26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 26 NİSAN 2006 ÇARŞAMBA 2 SAYIN BAŞBAKAN, dün grup konuşmasında bir Anayasa hükmü okudu: Devletin temel amaç ve görevlerinden birini ‘‘kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak’’ diye tanımlayan hükmü. Bu, hukuk sistemimize 1961 Anayasası’yla giren önemli bir ilkenin değiştirilip asıl anlamını yitirmiş olarak 1982 Anayasası’na yansıtılmasıdır. Değiştirilen sözcüklere bakarsanız, asıl anlamın nasıl kaybolduğunu kolayca anlarsınız: 1961’deki ‘‘sosyal adalet ve hukuk devleti’’ 1982’de ‘‘sosyal hukuk devleti’’ne ve ‘‘adalet’’e dönüştürülmüş, ‘‘engelleri kaldırır ve şartları hazırlar’’ sözü yerine ‘‘kaldırmaya ve hazırlamaya çalışmak’’ deyimleri gelmiştir. 1961, ‘‘özgürlük’’ kavramına etkinlik ifade eden fiiller ekleyerek devlete ekonomik ve sosyal alanda ‘‘özgürleştirici’’ bir görevi vermişti. 1982, o açıdan özde kesin bir geri OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL ye gidiştir ve Başbakan şimdi buna sarılmaktadır. Devletin ekonomideki görevini küreselci kalkınma modellerinin uygulanmasıyla sınırlayıp özgürlüğü ‘‘türban hürriyeti’’ne indirgeyen bir anlayışı vurgulayarak. üreselci model, şimdi ülkelerin ticaret kapısı olan limanlara da sıçradı. Son haber, Mersin limanı ihalesini yerli Akfen’le birlikte kazanan Singapur PSA’nın Hong Kong liman şirketine de ortak olmasıdır. Ulusalüstü sermaye böylece küresel ticaretin kilit noktalarını da ele geçirip yerli modelleri bir de bu açıdan kuşatma peşinde. Türkiye’deki sonuç, ulusal demiryolu işletmeciliği ile devlet limanları arasındaki bütünleşmenin bozulması ve kamu hizmeti olduğu için zararına işletilen demiryolu şebekesini hiç değilse liman kazançlarıyla ayakta tutma olanağının ortadan kalkması olabilir. üreselci özelleştirme, bu K niteliği dolayısıyla ulusal çaptaki ‘‘dikey bütünleşme’’ mekanizmalarının hepsini dağıtmaya yöneliktir. Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı gibi taa 1954’te kurulmuş bir ulusal kurumu alın. Başlangıçta, petrole ilişkin arama, üretim, pazarlama, dağıtım, taşıma, rafinaj gibi bütün etkinlikleri bir elde toplayıp yönlendirme ve bir alandaki kazançla başka bir alandaki etkinliği destekleme amacı güdülüyordu. PETKİM, TÜPRAŞ, BOTAŞ, İGSAŞ’ı hep TPAO kurmuştu ve böylesine bir ‘‘dikey bütünleşme’’yle örneğin petrol arama çalışmalarına finansman sağlayacaktı. Şimdi, özelleştirmeler o bütünleştirici yapıyı bozmuş ve TPAO’yu yoksullaştırıp petrol bile arayamaz duruma sokmuştur. Elektrikte de, üretim, iletim ve dağıtım işlerinde aynı şey yaşanmadı mı? Toplum düzenine kendi ekonomik gücünü kullanarak biçim verme olanağını yitiren devlet, özgürlük kavramını da özel güç çevrelerinin biçimlendirmesine engel olabilir mi? ‘Reklam’ Prof. Dr. Mahir AYDIN PENCERE Avrupa’ya şirin görünmek için ABD Avrupa’nın sömürgesidir dediği... Yolsuzlukların, sahte sigara kâğıdı yapmak gibi, ince ve küçük konularla sınırlı kaldığı, var. Bugünse daha ilk adımda her şey tepetaklak. Yanlış ve saygısızca: Reklamın iyisi kötüsü olmaz. İyi ile kötü arasındaki farkı kaybetmişiz. Daha ne olsun? Ayrıca, yapılanlar da reklam değil, beyin yıkama. Bir reklam kuşağında, arka arkaya üç kez verilenleri mi dersiniz? Yoksa, izleyeni dev aynasında şişirip, alım gücü ötesinde harcatanları mı? Olmadı, istemenin ölçüsünü kaldırıp her şeye sahip olacağını sanan, mutsuz kitle yaratanları mı? Sovyetler dağıldıktan sonra, siyasal reklamları izliyoruz. Hem dünya çapında, hem de ülkemizde. Hani Birinci Körfez Savaşı’nda petrole bulanmış bir karabatak kuşu vardı. Acımıştık, ölüm kalım savaşına. Nereden bilebilirdik, İskandinavya açıklarında batan bir tanker yüzünden o hale geldiğini. Reklammış... Afgan Savaşı’nda, Musa edasıyla ortalıkta dolaşan bir Ladin vardı. Asasıyla, süper teknolojiye karşı koyacak(!) güçteydi. Irak Savaşı’nda ortaya çıkmayışını, merak ediyordum. O da reklam! 11 Eylül saldırısı, Irak’taki kimyasal silahlar, Arafat’ın ölümü, Şaron’un hastalığı... Hepsi küresel reklam. NATO’nun ileri karakolu Türkiye’nin, Sovyetler sonrasındaki önemine kafalar yorduk. Ne denli önem kazandığı, her geçen gün ortaya çıkıyor. Ama, bizi tek yanlı bağlayan gümrük birliği, canımızı çekiyor. Oysa ne güzel bir düştü AB üyesi olmak. Reklam. Kıbrıs’ta yeni bir uygulama istediler. İçimizden birileri, adada yaşayanlar... Olup bitenler, dün Sayın Denktaş’ı ağlatmıştı. Yarın kimler ağlayacak? Ne güzel reklamdı, Annan Planı. Alışkındık reklamlara, Ermeni soykırım savından. Eser, Alman misyoner Lepsius’un. Adı: Almanya ve Ermeniler (19141918). Hofmann bunu, yeniden yayımladı. Kitabın kapağında, kuru kafatası piramit resmi var. Açıklama ise Türk Barbarlığı: Batı Ermenistan’da Bir Kafatası Piramidi. Oysa resim, Rus ressam Vereşçagin’in. 1871’de Türkmenistan dönüşünde yaptığı ‘‘Olağanüstü Savaş’’ adlı tablo. Dünyaca ünlü Moskova’daki Tretjakow Galerisi’nde. Yine reklam. Yukarıdaki örnekler, bir yere kadar tamam. Ama Türkiye’yi pazarlama anlayışını, reklam olarak bile göremiyorum. Tereciye tere mi? Onlar ülkemizin değerini, bizden iyi biliyorlar. Pazarlamak isteyenlerin yaptığı, bu ad altında, başka bir ticaret olmasın!.. Hepsinin ötesinde üzücü olan, İslamın reklam konusu yapılması. Reklam, izleyicide olmadığı için sunulan şeydir. Ama herkesin dini, inancı var ki!.. Öyleyse amaç, din değil. ‘Ilımlı İslam Cumhuriyeti’ mi? Yok yok, o da değil. Atatürk Devrimleri’nden uzaklaşınca, bu ülkeyi bütün olarak bırakırlar mı? Tek başına bir ‘Ilımlı İslam Cumhuriyeti’ değil ama, ‘Etnik Anadolu Devletçikleri’. 12 Eylül’den başlayarak ülke yönetimine ekonomistler geldi. Yani ticareti en iyi bilenler. İyi de, ülke denilen kavram, tüccar tezgâhı değil ki. Devlet adamı kıtlığı mı çekiyoruz, Osmanlı’nın çöküş döneminde olduğu gibi?.. O çöküş döneminin bir arşiv belgesi şöyle diyor: Bir ulusu yönetmek için adalet, adaletin uygulanması için kuvvet, kuvvetin sağlanması için para, paranın elde edilmesi için devlet adamı gerekir. İşte asıl sorun da burada. Yani, o devlet adamını yetiştirenlerde. Ölçü, örnek, öncü olması gerekenlerde. Kısaca, bilim insanlarında. Eski bir özlü söz: Bilim insanının yalakalığı dışında, hiçbir kötülük dünyaya zarar veremez der. Özgün biçimde söylersek: Meşhurdur ki fısk ile olmaz cihan harap / Eyler anı müdahanei âliman harap. Özgürlük ve Bütünlük Y K abancı bir ülkeye gittiğimde, reklamlarına dikkat ederim. Özellikle TV’dekilere. Reklam, bir ölçüdür. Elde var olan ile olması istenen arasındaki ölçü. Ve her ülkenin reklam anlayışı, kendi düzeyine göre. Bundan 100 yıl önce, durum çok farklı. Ne sayısal ne de sunum olarak günümüze benziyor. Sanki reklam değil de alçakgönüllü bilgilendirme. Gazetelerdeki örnekler; lamba şişesi, dikiş makinesi, ustura, lambalı cüzdan, tasarruflu yemek sobası, gramofon, sigara kâğıdı. Her biri, dönemin değer yansımaları. O gazetelerin, maroken koltuklu genel yayın yönetmenleri yoktu. Ücretsiz dağıtılsa bile, geliri yeten reklamları da. Okuyucuyu bilgilendirmek, ilk görev sayılırdı. O bilgilerde; dünya nüfusunun 1.5, üst sınırın 4.5 milyar olduğu... Giysiler elde dikildiği için, konfeksiyon alanlara hazırcılar denildiği... ABD’nin, kendi ekonomik dev şirketleriyle savaştığı, ki bu savaştan yenik çıkacak. Dışişleri bakanının, Karnından Konuşan Başkanın Söylediği Ne?.. Medya dün lebalep Bülent Arınç’a ilişkin yorumlarla dolup taşıyordu; bizim Cumhuriyet’te arkadaşların çoğu Meclis Başkanı’nın konuşmasını ele almışlardı... Dinci basında Arınç’a övgülerden geçilmiyordu... Ne diyorlardı ‘‘Bülendinejat’’ın konuşması için: ‘‘Manifesto!..’’ Açtım sözlüğe baktım, manifestonun Türkçesi neydi: ‘‘Bildiri!..’’ Sözcüğün Osmanlıcası daha da alengirli bir anlamı yüklenmişti: ‘‘Tebligat!..’’ Haydi hayırlısı!.. Öyle görünüyor ki AKP yönetimi iktidarda tırıs, rahvan derken dörtnala hazırlanıyor... ? Ancak kimisi de Bülent Arınç’ın ‘manifesto’sunu daha ‘masum’ niyetlerine bağlıyor: Cumhurbaşkanı olmak istiyor, bu amaçla AKP’li müşterisine gösteri yaptı... Sezer’in 23 Nisan konuşmasını yanıtlayarak prim toplamak istedi... RTE’yi aşmak çabasında... Büyük Millet Meclisi Başkanı’nın 23 Nisan Manifestosu’ndan sonra zaten meydanda salınan bir gerçek, bir kez daha kabak gibi ortaya çıktı: Türkiye’de siyaset tartışması yok.. Rejim tartışması var!.. Hem de etnikçi tehlikenin yaşandığı bir zamanda gündeme oturan rejim tartışmasında konu geldi, anayasanın değişmez maddelerinin de değiştirilmesine dayandı... ‘Laik Cumhuriyet’in ipini elbirliğiyle çekmek istiyorlar... ? Arınç karnından konuşsa da bildirisi belli: Bugün egemenlik Meclis’indir diyoruz, ama, siz lafa bakmayın!.. Türkiye’yi gizli bir iktidar yönetiyor, bunlar egemenliğe ipotek koymuşlardır... Peki, ne yapmalı? Laikliği halkoylamasına götürmeli, anayasanın değişmez maddelerini değiştirmeli, Meclis gizli iktidarın egemenliğini yıkmalı... Tam sırası, değil mi?.. Böyle bir fırsat dincilerin eline bir daha geçemez!.. Gaflet ve dalalet içinde bulunanlar ‘‘etnikçileri Meclis’e sokmayalım’’ diye seçim barajını yüzde 10’a çıkarıp halkın yüzde 45 oyunu heba etmişler; seçime katılanların 4’te 1’i ve sandığa gidenlerin 3’te 1’inin oylarıyla Meclis’in 3’te 2 çoğunluğunu Arınç’ın partisi ele geçirmiş... Evet, tam sırası!.. Karnından konuşan başkanın ilginç ‘‘manifestosu’’ Arınç’ın dudakları kıpırdamasa ve ağzı açılmasa da tebligatını yerine getiriyor... Peki, ne olacak?.. Ne olacağını hep birlikte ve ilerde göreceğiz; şimdilik bilinen gerçek şu: Laik Cumhuriyet’i tasfiye etmek isteyen bir kişi, bugün Büyük Millet Meclisi’nin başkanıdır. Esas No: 2005/1013 Davacı İller Bankası Genel Müdürlüğü vekili Av. Alev Turan tarafından Davalı Serdar Çimoğlu aleyhine açılan meni Müdahale ve Gecekondunun Kal'i davasının yapılan yargılaması sırasında verilen ara kararı uyarınca; Davalı Serdar Çimoğlu'nun adresi Erzurum ili, Çırçır mahallesi, 1. Aydın sokak no: 13 itibariyle tüm aramalara rağmen bulunamamış olduğundan 10806 sayılı HMUK değiştiren 1711 sayılı yasanın 207. maddesi gereğince dava basit usulü muhakemeye tabi olduğundan HMUK'nun 508, 509 ve 510. maddeleri gereğince delillerinizi duruşma günü olan 18.05.2005 günü tarihinde mutlaka ibraz etmeniz gerektiği ve duruşmaya gelmediğiniz taktirde, duruşmanın gıyabınızda yapılacağı davetiye yerine kaim olmak üzere ilanen tebliğ olunur. 28.03.2006 (Basın: 17971) ERZURUM SULH HUKUK MAHKEMESİ CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear