24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
21 NİSAN 2006 CUMA CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 İkebana sanatı ruhun özgürleşmesi için bir yol. Fotoğrafa poz verdikleri an zafer işareti yapıyorlar. Gençlerin kimono giymesi geçmişle ilişkinin bir yolu. Tokyo’nun beton, çelik, cam ve aynalı yüzü. ‘Tanrıların yolu’ doğadan geçiyor. İnsan da doğanın bir parçası. Öyleyse hem doğaya, hem insana uyum kaçınılmaz Doğa tutkusu, dinden farksız ‘‘Erik çiçek açtığında, cehennem donar’’... şte üç satırlık bir ‘‘Haiku’’ ...Yazarı 18. yüzyılda yaşamış Kobayaşi İssa... ‘‘Haiku’’, Japonların üç dizeden oluşan, kesin kuralları olan, 16. yüzyıldan bu yana süregelen lirik şiirleri... Ama Japonya’da yalnız şairler değil, her insan doğaya tutkun, doğayla haşır neşir. Doğa tutkusu, bir dinden farksız. Hele Kyoto’da bunu daha da iyi kavrayabilecektim.... İ OĞAİNSAN BÜTÜNLÜĞÜ ‘‘Erik çiçek açtığında cehennem donar.’’ Japonya’ya vardığımda aynen öyleydi. Cehennem donmuştu! ‘‘Kirazlar için vakit biraz erken ama erik ağaçlarının çiçek açma zamanına denk geldiniz...’’ Karşılaştığım, konuştuğum her Japondan bu sözleri ya da benzerlerini duyacaktım. Bir Japon meslektaşım, ‘‘Önümüzdeki günlerde Okinava’ya gideceğim’’ dediğinde, hayrola bir olay mı var diye gazetecilik heyecanıyla telaşlandım. (Okinava, anımsayacaksınız uzun süre Amerikan yönetiminde kalan ancak 1972’de Japonlara geçen, halen Amerikan üslerinin bulunduğu en güneydeki ada...) Adam, ‘‘Kirazlar önce orada açar, ona yetişeceğim’’ dedi. Üç bin adadan oluşan Japonya’nın neresinde, ne zaman hangi ağaç, hangi çiçeği açar, herkes ezbere biliyor. Düğünler, nişanlar, tatiller, geziler, mevsimlere, doğa hareketlerine göre düzenleniyor. Evet, doğa tutkusu dinden farksız. Zaten ülkedeki en yaygın din ‘‘Şinto’’ (ötekiler, Budizm, Taoizm ve Konfüçyüs öğretisi) ‘‘Tanrıların Yolu’’ demek ve bu ‘‘yol’’ doğadan geçiyor. Tanrılar doğadaki her şeyi, ister canlı ister ölü, her şeyi, aklınıza gelebilecek her şeyi denetliyor. Tanrıların yolunu izlemenin bir önkoşulu var: Doğaya saygılı olmak.... İnsan da doğanın bir parçası olduğuna göre, insana da saygı kaçınılmaz. Zaten anlayabildiğim kadarıyla, doğaya saygıyla insana saygı birbirinden hiç mi hiç ayrılmıyor oralarda! (Tıpkı bizdeki gibi değil sevgili okurlar! Japonya günlerimde, henüz bizdeki zehir saçan varil rezilliği ortaya çıkmamıştı ama o zaman bile, yaaa, işte aynen bizdeki gibi diye düşünmekten kendimi alamamış ve kahrolmuştum!) UHUN ÖZGÜRLEŞMESİ Tokyo’da günlerim, sokaklar, konferans salonları ve tiyatrolar arasında geçiyor. Müzelere, tapınaklara, saraylara girmeye fırsatım yok ama tiyatro konferansı, hiçbir yabancıya vermediği kadar, Japonları daha yakından tanıma olanağı veriyor bana. Çünkü konferansın katılımcıları da, izleyicileri de ezici bir çoğunlukla Japonlar. Tokyo’da görebildiğim tek sergi, Ulusal Müze’de açılan ‘‘İkebana’’ yani çiçek düzenlemesi sergisiydi. Gördüm ama gözlerime inanamadım. Her yıl yapılan yarışmaya katılan binlerce düzenlemeden en başarılı yüzü seçilmiş sergileniyordu. Katılımcılardan biriyle konuşma olanağı buldum. Şöyle dedi: ‘‘Yalnız doğa ve çiçek sevgisi değildir ikebana. Aynı zamanda ruhumuzu özgürleştirmenin bir yoludur. İkebana, doğaya, doğanın her ayrıntısına, çevreye, elinizde tuttuğunuz cisimlere, zamana, emeğe, mekâna ve en önemlisi beş duyunuza yoğunlaşmaktır. Ruhun özgürleşmesi ancak o yoğunluktan sonra gelir...’’ Sergideki eserlere baktıkça, derecelendirmenin güçlüğünü görüyorum. Açıklamayı yapan atılıyor: ‘‘Ama zaten ikebana yapanlar yalnızca kendileriyle yarışırlar, asla bir başkasıyla değil.’’ Müzedeki sergiyi, akın akın, ilkokul çocukları da geziyordu. Ruhlarını özgürleştirmek için baş D ülmek, gülümsemek karşısındakini rahatlatmanın, nazik ve terbiyeli olmanın yolu. Ama aynı zamanda ‘bilmiyorum’ ya da ‘anlamadım’ demenin de bir yolu. Japoncada ‘hayır’ sözcüğü yok. O nedenle hayır demek için de, sıkıntılarını gizlemek için de gülüyorlar. aponya’da eliyle boğazı kesme işareti yapmak, işten kovulmak anlamına gelirmiş! Bilmeden ben de yapınca, Japon arkadaşım sordu: Yine mi kovuldun? G J Batı’da doğaya egemen olmaya çalışılırken Japonya’da doğaya egemen olmak değil, doğayla uyum peşinde koşuluyor... ç bin adadan oluşan Japonya’nın neresinde, ne zaman hangi ağaç, hangi çiçeği açar, herkes ezbere biliyor. Düğünler, nişanlar, tatiller, geziler mevsimlere, doğa hareketlerine göre düzenleniyor. Ü çok tanık oldum. Öfkelerini kusmak, hesaplaşmak için birlikte içmeye giderlermiş. Zaten yüksek sesle konuşan Japonlara ancak meyhanelerde rastladım ÜLÜMSEMENİN ANLAMLARI Japonların beden diline devam ediyorum... (Artık ne denli beden dili denilebilirse.) ? Konuştuğunuz her Japon, hep gülüyor, gülümsüyor. Gülmek, gülümsemek karşısındakini rahatlatmanın, nazik ve terbiyeli olmanın yolu. Ama aynı zamanda ‘‘bilmiyorum’’ ya da ‘‘anlamadım’’ demenin de bir yolu. Her yerde tüm sokak adları, tüm ilanlar, her şey, Japonca ve İngilizce yazılı, ama İngilizce bilen çok az. İngilizce biliyorum diyeni de, anlamanız çok zor. ? Japoncada ‘‘hayır’’ sözcüğü yok. O nedenle hayır demek için de, sıkıntılarını gizlemek için de gülüyorlar. ? Sokakta bir adres soruyorum. Birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü sorduğum da bilmiyor ama aralarında yarım saat Japonca tartışıp beni dört ayrı yere sürüklüyorlar. Sonunda kocaman gülümsüyorlar... Yani ‘‘özür dileriz’’ demek oluyor. ? Bir tiyatro okulu öğrencisiyle buluşacaktım; randevuya söylediği saatten ya dört ya beş dakika geç geldi. Kızcağız, karşımda ölecek sandım. Yanakları al al olmuş, binlerce kez önümde eğilip kalktı, tam yirmi dakika özür diledi. Hep gülerek gülümseyerek... Beden diline ilişkin son bir gözlem: Tiyatroda, sıkıcı ve çok uzun bir oyunun ortasında Japon arkadaşıma çıkalım diye işaret ederken, elimi ‘‘burama geldi’’ gibilerinden boğazıma götürüp kesme işareti yaptım. Tiyatrodan çıktık. Japon arkadaşım, telaşla ‘‘İşten mi atıldın?’’ dedi. Haydaaa! Bunlar da mı biliyor Milliyet’ten kovulduğumu yoksa şimdi de Cumhuriyet’ten mi atıldım derken kız açıkladı: Japonya’da eliyle boğazı kesme işareti yapmak, işten kovulmak anlamına gelirmiş! Yeryüzü farklı kültürlerle dolu. Elbet, her farklı kültürün farklı bir beden dili olacak! ? G Tokyo’da bir mücevher: Türkiye Büyükelçiliği kalarıyla değil, yalnız ve yalnız kendileriyle yarışmayı öğrenebilmek için, doğayı daha da iyi tanımak için, estetik zevklerini geliştirmek için... Çok geçmeden, yalnız ikebananın değil, o dillere destan bahçe düzenlemelerinin, çay seremonilerinin ve daha nice geleneksel sanatın ruhu özgürleştirme çabasından başka bir şey olmadığını anlayacaktım. Japonya’ya ilk kez gittiğinizde şaşmadan edemiyorsunuz. Japonlarda beden dili apayrı ve çok önemli bir yer tutuyor. Yabancıların buna alışması biraz zaman alıyor... Karşılıklı iki Japonun sırayla bir birinin bir ötekinin, ha bire eğilip kalktığını ilk gördüğümde ben de şaşırdım. Yalnızca bir baş eğmesi değil, belden aşağı 90 derece eğilip doğruluyorlar. Sonra öğrendim. Buna ‘‘Ojigi’’ deniyor. Karşılaştıklarında selamlaşmak için, ayrılırken vedalaşmak için, arada teşekkür etmek ya da özür dilemek için yapıyorlar... Genç olan daha yaşlı olanın önünde, iş yaşamında daha yüksek mevkide olanın önündeki daha çok eğiliyor. El sıkışmak yok. Tek tük gençler dışında, el ele dolaşan hiç görmedim. Birbirlerine dokunma âdeti yok. Rehberimden ayrılırken kadına sarılıp iki yanağından öptüm, şaşkınlıktan düşüp bayılacak gibi oldu! Her şeyi iki elle tutup uzatıyorlar. Çiçeği, kitabı, paketi, kâğıt parayı, karviziti... (kartvizit değiş tokuşu, el sıkışmak yerine geçiyor neredeyse). Nedeni, olsa olsa canlı olsun olmasın her şeye ve karşısındakine duydukları saygıdan olsa gerek diyorum. Seslerini hiç yükseltmiyorlar. (Yine saygı). Öfkelendiklerinde, gözlerini yere indirdiklerine R JAPONLARIN BEDEN DİLİ YARIN Güzellik eşittir uyum isteyen Kenzo Tange’ye, ‘‘Yeter bu kadar, geodern Japon mimarisinin en büyük risini biz yaparız’’ denmiş. Usta mimar bozulisimlerinden biri, hiç kuşkusuz Kenmuş, bir daha adımını elçiliğe atmamış! zo Tange. (19132005) Tokyo, onun Ah bizimkiler bilselerdi ki, Kenzo Tange’ye birbirinden değerli eserleriyle dolu. Sagöre ‘‘gelenek bir amaç değildir, yalnızca yarayısız öğrenci yetiştirmiş, dünyanın tıcılık sürecinde bir birçok yerine eserleriyle araçtır’’, elbet Türk damgasını vurmuş, Japon Büyükelçiliği’nin içimimarisini modernleştini de düzenlemesi onren Kenzo Tange’nin Tokdan istenebilirdi ve yo’daki Türkiye Büyükelçok da iyi olurdu! . çiliği’ni yaptığını bilmiyordum, Japonya’ya giBugün Japondince öğrendim. ya’nın Türkiye BüTokyo’nun orta yerinyükelçisi Solmaz de mücevher gibi bir yaÜnaydın göreve gelir pı. Dört katın ikisi toprak gelmez, ilişkileri düaltında, ikisi üstünde. Bahzeltmek yolunda kolçeler, sular, havuzlar, meları sıvamış, hem iç taforlarla modern bir pe Ünlü mimar Kenzo Tange’nin Türkiye mekânları fazlalıkBüyükelçilik binası (üstte) ve ri masalı gibi... Kenzo lardan arındırmış Tange, kentin göbeğinde Tokyo’daki en ünlü yapıtlarından biri: hem de Tange’nin FujiSankei İletişim Merkezi (altta). ki bu alanın Türkivârislerini, çoye’ye ait olduğunu cuklarını davet öğrenince, eski etmiş, elçiliğin Türk elçilik binakapılarını açsının kapısını çalmış... Solmaz mış ve buradaki Ünaydın’a tek yeni elçilik binasısözcükle hayran nı yapmak istedikaldım. En çok ğini söylemiş. da enerjisine ve (70’li yıllar) Adaetrafına saçtığı mı tanıyan yok. karizmaya... Türk yetkililer, Onu tanıdığım Ankara’ya başvurakşam, elçilikte muş. Dışişleri’nin Japon bir piyamimarlık bürosu, nist konser veriaman bu adam çok önemli sakın kaçırmayın yor, dünyanın dört bir yanından diplomatlar, demiş de yapı öyle ortaya çıkmış. Ama yapı bu eşsiz yapıyı geziyor, büyükelçiye ve Türtamamlandığında iç mekânları da düzenlemek kiye’ye övgüler yağdırıyordu. M CUMHURİYET 09 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear