26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 30 MAYIS 2006 SALI 14 KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr Giorgio Strehler ve Peter Brook 15. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nde YAZI ODASI SELİM İLERİ Teatral olan ve olmayan B Geçen hafta Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nin doruk noktalarından ikisi yaşandı. Giorgio Strehler’in ve Peter Brook’un yapıtları birer gün arayla sahnelendi. İki sanatçı da Festival Onur Ödülü’nün sahibi. Artık aramızda olmayan Strehler birkaç festival önce onur konuğumuzdu. Peter Brook ise ilk kez bizimle. Her ikisi de 20. yüzyılın ilk çeyreği içinde doğmuş ve uzunca yaşayarak son üç çeyreğine tanıklık etmiş, sahnede yarattıklarıyla Batı tiyatrosunun serüvenine imza atmış kişiler. Her ikisini de tanımış ve yapıtlarını izlemiş olmak bir ayrıcalık. Bu ayrıcalığı bize tanıyan İKSV ve Tiyatro Festivali yöneticilerine, Şakir Eczacıbaşı’na, Dikmen Gürün’e teşekkürler... Strehler’i ilk kez 1985 yılında, Roma’daki bir tiyatro kongresinde tanımıştım. Ana dili İtalyancayı duygusal/düşünsel doruklarda gezdirirken alabildiğine teatral bir söylem sunan bir kişilik. İtalya’da savaş sonrası dönemde yerleşik bölgesel tiyatrolardan ilkini, Milano’daki, bugün dünyaca ünlü Piccolo Teatro’yu kuran, yaşatan, sonunda da ‘emin ellere teslim eden’ has bir tiyatro adamı. Strehler ‘gösteri’ ve ‘şenlik’ özelliğini korumasına özen gösterdiği sahne çalışmalarına imza attı. Ses ve dil kullanımının müzikal bir nitelik kazanmasını sağladığı gibi, dans/şarkı gibi hem görsel, hem işitsel düzeyde teatral olabilen öğelere, yine bu bağlamda ‘maske’nin görsel vuruculuğuna öncelik tanıdı. Shakespeare,Brecht,Çehov oyunları için sunduğu sahne yorumlarının ötesine de giderek La Scala ve Paris operalarında yönetmenlik yaptı, Mozart yorumlarıyla tanındı. Tiyatroda ‘teatral’lik İzlediğimiz ‘İki Efendinin Uşağı’ yorumu ise bir Strehler klasiği olarak tam altmış yıl boyunca Piccolo Teatro di Milano’yu taçlandırdı. Strehler’in ilk kez 1947’de sahnelediği Goldoni’nin başyapıtı, popüler İtalyan halk tiyatrosu Commedia dell’Arte geleneğine yaslanılarak oluşturulmuştur. Dekorun bez perdelerin üstüne çizilip boyanmış resimlerden oluştuğu, Yakup Kadri’yi Şimdi Okumak (3) Yakup Kadri Türk romanının büyük ustasıdır. İlk romanı Kiralık Konak (1922) bir ‘çekirdek’ sayılırsa, bu romancımızın, bütün romanlarında yakın tarihin dönüm noktalarına açılacağını saptayabiliriz. Behçet Necatigil şöyle değerlendiriyor: ‘‘Tarih ve toplum olaylarından her birini bir romana konu edinerek, Tanzimat devriyle Atatürk Türkiyesi arasındaki dönem ve kuşakların geçirdikleri sosyal değişim ve bunalımlarını, yaşayış ve görüş farklarını işledi: Düşünceye ve teze dayanan özlü eserler verdi.’’ Kiralık Konak, II. Abdülhamid nâzırlarından Naim Efendi’nin çöküşe sürüklenen konağındaki üç kuşağı aktarır. Damat Servet Bey, Tanzimat kültürünü, Batılı yaşamayı sindirememiş bir kişidir. Yakup Kadri, Ahmet Mithat Efendi ya da Hüseyin Rahmi’de sık rastladığımız ‘alafranga züppe’ tipini, Servet Bey’de daha trajik bir yaklaşımla çizmiştir. Aynı trajik yaklaşım, sonraki dönemin, Birinci Dünya Savaşı’na hızla yaklaşan günlerin insanı olan Seniha’da da belirir. Naim Efendi’nin çok sevdiği torunu Seniha, çevresindeki yaşıtlarıyla birlikte çok canlı çizilmiştir. Kiralık Konak’ı kim bilir kaç kez okudum. Daha romanın başlangıcında şu satırlar, yaşadığımız toplumun yakın geçmişini olağanüstü bir açımlamayla dile getiriyordu: ‘‘Sonra redingot devri geldi ve redingot içinden yarı uşak, yarı kapıkulu, riyakâr, adi bir nesil türedi. Bu neslin en yüksek, en kibar simalarında bile bir saray hademesi hali vardı. Çoğu İkinci Abdülhamid Han devri ricalinden olan bu adamların her biri hile ile efendilerinin arabasına binmiş seyisleri andırıyordu.’’ ??? Yakup Kadri’nin gözlemlediği ve olumsuz eleştirilerle donattığı bu toplumsal kimlik, zaman içinde, öyle anlaşılıyor ki, siyasal kimlik de edinmiştir. Günümüzün siyaset hayatında pek çok örneğine rastlamak olası... ‘‘Bunların elinde İstanbul’da konak hayatı birdenbire köşk hayatına intikal ediverdi. Ne yaşayışın, ne düşünüşün, ne giyinişin üslubu kaldı; her şey gelenek dışına çıktı; her beyni tatsız ve soysuz bir Arnuvo ve bir Rokoko merakı sardı; binalarımız, eşyalarımız, elbiselerimiz gibi ahlakımız, terbiyemiz de rokokolaştı.’’ Yakup Kadri, Kiralık Konak’ta, başta Seniha ve Hakkı Celis olmak üzere, bütün roman kişilerini bireysel özellikleriyle de yansıtmıştır. Roman okunup bittikten sonra, o kişiler, bizde yaşamalarını hep sürdürürler. ??? İçi kof, dış görünümü alabildiğine süslü dünyasında Seniha, her şeye rağmen, bireyliğin izinde yol alır. Onun şu sözleri, ‘bireylik’ konusunda romanımızda handiyse bir manifestodur: ‘‘Ben vakıa anama, babama, hasseten büyükbabama çok fenalık etmiş bir kızım; pek çok kusurlarım var, fakat bütün bunlara mukabil bir tek meziyetim var ki, o da hiç riyakâr olmayışımdır; her zaman bilmeden, kendiliğimden, açık sözlü, açık özlü bir kızdım. Hiç kimsenin ne dediğine, ne diyeceğine zerre kadar ehemmiyet vermedim ve harekâtımı herkesin arzusuna uydurmaya lüzum görmedim. Bütün bunlar birer fazilet değil midir?’’ Seniha’nın sorusu yazık ki yanıtsız kalır. İçini döktüğü Hakkı Celis, genç kızın bireylik arayışını Birinci Dünya Savaşı’nın Osmanlı İmparatorluğu için çok karanlık günlerinde konuşulmaya değer bulmaz. Seniha yaşadığı memleketten de yakınmaktadır: ‘‘Bâhusus böyle bir memlekette, batıl akidelerin, riyanın, korkunun bu kadar şiddetle hüküm sürdüğü böyle karanlık bir memlekette...’’ Hakkı Celis itiraz eder: ‘‘Memleketi ne karıştırıyorsunuz? Zavallı memleket, o sizin dışınızdadır.’’ Birbirlerini tamamlamaları gerekli bu iki insan, uzlaşmazlık ortasında yitip giderler. İletişimsizlikleri müthiş yıkımlara yol açacaktır: Seniha kibar fahişe hayatını göğüsler; Hakkı Celis gönüllü katıldığı savaşta apaçık intihar eder... Öneriler: Kitap/Yakınname, Mehmet Yaşin, Doğan Kitap, 2006. (Edebiyat tadıyla okunan gezi yazıları...) u yıl 15’incisi yapılan Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nde Batı tiyatrosunun 20. yüzyılına imza atmış ünlü sahne uygulamacılarının ürünleri sunuluyor. Geçen hafta izlenenler arasında Giorgio Strehler’in yorumuyla sunulan ‘İki Efendinin Uşağı’ ile Peter Brook’un ‘Sizwe Banzi Öldü’ ve ‘Büyük Engizisyoncu’ başlıklı çalışmaları var. ünlü ‘Marat/ Sade’ yorumunu izlerken, görselişitsel açıdan böylesine ‘şık’ ve ‘afili’, yine de böylesine ölçülü bir ‘tiyatro yönetmenliği’ eylemine ilk kez tanık oluyordum. Hareketli/hareketsiz, dilsel/dilsel olmayan tüm sahne göstergelerinin kusursuzca değerlendirilerek sunulduğu bu Peter Brook şöleni yıllarca dillerden düşmedi. Tiyatroda yalınlık Oysa Peter Brook yalnızca yönetmen değildi; bir tiyatro düşünürü de olma yolundaydı. Ünlü kitabı ‘Boş Alan’ 1968’de, yazılarından derlenen ‘Değişim Noktası’ 1988’de yayımlanacaktı. Peter Brook ise zaman içinde İngiltere’den Paris’e taşındığı, Ortadoğu, Asya ve Afrika kültürleriyle adım adım tanıştığı aşamalarda, ‘gösterişli yapım’ anlayışından uzaklara yönelip, 1979’da ‘Kuşlar Konferansı’, 1981’de ‘Vişne Bahçesi’nden geçerek, 1987’de dokuz saat süren ‘Mahabharata’ya ulaşıyordu. ‘Teatral’ olanı, sahnedeki ‘insan’a odaklanma adına terk ediyordu. Brook’un; gitgide yalınlaşan, moda deyimle ‘minimal’leşen bir anlatımın peşinde giderek ve sahnede beden dili kullanımından ‘söz’e geçerek vardığı noktada, festivalde izlediğimiz iki oyun duruyor: Arasız bir buçuk saat süren Athold Fugard’ın ‘Sizwe Banzi Öldü’ oyunu ve Dostoyevski’nin ‘Karamazov Kardeşler’ romanının bir bölümünden alınan 50 dakikalık ‘Büyük Engizisyoncu’... Her iki yapımın da temel özelliği, bir iki sahne gereci dışında ‘boş’ kılınmış alanda, az sayıda oyuncunun, yoğun biçimde ‘konuşma’ya dayandırılmış bir söylem oluşturması. Dahası, oyuncunun aynı zamanda ‘anlatıcı’ işlevini de yüklenerek, sahnede canlandırılan olayın görselişitsel açıdan ‘ayrıntı’landırılma zorunluluğunu ortadan kaldırması. Bizim ‘meddahlık’ geleneği geliyor hemen akla; ancak, Brook’un ‘anlatıcı’ kullanımı ‘teatral’ vurgulardan bütünüyle uzak... Fransızca sunulan Fugard’ın oyunu, öyküyü anlatanın aynı zamanda öykü kahramanıyla öykü sürecini paylaştığı bir ortamda geçer; ırk ayrımcılığının ‘insana aykırı’, dahası ‘absürd’, dolayısıyla gülünç bir ‘yasal’(!!!) uygulaması nedeniyle oluşmuş çözümsüzlüğün içerdiği ‘ironi’ naif bir gülmece anlayışıyla dile gelmektedir. İngilizce sunulan ‘BüyükEngizisyoncu’ ise çıplak sahnede seyirciye sırtı dönük olarak sessizce oturan İsa’ya seslenen bir engizisyon rahibinin konuşmasından oluşur. Rahip, 15. yüzyılda dünyaya geri dönen İsa’ya, insanların onun sunmuş olduğu özgürlüğün yükünü taşıyamadığını, bu nedenle din adamlarınca oluşturulan ‘giz’, ‘mucize’ ve ‘otorite’ olgularına dayalı ‘dogma’lar sayesinde insanın denetim altına alındığını ve bu ağır yükten kurtarıldığını anlatır. Dostoyevski’nin söylemi, Peter Brook’un elinde ‘güçlü’nün ‘haklı’ olduğu görüşünü pekiştiren ve ‘küreselleşmiş’ dünyamızda gelişmekte/gelişecek olan olayların yönüne işaret eden bir ‘uyarı’ya dönüşür. Oyuncu, doğal ‘insan’ yalınlığı içinde ön düzeye çıkarılırken sahne anlatımında ‘teatral olmayış’ın sıfır noktasına yaklaşılmaktadır. İSTANBUL CAZ CENTER’DA Kerem Görsev Trio’dan caz dolu geceler nlü caz sanatçısı Kerem Görsev, 30 Mayıs3 Haziran tarihleri arasında İstanbul Jazz Center’da cazseverlerle buluşacak. Beş gece boyunca saat 22.00’de başlayacak olan konserlerde Kerem Görsev’e kontrbasta dönüşümlü olarak Oğuz Durukan ve Kağan Yıldız, davulda ise Cengiz Baysal eşlik edecek. 19501960’ların caz şarkılarından oluşacak konserlerin giriş ücreti barda veya masada 2025 YTL olarak değişiyor. Kerem Görsev Trio, İstanbul Jazz Center’daki konser kapsamında 89 Haziran’da Sertab Erener’e, 1314 Haziran tarihlerinde ise 600 şarkılık repertuvarı bulunan ve son on yılda 2 bin canlı performans sergileyen cazın sevilen vokalisti Larry O’Neill’a eşlik edecek. Ü YARIN SAAT 17.00’DE Ulusoy anılıyor 5. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali ve 4. Uluslararası Tiyatro Olimpiyatları kapsamında 1970’li yıllarda gittiği Fransa’da Türk tiyatrosunun sesini başarıyla duyuran, geçen yıl kaybettiğimiz Mehmet Ulusoy’un tiyatro anlayışı üzerine bir konferans düzenleniyor. Yarın saat 17.00’de Fransız Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecek ‘Mehmet Ulusoy Tiyatrosu Üzerine’ başlıklı konferansta Mehmet Ulusoy’un oyuncularıyla ilişkileri, tiyatro anlayışı ve dünya sahnelerine katkıları konuşulacak. Gazeteciyazar Zeynep Oral’ın yöneteceği konferansta Zeliha Berksoy ve Genco Erkal, Mehmet Ulusoy’la oyuncuyönetmen olarak ilişkilerinden ve anılarından bahsedecekler. Sahne tasarımcısı Metin Deniz ise Ulusoy’la birlikte çalıştığı oyunlar üzerine konuşacak. Fransa’dan gelen tiyatro yazarı ve araştırmacı Richard Soudee ve Beatrice PiconVallin, Mehmet Ulusoy’un Fransa’da sahneye koyduğu oyunlardan görüntüler eşliğinde bu oyunlarla ilgili incelemelerini anlatacaklar. Ulusoy’un yönettiği oyunlardan bölümlerin de gösterileceği konferansa katılım ücretsiz olacak. 1 sahnede doğaçlamayla yazılı metnin sarmaş dolaş olduğu, sanatçıların seyircinin tepkisiyle coşup ‘bitirim’ oyunculuk gösterilerine giriştiği, sahnede işi bitenin, bir kenarda oturup yeniden sırası gelene dek arkadaşla 4 HAZİRAN’A KADAR TEPE NAUTİLUS’TA Atatürk Fotoğrafları... Kültür Servisi Tepe Nautilus, Atatürk’ün 125. doğum yılı dolayısıyla düzenlenen ‘Atatürk Fotoğrafları’ sergisinin süresini yoğun ilgi nedeniyle 4 Haziran’a kadar uzattı. Atatürk’ün doğum günü olarak kabul edilen 19 Mayıs nedeniyle Tepe Nautilus’ta açılan sergide yer alan fotoğraflar, ziyaretçileri Türkiye’nin tarihi ve Atatürk önderliğindeki Kurtuluş Savaşı mücadelesine ilişkin duygusal ve çarpıcı bir yolculuğa çıkarıyor. 27 cm x 200 cm boyutlarında toplam 56 fotoğraftan oluşan ve siyahbeyaz özgün baskılarından renklendirilen yapıtlar, Tepe Nautilus’ta Cumhuriyetin zorlu kuruluş sürecini bir kez daha anımsamak isteyen her yaştan gençleri bekliyor. rını izlediği, sahnedeki ‘şenlik’ ortamı kalenderliğinin, türü ‘klasik’ kılan özgül oyunculuk kuralları ve ‘tartım’ anlayışıyla denetim altında tutulduğu, baştan sona ‘teatral’ olan bir tiyatro olayı... Strehler’in 1947’deki çalışması öyle beğenilmiş ki günümüze gelene dek aynı yorum birkaç kez yinelenmiş. İzlediğimiz yapım da artık hayatta olmayan ustalarının yorumunu bire bir gerçekleştirerek yineleyen Piccolo Teatro’nun yeni ustalarının ürünü... Türk seyircisini de coşturan, geleneksel seyirlik hazinemiz ‘ortaoyunu’ üstüne düşünmeye de yönelten, müthiş bir gösteri. Peter Brook’un yönetmenlik serüveni ise teatral olandan yola çıkan ve uzun dönemde teatral olmayana yönelen bir süreç olarak nitelenebilir belki. 1965 yılında Royal Shakespeare Company ile kotardığı Peter Weiss’ın Marmara Üniversitesi kazandı ? Kültür Servisi Bu yıl dördüncüsü düzenlenen ‘Üniversitelerarası Tiyatro Şenliği ve Yarışması’nda ödüller sahiplerini buldu. Türk tiyatrosuna yıllarını vermiş usta oyuncu Ayten Gökçer, yarışmada ‘Türk Tiyatrosu Hizmet Ödülü’ne değer görüldü. Yarışmada, Marmara Üniversitesi öğrencileri Turgut Özakman’ın ‘Töre’ adlı oyunuyla birinci, Haliç Üniversitesi ‘Küçük Tombalak Çilek’ oyunuyla ikinci, ‘Metro Canavarı’ oyunuyla da Yıldız Teknik Üniversitesi üçüncü oldu. Yarışmada ‘En İyi Yönetmen’ ödülünü ‘Metro Canavarı’ oyunuyla Ergün Dağdelen alırken Marmara Üniversitesi öğrencisi Evrim Dursun da ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ödülüne değer bulundu. Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencisi Koray Yıldırım ‘En İyi Erkek Oyuncu’ ödülünü almaya hak kazandı. Maltepe Üniversitesi öğrencisi Nurçin Karabıyık ‘En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu’ ödülünü alırken ‘En İyi Erkek Yardımcı Ödülü’ne de yine Maltepe Üniversitesi öğrencisi Uğur Dilbaz değer görüldü. (0 216 626 10 50/1830) CUMHURİYET 14 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear