26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
3 NİSAN 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr Merkez Bankası Başkanvekili Başçı ‘tüketicinin beklentisi üzerinde’ dediği oranları açıkladı 13 ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Kartta faize 5.75 sınırı ? Merkez Bankası, kredi kartlarında en yüksek faizi yüzde 5.75, gecikme faizini de yüzde 6.88 olarak saptadı. Anadolubank, Citibank, Garanti Bankası, Finansbank ve HSBC bankaları kredi kartlarına uyguladığı faizleri indirecek. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Merkez Bankası, kredi kartlarına uygulanabilecek en yüksek faizi yüzde 5.75, en yüksek gecikme faizini ise yüzde 6.88 olarak belirledi. 1 Haziran’dan itibaren bu faizlerin üzerinde aylık faiz uygulanamayacak. Merkez Bankası Başkanvekili Erdem Başçı, düzenlediği basın toplantısında, belirlenen oranın tüketicilerin beklentilerinin oldukça üzerinde olduğu anımsatılarak yöneltilen bir soru üzerine, ‘‘Merkez Bankası kredi kartlarında faizi aşağı düşürmek için zorla bir şey yapmayacaktır. Bundan fazlasını yapmayacaktır’’ diye yanıt verdi. Merkez Bankası’nın, kredi kartı borçlarının yeniden yapılandırılmasını da içeren 5464 sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu’na dayanarak hazırladığı ‘‘Kredi Kartı İşlemlerinde Uygulanacak Azami Faiz Oranları Hakkında Tebliğ’’ Resmi Gazete’nin bugünkü sayısında yayımlanarak yürürlüğe girdi. Kredi kartı işlemlerinde aylık en yüksek faiz oranı, ABD Doları için yüzde 2.68 ve Avro için yüzde 2.53 olarak belirlendi. İşsizliğin İki Yüzü (I) Geçen hafta yayımlanan Aralık 2005’in işgücü piyasası verileri, tek sözcükle ürkütücüdür. Sayılar, işsizliğin yalnız giderek ağırlaştığını kanıtlamakla kalmıyor; bu olgunun, ek olarak ağır bir toplumsal bunalımı beslemeye başladığının da ipuçlarını taşıyor. Sayılar, 15 ve daha yukarı yaştaki nüfusun işgücü piyasasına çıkan, yani, ‘‘geçerli ücret karşılığında açıkça iş arayan’’ kısmının yüzde 46.9 olduğunu gösteriyor. Buna İKO, işgücüne katılma oranı deniliyor. Son yıllarda işgücüne katılma oranı hızla azalıyor; ağır bir ekonomik bunalım sonrası olan 2000 yılında, İKO yüzde 51.9’du. O tarihe göre beş puanlık bir azalma vardır. Özellikle vurgulamak gerekir ki, işgücüne katılma, ekonomik ve toplumsal etkenlerden kaynaklanır ve o kadar kısa bir sürede bu ölçüde azalmaz. Çalışanların ücret ve gelirleri çok artmış olsaydı işgücüne katılmanın azalması anlaşılabilirdi. Oysa asgari ücret düzeyi, günlük 17.7 YTL’dir ve işgücünün önemli bir bölümü bu ücretin altında bir ücretle çalıştırılmaktadır. İşgücüne katılmada böyle bir hızlı inişin tek bir nedeni olabilir: işsizlerin iş bulma umudunun kalmaması; yaşanan bıkkınlıklar ve bu nedenlerle de kendilerine hane halkı işgücü anketi uygulandığında da ‘‘iş arayan’’ olarak tanımlanmamaları ya da sayılmamaları. Sonuç olarak, işsizler iş aramaktan vazgeçtiği için ve çok sayıda kişi ‘‘işsiz olarak tanımlanmadığından’’, işsizlik, olduğundan daha az görünüyor. Eğer işgücüne katılma, beş yıl önceki düzeyini korusaydı, işsiz sayısı Aralık 2005’teki 2 milyon 702 bin yerine 5 milyon 242 bin kişi olacak; isşizlik oranı da yüzde 11.2 değil, yüzde 19.7 olacaktı. Bir başka anlatımla, aynı ölçme, yani anket ve değerlendirme yöntemlerini kullanarak hesaplanacak bir işsizlik oranı, yalnız katılma oranı 2000 yılı düzeyinde sabit tutulsaydı, işsiz sayısı ikiye katlanacaktı. ??? Burada çok önemli bir başka göstergeye de değinilmelidir. İşsizlik oranı, genç nüfusta, yani, 1524 yaş grubundaki nüfus arasında, yüzde 21.5’tir; yani, ülke ortalamasının iki katına yakındır. Türkiye, yaşama ilk adımını atan ve geçerli ücretten çalışmaya hazır olduğunu açıkça belirten her beş gençten birine hayır diyor. Eğitimli gençlerde, kadınlarda bu oran daha da yukarıdadır. Türkiye, gençlerine iş olanağı sağlayamayan bir ekonomik ve toplumsal yapıyı yıllardır taşıyor. Bu yapı birikimlik umutsuzluk yaratıyor. Sonuçta umutsuzluk, dalga dalga, okullara ve diğer toplumsal alanlara yayılıyor; bazen arkadaşa saplanan bir bıçak parıltısına bazen de uyuşturucu pazarının yok edici ağına dönüşüyor. Aralık 2005’te toplam nüfus 72 milyon 85 bindir. İstihdam edilebilen, yani şu ya da bu biçimde çalışanların toplamı da 21 milyon 332 bin olduğuna göre, bu kadar çalışan, kendisinin dışında ‘‘50 milyon 763 bin kişiye daha bakmak’’ zorundadır. Yani her ‘‘bir’’ çalışan kendisi ile birlikte 3.38 ya da kendisinin dışında 2.38 kişinin ‘‘geçim’’ sorumluluğunu taşıyor. Söylemeye gerek yok ki bu bakma, yalnız barınma ve beslenmeyi değil, eğitimi, sağlığı ve başka gereksinmeleri de içermektedir. İşsizlik, bireysel ve toplumsal yıkımdır. Yarattığı sonuçlar çok ağırdır. Ancak, çalışanların bakmak zorunda olduğu kişi sayısının çokluğu da çok önemli toplumsal ve siyasal sorunlara kaynaklık ediyor. Aile ilişkilerinden oy vermeye; eğitimden eğlenmeye dek her alanda kişisel yaşam, buradan kaynaklanan yapısal bir ‘‘bağımlılık’’ ağında çırpınan bir nitelik kazanıyor. Bireyin özgürleşmesi süreçleri tıkanıyor. Beyinler, içeriden ve dışarıdan kıskıvrak bağlanıyor. yakupkepenek06@hotmail.com Erdem Başçı soruları yanıtlamaktan kaçındı Merkez Bankası Başkanvekili Erdem Başçı, Merkez Bankası başkanlığıyla ilgili soruları, ‘‘Soruyu not ettik’’ diyerek yanıtlamadı. Ekonomi Muhabirleri Derneği üyeleriyle sabah kahvaltısında bir araya gelen Başçı, ‘‘Atama sürecinde eşinizin başörtüsü bile tartışıldı. Gerçekten atanmayacağınızı bilmiyor muydunuz’’ sorusunu da, ‘‘Gündemin çok dışında’’ sözleriyle yanıtsız bıraktı. Merkez Bankası Başkan Yardımcılığı görevinden, yarın akşam itibarıyla ayrılacak olan Prof. Dr. Fatih Özatay ise ‘‘Neden emeklilik’’ sorusuna, ‘‘Emekli olmuyorum, üniversitede görevime başlıyorum’’ yanıtını verdi. Özatay, üç başkan yardımcısının emekliliğini istediğinin vurgulanması üzerine de ‘‘Çok değerli arkadaşlarımız var. Desteklemeniz gerekiyor’’ dedi. Merkez Bankası Başkanvekili Erdem Başçı, düzenlediği toplantıda, yöneltilen soruları ‘Not ettik’ diyerek yanıtsız bıraktı. ATO’NUN ARAŞTIRMASI Belgrad’da sadece Beko marka ürünlerin satıldığı 13. ve en büyük mağazasını açtı Bankada her adım parayla ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) ATO’nun ‘‘Banka ücret ve komisyonları’’ araştırmasına göre bankalar çeşitli adlar altında 80 işlem için komisyon talep ediyor. Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkanı Sinan Aygün, ‘‘Bankalar vatandaşa illallah ettirdi. Sadece banka içinde nefes almak, bankanın önünden geçmek bedava’’ dedi. ATO’nun ‘‘Banka Ücret ve Komisyonları’’ Araştırması, pek çok bankanın ‘‘hesap açmak’’ için bile 5 YTL ücret talep ettiğini, hesabın açık olduğu süre boyunca da müşteriden ‘‘hesap işletim ücreti’’ alındığını ortaya koydu. Araştırmaya göre ‘‘kendi hesabına para yatıran’’ müşteriden 10 YTL, ‘‘başka şubeden kendi hesabına para yatıran’’ müşteri ile ‘‘başkasının hesabına para yatıran’’ müşteriden 1025 YTL ücret ödemesi isteniyor. Araştırmaya göre bankalar, ‘‘kredi kartı ekstresi’’ ve ‘‘hesap ekstresi’’ için de para alıyor. ‘‘Bireysel müşterilerin ekstre masrafı’’ ortalama 2.5 YTL iken ‘‘ticari müşterilerin ekstre masrafı’’ ortalama 5 YTL ’yi buluyor. Bankalar ‘‘Düzenli ödeme talimatlı havalenin dekont’’u için 1.5 YTL, ‘‘posta yoluyla gönderilen dekont’’ için 2 YTL istiyor. Bankaların havale ücretleri de el yakarken müşteriden, ‘‘çek provizyonu’’ adı altında 20 YTL, ‘‘Keşide çeki düzenleme’’ adı altında da 18165 YTL arasında ücret alınıyor. Arçelik, özel mağazalarla büyüyor ? Global pazarlarda bugüne kadar 100’ün üzerinde özel mağaza açtıklarını belirten Koç Holding Dayanıklı Tüketim ve İnşaat Grubu Başkanı Bülent Bulgurlu, 2006 sonunda mağaza sayısını 200’e çıkarmayı planladıklarını bildirdi. BELGRAD (AA) Arçelik, yurtdışında kendi markalarıyla büyüme stratejisi doğrultusunda SırbistanKaradağ’daki 13. ve en büyük ‘‘Beko Özel Mağazası’’nı Eltim’in distribütörlüğünde törenle açtı. Belgrad’da büyük bir alışveriş merkezi içinde yer alan bin metrekarelik mağazada buzdolabı, fırın, çamaşır ve bulaşık makinesi olmak üzere beyaz eşyadaki 4 ana ürün grubunda sadece Beko marka ürünler satılacak. SırbistanKaradağ’da 5 yıldır faaliyet gösteren Arçelik, 266 ürün çeşidi sunduğu pazarda toplamda 180 bin adet ürün sattı. Koç Holding Dayanıklı Tüketim ve İnşaat Grubu Başkanı Bülent Bulgurlu, açılış töreninde yaptığı konuşmada, markalı ürünlerin satışının önemine değinerek şöyle devam etti: ‘‘Arçelik AŞ, beyaz eşyada sadece Beko markalı ürünlerin satışa sunulduğu ‘özel mağazacılık’ sistemini yurtdışındaki satış ofisleri ve distribütörleri kanalıyla başta Doğu Avrupa, Baltık Cumhuriyetleri ve Bağımsız Devletler Topluluğu olmak üzere global pazarlarda hızla yaymaya başladı. Bu kapsamda bugüne kadar 100’ün üzerinde özel mağaza açtık. 2006 sonunda bu sayıyı 200’e çıkarmayı planlıyoruz.’’ Bulgurlu, SırbistanKaradağ pazarındaki ‘‘Beko Özel Mağaza’’ sayısını da 40’a çıkarmayı planladıklarını bildirdi. Açılışı Sırbistan Karadağ Büyükelçisi Hasan Servet Göktem, Dış Ekonomik İlişkiler Bakanlığı Bakan Yardımcısı Jasmina Hadziabdic, Koç Holding Dayanıklı Tüketim ve İnşaat Grubu Başkanı Bülent Bulgurlu ve Arçelik Genel Müdürü A. Gündüz Özdemir gerçekleştirdi. İlk 10 marka stratejisinin bir parçası Arçelik Genel Müdürü Aka Gündüz Özdemir, ‘‘Türkiye’de yüzde 50’nin üzerindeki pazar payı ile lider olan şirketimiz, yarım asırlık tecrübesini ‘Beko Özel Mağazacılık’ sistemiyle yurtdışı pazarlarla paylaşıyor’’ diye konuştu. Özdemir, dünyada 250 milyon kişinin Beko teknolojisini tercih ettiğine işaret ederek özel mağazacılığın, Arçelik’in ‘‘Dünyada 2010 yılına kadar en çok tercih edilen ilk 10 markasından birine sahip olma’’ vizyonunun bir parçası olduğunu söyledi. Aka Gündüz Özdemir, özel mağazacılık konseptini Balkanlar ve Kafkasya bölgesinde de geliştireceklerini, ayrıca Irak’ta şartların elvermesiyle satış ağlarını bu yolla arttırmak istediklerini söyledi. ‘Özelleştirme mağduru 21 bin kişi istihdam edilecek’ ? ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, özelleştirme uygulamaları sonucu işsiz kalan 21 bin 193 kişinin kamu kurum ve kuruluşlarına yerleştirileceğini bildirdi. Bakan Şahin, DYP Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan’ın soru önergesine verdiği yanıtta, kamu kurum ve kuruluşlarının talepleri de dikkate alınacak şekilde, bu yıl 100 bin yeni personel alımının hedeflendiğini kaydetti. erginy?tr.net DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ İran’a yönelik bir rejim değişikliği operasyonu olasılığı yeniden güçlenmeye başladı. İran’ın Iraklaştırılması, Türkiye’nin jeopolitik ağırlığı açısından avantajlı bir durum olarak algılanabilir; ancak gerçekte, ulusal bağımsızlık ve demokrasi açısından büyük tahribata yol açacak gelişmeleri gündeme getirecektir. / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA Akla hiç uygun değil Son günlerde, ABD yönetiminin İran’a yönelik söyleminde bir sertleşme görülüyor. Bu sertleşme, BM’den İran’a yönelik kararın çıkarılmasına zemin hazırlamaya ilişkin bir gelişme olarak yorumlanabilir. Ancak dikkatle bakıldığında, Türkiye’de hızlanan diplomatik trafikle birleştirildiğinde, BM kararlarını aşan, İran’a doğrudan müdahaleyi de içerebilen bir gündeme ait oldukları da düşünülebilir. İran, Irak değil. Pentagon’da strateji ve savaş teorileri uzmanı Prof. Tom Barnett’in (Pentagon’un Yeni Haritası, 2004) geçenlerde vurguladığı gibi, İran, tarihi, kültürü, nüfusu, ekonomisi, doğal kaynakları, askeri kapasitesi, uluslararası stratejik ilişkileriyle bir ‘‘bölgesel büyük güç’’. Avrupa ülkeleriyle ekonomik, Rusya ve Çin ile stratejik bağları, Ortadoğu’da Şii nüfusu üzerinde ideolojik, siyasi etkisi var. Buna karşılık ABD, İran’ı işgal edecek askeri güçten, Irak’taki zorunluluklarından dolayı, yoksun. Bir hava saldırısının da başarılı olma şansı yok denecek kadar az. Çünkü İran’ın nükleer tesisleri, her biri sivil yerleşimlerle çevrili 50 noktaya dağılmış durumda ve askeri kapasitesi misilleme yapmaya uygun. Dolayısıyla, Oxford Research Gro up’un daha önce de aktardığımız çalışmasına göre, hem saldırıların korunması hem de misillemenin engellenmesi için çok daha fazla sayıda hedefin vurulması gerekiyor. Bu da harekâtı genişletiyor, zamana yayıyor. ABD’nin önemli dış politika dergilerinden The National Interest’te yayımlanan, İsrail’in Irak’ın 1982 Ozirak santralına yaptığı vuruşu değerlendiren çalışma, saldırının, Saddam’ın nükleer kapasitesini azaltmadığını, aksine hızlandırdığını, gizliliğini arttırdığını, 10 yıl sonra da ülkeye giren silah denetçilerinin, beklemedikleri çapta bir programla karşılaştıklarını, ikna edici bir biçimde anlatıyordu. Bir başka seçenek, etnik unsurlara, rejimin iç çelişkilerine dayanan, uzun soluklu bir ‘‘destabilizasyon’’ projesi olabilir. Ancak bu proje, İran’ın benzer yollarla misilleme yapması, yine 70 dolara yaklaşmaya başlayan petrol fiyatının 100 doları aşması olasılıklarını dışlamaz. Tüm bunlara bakarak, diplomasiden, İran’ın zaman içinde küresel sisteme entegre edilmesinden, ‘‘küreselleştirilmesinden’’ başka bir seçeneğin olmadığı söylenebilir. İran, ‘Iraklaşırsa’ Gündemine İran’ı alana Amerika’nın Irak politikası çöküyor. (Fotofraf: AP) nı göz önüne almaktan söz ederken; ikinci yaklaşım, önleyici/engelleyici vuruştan, nükleer ve konvansiyonel vuruş kapasitesinin geliştirilmesinden, özel kuvvetlerin güçlendirilmesinden söz ediyor. Nitekim ABD ve İran arasındaki görüşme olasılıklarını değerlendiren bir Al Hayat yorumunda vurgulandığı gibi, Bush yönetimi içinde birbiriyle çatışmakta olan iki farklı eğilimin varlığında dolayı ‘‘ABD’nin ne istediğini anlamak çok zor’’. Irak savaşının kaçınılmaz olduğu, aylar öncesinden belliydi. Bu kez bir belirsizlik söz konusu. Ancak müdahale olasılığının güçlendiğini düşündürten belirtiler de birikmeye devam ediyor. Geçen hafta Condoleezza Rice, Kongre’deki konuşmasında, ‘‘İran bugün bize yönelik en büyük tehlikeyi oluşturan devlet’’ dedi ve bu ‘‘tehlikenin nükleer silahlara sahip olma durumunu aştığını’’ ekledi (Associated Press, 29/03). Aynı günlerde, Carnegie Endovement for International Peace’ten Cirincione, Foreign Policy dergisindeki yorumunda (27/03), başlangıçta İran’a yönelik bir saldırı olasılığının zayıf olduğunu düşünürken şimdi ‘‘Yönetimdeki görevlilerle yaptığım görüşmelerden sonra düşüncemi değiştirdim’’ diyor ve ekliyor: ‘‘Yönetimde Ama... İran’a yönelik bir engelleyici vuruş ya da doğrudan bir başka tür müdahale belki akla uygun değil, ama ortada ihmal edilemeyecek göstergeler de var. Örneğin, İran’ı en tehlikeli ülke ilan eden Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde (UGS), daha önce de tartıştığımız gibi, birbiriyle çelişen iki yaklaşım var. Birinci yaklaşım, diplomasiden, müttefiklerin öneminden, diğer büyük güçlerin çıkarları İran’a saldırmaya kararlı etkili bir grup var.’’ Bu grubun etkisinin bir örneğini, geçen hafta basında çıkan bir haberden öğrendik. İran, ABD ile konuşmak için 2003 yılında bir açılım başlatmış. Dışişleri Bakanı Powell ve yardımcısı Armitage bu açılıma olumlu cevap vermeye hazırlanırken yönetimden gelen, kaynağı belirsiz bir tepki İran’la görüşmeyi engellemiş. O zaman Powell’ın başyardımcısı olan Lawrence Wilkerstein, şimdi ‘‘yönetimin içindeki gizli bir neocon örgütün bu engellemeyi gerçekleştirdiğini’’ söylüyor, Cheney’nin ofisini işaret ediyor (The Washington Note, 30/03). O sırada yönetim, İran’a yönelik bir politika dokümanı oluşturmaktaymış, bunun tamamlanması de engellenmiş. Daha sonra Cheney’nin yardımcısı Feith’in yanında çalışan Larry Franklin, bu gizli belgeyi İsrail’e vermekle suçlanarak tutuklandı. Sakın, ABDİsrail ilişkilerini sorgulayan tartışmaların son haftalarda hızlanmasının İran’la bir bağlantısı olmasın!.. Peki ama ‘‘akla uygun olmayan’’ bu saldırı/müdahale olasılığının yükselmesinin arkasında ne olabilir? Sakın yaklaşmakta olan ara seçimlerde Kongre’nin denetimini Demokratlara kaptırma korkusu olmasın!.. Öyle ya, Demokratlar Kongre’yi denetim altına alırlarsa, Başkan için, anayasayı ihlal iddiasıyla ‘‘yargılamak üzere görevden alma’’ soruşturması başlatabilirler. Üstelik bu sorgulama, kamuoyu yoklamalarının gösterdiği gibi, Cumhuriyetçi Parti’nin Clinton için başlattığı Monica Lewinski soruşturmasından farklı olarak, halkın desteğini de arkasına alabilir. Halbuki bir savaşın ortasında, Başkan’a yönelik bir soruşturma başlatılabilir mi? Ve Türkiye... İran’a doğrudan müdahale olasılığının artmakta olduğunu gösteren başka verileri, Ledeen gibi neocon yazarların savaş çığırtkanlıklarını (National Review, 27/03) aktarmaya devam edebiliriz, ama daha fazla uzatmadan, İran’ın ‘‘Iraklaşması’’ durumunda Türkiye’nin karşı karşıya kalacağı olasılıklara bakmak istiyorum. Bölge jeopolitiği, İran, Irak ve Türkiye arasındaki dengeye dayanıyordu. Irak yok olunca İran’ın jeopolitik ağırlığı (Şii faktörünü de düşünerek) hızla arttı. Türkiye de İran’ı tek başına dengelemek durumuyla karşılaştı. Buradan, birileri, düz mantıkla, İran ‘‘Iraklaşırsa’’ Türkiye’nin bölgede tek büyük güç olarak kalacağını düşünerek sevinebilirler. Ancak bu kez Türkiye bölgede, ABD, Avrupa ve Rusya arasındaki bir başka dengeleme oyununun nesnesi haline gelmeyecek mi? Hem de Karadeniz’in kapısını tutan devlet, BakuCeyhan Boru Hattı’yla Hazar/İran petrollerinin Avrupa bağlantısını sağlayan hinterlant olarak... Üstelik sınırları içinde bir Kürt sorunu, tarihi üzerinde bir Ermeni sorunu yüküyle, kırılgan ekonomisiyle... Önemi bu kadar arttığı için de ABD açısından çok daha sıkı denetlenmesi gereken bir ülkeye dönüşmeyecek mi? Bu resme ‘‘terorizme karşı savaş’’ paradigmasını, bu bağlamda gündeme gelen yeni ‘‘güvenlik’’ yasalarını da ekleyince... O zaman, bağımsızlık, demokrasi, insan hakları, basın özgürlüğü vb. gibi ‘‘istikrar bozucu’’ şeyleri de unutmak gerekmeyecek mi? CUMHURİYET 13 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear