcilere hoş geldiniz deyip bayram ettiler. Devrik liderlerinin heykellerini, simgelerini yerle bir ederek şenlik sevincini yaşadılar. Bush’un, aynı babası gibi, Ortadoğu’da yeşil kuşak tasarımları çizgisinde yurtlarını ele geçirmek amacında olduğunu bilmiyorlardı. Çünkü; uluslaşamamış, bu bilinci yakalayamamış, mezhepsel ve aşiretsel bir topluluktular. Kısa sürede asker sivil, çoluk çocuk, mal mülklerinin acımasızca yok edilmesini gözyaşlarıyla yaşadılar. İstilacıların orada kendilerine dost seçtikleri kolluk güçleri Kürt aşiretleri ve stratejik dostumuz dedikleri! TC’nin Güneydoğu’daki bir kısım saptırılmış PKK adı altındaki terörisleriydi. Daha önce kapıkulumuz olan, devletimizin sunduğu kırmızı pasaportlarla dolaşım özgürlüğünü sağlayan Talabani ve Barzani’nin başkanlığında kurdukları kukla hükümet ile amaçlarına koşar adım ulaştılar. Kardeşçesine yaşamaya çalışan Irak halkına Saddam’dan bin beter işkence, aşağılama ve ölüm getirdiler. Onları ırksal ve mezhepsel yönleriyle bölerek yurttaşı yurttaşa vurdurdular. Bu uygulama ve gözlemler, soydaşlarımız olan Türkmenleri de acıtıcı bir şekilde kapsama aldı. Kukla hükümetin kukla mahkemesi Saddam Hüseyin’le birlikte yargılanan üvey kardeşi Tıkriti ve Başhâkim Bender’i, 148 Şii’nin öldürüldüğü Duceyl katliamının suçluları olarak 5 Kasım 2006’da idama mahkum etti. Bu mahkumların öteki suçlarını muhakeme etmeden apar topar idam cezasını uyguladılar. Öyle ki Kurban Bayramı’nın ilk günü seherinde tüm dünyaya acımasızca kelimei şehadetini bitiremeden asılışını gösterdiler. Cellatlar, öldürülen Şii Lideri Sadr’ın adamlarıydı. Kinle, intikamla astıklarının etrafında naralar atıp dans ettiler. Bu aceleciliğin gerçek sebebi, Saddam’ın, eski dostu ABD’nin ittifak günlerindeki sırlarını gelecek duruşmalarda açıklayacağını söylemesiydi. Bu nedeni, eski Rusya Başbakanı ve Ortadoğu uzmanı Yevgeni Primakov da söyledi. Bu acımasız görüntülerin dünyada yarattığı etkilerden ürken Celal Talabani, hükümlü Tıkriti ile Bender’in idamlarının Muharrem ayının girişine de değinerek ertelenmesini istedi. O da olmadı.. 5 gün sonra gene Şii cellatlar ikisini de astılar. Öyle ki; insanlık ayıbı olarak Tıkriti’nin kafasını vücudundan kopardılar. Bu acımasızlık İslama sığacak şey mi? Şii’nin anlamı ŞİA’dır. Yani Hz. Ali aşkı ve dostluğudur. Kerbelada 10 Muharrem’de iktidardan düşeceği korkusuyla Emevi lideri Yezit’in katillerince kırk gün kırk gece susuz bırakıldıktan sonra Şimr tarafından ensesinden kesilerek tıpkı bizim Kubilay’ımız gibi katledilmişti. Şia hâlâ bunun acısını duyar ve Muharremi yasla, oruçla geçirerek onları anar. Ali Şia’sı bu kadar gaddar ve acımasız olamaz. Bu kâfirliktir! ??? 2007 girişinin karabasanı hâlâ bitmedi. AGOS gazetesi genel yönetmeni, Anadolumuzun Ermeni kökenli Türk vatandaşı Hrant Dink gazete binasının önünde kurşunlanarak katledildi. Tetikçi katil; 16 yaşında Trabzonlu Ogün Samast. Dink’in içi dışı sevgi dolu sıcaklığına karşın beyni kin, nefret, intikam kavramlarıyla beslenmiş, bilinçsizleştirilmiş, eski Nizamı Âlem, yeni Alperenler fanatikliği benimsetilmiş bir zavallıydı. Türklüğü, İslamı dünyaya rezil ettiğini, bu kurşunların TC’yi vuracağını bilemeyen eğitimsiz, işsiz bir lümpendi. Yaratılanların içinde insanın şerefli bir yaratık olduğundan, Pevgamber’in hadislerinden habersiz bir çocuktu. Aynen Aksoy, Çetin Emeç, İpekçi, Bahriye Üçok, Kışlalı, sevgili Uğur Mumcu’muzun, (24 Ocak onun 14. Ölüm Yıldönümüydü) ki daha birçok değerimizin öldürüldüğünün bu çocuk acaba farkında mı? Sanmıyorum! Bu öldürülenleri korumak hükümetin göreviydi. Bu boşluk ve ölümlerin arkasını aydınlatamamak faili meçhulleri yarattı ve özendirici oldu. Aynen 2 Temmuz 1993’te Sıvas’ta Madımak Oteli’ni ateşe vererek 35 sanat ve fikir insanımızın yok edilişindeki korumasızlık gibi... Bunlar Hz. Mevlana’nın “Ne olursan ol gel” diyen hümanist sesinden de habersizler... Rahip Santoro’yu da kilisesinde kurşunlayarak öldüren yine 16 yaşında Trabzonlu bir çocuktu. İnsanlarımızda o yöreye ait menfi düşünceleri de pek uygun görmüyorum. Buranın halkı gerçekte cana yakın, insan sever ve cömerttir. Tek kusurları acelecilik ve tepkili karaktere sahip oluşlarıdır. İşte bu yavruları robotlaştırıp katil yapan karanlık odaların yöneticileri bunlardan faydalanarak, onları suça itiyorlar. Türk hükümeti istihbarat servisi ve güvenlik güçlerinin gerçek yönlendiricileri bulamadıkları takdirde bu acı veren ölümler doğal olarak devam edecektir. Bunları düşünürken gazetede bir fotoğraf ve haberle heyecanlandım. Latin Amerika’da yerli yemin töreni başlığını taşıyordu. 14 Ocak’ta başkent Quito’nun güneyindeki Zumbabahua’da yapılan törende Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez ve Bolivya Devlet Başkanı Evo Morales, Rafael Correa’nın iktidara gelişini kutlamışlar, bunlara törende yerlilere özgü bir nişan ve tura verilmiş. Buna göre bu semboller saygı, disiplin ve düzeni temsil ediyormuş. Anayasadaki ‘çalmama, yalan söylememe ve tembel olmama’ maddesini içeriyormuş.. aynen 11. Asırda Ahmet Yesevi’nin Divanı Hikmet’inde ‘Eline, beline, diline sahip ol’ özdeyişi gibi bu öğüt önce Caferilerce daha sonra Hacı Bektaş Veli ile tüm Alevilerce ilke sayılmıştır. Demek ki 10 asırdır Orta Asya’dan Latin Amerika’ya insanı kâmil niteliği aynı çizgidedir. Bu, insan olmanın önemli bir tanımıdır. Bu gözü ve gönlü ışıkla dolan ulusumun yüz binlercesinin Hrant Dink’in cenazesinde gösterdiği özgürlük, beraberlik ve demokrasi yürüyüşü, dünyaya acaba bizi tanıtabildi mi? Onlar bilmesinler... Ben Ulu Önder Atatürk’ümle, ulusumun bu nitelikleriyle hep kıvanç duydum. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 30 Ocak www.mumtazarikan.com Esas No: 2006/71 Karar No: 2006/368 Davacı Emel ÇAM ve davaya dahil edilenler Nermin Küçükçolak, Lütfıye Çam ve Sevim Ülgan tarafından davalı MURAT ÇAM aleyhine açılan yukarıda esas numarası yazılı gaiplik davasının yapılan yargılaması sonunda, 01.11.2006 günü: 1 Adana ili, Seyhan ilçesi, Çınarlı Mah. cilt no.9 hane 1109’da nüfusa kayıtlı Mahmut ve Sebahat oğlu Adana 02.04.1953 doğumlu Murat Çam’ın 14.06.1989 tarihi itibar ile GAİP olduğunun tesbitine, 2 Harç peşin alındığından yeniden harç alınmasına yer olmadığına. 3 Yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına, Yasal yollar açık olmak üzere karar verilmiştir. Kararın ilan tarihinden başlayarak 10 . gün davalı Murat ÇAM’a tebliğ edilmiş sayılacağı tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde temyiz, yoluna gidilmediği takdirde kararın kesinleşeceği 7201 sayılı tebligat yasasının 28. ve izleyen maddeleri uyarınca duyurulur. 13.12.2006 Basın: 1784 KADIKÖY 3. ASLİYE HUKUK MAHKEME’NDEN DUYURU 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ İri ve çok mayhoş bir 1 elma cinsi. 2/ 2 İnce dantel... 3 Kumaş, deri ya da kâğıt 4 5 süslemede kullanılan bir 6 boyama yön7 temi. 3/ Türkiye’den göç 8 eden Rumla 9 rın oluşturdu1 2 3 4 5 6 7 8 9 ğu bir müzik türü. 4/ 1 Ö L ME Z O T U Bez parçalarından 2 L A K A V A R A dokunmuş kilim... 3 Ü T Ü H AMU T Kalın bükülmüş siİ K A cim. 5/ Tespihlerin 4 D İ N G İ E T E R Ş baş tarafına geçiri 5 E N A Z Z A P len kalınca parça... 6 N K E T A L Mersin’in Silifke il 7 İ L K çesinde antik bir 8 Z E M B İ L Y O kent. 6/ İlgi eki... 9 K A R P İ Ç R Jimnastikte eller üzerinde havaya kalkmaya verilen ad. 7/ Kısa bacaklı köpek cinsi... Bir nota... 8/Tahıl ürünlerinin depolandığı, genellikle silindir biçiminde ambar... Pirinç ve şekerkamışından elde edilen bir tür rakı. 9/ Muğla’nın bir ilçesi... Tatlı, tuzlu, ekşi ve acı tatlar dışında kalan beşinci tat. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Küçük taneli ve lezzetli bir kurufasulye cinsi... Kenar süsü. 2/ Bir topluluğu oluşturan bireylerden her biri... Beyaz yastık ya da yorgan kılıfı. 3/ Bir yolun yokuş olan bölümü... Bir göz rengi. 4/ Mali’nin başkenti. 5/ Mayalı hamurdan yapılan ve sac üzerinde pişirilen bir tür yufka. 6/ Yelkenin ucunda ip geçirmek üzere yapılmış göz... Zümre, kategori. 7/ Hitit... Utanma duygusu... Eski Mısır’da güneş tanrısı. 8/ Anma, söyleme... Mikroskop camı. 9/ Mekik oyasına benzer bir tür dantel. CUMHURİYET 17 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear