Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 30 MAYIS 2006 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ARADA BİR HASAN ÇELEBİ Baş Olmuş Karakafalılar Laik Cumhuriyet’i dinselleştirmek, özellikle, Amerika Birleşik Devletleri’nin temel siyasasıdır. Lozan’ı imzalamayan ABD, 1923’ten bu yana, laik Cumhuriyetimizin düşmanıdır. Bay Erdoğan, ılımlı İslam’ı benimserken ABD’nin siyasasını uyguladığının farkında olmalı. Ben, Bay Erdoğan’ın birçok şeyin farkında olmadığı kanısındayım. PENCERE Fetih, Keşif ve Tatil... Bu yazıyı ‘29 Mayıs’ta yazıyorum.. ‘Fetih Bayramı’nı kutluyoruz.. Daha önce de yazmıştım. Merak edenler İskeleSancak adlı kitabıma bakabilir. Bizim çocukluğumuzda ‘Fetih Bayramı’ yoktu, İstanbul’un Kurtuluşu’ kutlanırdı... İstanbul 29 Mayıs 1453’te fethedilmiştir... Çok partili rejimden sonra icat edilen ‘Fetih Bayramı’ çağdaş mantığa ters düşen bir bayramdır... Fetih karşılığında sözlüklerde ne yazar: ‘‘Bir ülkeyi ya da bir kenti savaşarak almak...’’ Fransızların Paris’i, Rusların Moskova’yı, İsveçlilerin Stockholm’ü ele geçirdik diye bayram yapmaları olanaksızdır... Bir devlet yurdun en büyük kentini vaktiyle savaşarak nasıl ele geçirdiğini anımsatarak bayram yapar mı?.. ? Bizim çocukluğumuzda ‘‘İstanbul’un Kurtuluşu’’ coşkulu törenlerle kutlanırdı... Birinci Dünya Savaşı’nda yenilen Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’u düşman işgal etmişti. 16 Mart 1920’de başlayan işgal Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın sonuna dek sürdü. Zafer kazanıldıktan sonra Türk ordusu 6 Ekim 1923’te İstanbul’a girdi... O gün herkes sevinçten ağlıyordu. ? Fetih gibi keşif de kimi zaman ters anlamlara çekilebilir; okul kitaplarında yazar: ‘Beyaz İnsan’ Amerika’yı keşfetmiştir... Avrupalı Amerika’ya ayak bastığı zaman o kıtada insan yok muydu?.. Kim keşfetti?.. ? Peki, ben Gökova Körfezi’ nin dibindeki Akyaka’yı ne zaman keşfettim?.. Halet Çambel Nail Çakırhan çifti elimden tutup bu cennete götürdükleri zaman çarpılmıştım. 1970’lerin ilk yarısıydı, işkencehaneden yeni çıkmıştım; o gün bu gündür yaz geldi mi Akyaka’ya uğramak yaşamımda göreneğe dönüştü... Bu göreneğe tatil ya da dinlence diyorlar... ? Ünlü fıkradır, bir dostu Sokrates’e yakınmış: Tatile gittim, ama, dinlenemedim... Filozof: Kafanı da birlikte götürmüşsündür de ondandır... Dinlenmek için tatile kafayı ya da başı değil, kelleyi götürmek gerek... Üç beş gün yazmayacağım; ama, biliyorum, okurlarımla aramızdaki iletişim hiç kesilmeyecek; evreni saran titreşimler insandan insana düşünceleri, duyuları, duyguları, duyumsamaları eksiltmeden taşıyorlar... Yazıyı filozof matematikçi Can Alkor’un Friedrich Nietzsche’den çevirdiği bir şiirle noktalayalım mı?.. ‘‘Köprünün üzerinde duruyordum geçende, karanlık geceye bürünmüş. Uzaklardan bir ezgi duyuluyor ve altın damlalar yağıyordu titreyen aynası üstüne suyun. Gondollar, ışıklar, musiki, hepsi esrimiş, yüzüp gittiler alacakaranlığa... Benim ruhum, görünmez parmakların dokunduğu o çalgı, bir barkarol mırıldandı gizlice, binbir renkli mutluluk içinde titreyerek. Duyan oldu mu onu?..’’ Kimden Oy Alacaksınız... Bu anketlere inanılmaz. Kimden oy alacak bu AKP? Köylüden mi, işçiden mi, memurdan, emekliden yoksa yüz binlercesine kepenk indirttiği esnaftan mı? Kimden? Toplumun yüzde 95’ini yoksullaştırdı. Sandık, tabutu olacak AKP’nin göreceksiniz. Ayda 1900 YTL yoksulluk sınırı; kaç ailenin eline geçiyor bu kadar para?.. Başbakan övünmeyi iyi biliyor, bir de geçmişi kötülemeyi. Geçmişte, emekli aylıklarına en büyük zammı, yüz bin lira birden, A. Gül hükümeti yaptı. Ne ile yaptı? Ecevit hükümetinin bıraktığı bütçe ile A. Gül hazıra kondu. Seçimden yeni çıkmıştık, kişi başına düşen milli gelir de 2400 dolar idi. Ondan sonra yapılan zamlar yüzde sekizi, onu geçmedi. 2006’nın ilk altı ayı için yapılan zam, ayıptır söylemesi, yüzde 3. Enflasyon niçin düştü? Büyük çoğunluğun yoksullaşması yüzünden düştü. Ekonomi asıl şimdi yorgun ve bitkindir. Bir milyon insan açlık sınırının altında yaşıyor. İşsizlik oranı yüzde yirmi. Yani 15 milyon insan işsiz. On beş milyon işsiz ne demek? On beş milyon canlı bomba demek. On beş milyon potansiyel gaspçı, on beş milyon hırsız, on beş milyon kaçakçı adayı demek. Kavgaların, cinnetin, cinayetlerin, boşanmaların, parçalanmaların kaynağı demek. Bu dev ordu ile nasıl başa çıksın kolluk güçleri? Ne yapar işsiz? Çoluk çocuğuna ne yedirir, ne giydirir, nerde barınır? On beş milyon insanın işsiz dolaştığı bir ülkede hükümet neye yarar? Niçin vardır hükümet? Aç insanların oyunu kömür mömürle trampa etmek için mi vardır? Vatandaşın onurunu yüz kızartıcı bir değiş tokuş aracı olarak kullanmak için vardır hükümet. Bu ayıp savsaklanamaz. Boş nutuklarla da örtülemez bu yüzkarası. Bu yüzkarasını silmedikçe de hükümet, ben hükümetim diyemez. ??? Türkiye bilmem kaçta kaç oranında büyümüş, kişi başına düşen milli gelir ikiye katlanmış. Peki nerde bu para? Bizim zamanımızda bankalar hortumlanmadı diyorlar. Dışarıdakilere bıraktılar mı ki? Nasıl sıfırdan dolar milyoneri oldu Sayın Başbakan’la Sayın Maliye Bakanı, herkes merak ediyor. Bankalar ne ki.. yurt yüzeyinde AKP ordusu gövde kanat, ülkenin varını yoğunu hortumlamak için ayakta. Sayın Baykal politikada kirlenmemiş bir karakterdir. Aydınlanmacı, dürüst ve ulusalcıdır. Bu kadarı yetmez mi bir önder için? Önderde magazin arayan kalabalıklar için yetmez. Ben olsam Sayın Baykal’ın yerinde magazin düşkünü kalabalıklara kendimi beğendirmek için direnmezdim, ülkemin zarar görmemesi için. Ve konumumu sorguladıktan sonra ne yapardım biliyor musunuz, Türkiye’yi Erdoğan’dan ve Unakıtan’dan kurtarmak için şu çılgın Türklere yakışır bir eylem planını yürürlüğe koyardım. İlkin başında bulunduğum partinin adını ve programını değiştirirdim. Yalnızca Cumhuriyet Partisi olarak adlandırırdım partiyi. Programını da üç ilke ile 1 Tam bağımsızlık, 2 Toplumsal tüze (sosyal adalet), 3 Laiklik ilkeleri ile çerçevelerdim. Türkiye’de elliyi aşkın siyasi parti kurulmuştur. Çoğunun adını İçişleri Bakanlığı’ndan başka kimse bilmiyor, ama küçümsenmeyecek bir birikimdir bu. Gelin derdim bu partilere, seçime birlikte girelim. Seçimden sonra kendinize dönersiniz yine. Ve her birine de üçer adaylıktan 150 milletvekili adaylığını verirdim. Sonra sivil toplum örgütlerine dönerdim. Toplumun omurgası konumundaki bu kuruluşlara da 150 milletvekili adaylığını sunardım. Düşünürdüm ki bu örgütleri yeterince temsil etmeyen bir parlamento eksiktir, yarımdır. Vecihi TİMUROĞLU L enin, Amerikalı ve İngiliz filozoflarından, toplumsalcı düzeni “Marksçı totaliterlik” diye tanımlayanlar “kürsü sahibi polis kafalılar” diye niteler. Devletin tüm egemenliğini erekleyen siyasal öğretiye “totaliterlik” deniyor. Kavram, ilk kez, 1920’de, İtalya’da iktidarı ele geçiren Mussolini tarafından kullanılmıştır. Devletin tüm egemenliğini ele geçirmek isteyenleri “totaliter” ; Latince tot/us’tan, tümdenci, hepçi diye niteleyen Mussolini, “birlik ve beraberlik” adına “faşist” hareketi başlattı. Başkalarını totaliterlikle suçlayan Mussolini, kendisini “fascismo”, Latince fascis, demet, deste anlamında diye nitelemekten çekinmedi. Roma’da, önderlik ve koruyuculuk simgesi olarak taşınan çubuklara sarılı baltaya, “fascis” denirdi. Bu yüzden, kim, birlik ve beraberlikten söz ederse, ona, elinde balta taşıyan bir cellat olarak bakarım. Lenin’in tutumlarından yakındığı Amerikalı ve İngiliz filozoflar da ellerinde sermayenin baltasını taşıyan fascis’lerdi. Tarihin en büyük halkı Sümerler, karakafalıdırlar. Sümer sözcüğü de, “kara kafalı, kara başlı” anlamlarına geliyormuş. Kuşkusuz, Lenin’in sözünü ettiği karakafalılar, Sümerler değil. Onlar, karakafalı olmalarına karşın, tarihin ilk ışıklarını yaktılar. Beşli sayı dizgesini bize armağan eden onlardır. rupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına karşı çıkarken, “Bu işe yargıçlar değil, ulema karar verir” dedi. Aydınlanma hareketini yaşama geçirmiş, kilise ile ilgisini, iki yüz yıl önce kesmiş Batılı yargıçlara, bu önerinin çok gülünç geldiğini varsaymak güç olmasa gerek. Arkasından, türbanlı bir anaokulu bayan yöneticisi hakkında karar veren Danıştay yargıçlarına da, “Efendiler, siz kim oluyorsunuz? Bu kararı verirken, Diyanet İşleri’ne danıştınız mı?” diye çıkıştı. Ama, Kara Kuvvetleri Komutanı Sayın Yaşar Büyükanıt hakkında, çete kurmak suçlamasını yapan Van Cumhuriyet Savcısı’nın tutumuna karşı, “Hükümet, bağımsız yargının işine karışamaz” diyor. Türban söz konusu olunca, Diyanet İşleri’ne başvuruyu öneren Bay Erdoğan, başka sorunlarda, örneğin, Orhan Pamuk davasında, yargının bağımsızlığını anımsıyor ve düşüncenin özgürlüğünden söz ediyor. Bay Erdoğan’ın bu tutumu, açıkça laik anayasal düzene karşı olduğunu gösteriyor. Belli ki kafası aydınlanmamış. Açıkça, kimsenin dile getirmek istemediği bir savı var: Devleti dine dayalı yönetmek. Cumhuriyet düşmanı Laik Cumhuriyeti dinselleştirmek, özellikle, Amerika Birleşik Devletleri’nin temel siyasasıdır. Lozan’ı imzalamayan ABD, 1923’ten bu yana, laik Cumhuriyetimizin düşmanıdır. Bay Erdoğan, ılımlı İslamı benimserken ABD’nin siyasasını uyguladığının farkında olmalı. Ben, Bay Erdoğan’ın birçok şeyin farkında olmadığı kanısındayım. Çünkü, kendi grubunda yaptığı konuşmada, Danıştay kararlarının da eleştirileceğini söylerken “pozitif hukuk”tan söz ediyor. Bu sözlerini dinlediğim zaman, Bay Erdoğan’ın matematiğe çok yabancı olduğunu sezinledim. George Berkeley (1865 ; 1753), İrlanda’da, Cleyn Piskoposluğu yapmış bir filozoftur. Özdekçi (maddeci) felsefenin amansız düşmanıdır. Newton’un (1647 1727) “sonsuzca küçük hesabı”nı kabul etmemiştir. Gerçek uzamın (mekân) sonsuzca bölünebilirliğini onaylamak, onun temel felsefesine aykırıydı. Bir dostu, bilimsel verilerin, “Hıristiyanlığın inaklarını (dogma) doğrulamadığını, matematiğin bu inakları çürüttüğünü” ileri sürer. Bu Kafaları karanlık Aydınlığa düşman karakafalılar, tarihin her döneminde, toplumun yeni tasarımını hazırlayan devrimcilere karşı çıkanlardır. Bedenlerinin her organına ampul taksalar bile, kafalarının içi karanlıktır. Bir türlü, ortaçağ karanlığından kurtulamazlar. Örneğin, İngiliz filozofu Mc Williams, sermaye düzeninde geçerli olan “ücretli köleliği”, insancıl ve doğal buluyor. (Bkz. Phlisophy for the Million.) Şimdi, bu adama aydın demek olanaklı mı? Siyasada, toplumları doğrudan ilgilendiren düşünceleri, kimin savunduğu önemli değildir, önemli olan, bu düşüncelerin kime hizmet ettiğidir. (Bkz. Lenin, colected Works, V . 3, p 13). Bütün bunları, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın çok tehlikeli bir siyasada ısrarı düşündürdü bana. Türban konusunda, Av yüzden de “şaraplı ekmek törenleri”ne katılmasını kınar. Berkeley, bu savlara karşı, ünlü “The Annalist” adlı yapıtını yazar. (Bay Erdoğan’ın böyle şeylerden haberinin olduğunu sanmıyorum.) Berkeley’e göre, matematik, istikrarsız bir temel üzerindedir, ama kılgılı (pratik) değerini koruyor. Bay Erdoğan’ın mantığını, Berkeley’e çok yakın buldum. Laik Cumhuriyetin ve bağımsız kökeninin kaygan olduğunu varsayıyor, ama İslam şeriatının, hem de “pozitif hukuk” için geçerli olduğunu söylüyor. Olgucu (pozitif) hukuk kavramına çok yabancı olduğu, bu sözlerinden çok açık anlaşılıyor. Bu gibi kavramları, onun ağzından duyduğumda, danışmanlarının çok bilisiz, karakafalı olduklarını anladım. Diyanet’ten yardım isteyen hukuk, olgucu olabilir mi? Böyle bir yargı, dinsel (teokratik) devletin yargısıdır. Bay Erdoğan, hukuk felsefesine öylesine yabancı ki, olgucu hukukun, yasayı gerektiği gibi değil, salt olduğu gibi görmek isteyen ve bir iktidarın, bir gücün istencinin ifadesinden sayan bir anlayışın ürünü olduğunu bilmiyor. Olgucu hukuk, doğal hukukun üstü kapalı bir biçimde içerdiği öznelliği ve keyfiliği yadsır. Böylece, sınıf egemenliğine giydirilmek istenilen idealist kılıfları benimsemez, sınıf öğretisini, bu öğretinin evrensel gerçek ve inanç savlarını suçlar. Yani, olgucu hukuk, İslam’ın savlarını benimsemez. Bay Erdoğan’a, küçük bir anımsatma yapmak gereksinimini duyuyorum. Osmanlı, Şeyh Bedrettin’i (.... 1417) Serez çarşısından üryan edip asmış, ama Ahmet Cevdet Paşa’nın (1822 ; 1895), Mecellei Ahkâmı Adliye’de oluşturduğu Mecelle’ye değin (1868), onun Telhis’iyle edimde bulunmuştur. Şeyh Bedrettin, Telhis’inde, yargıcın, buluncu (vicdan) ve usu, yargılanan kimsenin, Kuran’da hüküm bulunsa bile, suçsuz olduğuna kanaat getiriyorsa, salt buluncuna ve usuna dayanarak karar vermesini yazıyor. Osmanlı kadısı da, bu kanıyı paylaşmıştır yerine göre. (Bkz. Kâtip Çelebi, Düreri Münteşire ve Gureri Müntesire.) Kâtip Çelebi (1609 1657), Mizanü’l Hakk fi İhtiyari’l Ehakk adlı yapıtın, olgucu bilimlerin yararına değinirken, hendese (geometri) bilen müftü ile hendese bilmeyen müftüden, bir de, hendese bilen katı ile hendese bilmeyen kadıdan söz eder. Hendese bilmeyen kadı, boyu ve eni yüz adım olan bir tarlanın alanının, eni ve boyu ellişer adım olan iki tarlanın alan toplamına eşit olduğuna karar verir. Sanırım, matematik herkese, özellikle de imamlara gerekiyor. Tıpkı hukuk gibi. Bay Erdoğan, bir an önce, devlet işleriyle din işlerinin birbirinden ayrı olduğunu, lütfen özümsesin. Yürüyüş Feride BİLGİN G ünlerdir içimde tanımlayamadığım bir sıkıntı vardı. Umutsuzluk tüm savuşturma çabalarıma karşın üstüme üstüme geliyordu. Yaşamımın hiçbir döneminde kendimi bu denli açmazda hissetmemiştim. Cumhuriyet gazetesine atılan bombaların kınanacağı günün sabahı benliğimi kaplayan bu karabasanın nedenini anlayamıyordum. Bu duygular içindeyken bir çalışma gününün sabahında, Ankara’nın göbeğinde, Danıştay’da, toplantı salonunda Danıştay üyelerinin bir avukat (‘‘savunman’’) tarafından kurşuna dizildiğini öğrendim. ‘‘Ankara’nın taşına bakıp Başlar bir susma Genişler genişler, bozkır olur sonra Köyler, unutulmuş alıçlar, öğretmenlerin yüzü’’ ‘‘Öğretmeniz Acıya Sürgün’’ diyen Başaran Öğretmen’in dizeleri, belleğimde yansıdı. Kuru otlarda sabah çiyleri.../ Bir yüzbaşıyla kırk Mehmet yatıyor şurda;/ Kurtuluş Savaşının ilk şehitleri... Dizeler belleğimde sıralı sırasız uçuşurken Kafka ile hamam böceği, Ionesco ile gergedan olu yorum; yüreğimde ise Sait Faik’in ‘‘kavun acısı’’ yoğunlaştıkça yoğunlaşıyor. Gazeteler geçit yapıyor dünü bugüne taşır gibi: Kıyım sürüyor. Eğitimde yozlaşma geleceğimizi tehdit edici boyutlara ulaştı. İşçi olarak Almanya’ya giden öğretmen sayısı 10 binin üstünde. EskişehirKanlıpınar’da toplanan öğretmenler durumu protesto etti. (Kanlıpınar ve Cumhuriyet Eskişehir’i... Düşman denize dökülmüş ama...) Gözlerimde Başaran Öğretmen’in alın çizgileri. ‘‘Öğretmeniz acıya sürgün!’’ Yıl 2006: Danıştay yargıçla rının katilinin babası bir ilköğretim müfettişi. Dört çocuğunun üçü kız, üçü de türbanlı. İstanbul’da varoşlardaki ilköğretim okullarında okula giderken türban takan öğretmenlerin kutladığı ‘‘Kutlu Doğum Haftası” dağıtılan kırmızı güller... Uygulanmayan Danıştay kararlarına karşın hedef olan yargıçlar. Yerlerde kan... 23 Nisan’da 21 yaşındaki çocuk(!) Bugünün Meclis Başkanı’na koşut geleceği oynar gibi. Laikliği sorguluyor. 28’indeki genç savunman 23 Nisan’da oynanan oyunun gerçeğini sahneliyor Cumhuriyet’e atılan üç bombanın kapkara isiyle. 17 Mayıs’ta, 19 Mayıs’a kurşun sıkıyor. Kaymakam, vali, yargıç olarak devlete hizmete adanmış saygın bir ömür, can veriyor. Karşıdevrimce eğitilen, belki de mesleğinin güzel Türkçemizde savunman olduğu bile öğretilmemiş bir katil hukuk adamının eliyle. Katledilen eğitim ve hukuk... Yargıçlar can çekişmekte hastane odasında... Ya öğretmenler? Onlar ‘‘acıya sürgün’’. Daha dün bir öğretmen, Rektör Yücel Aşkın, tutukevinden hastane odasına savrulmamış mıydı bir şaibeli engizisyon savcısının elinde? Suçsuz bir bürokrat onur ilmeğini boynuna takarak can vermemiş miydi hapispane banyosunda? Nâzım’ca bir seslenişle: ‘‘Hava kurşun gibi ağır!’’ Ne demişti ünlü danışman Amerika’da? Haydi anımsa! Korkak, telaşlı, sapsarı, yüzle kurgucular Koşuyorlar Kendi kazdıkları çukura Halkın süpürgesiyle Süpürülmeye Delikten. Galileo Galilei Padua’da Sallanıyor, sarı öküz Ne diyordu 90’lı yıllarda yitirdiğimiz saygın öğretmen Vedat Günyol: Prometheus, ateşi, Tanrılara karşı bir silah olarak kullansınlar diye armağan etmiş insanlara. İnsanlar bu tanrısal gücü, (...) insanı köle durumuna düşüren bağlardan kurtarmada, aklın ışığıyla doğayı yenmede, yeniyi sonsuz yeniyi aramada kullandılar, kullanıyorlar da. Yıl 2006 18 Mayıs: Anıtkabir’de yürüyor demokrasi Cumhuriyetin aydınlığında 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkar gibi Yıl 2006, haydi yürü! Demokratik laik sosyal hukuk devletinde Karşıdevrime karşı yürümek için Her gün demokratik eylem günü Vedat Günyol gibi ateş yakmak için Gandi gibi yürü! Yürüyüş, Mustafa Kemal Atatürk’ün yolunda yürüyüş... Dosya No: 2005/3239 Tal. Bir borçtan dolayı hacizli ve aşağıda cins, miktar ve kıymetleri yazılı mallar satışa çıkarılmıştır. Birinci arttırma 29.06.2006 günü saat 10.3010.45 arası Gülce Otoparkı Kavacık Mihrabat Cad. No:186 Beykozİstanbul adresinde yapılacak ve o günü kıymetlerin %60’larına istekli bulunmadığı takdirde 04.07.2006 günü aynı yer ve aynı saatte ikinci artırma yapılarak satılacağı, şu kadar ki artırma bedelinin malın tahmin edilen kıymetinin %40’ının bulmasını ve satış istediğinin alacağına rüçhanlı olan alacaklarının toplamından fazla olmasının ve bundan başka paraya çevirme ve payların paylaştırma masraflarını geçmesinin şart olduğu, mahcuzun satış bedeli üzerinden KDV’nin alıcıya ait olacağı ve satış şartnamesini icra dosyasında görülebileceği, masrafı verildiği takdirde şartnamenin bir örneğinin isteyene gönderilebileceği fazla bilgi almak isteyenlerin yukarıda yazılı dosya numarasıyla dairemize başvurmaları ilan olunur. 24.05.2006 Muhammen kıymeti / Lira: 30.000,00 YTL / Adedi: 1 Cinsi: 34 UV 677 plaka no’lu 2003 model Ford Transit minibüs, inci beyazı renk, motor no: 3Y15178, şasi no: NMOLXXTTFL3Y15178 muhtelif yerlerinde çizikler ve ezikler mevcut, anahtarı var. Basın: 25624 TC İLAN BEYKOZ İCRA MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN MENKULÜN AÇIK ARTIRMA İLANI B. 03.1. AHM. 1.22.00.01 / Esas No: 2006/216 Davacı Hatice Yıldız tarafından açılan gaiplik davası sebebiyle: Davacı Hatice Yıldız 03.04.2006 tarihli dava dilekçesinde Ali Kadir Yıldız’ın oğlu olduğunu ve oğlundan 1981 yılından beri sağlığından veya ölümünden bugüne kadar hiçbir haber alınamadığını, bu nedenle MK.’nun 31. ve 32. maddesi gereğince gaipliğine karar verilmesi talep edilmiş olduğundan adı geçen Ali Kadir Yıldız’ı tanıyan ve bilenlerin ilanın gazetede yayınlanmasından itibaren 3 ay içerisinde Mahkememize bildirmeleri aksi takdirde Ali Kadir Yıldız’ın gaipliğine karar verileceği hususu ilanen tebliğ olunur. Basın: 23717 TC İLAN MERSİN 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’NDEN CUMHURİYET 02 K