24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
3 NİSAN 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr ÇAĞRIŞIMLAR AYŞE EMEL MESCİ 15 Konserin solisti Gülsin Onay ? Kültür Servisi Bilkent Senfoni Orkestrası’nın bugün saat 20.00’de Bilkent Konser Salonu’nda vereceği konsere piyanist Gülsin Onay solist olarak katılacak. Gülsin Onay, Norveçli besteci Edward Grieg’in ‘Op. 16, La Minör Piyano Konçertosu’nu yorumlayacak. Müzik Direktörü Emil Tabakov’un yöneteceği orkestra, konserde genç kuşak bestecilerden Mahir Cetiz’in yaylı çalgılar orkestrası için yazdığı ‘İzlenimler’ başlıklı yapıtıyla Rus besteci Modest Mussorgski’nin ‘Bir Sergiden Tablolar’ adlı yapıtını seslendirecek. (0312 290 17 75) Tiyatro Günü Bildirisi üzerine Bu yıl, Meksikalı oyun yazarı ve Meksika Yazarlar Birliği Başkanı Victor Hugo Rascian Banda tarafından kaleme alınan Dünya Tiyatro Günü Uluslararası Bildirisi ilginçti. Çünkü geçen yıl, tiyatro sanatını tümüyle kucaklayarak dünyadaki genel gidişe karşı bir uyarı çığlığı gibi yükselen Ariane Mnouchkine’in bildirisinin aksine, bu yılki bildiride ana vurgu tiyatro sanatının içindeki farklı yönelişlere yapılmış, hatta bunlardan bazılarına ciddi ve dışlayıcı eleştiriler yöneltilmişti. Aslında geçen yıl olduğu gibi bu yıl da uluslararası bildirinin sorunları geçiştirmek yerine, tartışılabilecek bir malzeme sunmasını en eski sanat dallarından biri olan tiyatronun artılar hanesine kaydetmek gerek. Teknolojik istila rını kendi bünyesi içinde kopya ederse kazançlı çıkabileceği yanılsamasına kapılmaktadır. Ama Banda’nın yaptığı gibi, teknolojiyi ‘‘sahneyi istila eden’’, ‘‘tiyatroyu şova dönüştüren’’ bir canavar, bütün kötülüklerin babası olarak göstermek, onun içerdiği yaratıcılık payına ve sahnesel yaratıcılığa kattıklarına, katabileceklerine gözlerini kapamak, bende pek üretken bir yaklaşım izlenimi bırakmadı. Teknoloji kendi başına bir özne olamayacağına göre, sorun teknolojide değil, onun nasıl kullanıldığındadır. Tiyatronun farkı Tiyatronun bir yok olma tehdidi altında olduğunu belirten Banda şöyle diyor: ‘‘Teknoloji sahneyi istila etmiş ve insan boyutunu imha etmiştir. Ve uçuşan repliklerin yerini bir çeşit hareketli resmin aldığı naylon bir tiyatro yaratmak için çaba harcanmıştır. Oyunlar yalnızca kuklalar ve oyuncak bebekler kullanılarak katmerli ışık etkisiyle ambalajlanıp diyalogsuz, ışıksız ve oyuncusuz sahnelenmiştir. Teknoloji tiyatroyu bir havai fişek gösterisine veya panayır eğlencesine dönüştürmeye çalışmıştır. Şimdi oyuncuların seyirci karşısına geri dönüşüne şahit oluyoruz. Bugün, repliklerin sahneye geri geldiğini görüyoruz. Tiyatro sanatı kitle iletişimini reddetti ve kendine özgü sınırlarını kabul etti.’’ (1) Aslında sinemanın özerk bir sanat dalı olarak ortaya çıkışından bu yana, tiyatronun sonunun gelip gelmediği sorusu defalarca ortaya atıldı. Etkileri özellikle 1970’lerden itibaren hissedilen teknolojik devrimin ürünü olan modern kitle iletişim araçlarının, televizyonun, son dönemlerde de internetin dayattığı yeni algılama biçimleriyle birlikte, bu sorular yeni bir güncellik kazandı. Kimi sanatçılar bu dayat Robert Wilson’ın yorumuyla Deutches Theater’dan “Doktor Caligari” adlı oyun. B anda’nın yaptığı gibi, teknolojiyi ‘‘sahneyi istila eden’’, ‘‘tiyatroyu şova dönüştüren’’ bir canavar, bütün kötülüklerin babası olarak göstermek, onun içerdiği yaratıcılık payına ve sahnesel yaratıcılığa kattıklarına, katabileceklerine gözlerini kapamak, bende pek üretken bir yaklaşım izlenimi bırakmadı. Teknoloji kendi başına bir özne olamayacağına göre, sorun teknolojide değil, onun nasıl kullanıldığındadır. çirmekte yarar var. Bu bildiride benim saptayabildiğim ana eleştiri başlıkları şunlar: 1 Tiyatronun havai fişek gösterisine veya panayır eğlencesine dönüştürülmesi. Ben bunu dram sanatının hem çağından ve söyleyecek sözden koparılması, hem de teknoloji ağırlıklı ‘şov’ unsurlarının öne çıkarılması olarak algılıyorum. Bu eleştirinin tüm haklılık payı yanında unutulmaması gereken gerçek ise şu: Kitle iletişim araçlarının ve ‘‘showbusiness’’ tabir edilen ticari etkinliğin bu denli öne çıkmadığı çağlarda da, tiyatro, ‘panayır’ın gösteri biçimlerinden, sirkten, palyaçodan, akrobasiden, vb. olumlu anlamda etkilenmiştir. Ayrıca tiyatro mutlaka asık yüzlü, ‘‘yoksul ve kanaatkâr’’ bir sanat dalı olmak zorunda değildir. Önemli olan tiyatroya özgü büyünün ve sahiciliğin her oyunun kendi gereklerine göre yeniden üretilebilmesidir. 2 Teknolojinin sahneyi istila etmesi. Bu eleştiriye bir yanıyla katılmamak mümkün değil. Çünkü günümüz tiyatrosunun temel sorunlarından biri, belki de en önemlisi, ‘‘iletişim çağı’’na uyum sağlamaya çalışırken piyasa kurallarının acımasızlığı içinde kendi bütünlüğünden ödün vermesidir. Yeni iletişim araçlarının kitleselliği o denli etkileyici olmaktadır ki, tiyatro bu algılama kalıpla maları hiç sorgusuz sualsiz veri kabul edip, teknolojiyi tiyatro sahnesine taşıyarak döneme uyum sağlamaya çalıştı; kimileri tam tersine tiyatronun farklılığını koruma adına (ya da başka türlüsü ellerinden gelmediğinden) tiyatronun 20. yüzyıldaki özgün kazanımlarından da geriye giden ‘arkaikleştirici’, tiyatroyu sahnedeki iki oyuncunun karşılıklı konuşmasından ibaret sayan, ‘gramofon oyunculuğa’ (2) yakın tutumları benimsedi. Eleştiriler Tiyatro seyircisinin karşısındaki ürünle ilişkisi, ekran veya beyazcam karşısındaki izleyiciden, kitap okurundan, internet sörfçüsünden, resim galerisi gezen birinden farklıdır. Ve bu farklılık var oldukça, yani tiyatro sanatıyla uğraşanlar kendi estetik zeminlerini yenileyerek korumayı başardıkça, başka bir ifadeyle kitle iletişiminin dayattığı algılama değişimleriyle ‘‘kendi dilleri’’nde başa çıktıkça sahnenin tozu büyüleyiciliğini koruyacaktır (başa çıkmak kavramı, kabullenmeden mücadeleye kadar uzanan çok geniş bir yelpazede, farklı bileşimler içerebilir). Söyleyecek sözler oldukça, toplumsal yükümlülüklere sahip çıkıldıkça, tiyatronun piyasa kurallarıyla sınırlanmaması gereken araştırmacı, ufuk açıcı estetik gizil gücüne boşverilmedikçe, sahne önemini yitirmeyecektir. Bildirinin üçüncü ve belki de en önemli izleğini oluşturan ‘‘repliklerin geri dönüşü’’ ve ‘‘tiyatronun kendine özgü sınırları’’nı, daha açık bir anlatımla tiyatroda metnin yerini ve tarihsel süreç içinde sahnenin/oyuncunun ifade araçlarını ise ayrı bir yazıda ele almak gerekecek. (1) Çeviren: Adnan Çevik, Cumhuriyet, 27 Mart 2006. (2) Bu deyim Meyerhold’a aittir. ‘Belleklerdeki İstanbul’ ? Kültür Servisi Tarih Vakfı tarafından Avrupa Birliği’nin ‘Akdeniz Sesleri Projesi’ kapsamında hazırlanan ‘Belleklerdeki İstanbul Sergisi’ tarihi Darphanei Amire binasında açıldı. Arnavutköy, Moda, Fatih ve Gaziosmanpaşa semtlerinin son 50 yılına ışık tutan sergide, İstanbul’un dört eski semtine ait tarihi mekânların, sokakların fotoğraflarının yanı sıra semt yerlilerinin aile albümlerinden derlenen fotoğraflar ve yaşamöyküleri de yer alıyor. 13 Nisan’a dek sürecek sergi Fatih, Gaziosmanpaşa, Moda ve Arnavutköy’de sergilendikten sonra, yıl sonunda da İskenderiye’de açılacak. İki oyunu bir kitapta toplandı ? Kültür Servisi 1977 yılında kaybettiğimiz, yazdığı oyunlarla 1960 kuşağının gizli hüznünü, ince duyarlığını yansıtmış olan Güner Sümer’in yeni bulunan iki oyunu ‘Aşk Bir Masaldır’ ve ‘Ölü Mevsimler’ MitosBoyut Tiyatro Yayınları tarafından bir kitap halinde yayımlandı. Kitapta ayrıca Prof. Dr. Sevda Şener’in, Güner Sümer’in bu iki yeni oyunu da dahil tüm oyunlarını inceleyen bir yazısı bulunuyor. ‘Aşk Bir Masaldır’, 1961 yılında yazılmış, gençlerin ergenlik çağlarındaki sorunlarına eğilen duyarlı bir gençlik oyunu. ‘Ölü Mevsimler’ ise 1966 yılında yazılmış, ülkemizin o dönemdeki politik ve sosyal olaylarına bağlı olarak gelişen bir oyun. Oyunda, Vietnam Savaşı, bu savaşa ve ABD’ye karşı ülkemizde gelişen hareketler ve Kıbrıs olayları işleniyor. Banda’nın bildirisindeki eleştirileri ve önerileri ayrıştırarak süzgeçten ge aemelmesci?yahoo.fr Resul Aytemür, son dönem çalışmalarıyla Koşuyolu Sanat Galerisi’nde Beyoğlu’nda duygunun rengi SELCEN AKSEL ‘Balo Sokağı’, ayrıntı, 116x140 cm. Resul Aytemür, 7 Nisan’a dek son dönem çalışmalarına yer verdiği kişisel sergisiyle Koşuyolu Sanat Galerisi’nde. Sanatçı, kendi pentür anlayışında insanı anlatıyor bu yapıtlarında. Bu sergisinde de insan, ifadesi, duruşu, beden diliyle anlatımın merkezinde yer alıyor. Resim dili açısından bir önceki serginin ve en başından bu yana süren ‘içinden gelen yorumunu’ koruduğu anlatımını sürdürüyor. İnsanlar, yakından tanığı olduğu sokaklar, kapı önleri, otobüs duraklarından... Sanatçı, sayıca az da olsa manzara çalışmalarına da yer veriyor sergisinde. ‘‘Anlatım dili, pentür, dokular aynı... Konular Beyoğlu’ndaki yaşamdan’’ diyor açıklarken. İnsanlar giysileri, duruşları, yüz ifadeleriyle bütünlenen görüntüleriyle orada. Sanatçının vurucu renk anlayışı ve jestüel yorumu, bu unsurları gölgelemiyor. ‘‘İnsanların dramatik yapılarını öne çıkarıyorum. Resmimde renkçilik ağır basıyor, duyguyu da böylece veriyor zaten.’’ Söz, otobüs duraklarındaki insanları resmetmesine geliyor: “Buralardaki insanların, bugüne özgü olan kıyafetlerini, saç şekillerini yapıyorum. Bu da bir belge olarak kalacak zaten.’’ Bu ayrıntılar, Aytemür’ün betimlemesinde duygusal etkilerle de birleşiyor, kimi zaman hüzünle: ‘‘Hüzün özümde olan bir şey olduğundan, kendiliğinden çıkıyor ortaya. Her ressamın kendi hüznü vardır, benim resmimde bu, renkle vurgulanıyor. Vurucu yanıyla, tarz olarak ‘ekspresyonist’ gibi yorumlanabiliyor anlatımım, ama aslında çıkış noktam kendimden renkleri kullanıyor olmak sadece. Kimi zaman sıcaksoğuk renklerin bir arada kullanımıyla belirgin bir etki yaratmak istiyorum. Resmin kurallarını, temel öğelerini düşünmeden, daha doğrusu, resim ortaya çıkarken beni sınırlamasına izin vermeden çalışıyorum. Ama tabii ki akademik eğitimin önemine, birikime inanıyorum’’ diyen Aytemür, sınırlayıcı bir amaç güderek resmi kurgulamadığını, eskiz ve araştırma sürecinde yoğunlaştığını belirtiyor. Desenler, eskizler, ön araştırmalar onun için çok önemli. Düşünmeden yapmak değil, anlatmak istediğini serbestçe yapmak geliyor ardından. Soyut resme yakınlık konusu açıldığında, bu tür arayışları da ihmal etmediğini söylüyor sanatçı. Soyut resme ait kimi izlerin resminde yer bulduğunu, bazen ‘ikisinin arası bir etki’ye ulaştığını söylüyor. Plastik açıdan bakıldığında ortaya çıkabilecek bir tanım bu tabii. Ama bir de gözlemledikleri, yansıtılan insan halleri, sokağı, sokağındaki kadınlar, hemen aşağıdaki kadın ‘Leyla’... ‘‘Roman gibi düşünemezsin resmi, teknikle duygu çatışması açısından bir açılım yapılmamalı. Bir konu kafamda varsa teknik konusunu çok düşünmem. Bir yere gelmiştir resim, çalışılmışsa’’ diyor. Eskişehirli karikatürcüler bir arada ? ESKİŞEHİR (Cumhuriyet) Anadolu Üniversitesi Eğitim Karikatürleri Müzesi’nin düzenlediği ‘Eskişehirli Sanatçılar’ karikatür sergisi 23 Nisan’a dek görülebilir. Müzede, Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen, Prof. Atila Özer, Bülent Arabacıoğlu, Beytullah Heper, Karikatürcüler Derneği Yönetim Kurulu üyesi Aziz Yavuzdoğan, Hikmet Cerrah, Pertev Ertün, Süleyman Genç, Abdullah Üçyıldız, Dinçer Pilgir, Atilla Yakşi, Sertaç Ürer, Cengiz Çalış, Ekrem Borazan, Erol Büyükmeriç, H. Nezih Sezer, Yaşar Arda, Zeki Tümlü, Ahmet Sofuoğlu ve Şehabettin Tosuner’in yapıtları sergileniyor. CUMHURİYET 15 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear